'Türkiye itiraz etti Rusya o toplantıyı erteledi'
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsüİbrahim Kalın, Rusya'nın Suriye Halkları Kongresi adı altında düzenlemeyi planladığı toplantıya ilişkin, "Kremlin bizimle temas etti, bu toplantıyı ertelediklerini açıkladılar. Yani şu an itibariyle, eğer tekrar bir karar değişikliğine gitmezlerse 18'inde değil daha ileri bir tarihte bu toplantının yapılması planlanıyor." dedi.
Kalın, NTV'de canlı yayında gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Türkiye'nin terörle mücadele stratejisinde "Terör ülke sınırları içindeyse gereği ülke sınırları içinde, terör ülke sınırları dışındaysa gereği ülke sınırları dışında yapılır." politikasının izlendiğini ifade eden Kalın, "Örnek olarak bakarsanız Kandil'e. Kandil dışında PKK'nın öbeklendiği diğer noktalara zaman zaman zaten biz sınır ötesi operasyon yapıyoruz. Bunu Irak makamlarıyla koordine ediyoruz, diğer ülkelerle koordine ediyoruz. Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi, Türkiye'nin milli çıkarları söz konusu olduğunda biz kimseden izin almak zorunda değiliz. Çünkü bu uluslararası anlaşmalardan doğan temel hakkımızdır. Kandil meselesi zaten yeni bir konu değil. Öteden beri PKK'nın oradaki örgütlenmesi biliniyor. Biz bunu aslında Iraklı yetkililerle, Erbil'le, Bağdat'la çok konuştuk. İranlılarla çok konuştuk. Bu konuyu çözmek ve 'o toprakları Türkiye'ye karşı kullanılan bir terör yuvası olmaktan çıkarmak için neler yapabiliriz' diye." değerlendirmesinde bulundu.
Erbil'de yapılan referandumdan sonra, DEAŞ'la mücadelede gelinen noktalar dikkate alındığı zaman Türkiye'nin önünde önemli bir fırsat olduğunu vurgulayan Kalın, Iraklı yetkililere, "Nasıl Irak toprakları DEAŞ'tan tamamen temizlendiyse, şu anda PKK'dan da tamamen temizlenmesi için önümüzde iyi bir fırsat var." dediklerini aktardı.
Kalın, DEAŞ'ın terör örgütü olduğu gibi PKK'nın da bir terör örgütü olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Özellikle Batılı ülkeler nezdinde şöyle bir çifte standartla karşı karşıya kalıyoruz, 'eğer terör örgütleri direkt onları hedef alıyorsa bu acil ve küresel bir terör meselesi haline geliyor. Onları değil de bir başka ülkeyi hedef alıyorsa bu o ülkenin meselesi oluyor.' DEAŞ, Batılı hedefleri de vuruyor, Müslüman ülkeleri de vuruyor. Dahasına baktığınız zaman DEAŞ son 3 yılda Müslüman ülkelere çok daha fazla zarar verdi. Gittiği ülkelere, işgal ettiği şehirlere, esir aldığı insanlara baktığınız zaman sayısal olarak da 'terör saldırısında sayının zikredilmesi çok doğru olmayabilir ama' istatistiki olarak baktığınızda DEAŞ bugüne kadar çok daha fazla Müslüman insanı öldürdü. Bu tabi başka sorular ya da soru işaretlerine neden oluyor insanların zihninde. Ama DEAŞ ne zaman ki Batılı hedefleri vurmaya başladı, işte Paris'te, İspanya'da, Amerika'da başka yerlerde eylemler yapmaya başladı, İngiltere'de o zaman DEAŞ terörü, küresel ve acil bir konu haline geldi. PKK terörüne baktığınız zaman, Avrupa'nın terör örgütleri listesinde var, Amerika'nın terör örgütleri listesinde var. Ama bu Türkiye'nin bir meselesi olarak görülüyor. Dolayısıyla PKK, Batılı hedefleri vurmadığı müddetçe Batılı ülkeler hiçbir zaman aynı aciliyetle, aynı hassasiyetle bu konunun üzerine gitmediler, gitmeyecekler. Biz bunu gördük. Dolayısıyla biz burada kendi ulusal çıkarlarımız ve önceliklerimiz çerçevesinde bu mücadeleyi yürütüyoruz. Burada önceliğimiz kendi sınırlarımızın, kendi güvenliğimizin sağlanması. "
Terörle mücadelenin kapsamlı bir stratejide ele alınması gerektiğini vurgulayan Kalın, Kandil'e, Sincar'a, Suriye'ye ya da PKK'nın başka yerlerdeki örgütlenmelerine yönelik operasyon olabileceğini söyledi.
