Bir Anadolu Öyküsü: Zümrüt Kelebeği
Zümrüt Kelebeği, Anadolu insanının acılarını, emeğini, sevincini, öfkesini yansıtan öyküler anlatıyor. Ama sadece o kadar değil, Orhan Veli Alıcı, edebiyat geleneğimizin birikimini öyle yerinde ve dikkatle kullanıyor ki, bütün o birikimin içinde kendisine bir yer aradığını hemen belli ediyor. Ele aldığı karakterler belirli duygu durumlarının yanında Anadolu insanının kimi yönlerini temsil de ediyor. Bu öyküler tüm şiddet görüntülerinin altında hoşgörü arıyor. O hoşgörünün bize ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. Tüm renkleriyle Türkiyenin bir hoşgörü ve özgürlük ülkesi olması gerektiğini, olabileceğini vurguluyor.
“Kendini yakmayan bir öykü, okuyucusunun düşüncelerini aydınlatamayacağı gibi yüreğini de ısıtamaz…” söylemi ile okuyucusuna seslenen Zümrüt Kelebeği, adı kadar doğal ve katıksız hisleri kusursuz ve sade bir dille okuyucusuna sunuyor. Yaşamın içinden seçilen öyküler ise Anadolu’nun bütün renklerini zaman ve mekân düzleminde anlatmakla kalmıyor, okuyucuyu bir düş âlemine sürüklüyor. Betimlemeler ise her bir öyküde sizi en ön sırada bir seyirci kılmaya yetiyor. Öykülerin içeriği, zamana ve mekana seslenişi ise her okuyuşta her bir öykünün okuyucuda bıraktığı manayı derinleştirip farklılaştırıyor. Bu da duygu ve düşünce yüklü bir öykü kitabının defalarca okunabileceğini gösteriyor.
Zümrüt Kelebeği, 1915’lerde yaşanan koşulsuz bir sevginin ve acının yüreklerde bıraktığı hissi tarif ediyor. Ermeni bir gelinin gözleri ile özdeş bir zümrüt kelebeği gibi o kısa hayattaki yaşantısını anlatırken, kötülükle iyiliğin cenginin anlatılmamış noktalarına değiniyor.
SIRA DIŞI ÖYKÜLERLE DÜŞ ALEMİNDE BİR GEZİNTİ
Gaip Memed adlı öykü ise pişmanlıklarının peşinde kaybolan, “Keşkeler olmasa idi ne güzel olurdu yaşamak!” diyerek sırra kadem basan bir müşkülü anlatıyor.
Bilge Dede’nin Sonsuzluğu, Meczup Seyyahın Öyküsü ve Meleklerin Dansı ise gerçek ile düş arasında mistik bir tatla yazılan, okuyucuyu bir düş âleminde seyyah kılan sıra dışı öyküler olarak karşımıza çıkmakta. Bu öykülerle hem Anadolu’nun ıssız mekânlarına ve derin insanlarına ışık tutan yazar kendine öykü yazını içerisinde farklı bir yer arıyor.
Karanlığa Gizlenen Ateşböceğinde ise ezelden beri savaşlarda kaybedilen evlatlarını arayan anaların hislerini okuyacak, belki de Âdemoğlu dışındaki can¬lılar ve hatta bitkiler dahi ehlileşirken Kabil’in Habil’e kastetmesine ve Âdemoğlunun amansız savaşlara girişmesine başkaca anlamlar yükleyeceksiniz.
Sürgün Bakışlı Çocuk ile Yitik ve Yalnız’da ise uzun yıllar Anadolu coğrafyasında yaşanan göçlerin yarattığı psikolojik buhranın yansımalarını bulacaksınız.
Şimdilik Hoşça Kal, Bekleyiş, Düşbaz, Kenan Diyarı, Dağ Meltemi ve Demsiz Derviş ise diğer öyküler olup, Anadolu insanının zamana ve mekana yaygın acılarını, emeğini, sevincini, öfkesini ve umutlarını anlatıyor.
Eserin tamamına bakıldığında ise öykülerin bir kısmında birçok bilimin argümanlarının ahenkli ve şaşırtıcı bir şekilde kullanıldığını göreceksiniz. Yazarın başlangıçta okuyucusuna seslendiği gibi Anadolu’nun bütün renklerinin sade ve tesirli bir dille kaleme alındığı “Zümrüt Kelebeği”ndeki her bir öykü kendini yakacak ve okuyucusunun düşüncelerini aydınlatıp yüreğini ısıtacak…