'İsyan borazanının üflendiği tarih'
Yalçın Küçük, 29 Mart seçimleriyle ilgili kapsamlı tezlerini açıkladı
İşte Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün çok detaylı analizi:
Bir: 29 Mart 2009, cumhuriyet isyanı için borazanın üflendiği tarih’tir.
Kıyam’a dönüşür mü, bilemiyorum ve görmek durumundayız. İsyan, merkez’den gelen bir bozukluk ve baskıya tepkidir. Kıyam, yeni rejim ve/veya düzen için kalkışma sayılmaktadır.
İki: Seçime üç parti girdiler ve bunlar akepe, saadet ve dtp oldular.
Seçim, Diyarbakır’da yapılıyordu. Akepe, mutlak olarak yenilmiştir.
Tayyip Erdoğan çok daha yenilmiş ve adeta dövülmüştür. Mos mor’dur. Ve kalkışı zordur.
Artık bir Tayyip Erdoğan yoktur ve karşımızda sadece “Dorian Gray’in Portresi” var.
Yığınlar tarafından sevildiği, kredisi, imajı ve hatta karizması olduğu imajının medyatik bir yalan olduğu artık ortaya çıkmıştır. Ülke, akepe ve kendisi için artık sadece bir yük’tür. Nöbettedir ve kaldırılmayı beklemektedir.
Üç: Bozuk seçim üzerinde konuşmak, bozuktur.
Mhp, hizb-ul akepe’dir. “Hizip” Arabi’de “parti” ve Türki’de hizip demektir ve burada mhp hem parti ve hem de bir akepe hizbi olmaktadır.Bahçeli, nöbetsiz bir Erdoğan peşindedir. Bu nedenle de hep nöbettedir.
Akepe, hacı şakir ve duru sabunlar benzetmesini yapabiliriz, iki ayrı ambalaj kullanmıştır ve bu oylarını artırabilmek için kullanılan bir ticari/reklam yoludur.
Hizbul akepe’nin oylarının üçte biri chp’nindir. Hizb-ul akepe yine yüzde on sınırındadır ve mantıklı olan da budur. Oyunu artırmasını beklememek durumundayız.
Hizb-ul akepe sınırdadır ve sınırı aşması için neden bulunmamaktadır.
Deniz Baykal, akepe ve hizb-ul akepe’nin oy sandığıdır. Emniyet sandığı da diyebiliyoruz.
Dört: Chp, seçimlere girmemiştir ve oy almamıştır.
Seçimlerden hemen önce çarşafa rozet takması ve arkasından Kuran kursu açması, seçimlerden çekilme anlamındadır. Cumhuriyet Savaşı’nın dışında bir seçim olmamıştır ve Kılıçdaroğlu düzgün fatura ve Baykal, televizyonda münazara kavgası verdiler. Orada ve Cumhuriyet’in karşılaştığı tehlikeden kaldılar. Maksatlıdırlar.
Baykal, Türkiye Kürtleri’ne sürekli husumet yağdırmaktadır ve o kadar öyle ki, Türkiye Kürtleri’nin yoğun olduğu yörelere gidebilme cesareti ve yüzünden yoksundur. Buna rağmen, daha önce Kürtler ile siyasi ittifak yapmış olan bir kronik rakibini Ankara’dan aday göstermiştir. Bu, hem rakibini düşürmek ve hem de, Melih Gökçek’i kazandırmak içindir. Baykal’ın, akepe’yi hükümete getirmek ve hükümette tutmak üzere var olduğunu biliyoruz. Zülfü Livaneli, bunun delillerini vermiş ve seçimden önce de teyid etmiştir. Yaptığı büyük hizmet’tir.
Ve Deniz Baykal, bir Melih Gökçek muhibbi’dir.
Kılıçdaroğlu, Ankara’dan aday olsaydı, Gökçek yok olacaktı Baykal, bunu hesaplayacak durumdadır.
Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Savaşı’ndan habersiz görünmüştür, fatura koleksiyoncusu dürüst bir vergi kontrolörü olarak çıkmıştır, çarşaf hilecisi ile çarşafa dolanmış ve hiç çıkmamıştır. Kampanyayı, hep çarşafcı siyamlı ikizi ile sürdürmüş, tarikatlarla flört etmeye çalışmış, hesapları düzgün bir Topbaş olarak görünmekten çekinmemiştir ve Topbaş’ın yerinde kalmasını sağlamıştır.
Baykal, Kılıçdaroğlu’nunun önünü kesmek üzere aday yapmıştı ve Kılıçdaroğlu, İstanbul türünden bir yerde Cumhuriyet’in karşılaştığı tehlikeleri umursamayarak ayakta kalmayı denemiştir. Mağlup’tur, bu yolda galip, demek durumundayız.
Profesör Doktor Mustafa Akaydın’ın mucizevi yükselişinin, Baykal ile hiç bir ilgisi yoktur bundan en küçük bir umudu olsa koymayacağını söyleyebiliyoruz.. Öte yandan, akepe’yi en çok ürküten sonucun Antalya’da alındığı kesindir ve Baykal, seçimlerin başından sonuna kadar akepe’yi rahatsız etmeyi aklına getirmemiştir. Ez cümle, “diline dikkat et, dedim, başbakan olmayı öğrendi” diyen odur ve Tayyip Erdoğan’ın ebesi rolünden mennundur.
Abdi İpekçi’nin Bülent Ecevit’e rolünü taklit etmektedir ve Özecevit’ini bulduğunu sanmaktadır.
Beş:Mucize, henüz izah edemediğimiz sonuçlar’dır.
Profesör Akaydın, Abdullah Gül’ü vurmuş ve kaydırmıştır.Oturduğu yerden fırlatmıştır.
Diyarbakır ile birlikte en büyük ve en sert vuruş budur.
Altı: Profesör Büyükerşen, Tayyip Erdoğan’ı vurmuş ve kaydırmıştır. Oturduğu yerde oturtmuştur.
Artık Eskişehir madalyalıdır. Hakiki ve üçüncü İnönü Zaferi’dir. Makus talihi tersine çevirenler arasında sayabiliyoruz.
Profesör Akaydın ve Profesör Büyükerşen adına yazılan zaferler, yök’e, başına konan Yusuf Ziya’ya indirilmiş, darbedirler. Cumhuriyet üniversitesi düşüncesine sahiplenme ve güvenmedir.
Yedi: Artık Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, yabandırlar ve topraksızdırlar.
Havadadırlar.
Öyleyse, 2001 Devalüasyonu ve Krizi ile getirildiler. 2009 Krizi ve de facto devalüasyonu ile, düşeyazdılar.
Sekiz: Bakanlara, “bakanlarım” demektedir ve kapı dışarı atmaktan söz edebilmektedir. Cumhuriyet’e çok yaban bir oryantal patron’dur.
“Patrona Recep” dönemi artık tarihtedir.
Türk zenginleri için, yaklaşık 1915-1925, 1942-1945 dönemlerinden sonra , üçüncü primitif akümülasyon devresidir. Ancak ahlaksızlık hiç bir zaman bu düzeyi bulmamıştı, İstanbul yine bir “Kahpe Şehir” ve aynı anlama gelmek üzere, Babilon’dur.
Dokuz: Seçim sonuçları haritalarına baktığımızda, tersinden Sevr görüyoruz.
Sevr, artık kesinlikle yenilmiştir. Tersine çevrilmiştir.