Kalın, ABD'nin DEAŞ'la mücadele başlığı altında PKK'nın Suriye kolu olan PYD ve YPG'ye askeri ve siyasal alan açıldığını dile getirerek, "PKK orada hem kendi elemanlarını eğitiyor hem propagandasını yapıyor hem Amerika'dan silah yardımı alıyor. Bunun somut örneğini de Rakka'da gördük. Rakka'da kimlerin nelerle, hangi flamalarla, hangi paçavralarla kutlama yaptığını açık bir şekilde gördük. Amerikalılar da bunu izahta çok zorlandılar, hala da zorlanıyorlar. Hatta bu soruları cevaplamaktan kaçındılar. Beyaz Saray'da basın toplantılarında krizler oldu. Tabi ki bize izah etmekte de zorlanıyorlar. Yani biz baştan beri diyorduk, 'bakın bu sizin destek verdiğiniz terör örgütünün tezahürleri, yansımalarıdır.' Ama yok onlar, 'Suriyeli, onlar DEAŞ'a karşı mücadele ediyor, onlara verdiğimiz silahları biz kontrol ediyoruz' dediler. Ama netice itibariyle onların yaptıkları izahların yeterli olmadığını bir kez daha gördük. Dolayısıyla Suriye sahasında da bu konu bizim için önem arz ediyor. Bizim güvenliğimize yönelik bir tehdit söz konusu olduğunda Türkiye bu konuda adım atmaktan hiçbir zaman çekinmez." ifadelerini kullandı.
Kalın, İran Genelkurmay Başkanı ve Türkiye Genelkurmay Başkanı'nın karşılıklı ziyaretlerini hatırlatarak, bu trafiğin memnuniyet verici olduğunu dile getirdi.
İran'ın bölgenin önemli bir ülkesi olduğunu vurgulayan Kalın, "Önemli bir ticaret ortağımız, sınır komşumuz ama aynı zamanda güvenlik konularında beraber çalıştığımız ve çalışmak durumunda olduğumuz bir ülke. Diğer yandan PKK'nın İran uzantısı olan PJAK onlar için de büyük bir sorun. Aynı problemle aslında uğraşıyoruz. İran'la güvelik işbirliğini arttırmamız bizim ulusal çıkarlarımız açısından önem arz ediyor. Dolayısıyla bu trafik bundan sonra da devam edecek. Hem sınırdaş olan hem bu kadar yakın ilişkileri olan iki ülkenin askeri konularda, güvenlik konularında da işbirliği yapması gayet doğaldır. Bu tür yakınlaşmalar olduğunda, belli çevrelerden hemen 'Türkiye Batı'dan uzaklaşıyor, NATO ittifakından uzaklaşıyor' gibi eleştiriler gündeme getiriliyor. Biz bunu böyle görmüyoruz. Dış politika sıfır toplamlı bir oyun değil. Dış politikada 360 derece bir perspektif ve bakış açısına sahip olmak zorundasınız. Sınırdaş olduğumuz bir ülkeyle, bizim Batı ittifakında yer aldığımız için ilişkilerimizi minimize etmemiz düşünülemez zaten." dedi.
Rusya, Suriye Halkları Kongresini erteledi
Kalın, Rusya'nın Suriye Halkları Kongresi talebi ile ilgili olarak, "Bu konuyu Sayın Putin'in Suriye Özel Temsilcisi geldiğinde zannediyorum bir 15 gün oluyor, biz görüştük. Bu konuyu bize açtılar. 'Böyle bir Suriye Halkları Kongresi toplamayı planlıyoruz, siyasi geçiş sürecine katkı vereceğini düşünüyoruz' dediler. -Bu Astana toplantısından hemen önceydi, 30-31 Ekim'de yapılan, 7. Astana toplantısından yaklaşık 1 hafta önceydi- Biz de dedik ki onlara, bununla ilgili bize daha fazla bilgi verin. Bir bakalım, tam nedir, hemen kabul ya da ret etmiyoruz, faydası nedir, katkısı ne olabilir. Bunları bir değerlendirelim, ondan sonra hareket edelim. Onlar da tamam dediler, biz size bir kağıt göndereceğiz, modalitesi ne olacak, katılımda kimleri düşünüyoruz, ne tür sonuçlar hedefleniyor vesaire. Tabii o arada bir tür emrivaki ile bir anda bunun ilan edildiğini duyduk biz. Hemen itiraz ettik. Ben de geçen hafta yaptığım basın toplantısında onu söyledim zaten. Bunun üzerine Kremlin bizimle temas etti, bu toplantıyı ertelediklerini açıkladılar. Yani şu an itibariyle, eğer tekrar bir karar değişikliğine gitmezlerse 18'inde değil daha ileri bir tarihte bu toplantının yapılması planlanıyor." diye konuştu.
Yeni toplantıya PYD davet edilmeyecek
Rusya ile temaslarının devam ettiğini kaydeden Kalın, "Sayın Cumhurbaşkanımızın da birtakım temasları olabilir, önümüzdeki birkaç hafta içerisinde. Sadece bu konu değil ama bu konuyu da içeren başlıklar çerçevesinde bir temas trafiğimiz olacak." diye konuştu.
PYD'nin Suriye Halkları Kongresine davet edilmiş olmasının Türkiye açısından kabul edilemez olduğunu vurgulayan Kalın, "Biz baştan beri bunu Amerika Birleşik Devletlerine de söyledik, Rusya'ya da İran'a da diğer ülkelere de. Bizim için bir kırmızı çizgidir. Neden? Çünkü PYD bir terör örgütüdür. PKK'nın Suriye'deki uzantısıdır. PYD'li olmayan Kürtlerle bizim bir sorunumuz yok. Onların asıl masada olması gerekir. Aslında PYD'li olmayan yani PKK'ya biat etmemiş birçok Suriyeli Kürt var fakat bunlar o kadar sindirildiler, o kadar bastırıldılar ki geçtiğimiz 2-3 yıl içerisinde şu anda kimse onların sesini duymuyor." ifadelerini kullandı.
Araplardan, Türkmenlerden nasıl temsilciler varsa aynı şekilde -PYD'li olmayan- Suriye Kürtlerinden de temsilcilerin orada bulunması gerektiğine işaret eden Kalın, "Ama PYD ve YPG'nin masada olması bizim açımızdan kabul edilemez. O toplantı ertelendi, bize verilen bilgi bu. Biz katılmıyoruz. Suriyeli gruplar katılacaklar ama büyük ihtimalle biz oraya gözlemci gönderebiliriz. Şu anda tam kesinleşmedi. Ama Rusya'nın bize söylediği toplantının şu anda ertelendiği şeklinde ve oraya PYD'nin davet edilmeyeceği şeklinde. Biz de bu şekilde bir değerlendirme yapıyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "Irak'ın toprak bütünlüğünü feda etmek demek bölgede yeni bir kaosun ortaya çıkması demek. İşte bakın İspanya'da Katalonya bölgesinde de bir bağımsızlık referandumu yoluna gittiler. Avrupa'nın tavrını gördük, dünyanın tavrını gördük, İspanya hükümetinin tavrını da gördük orada. Şimdi o referandumu tertip eden, buna öncülük eden kişiler hakkında da tutuklama kararı çıkardılar." dedi.
Kalın, NTV canlı yayınında gündemdeki konulara ilişkin yaptığı açıklamada, referandum sürecinde Erbil yönetimine çok uyarılarda bulunduklarını, "Bakın bunu yapmayın, bu tarihi bir hata olur, elde ettiğiniz kazanımları kaybetmek anlamına gelir." diye haftalarca, aylarca süren uyarıları ve tavsiyeleri olduğunu belirtti.
Bu uyarıları Erbil yönetiminin dinlemediğini, sadece kendilerini değil Bağdat'ı, İran'ı ve diğer ülkeleri dinlemediklerini ve bu referanduma gidildiğini ve bunun sonuçlarının herkes tarafından görüldüğünü dile getiren Kalın, şöyle konuştu:
"Aynen tahmin ettiğimiz gibi elde ettikleri birçok kazanımı kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldılar, bir kısmını da kaybettiler. Belki bu Irak'taki yapının normalleşmesi açısından bir hayra bile vesile olabilir. Mesela Kerkük meselesi tartışmalı bir bölge olmasına rağmen biraz da fiilen cebren orayı Kürt Bölgesel Yönetimine bağlama gibi bir yola gitmişlerdi ve bu Kerkük'te sürekli bir huzursuzluk kaynağıydı. Bizim için de bir huzursuzluk kaynağıydı. Çünkü Kerkük her şeyden önce bir Türkmen şehridir. Tabii ki orada Kürtler de var Araplar var ama orada eşit bir yönetim modeli maalesef inşa edilemedi bu şartlar içerisinde. Irak'ın da biraz da o kaotik yapısından dolayı. Orada bizim söylediğimiz sadece referandumun sonuçları dondurmak yeterli olmaz, bunların iptal edilmesi gerek. Referandum öncesi statüye aynen geri gidilmesi gerekir."
Kalın, Erbil'in kendilerine, "Fiillen hiçbir şey değişmedi. Kürt devleti ilan etmedik, sınırları değiştirmedik vesaire" dediğini ama bunu bir koz olarak kullanmalarının, "Yarın öbür gün biz bunu tekrar çıkartırız, önünüze koyarız" demelerinin Irak'ın toprak bütünlüğü açısından gelecekte de sıkıntı yaratacak bir durum olduğunu vurguladı.
Beklentilerinin ve çağrılarının, diğer bütün uluslararası aktörlerin de çağrısının referandum sonuçlarının iptal edilmesi yönünde olduğunu belirten Kalın, "Erbil bunu nasıl yapar, kendi kamuoyuna nasıl izah eder, o onların takdirinde olan bir konudur." ifadelerini kullandı.
"Biraz kaotik bir ortam var onu da anlıyoruz"
Referandum yapılınca bir dizi yaptırımı hayata geçirdiklerini, hava sahasını kapattıklarını, temasların dondurulduğunu dile getiren Kalın, şöyle devam etti:
"Dedik ki orada sokaktaki vatandaşın zarar görmesine yola açacak bir eylemin içine biz girmek istemiyoruz. Yani onların temel ihtiyaçlarının karşılanması noktasında Türkiye'den devam eden bir akış var Habur Sınır Kapısı'ndan. Biz burada insani kaygılarla, mülahazalarla hareket etmek istiyoruz. Dolayısıyla şöyle bir teklif getirdik, bunu da tabii Bağdat ile müzakere ederek, Habur Sınır Kapısı'nın karşı tarafı İbrahim Halil Kapısı bunu Bağdat'a devredin ya Bağdat'la ortak yönetin ya da bir şekilde bir yönetim modeli geliştirin kendi aramızda, o bizim değil sizin meseleniz, biz kapıyı kapatmayalım. Birkaç gündür de bunun süreci devam ediyor. Orada da farklı rivayetler geliyor, bir gerilim var, verdi, vermedi, devretti, devretmedi diye. Ama eğer Bağdat yönetiminin de kabul edeceği bir formülde anlaşırlarsa Habur Sınır Kapısı kapatılmaz, şu anda da açık zaten. Oradan ihtiyaçlar, ticari mallar akmaya devam eder.