Ölçüler farklı ancak parçalar aynıdır Sevr’de Doğu ve Batı yakalar, Türkiye’den ve Cumhuriyet’ten koparılıyordu ve şimdi, Türkiye ve Cumhuriyet buradadır. Sevr’de, sınırları daha dar olmakla birlikte, iç’ler, Türkiye’ye bırakılıyordu ve şimdi yaban ellerdedir. Zapedilmeleri zorunludur ve bu ise cumhuriyet savaşı’nı gerektirmektedir.
On: Misak-i Milli için kemalizasyon savaşı, kendini zorlamaktadır.
Bu tarihte kemalizasyon artık, sol-kemalizm’dir.
Kemalizasyon, yirminci yüz yılın başından bu yana, kişileri aşan, bir ideolojik ve programatik kategoridir. Türkiye Kürtleri, her zaman işaret edildiği üzere, kemalize’dirler ve 29 Mart’ta bir daha gösterdiler.
Bir Misak-i Milli coğrafyası olan Musul ise islamo-judaik işgal ile istibdat altında bir bölgedir. Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar’ın vasiyetine uygun olarak kemalizasyon aşamasındadır.
29 Mart 2009 tarihinde Sevr çöp sepetine atılmıştır.
Şimdi, sırada, Lozan’ın eksiğini tamamlama ve Lozan’ı aşma var.
Sol-kemalist bir program olarak durmaktadır.
On Bir: Diyarbakır Bölgesi’nde bir kemalistin akepe’ye oy vermesini düşünemeyiz. Gaflet sayarız. Eğer bu bir subay ise, kemalizm’e ihanet içindedir.
This is the question.
On İki: Musul Kürtleri ile Türkiye Kürtleri’nin birliği gündemdedir.
29 Mart’ta Türkiye Kürtleri, laik cumhuriyete bağlı olduklarını ortaya koydular.
Kürdo-Judaik Barzani’nin liderliğini reddettiler. Artık Türkiye Cumhuriyeti çerçevesinde, Musul ve Diyarbakır Kürtleri’nin birliğinden korkmamak durumundayız.
Türkiye’de İsrael’dekinden daha güçlü olan İsrael, korkmakta ve korkutmak istemektedir.
On Üç: Seçimler, siyonist projeler için çok büyük darbedir.
Milliyet Gazetesi ile Habertürk Televizyonu yenilgiye uğramıştır.
On Dört: Hürriyet Gazetesi, İsrael Devleti ile birlikte kurulmuştur.
Habertürk Gazetesi, siyonist “ottomanization” ve aynı anlama gelmek üzere, “Yeni-Osmancılık” döneminde çıkarılmıştır.
Habertürk ve Milliyet, seçimlerin iki yenileni oldular. “Ençok yenilenleri” demek istiyorum.
Birinin Kılıçdaroğlu’na ve diğerinin Baykal’a yapışması, yenilgiyi sınırlı tutabilmek çabasıdır. Seçim sonuçlarından çok korktular.
On Beş: Yurtta sulh, türkifikasyon ve cihanda sulh ise, Musul’un İsrael’e saklanması şeklinde anlaşılmıştır. Bu anlayış yanlıştır. Değiştirmek zorunluğu var.
29 Mart, aynı zamanda, Tağmaç-Evren-Özkök Ordu Yolu’na bariyerdir.
Kurmay sınıfının anlaması yerindedir.
On Altı: Türk-İsrael devletlu izdivacı, hem yurtta barış ve hem de Orta Doğu sulhünün önündeki en büyük engeldir. Akademik dersleri bozmaktadır.
Kürt Savaşı, Diyarbakır’ı İsrael’e rezeve etmek anlamındadır. Bu açıklığa, bir kez daha, çıkmıştır. Kürt Savaşı, her açıdan, bölmek içindir.
Artık mantığı, hiç bir açı ve taraftan, yoktur.
Acıları, ancak ortak sevinçler tedavi edebilmektedir. Musul hedefi, ortak sevinç kaynağıdır. Türkler, Kürtler, Türkmenler ve Solcular’e hitap etmektedir.
Sol-kemalist bir hedeftir.
On Yedi: Seçimler, Cumhuriyet Mitingleri’nin devamıdır.
Daha büyük ölçüdedir. Cumhuriyet Mitingleri, Sultan Ahmet Mitingi’nin devamıdır ve genişlemektedir.
On Sekiz: 29 Mart 2009 tarihinde, “Ergenekon Fesatı” son bulmuştur.
On Dokuz: Türkiye, Ekim 2008 tarihinden itibaren müdahale altındadır. Bu düşük yoğunluklu bir müdahaledir. Ama müdahale vardır.
Bu sonuçları, Ordu’nun müdahale etmeme haline bağlamak, ahmakça’dır.
Ergenekon Tertibi, sonunda, hem Fethullah Gülen ve hem de İddianame ile şube sorguları canibinden Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef almıştı. Kürt Savaşı’nda önde gelen subayların tutuklanmaları, Silahlı Kuvvetler’e karşı suçlayıcı ifade derlenmek istenmesi, devlet politikası olarak Hizbullah’a verilen görevler sonucu doldurulan kuyuların açılması, ki burada kamu görevlilerin iştiraki hiç bir şekilde inkar edilemez ve edilmemektedir, hem Batı’da ve hem Doğu’da en doğru bir şekilde değerlendirilmiştir.
Kürtler, en geniş anlamda, ekonomist değil politik bakmışlardır. İslamo-Jüdaik plancıların planları boşa çıkmıştır.
Yirmi: a) 28 Şubat 1997 Muhtırası’nın okunduğu gün, zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, İsrael’de idi, o gün gelmiştir. Karadayı’nın Kudüs’te yaptığı konuşmaların bir bölümü yabancı dillerde yayınlanmıştır Türk Genelkurmay Başkanı’nın İsrael’in güvenliğini çok fazla düşündüğünü anlıyoruz. İsrael canibine, İsrael’i “saran” tehlikeleri anlata anlata bitirememektedir ve İsrael’e giden ilk genelkurmay başkanı’dır.
Muhtıra’yı, bu arada, konuşmadı mı, bu sorudur.
b) 3 Kasım 2002 Günü, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Washington’a uçuyordu, o gün, Türkiye’de çok önemli, önceden hazırlanmış ve sonuçları tahmin edilebilen bir seçim vardı. Orgeneral Özkök, akepe’nin tek ayaklı hükümetini, ben hep “diktatorya” tavsif ettim, Washington’da takdis ediyordu islamo-jüdaik bu diktatoryayı, Türk Silahlı Kuvvetler’in kabul ve desteklediğini, Washington’a, şahsen, teyid etmek üzere gitmişti. Müdahale’dir.
2001 yılından itibaren meşru başbakan Bülent Ecevit’e karşı askeri-medyatik darbenin başı olan Orgeneral Özkök, bir kritik seçim günü ülkesini terk ile Washington’a uçan ilk Genelkurmay Başkanı’dır. Müdahale etmektedir.
Ergenekon Tertibi’nde “İsrael’in Adamları” görünmemektedir.
Koruma altında mıdırlar henüz bilemiyoruz ve sadece soru’dur.
Yirmi Bir: Türk Silahlı Kuvvetleri, Tağmaç-Evren-Özkök çizgisini henüz terk etmiş olmaktan uzaktır.
Yirmi İki: a) İsrael, Türkiye’de, İsrael’de olduğundan daha güçlüdür.
b) Bir “desislamization” üzerinde düşünmek isabetlidir.
İkincisini, 2002 yılında, hükümete getirilen takımı, yüksek komutanların otuz yıldır en çok istedikleri ekip olduğu tespiti ile birlikte, öngörmüştüm. Birincisini uzun yıllardan beri dillendiriyorum.