Petrol konusunda da bizim söylediğimiz petrol boru hattını kapatma gibi yola şu anda gitmedik çünkü onun gelirleri Bağdat yönetimine de gidiyor. Ve Bağdat yönetimi yüzde 17 payı Erbil'e veriyor. O mekanizmayı da işletin dedik. Geldiğimiz noktada Erbil'le Bağdat arasında inişli çıkışlı bir ilişki var şu anda. Bir gün görüşmeler oluyor deniyor, ertesi gün kopuyor. Bir gün müzakereler başladı deniyor, ertesi gün yok olmadı deniyor. Biraz kaotik bir ortam var onu da anlıyoruz."
İbrahim Kalın, Erbil'in içinde de birtakım sıkıntılar olduğunu, Mesut Barzani'nin görev süresinin uzatılmadığını, yetkilerinin bir kısmını Başbakan olarak Neçirvan Barzani'ye bir kısmını da meclise verdiğini, bundan sonra sürecin nasıl işleyeceğini görmeleri gerektiğini dile getirdi.
"Yapılan hataya bigane kalmamız düşünülemez"
Irak Kürtleriyle her zaman iyi ilişkiler içinde olduğunu, bu tutumlarının değişmediğini ancak orada yapılan bir hataya bigane kalmalarının da düşünülemeyeceğini aktaran Kalın, şunları anlattı:
"Çünkü Irak'ın toprak bütünlüğünü feda etmek demek bölgede yeni bir kaosun ortaya çıkması demek. İşte bakın İspanya'da Katalonya bölgesinde de bir bağımsızlık referandumu yoluna gittiler. Avrupa'nın tavrını gördük, dünyanın tavrını gördük, İspanya hükümetinin tavrını da gördük orada. Şimdi o referandumu tertip eden, buna öncülük eden kişiler hakkında da tutuklama kararı çıkardılar. Yani ben hep şunu söylüyorum. Şu anda içinde bulunduğumuz mevcut sistem içerisinde siz her bir etnik grubun bir devleti olsun mantığıyla hareket ederseniz, ki maalesef Irak Kürtlerine bazı Batılı aydınlar yazarlar belki siyasiler, geri plandaki lobi, PR şirketleri bu telkinlerde bulundular. Dünyada şu anda 193, 194 tane devlet var. Bu sayı bir anda 300'e, 500'e rahatlıkla çıkabilir. Avrupa'dan bir 30 tane devlet çıkartırsınız, Amerika'dan 20 tane devlet çıkartırsınız, Asya'dan 20-25 tane devlet... Bunun sonu yok. Ortadoğu coğrafyasına baktığınız zaman da Irak'ın toprak bütünlüğünü feda ettiğiniz zaman, bunun Lübnan'a, Suriye'ye ve Ürdün'e sıçramayacağının hiçbir garantisi yok. Burada biz ve diğer ülkeler doğru bir duruş sergiledik."
Kalın, Irak'ta toprak bütünlüğünün en azından anayasal çerçevede korunmasının ardından yapılması gerekenin, ülkenin siyasi birliğini güçlendirecek adımlar atmak, özellikle Sünnilerin siyasi sürece dahil edilmesini sağlayacak adımların atılması olduğunu söyledi.
Özellikle 1. ve 2. Maliki hükümetleri döneminde çok büyük hatalar yapıldığını, Sünni Arap kesimlerin, Kürtler ve Türkmenler de dahil olmak üzere sistemin dışına itildiğini vurgulayan Kalın, şu değerlendirmelerde bulundu:
"DEAŞ'ın Musul gibi yerlerde, Telafer gibi yerlerde bu kadar kısa sürede mevzi kazanmasının temel sebeplerinden bir tanesi de buydu. Sünniler kendilerini o kadar dışlanmış, o kadar yabancılaşmış, o kadar güçsüzleştirilmiş hissettiler ki DEAŞ gibi bir şeytanla bile iş tutmayı Bağdat yönetimiyle yani mezhepçi bir dayatmayla iş birliği yapmaya tercih ettiler. Şimdi yapılması gereken bu şartları ortadan kaldıracak doğru adımların atılmasıdır. Sünnilerin de siyasi sürece tekrar katılmasıdır, Türkmenlerin, Kürtlerin ve diğerlerinin. Bağdat'ın rasyonel, işleyen, hesap verebilir bir siyasi yapı olarak icraatlarda bulunması ve herkesi kucaklamasıdır. Bu sağlanırsa sadece Irak'ın toprak bütünlüğü değil siyasi birliği de sağlanmış olur ki yani biz Irak gibi bir ülkenin, terör meseleleri, etnik mezhebi ayrımlar, gerilimler, altyapı çalışmaları, bütün bu sorunlarını en kısa sürede çözüp tekrar hakikaten bölgenin önde gelen güçlü bir ülkesi olarak görmek isteriz.