Sallanan her telgraf telinde İsrael nefesi vardır.
Elrom hariç, Türkiye, İsrael’in Adamları için, en emniyetli mekan’dır.
İkinci İddianame’de çelişki çoktur.29 Mart Akşamı itibariyle Deniz Baykal’a gösterilen Aydın Doğan desteği ve bu arada “Gandi” başlığı, dezislamizasyon’dan, “tehlike” görüyorlar, yüksek korkuyu haber vermektedir. Çok korktular ve korkuyorlar.
Yirmi Üç: İslamlaştırma ile yoksulluk, yolsuzluk, ahlaksızlaşma ve bölünme tehlikesinin ortaya çıkması, çok hızlı bir fakirleşme ile gözleri tahrip eden bir zenginleşmenin bir arada yaşanması ve judaizasyon, islamdan kaçışa yol açabilme kapasitesine de sahiptir. Bu da , 2002 yılında açıklıkla tahmin edilebiliyordu formüle edilmiş durumdadır.
1347 yılında, Avrupa’da patlayan, Kırım kaynaklı, “Veba”, Black Death, benzer bir kaçış yaratmıştı dinden kaçış tarihlerini biliyoruz. Sürekli felaketler ve savaşlar, akılcılığı da ileri sürebilmektedir. Türkiye’deki yüksek bir dinsellik gösterileri ile birlikte gelmişti kaçışın daha hızlı olmasını bekleyebiliyoruz.
Deniz Baykal, İslam’dan kaçışın hızını kesebilmek için, bir çarşafçı ve bir Kur’an kursu tertipçisi çıkarmıştır.
Siyamlı ikizlerden birisi bunu tertip ettiği ve ve diğeri buna uyduğu için, artık göklerdedir.
Yirmi Dört: Türban, Mustafa Filmi, paralara konulan Osmanlı eliti ve tarikatçı zevat fotoğrafları ve Baykal’ın çarşaf ile Kuran kursu hamleleleri, İsrael desteklidirler. Bu, akepe’nin bir devlet politikası olması ile eş anlamlıdır Abdullah Gül’ün başını çektiği “yeni osmanlıcılık” senaryosunun unsurları arasındadır. İsrael çıkışlıdır, ama, şimdi, İsrael’de tereddütler başlamış durumdadır.
İsrael kuruluşunda, Arap kuşatmasını, “Kurbağa Politikası” ile açmayı denemişti, sıçrayarak, Etiyopya, İran ve Türkiye ile bağlar kurdu, Türkiye’ninki bütün ölçüleri aştı. Ben-Gurion’un sözüyle bir “metres ilişki” düzeyine yükselmişti. Ancak 1993, Çiller ile birlikte, “İsrael Darbesi” sonucu, 1996 yılı gelindiğinde, yeni bir “Hazar Devleti” sendromu yaşamaya başlamıştık.Tarihimizdeki Üç “Hazar Devleti” halimizin üçüncüsüdür.
1993 Çiller Darbesi akabinde gelen Erdal İnönü-Tansu Çiller ve Tansu Çiller-Necmettin Erbakan Hükümetleri, İsrael ile tek devletin kapısını açtılar. Bu açıdan artık 1996 yılı da bir milat’tır ve yüksek İsrael ve Türk yöneticilerin, belirli aralıklarla bir araya gelmeleri artık antlaşmalara bağlanmıştır.
Davos’ta olan, bir karı-koca kavgası nöbeti’dir. Kontroldan çıkarak maksadını aştığını biliyoruz.
Şimdi tereddüt okuyoruz ve tereddüt şudur Musul’daki Kürdo-Judaik Devlet ile İsrael bağlantısı ve Diyarbakır’ın tehdit edilmesi, Neo-Konservatif iktidar, Kürdo-Jüdaik Devlet, İsrael ve Amerika Birleşik Devletler beraberliğini gözlerden gizlenemez hale getirdi.Bu, anti-amerikanizm ile anti-siyonizm’in birbirine artırarak, pekiştirerek, birleşmesidir Amerikan karşıtlığında yep yeni bir aşamadır ve kütleselleşmedir. Bu islamlaşmanın, İsrael açısından, tehlikelerini, gözler önüne sermesi anlamındadır.
Kürdo-Jüdaik Devket plus İsrael plus Amerika Birleşik Devletler, anti-amerikanizm’in fırını oldular.
Demek, akepe, üstlendiği işi yapamamıştır. Tayyip Erdoğan, declassé ya da raté haldedir.
Seçim mitinglerinde Erbakan’ın, “Tayyip, Türkiye İsrael’in vilayeti oluyor” diye bağırması ve dtp sözcülerinim, anti-siyonist söylemi yükseltmeleri ise İsrael için tehlikenin, sonradan su yüzüne çıkan, delilleri durumundalar. Görüyoruz.
O halde, bütün sırmaları dökülmüş bir Tayyip Erdoğan ve değeri son derece devalüe edilmiş bir akepe var.
Yirmi Beş: İkinci İddianame, Tayyip Erdoğan’a ait, sara hastası raporları olduğunu ve devlet ricalinin elinde bulunduğunu da kayda geçirdi. Washington ve Tel-Aviv için bu bilginin yeni olduğunu düşünemeyiz. Yeni olan Erdoğan’ın Davos’taki nöbet halidir kendisine seçim malzemesi olabilecek bir atışmayı sınırında tutamayarak bir epileptik kriz görüntüsü vermişti. Aydın Doğan gazeteleri, bunu tespit etmekten geri kalmadılar ve İkinci İddianame’de sara tespiti olduğunu da haber verdiler.
Batı başkentlerinde not edilmiş olduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Kuşku duymuyoruz.
İslamlaşmış Türkiye’de anti-siyonist nöbetlerin riski daha yüksektir.
Kaldı ki, artık Arap ve müslüman ülkeler için “İslam” Türkiye bir model olma şansını yitirmiştir. Araplar ve İran tarafından görüldüğünde, artık Türkler’e söylenen her söz, İsrael’in bilgisi içindedir. Akepe dönemi, müslüman ülkelerde Türkiye’yi gülünç hale sokmuştur karşılarında, Araplar’dan daha müslüman, ne söylenirse, “gel senin aranı bulayım” diyen bir gariplik var. Kendi halimize acımak zorundayız.
Yirmi Altı: İsrael’in kurbağı’yı bir daha sıçratması ve Musul ve Diyarbakır’ı kolonize ettikten sonra, İç Asya’nın çok laik, Kazağıstan ve Özbekistan Devletleri ile ittifak arayışına girmesi ihtimal dahilindedir.İşaretler var.
Rusya kökenli Liberman’ın partisinin iktidar ortağı olması ve dış işleri bakanlığını alması, bu arayış ve işaretler ile pareleldir. İsrael için İç Asya’da Rusça konuşma imkanı doğmaktadır. Kurbağa bir daha sıçratılabilecektir, deneyebilirler ve buradayız.
Yirmi Yedi: Her türlü devlet olma kurallarının bir tarafa bırakılmasını , tek parti döneminde dahi görülmemiş bir partizanlığı, valiler ve kaymakamların il başkanı ve ilçe yöneticisi olmalarını ihmal edemeyiz. Buna, seçmen kütükleri yolsuzlukları da dahil edilmek zorundadır. Bunlar ile birlikte akepe oyunu, yüzde otuz dörtün altında sayabiliriz. Hizb-ul Akepe ise, tekraren kaydediyoruz, yüzde on sınırındadır ve bu durumda, cumhuriyet savaşında, karşı pusula, yüzde kırkın az üzerindedir. Cumhuriyet savaşçıları ise, yüzde otuz beşi bulmuştur.
Bu sayımda isabetli tahmin yaptığı kabul edilen A.Gür’ün, bir muhalefet olması halinde, akepe’nin oyunun daha çok düşmüş olacağı tesbiti, kaydedilmeye değmektedir. Demek, seçim muhalefetsiz yapılmıştır ve sayılanlar, cumhuriyet isyanı için atılan pusulalardır. Şimdi pusula atma dönemindeyiz.
Sandıklara atıldılar.
Yirmi Sekiz: a- Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararı, b-Balbay Günlükleri, c-Seçim sırasında onüç yaşında bir öğrencinin, Erdoğan’ın otobüsüne alınarak, boynunun moraltılması, benzer, nöbet sahneleri, d- 29 Mart’ta üflenen borazan, düşüşün kilometre taşlarıdır. İslamizasyon ve akepe, varlık nedenlerini kaybettiler. Başladılar, demek daha isabetlidir.
Desislamizasyon ihtimali en çok plütokrasi’yi korkutmuş durumdadır. Korku kimlikleridir ve korkuyorlar.
Korku, Türkiye’de önemli politik manivelalardan birisidir ve öndedir, diyebiliyoruz.
Yirmi Dokuz: Bir ayrım yerindedir. “Ilımlı İslam” Devleti ile ılımlı “İslam Devleti” arasında ayrım yapılmaktadır.
Judaize, vahşi kapitalize ve amerikanize islam’a, “ılımlı islam” denmektedir. Bu, esas olarak, İsrael ve Amerika Birleşik Devletleri’nin ortak proje ve politikasıdır. Refah bölündükten sonra, vahşi kapitalist, İsrael’e bağlı ve Washington ile vasalite ilişkinde bir parti, kabala ampullü ve Yahudiler’de bir kabile olan “ak” adlı bir fırka, kotarıldıktan sonra, iktidara getirilmiştir. Bu getirilişte, Kemal Derviş, Devlet Bahçeli, zamanın meşru başbakanı Ecevit’i devirmek üzere cunta kuran ve pek çok gazeteci ve televizyoncuyu yanına alan, zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, en önde oldular ve en önemli rol oynadılar.
İktidara getirilen akepe, İsrael’de yeniden hükümete gelen Likud’a, Dt Partisi’nin Pkk’ya olduğundan daha yakındır. Birinci yakınlık için dinsel ve ulusal bir zorunluluk yoktur ve ikincisini silmek ise çok zordur. Çünkü, Doğu’da kazanın altındaki ateşin pkk tarafından yakıldığını hep biliyoruz.
Özkök, bu islamist hükümet ile ilişkisine “şiir gibi” diyebiliyordu, Erdoğan da Özkök’e, bir nöbet halinde, “gel Hocam, seni arabama bindireyim” buyuruyordu unutulmaları imkansızdır. Demek ki, islamcı hükümet, Ordu’nun desteğinde, oturmuştur ve artık bir tarihi hüküm olarak kaydedebiliyoruz.
Her ikisi de daha sonra nöbet ve nöbet hallerini tekzip ettiler.
İlaveten, şunu tespit edebiliyoruz, “İslam Devleti”, tekeliyetin ve Türk plütokratlarının yeni anayasasıdır. Daha önceki Tayyip Erdoğan münzaralarında Ertuğrul Özkök’ün, televizyon üzerinden, “üniversitede türbanı savunduk, lisede olmamasını istedik” sözü, ılımlı “İslam Devleti” tarifini vermektedir. “İslam Devleti”, Harika Altmışlı Yıllar’ın sonundan itibaren bir devlet politikasıdır. 12 Mart 1971 Diktatoryası’nın, 12 Eylül 1980 Diktatoryası’nın, 3 Kasım 2002 Diktatoryası’nın, genelkurmay başkanları Orgeneraller Tağmaç, Evren, Özkök tarafından savunulmuştur. Yerleştirilmiştir, diyebiliyoruz.
Kemalizme ihanet buradan başlamaktadır.
Eylülist Diktotarya, İslamizm’in Altın Çağı’dır.
Osmanizasyon’un başıdır.
Akepe, bir devlet politikasıdır. Devlet seçimidir, diyoruz.
Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli’nin, Samsun-İskenderun hattının Doğusu’nu, şeriata, tarikata ve akepe’ye bırakmaları bir devlet kararıdır.
Planlamasında İsrael var. Perspektif planlamadır ve ileriye doğru, ayırmak anlamındadır.
Peki “islam devleti” neden mi sendika ve grevleri kaldırmak, fabrika sükunetini realize etmek, esir ücretini sürdürmek için, “İslam Devleti” vazgeçilmez olmaktadır. Vazgeçilmez olan bir de ahlaksızlık var. Artık “ahlaksızlık” ile magazin’i birbirinin yerine kullanabiliyoruz.
Zıtların birliği ile yaşıyoruz.
Orta Çağ’da papaz ile cellat yan yana iş yapıyordu birisi son duayı yapmakta ve ikincisi idam etmektedir.
Şimdi dinselleştirme ile magazin birliktedir. Eleledir.
Aksi halde patlaması kaçınılmazdır.
Krizden sonra Türkiye’nin, Forbes tasnifine göre, dolar milyarderleri sayısında büyük azalma yaşanmıştır, ancak kalan on üç dolar milyarderin en az onu, “yeni zengin”, nouveaux riches, sınıfından çıkıyorlar. Aynı zamanlarda, şu günlerde, gazeteler, üçüncü sayfalarında, kredi kartını veya borcunu ödeyemediği ya da geçinemediği için çıldıran, cinnet geçirerek seri cinayet işleyen ve intihar eden insanlarımızın haberlerini yer bulmakta sıkıntı çekmektedir. Bunlar birbirine bağlıdır milyarder sayısında ve yoksullukta artış birbiriyle bağlantılıdır.
Pazara çıktığında aynı anda iki tarihi köşk alan titçi’lere, “tit, turizm-inşaat-tekstil sektörleri”, bu akepe dönemindedir. Grev yoktur, sigortasız işçi kuraldır, çocuk işçi tit’in, “insan kaynakları” anlamındadır.
İslam Devleti ve fahişelik sektörünün, dizici aktivitenin genişlemesi, zıtların birliğinin sağlamasıdır.
Otuz: Aydın Doğan-Ertuğrul Özkök, akepe’nin kapatılmasına karşı durdular ve dünyanın her köşesinden hukukçu getirip kapatmanın yanlışlığını anlattırdılar bir gün pişmanlık duyacakları kesindir. Şecaat arz ederken sirkatin söylemekten geri kalmadılar amma, yine de, Aydın Doğan bunu dillendirirken gözlerine nem sürüyordu, liselerde türbanı istememekte, ancak, üniversitede türbanı şart görmektedir.
Şimdi mi, 29 Mart’tan sonra gazeteciliği ve televizyonculuğu bırakıp estetik cerrahisi dükkanı açtılar. Ummadıkları bir darbe ile karşı karşıyadırlar. İslam Devleti’nin kaymakta olduğundan kaygılıdırlar. Güzelleme yapıyorlar yeminler ediyorlar, bir hanım, cumhuriyetçilerin zaferinden memnun olduğunu haber vermiş ve amma velakin artık türbana itiraz etmiyormuş, bunu özenle baş yazı yapıyorlar, İslam Devleti’ni koruma peşindeler.