İslam medeniyet tarihinin düşünce tarihinin en parlak dönemlerine katkı sunmuş coğrafyaların başında Irak coğrafyası gelir. Bağdat dediğinizde, Kerkük dediğinizde, Musul dediğinizde yani yüzlerce yıl bu şehirler bu coğrafya Mezopotamya coğrafyasının merkezindedir burası. İlmin, fikrin, düşüncenin, sanatın, müziğin, estetiğin, ticaretin, siyasetin, şehir hayatının, çok kültürlü hayatın, çok dinli hayatın emsali olmuş, onlara örnek teşkil etmiş coğrafyalardır. Yüzlerce yıl buralardan dünyanın en önde gelen ilim adamları, düşünce adamları, şairleri, sanatçıları yetişmiştir. Ya da en iyileri oralara gelmiştir başka yerlerden. Bugün de olmaması için hiçbir neden yok. İnşallah en kısa sürede Irak halkı da birlik, bütünlük içerisinde, bütün o güzel etnik, mezhebi, dini çeşitliliğiyle, renkliliğiyle bu sorunlarını aşarak o parlak günlerine geri döner."
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "Türkiye'nin temasları olacak, bu konunun da konuşulacağı (Suriye Halkları Kongresinin ertelenmesi) temaslar dediniz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Moskova'ya mı gidecek." sorusu üzerine, "Yakında bir temasımız olacak bir temas trafiğimiz olacak. Detayları kesinleşince duyururuz." yanıtını verdi.
"Teröristlerin ne ülkemize gelmesine ne de ülkemize herhangi bir zarar vermesine izin vermeyiz"
"Suriye ve Irak'ta DEAŞ'la ilgili operasyonlar artık nihayete erdi, ermek üzere. Oradan kaçan militanların pasaportu oldukları ülkelere döndükleri söyleniyor. Türkiye'ye de dönenlerin olduğu, onların bir takım eylemlilikler içerisinde olduğu ifade edildi. Hatta hafta başında güvenlik güçleri İstanbul'da çok önemli bir operasyona imza atarak bir alışveriş merkezinde gerçek bir katliamı önlediler. Bölgeden Türkiye'ye gelen DEAŞ'li sayısını biliyor muyuz, nasıl bir önlem içerisindeyiz, bu konuda bir önlem aldık mı, bir eylemlilik bekliyor muyuz DEAŞ'tan?" sorusu üzerine Kalın, şu bilgileri verdi:
"Güvenlik güçlerimiz, başta İçişleri Bakanlığımız, Sayın Bakanımız, büyük bir özveriyle ve detaylı çok profesyonelce bir çalışma yürütüyorlar. Bu tür olaylar tabi önlendiği zaman çok büyük haber olmaz, gerçekleştiği zaman neticeleri itibarıyla haber olur. Ama orada Milli İstihbarat Teşkilatımız, Emniyet Genel Müdürlüğümüz, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, ilgili tüm birimlerimiz çok yoğun bir çalışmayla, önceki yıllara, dönemlere kıyaslanmayacak derecede iyi bir noktaya getirdi güvenlik meselesini. Bölgede yaşanan kaosu düşündüğünüz zaman bu kolay bir şey değil. Bizim Suriye ile Irak ile sınırımız var. Bütün bunları dikkate aldığınız zaman ortada gerçekten çok muazzam bir gayret var, çaba var, başarı var hamdolsun. Şu ana kadar Avrupa'dan yaklaşık 5 bin kişinin DEAŞ terör örgütüne katıldığı tahmin ediliyor, çeşitli Avrupa ülkelerinden. Sadece Fransa'dan 2 bin kişinin katıldığını Fransız yetkililer söylüyorlar. 5 bin kadar da Orta Asya'dan DEAŞ'a katılımın olduğu, bir o kadar da Arap dünyasından, belki biraz daha fazla 8-10 bin civarında da Arap dünyasından, Tunus'tan, Suud'tan, Libya'dan başka yerlerden katılımın olduğu tahmin ediliyor. DEAŞ'ın bir ara sayısı 30-35 binlere kadar çıkmıştı biliyorsunuz, oradaki demografik yapıya baktığınız zaman böyle rakamlar var. Şimdi Avrupa'dan 7-8 bin kişinin toplamda DEAŞ terör örgütüne katılmış olması ciddi bir sorundur. Bu azımsanacak bir rakam değil."