Otuz Bir: Londra’da Obama ile Erdoğan’ın yan yana olduğunu defaetle yazdılar ve buna bir de Sarkozy’nin kıskandığını eklediler. Her zaman yaparlar.
Bir aşırı dalkavukluk ihtiyacı varsa, “yan yana” resim basarlar, biliyoruz. Yıllardır hep yaparlar, ben de hep düzeltiyorum, “aile fotoğrafı” diyorlar, çekilirken, alfabe sırasına göre dikilirler, galiba başta, Arjantin’den bir hanım vardı, Arjantin’in adı “A” ile başlamaktadır ve alfabenin ilkidir, yine biliyoruz. Amerika’nın adı “United” ve Türkiye’ninki , Turkey “U” ve “T” önemlidir, böylece başlıyorlar. Ne yazık, hiç bir İngilizce dictionary’de, bu iki harf arasına başka bir harf girememektedir eğer bir Turban Republic olsaydı, turb, turk’den önce olduğu için, ilm-i hurufiye bunu emrediyor, Obama’nın yanında, Turban’ın başbakanı, Mr Abdullah olabilir, dikilecekti ve Abdullah olmadığı için Recep Erdoğan dikilmiştir. İlm-i Hurufiye budur eskiden Bush ile Sezer yan yana duruyorlardı. Ve bunda kasıt bulunmamaktadır. Obama’nın bir yanında da Medvedev dineliyor muhtemelen ülkesinin İngilizce adı “U” ile başlıyordu, “” olabilir, United’dan öncedir.
Çok yazık, İslam’ın kayma ihtimalinden çok ürküyorlar çok çocuklaşıyorlar. En kibar sözcükle ya çok dalkavukluk ya da alzheimer hallerine işaret etmek durumundayız.
Ama hiç sıkılmıyorlar.
Otuz İki: Bir de “zirve” yaptıkları haberi var. Utanmamaktadırlar.
Otuz Üç: İkinci İddianame’yi, akepe karşıtlarının yazdıklarından kuşku duymuyorum. Birincisine göre hep birlikte “kaos” yaratıyorduk, arkasından Ordu, müdahale edecekti, kaos’u, bunun için yapıyorduk.İkincisinde öğrendik ki, önce darbeler olmuş, kaos, bu kez arkada kalmıştı tekziptir. İkincisi, birincisini tekzip etmektedir ve her halde ergenekon fesatçıları yazdılar.
Bir şeytan varmış, peki şeytan varsa, Allah bir de Yalçın Küçük’ü neden yaratmış, savcıların en önemli sorularından birisi budur. Doğru, Mütareke Dönemi’nde de münevveran meleklerin cinsiyetini tartışıyorlarda, mevzu nedreti yaşadılar. Doğru, bir ülkeye bir şeytan yetmektedir. Peki Allah, şeytantan sonra Yalçın Küçük’ü neden yarattı, pek merak ediyorlar ve israftır, bir şeytan yeterlidir, ikincisi, “tövbe tövbe” daha şeytandır ve de Allah’ın hatasıdır. İddianame’nin meselesi işte budur ve cevabını ben de bilmiyorum. Yalnız, bilsem de söylemeyeceğim kesindir.
İki Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay eski başkanı, Abdullah Gül’ün İngilizce bilmediğini, İngilizcesi’ni hiç kimsenin anlamadığını, “gakguk” ettiğini söylüyormuş ikincisinden öğreniyoruz. Yaşar Paşa, bir de , Gül’ün daha tehlikeli olduğunu ifade ediyormuş, “asıl tehlike” diyormuş, bu ifade çok tehlikelidir. Ürkütücü buluyorum ve daha sonra bu iki önermeyi de tekzip etmesine seviniyorum aksi halde saygısını ve saygımızı kaybetmemiz kaçınılmazdır.
Şunun için ekliyorum, Milliyet’in başı S.Ergin ve Hürriyet’in başı E.Özkök’e göre, Obama ile Erdoğan, aile fotoğrafı için yan yana dikilmekle kalmadılar, bir de “mini zirve” yaptılar. Peki nasıl yaptılar zirvede ne kulaklık ne de tercüman görülüyordu, “gakguk” mu konuştular işte soru budur. Her halde, Obama ile Erdoğan bu zirvede, “gakguk” diliyle konuştular ve doğrusu konuşmaları imkansızdır. Çünkü birisi İngilizce ve diğeri Türkçe bilmemektedir.
Aydın Doğan’ın, kendisine, yaklaşık, bir milyar dolar vergi cezası kesen Tayyip Erdoğan’ın böyle sert düşüşüne dayanamadığına hükmetmek zorundayız “attan düştü ve fıtık oldu” diyememektedir.İslam Devleti’nin de düşmesinden korkmaktadır. Buradayız.
Her halde mesele şudur, yan yana fotoğraf çektirmişler, platformdan yan yana inmeleri normaldir, yan yana yürüyecekler, doğaldır, önlerini bir hanım kesmiş, Angelika Hanım diyebiliriz, Obama ile iki kelam ediyor ve Tayyip Erdoğan bakıyor.Yabancı dil bilmeyenler bakarlar. Erdoğan da bakar, hep biliyoruz.
Bu halden düşüşün ve Türk plütokrasinin İslam Devleti’ne bağının çok kuvvetli olduğunu çıkarıyoruz. Önemli olan çıkarım’dır.
Otuz Dört: İki yılı mütecaviz bir zamandır, her televizyon programında, Gül’ün, İngilizce bilmediğini ifade ile İngilizce bilenlerin yanında biliyormuş görünmesini, “takiye” de diyebiliriz, ülke çıkarlarına aykırı buluyordum. Tekzip edilmeyi can-u gönülden niyaz ediyordum, Yaşar Paşa Hazretleri, İddianame’de beni teyid ile daha sonra İddianame’yi tekzip eylediler. Sevindim.
İkincisini her halde ben yazdım. Yalçın Küçük’ün şeytandan daha zeki olduğunu her halde ben yazarım “gakguk” lafı de her halde beni doğrulamak için İddianame’ye konmuş durumdadır. Şimdi üçüncüdeyiz.
İkinci İddianame’de bir de, Tayyip Erdoğan’ın sara hastalığı ve raporu olduğuna dair bir kayıt var. Erdoğan’ın, “Epilepsi ile Orgazm” kitabıma açtığı tazminat davasından sonra, bu, İkinci’deki malum kayıt, Erdoğan’a bir darbedir.Önce haber yaptı, ancak, seçim sonuçları belli olduktan sonra Hürriyet’in bunu haber yapmış olduğu için çok üzüldüğünü tahmin edebiliyorum. Hürriyet, benimle savaşını, kitaptaki kitabın adıyla, “Doğan Savaş”, kaybetmişti ve şimdi kabul etmektedir. Erdoğan’ın sara raporu, İkinci İddianame’dedir.
Ama ben içinden biliyorum, “Hürriyet”, Erdoğan’ın “şeker” ya da “fıtık” olmadığını kesinlikle biliyordu. Cumhurbaşkanı yaparak kurtulmak istiyordu epilepsi ve üniversite diploması önünde bariyer oldular.
Yine de, İkinci İddianame’yi, benim yazmadığımı, iddia ediyorum. Çok çelişiktir.
Otuz Beş: İkinci İddianame’ye göre, sara raporu, Yaşar Büyükanıt tarafından hastaneden alınmış ve Cumhurbaşkanı’na sunulmuştur. O halde, Güven Hastanesi ve muhtemelen de, ne yazık şimdi yaşamıyor, Doktor Sümer Hanım’dan alınmış olduğunu düşünebiliriz, nörolog idi ve müdavi doktor olmuştu öncesinde, nöbetin görülmemesi için, Erdoğan’ın otomobilini kilitlemişler ve muhtemelen nöbet boyunca zaman kazanmak için, otomobile balyoz operasyonu yapmışlardı. Şimdi, İkinci İddianame’de okuyoruz artık aşikardır.
a-Cumhurbaşkanı Sezer, Hilmi Özkök’ün genelkurmay başkanlığı kararnamesini imzalamakla sorumluluktan kaçmıştır. Vahim hatadır.
b-Erdoğan ile ilgili sara raporunu muameleye koymamakla, eğer İddianame’deki iddia doğru ise, sorumludur.
Otuz Altı:Durum değişmiştir.
Aydın Doğan, Deniz Baykal ve Fethullah Gülen’in, Abdullah Gül’ün kalıcı cumhurbaşkanlığında anlaştıklarını düşünebiliriz. Anlaştıkları andan itibaren Gül’e, kalıcı ve cumhurbaşkanı muamelesi yapmaya başladılar. Hürriyet’in İddianame’deki sara raporunu, 29 Mart öncesinde, haber yapmasını da buna bağlayabiliriz.
Gül, bir cumhurbaşkanı rolüyle Erivan’a gitmeye cesaret edemiyordu. Erdoğan, Gül’ün ciddi ciddi cumhurbaşkanı rollerine çıkmasına, izin vermiyordu Gül, Afrika’ya gidebilir, Afrika’dan konuk alabilir, amma, Pakistan ve Afganistan misli yerlerden “cumhurbaşkanı” gelince, Gül’ün yanında, kendisi de oluyordu Türk Devleti’ni küçük düşürdüklerini bilmiyorlar. Talabani gelince de, Erdoğan, kendisi, görüşüyordu Londra’daki finans toplantısı, Türkiye açısından, bir protokol ziyaretiydi Gül’ün gitmesine izin vermediği kesindir.
Gül bunu bilmektedir, bir akşam üzerine kadar Erivan Seferi’ni açıklayamadı, tüsiad adına Aydın Doğan’ın kerimeleri Arzuhan Hanım “git” dedi ve gitti. Aydın Doğan bu seferi bir “zafer” olarak sundu, nerede ise resmi tatil sayılacaktı fazla geldi, Erdoğan’ın ilk hücumu işte Erivan Seferi’nden tam dönüştedir. Sefer unutuldu, Erdoğan’ın Doğan Holding’e karşı savaşı başladı Erdoğan, Baykal, Doğan ve Gülen’in, Gül’ü kalıcı cumhurbaşkanı tutmak için anlaştıklarını kesin sayıyordu. Sorun buradadır.Zaferi, cenk’e çevirmesinin nedeni buradadır.
Otuz Yedi. a-Aydın Doğan, ideolojik olarak İsrael-Amerika kampına, ancak ekonomik açıdan Almanya’ya bağlıdır. b-Almanya, Türkiye’nin bu kadar islamize olmasından ve Orta Doğu’nun tamamen Amerika ve İsrael güdümünde girmesinden çok rahatsızdır. c-Deniz feneri Dosyası, Almanya’nın, Türkiye’nin içine müdahalesidir. d- Aydın Doğan, bu müdahaleye katılmak zorundadır,vasal efendinin savaşlarında katılmaktadır.. e- Deniz Baykal taraftar olmuş ve Gülen’e bağlı Zaman Gazetesi ve diğerleri nötr kalmışlardır. f-Tayyip Erdoğan’ın sağlığı ve dolayısıyla sinirleri bunları kaldıramamaktadır, Aydın Doğan’a ikinci hücum ve seçim kampanyasını bunun üzerine bina etmesi, kaçınılmazdır.
Ayağının altındaki toprağın kaydığını gören Erdoğan, kendi ayağına sıkmaya başlamıştır. Aydın Doğan, bunlardan birisidir ve iki tane sıkışı daha var.
Otuz sekiz: Türkiye’nin son yüz elli yılına, Hristiyan-Yahudi Savaşları açısından bakabiliyoruz. Ermeni Tehciri, Mübadele, Büyük Selanik ve İzmir Yangınları, 6-7 Eylül Olayları, 1964 Tehciri, hep buradadır. Ermeniler , bu arada Hrant Dink ile Yunaniler de böyle bakıyorlar ekleyebiliyorum.
Otuz Dokuz: Hrıstiyan dünyasının, Trabzon’da Rahip Efendi’nin, Malatya’da Hıristiyan misyonerlerin ve İstanbul’da Hrant Dink’in, Trabzon bağlantılı olarak, Topal Osman’ın memleketidir, İstanbul’da öldürülmelerini, Hristiyan Savaşları’nın devamı olarak görmeleri ihtimal dahilindedir.
Buna tepkisiz kalmalarını beklememek zorundayız. Teorik yaklaşamamız yerindedir.
Kırk: Albay Türkeş’in son zamanından başlayarak Bahçeli döneminde, mhp, pasifist bir görüntü vermeye özen gösteriyordu. Ancak, Bahçeli’nin eski mücadele arkadaşı Muhsin Yazıcıoğlu, buradan ayrıldı ve özellikle Hrant Dink’in öldürülmesi olmak üzere, eski yol ile bağlantılı görülüyordu. Cenazesi bunu kuvvetlendirdi devlet töreni yapıldı ve bir savaş komutanı olarak, bir dergaha gömüldü. Gömüldüğü yere gömülmesi zordur. Yasalara çok aykırıdır.
Aynı zamanda tarikat töreni olmuştur.
Rahşan Ecevit’in katılmasını tarikat işareti saymak zorundayız.
Genelkurmay’ın katılımı, “devlet töreni” anlamındadır. Başta Maraş Katliamı, o sırada Orgeneral İrfan Özaydınlı içişleri bakanı ve Sivas Katliamı, o sırada Tansu Çiller-Erdal İnönü çifti hükümette idiler, unutulamamaktadır. Ama unutmaktadırlar.
Kırk Bir: Suikast var mı varsa, dış güçlerin eli mahsulü olmalıdır. Hıristiyan Dünyası’nın bir marifeti olarak düşünebiliriz. Büyükçe bir eli arıyoruz.
Kırk İki: Sivas Belediye seçiminde ise, Fethullah Gülen’in teveccühünü arayabiliriz.
Artık Gülen’in, Türkeş’in varisleri ile ilişki kurma zamanı gelmiştir. Egenekon Tertibi’nden yüksek komutanların Gata’ya yatırılmalarını, “gatakülli” diyecek kadar ölçüsüz bir dönemindedir. İktidarın eşiğinde olduğunu hayal etmiş olması ihtimal dahilindedir. Mhp ve Bbp ilişkisi gündemdedir.
Kırk Üç: Korku, maniveladır.
a-15-16 Haziran 1970 yılında, İstanbul Proleteryası, iki gün, İstanbul’u kontroluna almıştı ve Ağustos 1970 tarihinde, Başbakan Demirel büyük bir devalüasyon yaptı devrimci hareketler artacaktı, korku var ve aslında çifte korku demek zorundayız.