İbrahim Kalın, Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında Türkiye'den DEAŞ'a katılımın çok daha az sayıda olduğunu dile getirdi. Bunun çeşitli sebepleri olduğunu aktaran Kalın, şunları anlattı:
"Bizim bir kere bu konuda aldığımız güvenlik tedbirleri, DEAŞ ideolojisinin Türkiye topraklarına yabancı olması. Yani o ideolojinin Türkiye'de müşterisi hiç yoktur diyemem ama diğer ülkelerle, diğer coğrafyalarla kıyaslandığında rağbet bulmamıştır hamdolsun ve çok daha az sayıda kalmıştır o katılımlar. Biz de bunu önlemek için, engellemek için her türlü tedbiri aldık, almaya da devam ediyoruz. Bir geri dönüş meselesi var. Bunlar Irak'ta Suriye'de mevzi kaybettiler ne oldu? Bir kısmı o savaşlarda, çatışmalarda öldü. Kaçanlar nereye kaçıyorlar, yer altına girenler, kimliklerini gizleyenler, bunlar olabilir. Zaten tedbir almamızın temel sebebi de bu. Bunlar bizim ülkemize gelip terör eylemleri, son geçen hafta ortaya çıkartılan ve önlenen hadiseler gibi, yapmasınlar diye aldığımız tedbirler var. O noktada istihbarat paylaşımı çok büyük önem arz ediyor.
Ayrıca biz sınır güvenliğini de çok üst düzeye çıkardık, Türkiye'ye girişler çıkışlar, kim ne ne şekilde, ne yapıyor diye. Bu konuda çok ciddi bir hafıza oluştu. Geçmişe doğru da baktığınızda o hareketliliği anında görüp müdahale edebilecek imkan ve kabiliyetlere de şu anda sahibiz. Avrupa açısından da çok gözardı edilemeyecek bir risktir bu. Bu kişiler Avrupa'ya gittiklerinde ne yapacaklar, ne edecekler diye? Orada da o yüzden biz Avrupalı muhattaplarımızla bu istihbarat iş birliğinin ne kadar önemli olduğunu her seferinde hatırlatıyoruz. Biliyorsunuz geçmişte Fransa'yla, Belçika'yla birtakım hadiseler yaşadık. Biz burada tutuklayıp iade ettiğimiz kişiler gidip orada serbest bırakıldı, ondan sonra onlar gittiler, Paris'teki eylemlere katıldılar, Brüksel'deki eylemlere katıldılar. Oradaki güvenlik zaaflarının boyutları endişe vericiydi. Ama zannediyorum kendileri de bu konuda daha dikkatli hareket edecekler, bu konudaki iş birliğimiz devam edecek. Güvenlik noktasında bütün güvenlik birimlerimiz full kapasite çalışmaya devam ediyorlar. İnşallah bu tür hadiselerin ülkemizde yaşanmaması için her birimiz elinden gelen çabayı gösteriyor."
İbrahim Kalın, "Geri dönüşlerle ilgili bir sayı biliyor muyuz?" sorusu üzerine, "Şimdi bir rapor var biliyorsunuz, geçenlerde yayınlandı, 800-900 gibi bir rakamdan bahsediliyor. Bunlar teyide muhtaç rakamlar tabii. Bunlar tam böyle mi değil mi, neye göre belirlediler? Tabii bazen bakıyorsunuz ben de okuyorum o tür raporları. Bilimsel verilere dayanmıyor, bir kısmı kulaktan dolma şeyler, genel geçer tahminlere vesairelere dayanıyor. Rakam ne olursa olsun biz bu konuda en üst düzeyde güvenlik tedbirlerini alıp bu teröristlerin ne ülkemize gelmesine ne de ülkemize herhangi bir zarar vermesine izin vermeyiz." diye konuştu.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "Zannediyorum 8 Kasım'da Beyaz Saray'da Başkan Yardımcısı Pence ile Sayın Başbakanımızın görüşmesi olacak. Orada tabii bu vize meselesinden önce kararlaştırıldı bu. Dolayısıyla vize meselesi de konuşulacak ama sadece buna indirgemek bu ziyareti doğru olmaz. İkili ilişkiler, ticari ilişkiler, bölgesel konular bütün bunlar ele alınacak. Tabii vize meselesi de ele alınacaktır." dedi.
Kalın, NTV'de yayımlanan canlı yayında, Başbakan Binali Yıldırım'ın ABD'ye yapacağı belirtilen ziyarete ilişkin soruyu yanıtladı. Başbakan Yıldırım'ın ziyaretinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'na gitmeden önce konuşulmaya başlandığını aktaran Kalın, "Şimdi bir tarih belirlediler, zannediyorum 8 Kasım'da Beyaz Saray'da Başkan Yardımcısı Pence ile Sayın Başbakanımızın görüşmesi olacak. Orada tabii bu vize meselesinden önce kararlaştırıldı bu. Dolayısıyla vize meselesi de konuşulacak ama sadece buna indirgemek bu ziyareti doğru olmaz. İkili ilişkiler, ticari ilişkiler, bölgesel konular bütün bunlar ele alınacak. Tabii vize meselesi de ele alınacaktır." ifadelerini kullandı.