Bütün hazırlıklar, Avcıoğlu-Madanoğlu liderliğinde, sol-kemalist ve “baasist” de deniyor, bir yönetim içindi, yüksek komutanlar, kemalizmden çok korktular ve Madanoğlu ve Avcıoğlu’nun bertaraf ederek, 12 Mart Diktatoryası’nı kurdular. Sendikaları yıktılar ve aydınları tıktılar.
b-Altmışlı Yıllar, “harika” yıllar oldu ve seksen ve doksan ve 2000 ile başlayan on yıllar, sadece ve sadece, “bir daha asla Altmışlı Yıllar” anlamındadır. Yetmişli Yıllar, Türkiye tarihinin en kanlı iç savaşını yaşıyordu ve mahalleleri solda “direniş komiteleri” yönetiyor ve öldürülüyorlardı. Bahçeli ve Yazıcıoğlu, sola karşı hücumda en öndedirler. Yüksek komutanlar, çok ürktüler ve kemalizmin kökünü kurutmaya karar verdiler. Bu, 12 Eylül Cuntası’dır.
Eylülizm, islamın altın çağı’dır.
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ve diğerleri, 12 Eylül’ün yetiştirip şekil verdikleridir.
c- Biz, kemalizm ile sosyalizmi ayırmaya ne kadar özen gösterdiysek, yüksek komutanlar, birleştirmeye çalıştılar. Kemalizm’e ihanete mahkum oldular.
28 Şubat 1997’de hem yaptılar ve hem de geri almaya kalktılar. Doğru, gitmesini istiyorlardı, amma, kemalistlerin gelmesinden korkuyorlardı. Tasfiye ettiler ve içlerindeki kemalistleri tasfiye ediyorlardı. Bunu yaparken daha çok “Atatürk” dediler.
d-2001 Devalüasyonu, tarihin en büyük esnaf eylemine yol açmıştı. “Provokasyon” dediler ve hepsinden çekindiler. Korkularını islamla yenmeye çalıştılar. Zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu, yakın mesai arkadaşı Orgeneral Özkök’ün irticaya meyilli olduğunu çok sonradan, yıllar geçtikten sonra, Özkök’ün emeklilik yıllarında anlayabildi. . Özkök, akepe’yi iktidara “taşımak” ile tarihe düşmüştür.
e-İstanbul Ticaret Odası’nın eski başkanı Mehmet Yıldırım, yeniden başkan olmak üzere yaptığı mücadeleyi kaybedince, İstanbul ticaret odasını tarikatlardan kurtarmak için çalıştığını söylemişti yenildi, tüccar sermayesi “islam devleti” için kararlı ve ısrarlıdır. 30 Mart 2009 sabahı, gazeteleri aldığımızda, başta Aydın Doğan gazetelerinin, islam devleti’nin kayma ihtimalinden ne kadar çok korktuğunu görüyorduk. Büyük sermaye, plütokrasi, utandırıcı ölçüde, islam devleti seçimini yapmış durumdadır. 29 Mart Seçimi’nin, en önemli ve en açık tezi işte budur.
İslam Devleti, bir devlet politikası’dır.
Kırk Dört: “Balbay Günlükleri” masumdur, ceza kanununun dışındadır ve çok değerlidir.
Şener Paşa’nın, “İslam Devleti” hükmünü bilmeden, Turgut Özal’ın, Yavuz Gökmen’e, Ordu’nun karşısına yüz bin kuvvetinde bir polis gücü yarattığını söylediğini unutarak, şimdi iki yüz bin kuvvetinde, çırpınışını okuyoruz. Bunlar, devleti dezislamize etme haykırışlarıdır ve çırpınış ve haykırış düzeyinde bir ordu hareketi arayışıdır.
O halde sadece bir arayış ve yalnızca hareket halinde bir Mahmut Şevket Paşa’dır. Tarihte yeri var. Biri hareket halinde ve diğeri hareketsiz ve yazgıları yaklaşmaktadır.
Şener Paşa, belki de hiç yüz yüze gelmeden Tuncer Paşa ile, Orgeneral Tuncer Kılıç, bir program yazdılar. Hareket’sizdir ve masum’dur. Ama makul bir program’dır.
Kırk Beş: Fransız yorumcular, şu anda da, yüksek komutanların, akepe yanlısı olduğuna yemin ediyorlar. Amerika’daki, çoğu Türk kökenli ve İbrani asıllı think-tankçı’lar, zinde kuvvetlerden korkuyorlar ve “genç subayların” kazanılmasını istiyorlar.
İçerde “ordu karışmazsa iyi oluyor” sözü de korku’dur, karanlıkta ıslık çalıyorlar. Pek korkuyorlar.
Ancak sonuçların ordu’yu şaşırttığından kuşku duyamayız.
Fazla “büyük” gelmiştir.
Cumhuriyet Savaşı’nın körüğünü görmemek ve duymamak imkansızdır.
Derininde elenize sahiller, derin derin cumhuriyet’i üflediler.
On üç kadın belediye başkanı çıkaran Kürtler, cumhuriyet’i yaktılar.
Ve kurmay mekteplerinin tarikatçı hocaları yandılar.
Kürtler, 1920 Cumhuriyeti’ni birlikte kurduklarını iddia ederek, bunun şeklen ve resmen kabulünü talep ediyorlar. Kaybı söz konudur ve hükmü yoktur.
İş, yeni kemalist cumhuriyet’i birlikte kurmaktadır. Birlikte mücadele, ortak sevinç’tir. Asıl kabul, buradadır.
Kırk Altı: a- Almanya, İslam Devleti’ne müdahale etmiştir.
b-Herzel, biz “Erçel” diyoruz ve “Gerçel” de mümkündür, Sultan Hamid ile müzakere ederken, Filistin’e, toplu Yahudi Göçü’ne izin verilmesi halinde, “Aliya” deniyor, Batı’nın Ermeniler’e yapılanları duymayacağını vaad ve teyid ediyordu şimdiki sözcükle, medya üzerindeki tekellerinden emindirler ve Herzel, masaya koymuştu. Davos’ta Erdoğan nöbeti “hayırlı” olmuştur ve Herzel’in vaadi, yüz yıldan daha uzun bir zaman sonrasında, tersinden, realize edilmektedir. Ateş serbesttir, komutunu duyabiliyoruz.
7 Ocak Günü, tutuklamak üzere polisler beni evden alırken sadece “diktotarya” bağırmıştım ve daha önce Calligula’da bir cumhuriyetin yıkılışını ve üstünde tepinmeyi yazmıştım. Hep “oryantal despotizm” kategorisini kullandım, Montesquieu’den bu yana pek bilimseldir, bilmiyorlar mı ben onların kitaplarından öğrendim. Şimdi yazıyorlar, tutarsız, öfkeli ve sorunlu diyorlar, yarın John Hopkins raporunu da bulup çıkarırlar çünkü Herzel, “atış serbest” komutunu şimdi vermiştir.
Oboma’nın Ankara’da olduğu gün okunan New York Times’da bir Mr. Cohen, “Kagan” okuyabiliriz, Erdoğan ile konuşmasına başlarken, yazısında, “of brisk and borderline brusque” tavırlı, tasvirini veriyordu “brisk”, Fransızca “brusque” sözcüğünden türemektedir, birincisini “acul” ve ikincisini “kaba” ve hatta “blöfçü” olarak anlayabiliriz. Demek ki, Herzel, artık barajları açmıştır ve Erdoğan için çok ağır yazılmaktadır. Üzücüdür.
Şimdi, Hareket Ordusu’nu harekete geçirmek isterlerse, bu, esas itibariyle bir “gönüllü” ordusu idi ve içinde dokuz yüz kadar açık Yahudi yurttaşımız da vardı, her halde Gandi’den veya çarşafçı siyamlı ikizinden ve tabii Ertuğrul Özkök’ten izin almazlar. Herkesin sınırlarını tatma zamanındayız.
Artık kimselerin Lusyen Hanım’dan izin almaya ihtiyacı yoktur.
29 Mart’ta cumhuriyet için isyan borusu çalınmıştır.
Dp ve Anap’tan sonra Chp’nin de tükenme sürecine girdiği, partilerin il ve ilçe örgütlerinin tamamen ortadan kalktığı, milletvekilleri ve belediye başkanlarını, Erdoğan veya Baykal’ın atadığı, belediye başkanlıklarının mültezim’e verildiği, o kadar öyle ki, milletvekillerinin belediye başkanı olmak üzere, Ankara’da yolsuzluklar merkezileşmiştir, meclis’i bırakma yarışına girdiği bir dönemde, seçim edebiyatı iki yüzlülüktür.Şu anda içinde boğuluyoruz.
Yüzde 23 veya yüzde otuzla belediye başkanlığı tombaladır iki turlu seçimi düşünemeyecek kadar oryantal despotizme vurgunuz. Demek ki, bozuk seçimden konuşmak bozuk bir iştir.
Tek bozuk olmayan, yüzde otuz beş ölçüsünde pusulanın, cumhuriyet isyanı için, sandığa atılmasıdır. Durum, budur.
Pusula, pusula’dır ve şu anda atılacak başka yer bulunamamaktadır.
Kırk Yedi: Kemalizm’in sol-kemalist aşamasındayız.
Sol-kemalizm, kemalizmin en yüksek aşamasıdır.
YALÇIN KÜÇÜK'ÜN EK TEZLERİ
EK TEZLER: “29 Mart Tezleri” üzerinde düşünmeye 29 Mart Akşamı başladım. 31 Mart 2009 tarihinde bitirmiştim. Obama’nın ziyareti, Dışişleri Bakanı Clinton’un ziyaretinin devamdır, Türkiye gazeteci ve tabii televizyon erbabının tükenişini de gösterdi. Akılları, geldiği zaman yağmur yağmasından “Barack” adının, “bereket” anlamına geldiğini bulmaları ölçüsünde daralmıştı bu keşfe hiç kimsenin itiraz etmemesi daha acıdır.
Sami dilindendir, İbrani’de, “Ehud Barak” veya “Dafna Barak” adları var. Arabi’de “barika” söylüyoruz, Osmani’de, “barika-i hakikat müsademeyi efkardan çıkar” diyoruz. “Şimşek” ve daha doğrusu “yıldırım” anlamındadır. Kuran’da da bu anlamı buluyoruz.
Neden bu kadar ahmaklaşıyoruz, bilmiyorum. Hayır, biliyoruz, tekeliyet, sürüleşme düzenidir ve ahmaklaştırmaya en yukardan başlamaktadır.
a- Hassaten Obama’nın gelişi ile birlikte televizyonlar ve tabii gazeteler, Kadri Gürsel türü bir kaç kanuni istisna dışında, bir ahmaklar ordusu tarafından işgal edildiler. Türkiye, Aziz Nesin katsayısını aşmak üzeredir.
b- Davos, bir nöbet haliydi. Rasmussen Olayı, tam bir skandal oldu. Türk dışişlerini, Gül-Erdoğan-Bebecan üçgeninden kim kurtarabilir her halde bir Ergenekon Tertibi’ne ihtiyaç var. En az 1999 sayfalık bir rapor ihtiyacından söz ediyorum.
Ahmaklar, önce Rasmussen Skandalı’nı, bir zafer olarak gördüler ve Mehmet Ali Birand misli tecrübeli bir gazetecinin bile desteklediğini gördük. Utandım.
Davos ve Rasmussen, yıkılmış cumhuriyetin üzerinde oynamaktır.
c-Bayan Gül ve Bayan Erdoğan’ın bir daha delegasyona girmeleri halinde, Sarkozy-Merkel ikilisinin, Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” dahi önermemeleri ihtimal dahilindedir. Davos ve Rasmussen’in üstüne geldiler.
d-Bayan Obama, Türkiye’ye gelmekten vazgeçmiştir. Her halde yorulmuştur. Bundan fazlası fazladır, demiş olabilir, düşünebiliyoruz.
e-Hürriyet’in bir sömürge gazetesi kokusu veren başlığı ile, “Mr. President” Obama’nın ise, Türkiye’ye çok önemli proje ile geldiği anlaşılmıştır. Türkiye’ye büyük ihtiyaç ifade etmiştir. Ama, ihtiyacının, bu Türkiye olmadığını açıklıkla ortaya koyduğunu söyleyebiliyoruz. Farklı bir Türkiye çizmek üzere zahmet ettiğini görebiliyoruz.
f-Söylediği, “böyle gelmiş, böyle gitmez” darb-ı meseli’nden ibarettir. Asıl isteğini, mozelede ve Mustafa Kemal’e yazdıklarından çıkarabiliyoruz. Gül ve Erdoğan’ın anlamayacaklarını düşünmüş olabilir, bu nedenle mozelede kağıda dökmüştür böyle bir izlenim olsa da, anlamak durumundadırlar.
g-Önce Canada’ya gitmesi, bir açıdan da Canada Modeli’ni yakından görmek için olabilir Missuri’den sonra bu ikinci çıkıştır. Washington’da, Avrupa ile İran arasında, Rusya’nın Güneyi’nde ve Arabia ile Erez İsrael’in içinde, bir “Amerika” ya da “İkinci Canada Projesi” var. 1947-1967 Türkiyesi dersleri özendiricidir.
Türkiye’nin bu kadar malleable, balmumu misli, mukavametsiz ve bel kemiksiz sanılması çok acıdır.
h- Amerika için “müslüman Türkiye” kategorisinin kıymet-i harbiyesi kalmamıştır. “Ben de müslümandım, so what” demesi bu nedenle olabilir alkışlanmıştır. Anlamadıklarımızı alkışlamak, geleneğimizde ve genlerimizde var.
Washington, “islamizasyon” furyasına “dur” demektedir. İsrael ve Amerika, hayrını görmediler ve tersinden çekiniyorlar.
Ahmakları ahmaklaştıran her halde bu devalüasyondur.
i-Erdoğan, fırsatı yakalamış, kolundan çekmiş ve Obama’yı öpmüştür. Ahmaklar bunu “ilginç bir kare” saydılar ve öyle yaydılar. Bir kasabalı, yakaladığını öpmektedir.
Halkla ilişkiler uzmanları vardır gelen bir ünlü aktör ise, “kadınlarınız çok güzel” demeyi öğrenmektedir. Ünlü aktristler, hava alanında, “erkekler çok yakışıklı” buyuruyorlar. Yakın zamanda şarkıcılar, “Tarkan, muthis, I adore Tarkan” terennüm ediyorlar ve devlet adamları, “Erdoğan çok etkileyici” demeden edemiyorlar hepsi kağıtlara yazılmıştır. Bunlar yararsız ve zararsız, ayrıca boş laflardır.
Ancak Obama, her sözünü yapan bir Erdoğan bulmaktan mennundur. Geçiş dönemi için, “not bad” dediğini duyuyoruz.
Erdogan ve Gul’un, milletvekillerin, henüz Obama’nın ne için geldiğini anladıklarını söyleyemeyiz. Yalnız, Gul, Erdogan ve Bebecan’ın artık turbanlarını çıkarmalarını bekliyoruz. Bir süre böyle kalırlar. Kalmak için bir daha değişmeyi deneyecekleri kesindir ve kalabilecekleri ise çok kuşkuludur.
Ey televizyoncu, senin için ahmaklığın sınırı yoktur.
Bu ses, mozeleden yankılanmaktadır.
Bir isyan var.