Başbakan Yıldırım'ın ziyaretinin de ikili ilişkilere katkı sağlayacağını ümit ettiklerini dile getiren Kalın, sözlerine şöyle devam etti:
"Biz bu konuda hiçbir zaman bir ön yargılı tutum içerisinde olmadık. Amerika Birleşik Devletleri bizim önemli bir müttefikimiz. NATO'da birlikteyiz. Uzun bir tarihi geçmişimiz var. Bütün bunların ışığında tabii bizim iki tane temel beklentimiz ya da sorun alanımız var Obama döneminden beri. Bir tanesi PYD'ye verilen destek ikincisi de FETÖ meselesi. Bakın bu iki konuyu parantez içine alın bizim Amerika Birleşik Devletleriyle büyük bir sorunumuz yok. Irak'ta referandum konusunda benzer tavırlar sergiledik, Suriye'de ilk dönemde tabii bu PYD meselesi gündeme gelmeden Suriye muhalefetinin desteklenmesi, bölgesel istikrar vesaire..."
"PYD'lilerin, YPG'lilerin PKK'lı olduğunu onlar da gayet iyi biliyorlar"
Kalın, "Trump'tan sonra İran konusunda ayrışmış olabiliriz" şeklinde araya girilmesi üzerine, sözlerine şöyle devam etti:
"Evet, orada bir söylem yükselmesi, kabarması var ama pratikte bu neye tekabül edecek onu bilmiyorum. Onu göreceğiz. Fakat şu iki temel konu şu anda Türk-Amerikan ilişkilerini maalesef gölgeleyen bir etkiye sahip. PYD konusunda demin de konuştuk. Bizim tavrımız net. Bütün dünya bunu görüyor. Amerikan yönetimi de bunu görüyor. Orada destek verdikleri, işbirliği yaptıkları PYD'lilerin, YPG'lilerin PKK'lı olduğunu onlar da gayet iyi biliyorlar. Daha bir yıl öncesine kadar kendi raporlarında, web sitelerinde PYD'nin, PKK'nın Suriye uzantısı olduğunu ifade eden raporlar var. Onları tabii mahcup olmamak için sayfalarından filan kaldırdılar, geriye doğru bir temizlik yapıyorlar. Bize diyorlar ki 'PYD'ye verdiğimiz silahların hepsinin seri numaralarını aldık, kontrol ediyoruz'. Bakın Irak'ta bunu yapamadılar. Daha önce de söylediler, Irak'ta falan falan milis gruplara verdiğimiz silahların takibini biz yapabiliriz. Bunu yapamadılar. Verdikleri silahların nereye gittiğini tespit edemediler. Kimlere karşı kullanıldığını kontrol edemediler. Burada da şimdi gördük. En son işte PYD'ye verilen silahlar PKK operasyonunda ortaya çıktı. Biz bunları hep söylüyoruz. Dolayısıyla burada çok haklı ve meşru bir talebimiz ve çağrımız var. Bu madem şu anda da Suriye'de Rakka, Deyrezor DEAŞ'tan tamamen temizlendi o zaman bu ilişkiyi artık sonlandırın."
PYD'ye destek verilmesinin gerekçesi olarak "DEAŞ'a karşı en etkili bunlar mücadele ediyor" söyleminin olduğunu aktaran Kalın, "Bana göre bu inşa edilmiş bir efsaneydi, başka gruplara destek verilseydi o gruplar DEAŞ'a karşı çok daha etkili mücadele verebilirdi, Hür Suriye Ordusu yapabilirdi, Suriye muhalefetinin diğer unsurları yapabilirdi, Araplar yapabilirdi, Türkmenler yapabilirdi. PYD'nin DEAŞ'a karşı en etkili mücadele eden bir güç haline gelmesinin sebebi PYD'nin kendinden kaynaklanmıyor. PYD'nin seçilip bu desteğin ona verilmiş olmasından kaynaklanıyor. Madem şimdi DEAŞ'la mücadelede bir noktaya gelindi ve DEAŞ'ın bu kapasiteleri ortadan kaldırıldı, o zaman buyurun, PYD ile YPG ile ilişkinizi kesin, bize daha önce söyledikleri gibi. Bize dedikleri bu bir dönemsel ilişki, sadece bu konuyla ilgili, 'bu işi bitirince biz ilişkimizi keseceğiz.' O zaman bunun sonuçlarını görelim, bunun adımlarını biz görmek istiyoruz. ABD'den beklentimiz bu." diye konuştu.
Bir diğer konunun da FETÖ meselesi olduğunu aktaran Kalın, şunları söyledi:
"15 Temmuz darbe girişimini yapmış bir terör örgütünün hala Amerika Birleşik Devletleri'nde ele başından operative düzeydeki diğer elemanlarına kadar bu kadar rahat edebilmesi orada bir melce bulması kabul edilebilir bir şey değil. Bu tersinden olsaydı, Amerika'da böyle girişim yapmış, Amerikan devletine karşı bir darbe girişiminde bulunmuş bir örgüt ve onun temsilcileri, liderleri operativeleri Türkiye'ye gelip şu veya bu gerekçeyle Türkiye'de yaşasalardı ve biz de ne yapalım, ifade özgürlüğü var, sığınma özgürlüğü var bunları size veremeyiz, bunları tutuklayamayız, bunları gözaltı yapamayız vesaire deseydik Amerika Birleşik Devletleri'nin bize tavrı ne olurdu? Elbette bunu kabul edilemez bulurlardı. Biz de gene burada son derece haklı ve meşru taleple bunları ifade ediyoruz. Beklentimiz, tabii ki FETÖ'nün ele başından diğer elemanlarına kadar hepsiyle ilgili Türkiye'nin hukuk çerçevesinde yaptığı taleplerinin karşılanması."
Türkiye-Almanya ilişkileri
"Ankara ile Berlin arasında bir yumuşama mı var?" şeklindeki soruya ilişkin Kalın, "Umarız o yönde evrilir bu süreç." yanıtını verdi.
Kalın, Almanya'nın Düsseldorf kentinde PKK yandaşlarına polisin müdahalesine değinerek, şunları söyledi:
"Dün Düsseldorf'ta polisin bu PKK paçavralarına müdahalesi olumlu bir değerlendirme. Biz bununla yetinmiyoruz, onu söyleyeyim. Çünkü yani o paçavrayı orada açana kadar müdahale etmeyip sadece orada kameraların önünde bir müdahale yapılması akla başka sorular getiriyor. Bu kadar PKK'nın paravan örgütlerine siz alan açacaksınız, orada örgütlenmesine, para toplamasına, propaganda yapmasına izin vereceksiniz, bunu yapıyorlar maalesef şu anda. Alman devleti, Alman istihbaratı bu örgütlerin, bu derneklerin vakıfların, kültür merkezlerinin PKK'nın uzantıları olduğunu bilmiyor mu? Mümkün mü bilmemesi? Elbette biliyor. Bunlara izin veriyorsunuz ama bir yürüyüşte, bir gösteride o da kaç aydır ilk defa, bizim bu kadar telkinimizden, tazyikimizden, çağrılarımızdan sonra ilk defa böyle bir müdahale yaptılar ki kendileri böyle bir kanun çıkarmışlardı, terör örgütlerinin yasak flamaları, paçavraları gösterilemez vesaire diye, şimdi müdahale ettiler, olumlu karşılıyoruz ama bunu yeterli bulmuyoruz. Terörle mücadele noktasında Alman hükümetinin daha fazla adım atması gerekiyor. Sayın Gabriel'in Sayın Dışişleri Bakanımızla Antalya'da buluşması güzel bir gelişme. Biraz informal bir ortamda, zaten eski dostlukları da var onların, bu konuları daha sakin kafayla ve soğukkanlı bir şekilde bir gelecek perspektifiyle ele almış olmaları elbette memnuniyet verici."
Almanya'nın Avrupa'nın en önemli ülkelerinden biri olduğunu belirten Kalın, bu ülkenin Avrupa Birliği'nin adeta lokomotif gücü olduğunu kaydederek, "Biz Almanya ile iyi ilişkiler içinde olmak isteriz her zaman, 3 milyona yakın vatandaşımız var orada bizim." dedi.
"Türkiye karşıtlığı üzerinden yürütülen popülizm şu anda Avrupa siyasetini zehirliyor"
Almanya ile problemleri Türkiye'nin başlatmadığını belirten Kalın, şöyle devam etti:
"Bu süreci onlar başlattı. Bizim Bakanlarımıza, vekillerimize bu yasakları onlar getirdiler. Hiçbir şekilde meşruiyyeti olmayan yaklaşımlarla, gerekçelerle bunları yaptılar. Çünkü geçmişte bunun örnekleri var, başka ülkelerden gelip orada siyasi propaganda yapanlar var, 'hayır' diyenlere alan açılırken, 'evet' diyenlere neden alan açılmadı? Bu soruların cevabı yok maalesef. Çok açık bir tavır aldılar orada ama referandum geçti, mayıs ayında Sayın Cumhurbaşkanımız NATO zirvesi marjında biliyorsunuz Sayın Merkel ile görüştü ve biz orada dedik ki yeni bir sayfa açalım, bunları geride bırakalım. Fakat Alman seçimleri Eylül'de olduğu için onlar o sayfayı açamadılar. İç siyasette bir Türkiye karşıtlığı, bir Erdoğan obsesyonu üzerinden siyaset yapıp oy toplamaya çalıştılar. Bence temelde Avrupa siyasetinin ki Almanya siyaseti de buna dahil temel problemi bu. Türkiye karşıtlığı üzerinden yürütülen popülizm şu anda Avrupa siyasetini zehirliyor. Umarım bunun farkına varırlar. Bu tür popülist politikalarla aşırı sağ akımları, ırkçı akımları merkeze taşımaktan vazgeçerler. Bu, inanın Türkiye-Almanya ilişkileri, Türkiye-Avrupa ilişkilerinden çok daha hayati bir konudur. Avrupa'nın geleceği açısından çok endişe verici bir durumdur. Ben Avrupa'da aklı başında, aklı selim sahibi siyasilerin, kanaat önderlerinin, liderlerin bu konuyu böyle gördüğünü biliyorum. Konuşmalarımızda bunu ifade ediyorlar. Burada Türkiye karşıtlığı, Erdoğan karşıtlığı yapmak yerine daha global bir bakış açısıyla Türkiye'nin Avrupa açısından neden vazgeçilmez bir partner olduğunu kavramaları, sadece bölge siyaseti açısından değil Avrupa'nın geleceği açısından da büyük hayati önemdedir."