CHP'nin yükselen yıldızı konuştu
Dinle olan ilişkimiz, bize halktan kopuk bir görüntü veriyor
CHP'li Muharrem İnce Milliyet'ten Devrim Sevimay'a konuştu:
“Dinle olan ilişkimiz, ne yaparsak yapalım bize halktan kopuk bir görüntü veriyor. Mesela hâlâ köylerde insanlar bize ezanın Türkçeleştirilmesini soruyor. Şimdi AKP için, ‘Bunlara Müslüman diyorduk, bunlar da çalıyormuş’ diyorlar”
“Bizim insanlara hem dinle, dindarlarla ilgili bir sorunumuzun olmadığını hem de ekonomiyle ilgili neler yapabileceğimizi anlatmamızın tam zamanı. Eleştirebiliriz, ama içerden olmalıyız. Varoşun da içinden olmalıyız, gecekondunun da, caminin de...”
Kamuoyu araştırmalarında AK Parti’nin önde çıkmasına sinirlenenler, o araştırmalara inanmayanlar var; siz ne düşünüyorsunuz?
Şimdi o araştırmaların bir kamuoyunu yönlendirmek için yapılanları var, bir de bilimsel ölçülerle yapılanları var. Bilimsel ölçülerle yapılan bir ankette AKP hâlâ birinci parti çıkıyorsa biz CHP olarak buna niye kızalım? Gerçek buysa, bunu anlamaya ve bunu değiştirmeye uğraşalım.
Sizin şahsi gözleminiz nedir; sizce de Ak Parti açık ara birinci parti mi?
Ben AKP’nin çok çok fazla oy kaybettiğine inanmıyorum. Kendimizi kandırmayalım. Oy kaybetti, ama yüzde 22’lere düşmedi. Böyle bir düşüş yoksa “AKP düştü” diye sevinmenin de âlemi yok. Asıl CHP ne kadar çıktı, biz ona bakalım.
CHP çıkışta mı peki sizce; partinize yönelik ilgide ciddi bir artışa tanık oluyor musunuz?
Hayır, olmuyorum. 2007 seçimlerinden daha fazla oy alacağımıza inanıyorum, ama şu anda CHP’yi tek başına iktidar yapacak bir artış olduğunu düşünmüyorum.
Peki “Ne yaparsak yapalım oyumuz yüzde 20’lerden yukarı çıkmaz, biz ancak bu kadarız” mı diyorsunuz, yoksa “Başka şeyler denense oyumuz da artar” olasılığını görüyor musunuz?
Kesinlikle ikincisi ve bu bence şimdiden sonra da olsa yapılabilir. Yeter ki biz CHP olarak siyasi krizlerden uzak duralım. Bizim korkmamız gereken tek şey bu, çünkü sekiz yıldır çıkan bütün siyasi krizler AKP’nin ekmeğine yağ sürdü. 367, 27 Nisan, Müslüman cumhurbaşkanı tartışması, parti kapatma, vs. Biz ısrarla bu siyasi krizlerden kaçınıp ekonomik krizi öne çıkarmalıyız.
Bizim laiklik, darbe gibi tartışmaların tamamen ötesinde vatandaşın cebiyle, gençlerin işsizliğiyle, emeklilerin geçim derdiyle ilgili tartışmalara girmemiz lazım. Çünkü siyasi krizler bunları güçlendirdi, ama ekonomik krizler bunları gönderir.
CHP’nin mayıs ayındaki kurultayından da bu dediğinize benzer bir beklenti doğdu: Siyasi krizlerden ziyade vatandaşın krizleriyle ilgilenen yeni bir ekip gelecek ve CHP çıkışa geçecek beklentisi... Siz böyle bir değişime ihtimal veriyor musunuz?
Bence Deniz Bey siyasi yaşamının en güçlü günlerini yaşıyor. Bir kere AKP’ye karşı direnen en güçlü parti lideri, en güçlü isim şu anda Deniz Bey. İkincisi Deniz Bey’e parti içinde bir muhalefet yok. Örgütün neredeyse yüzde yüze yakını Deniz Bey’i başbakan olarak görmek istiyor. Arkasında tam destek var.
Dolayısıyla partide istediği manevrayı yapabilir mi?
Bence yapabilecek güçte.
Peki sizce yapacak mı?
Bir kere Merkez Yürütme Kurulu’nun yapısı zaten değişecek. Artık genel sekreter ve yardımcıları yerine her biri, bir alandan sorumlu olan genel başkan yardımcıları olacak. Bunun partiye bir dinamizm getireceği kesin.
Ya genel başkan yardımcıları; Baykal sizce onları değiştirir mi?
O noktada bence değişimden ne beklediğiniz önemli. Eğer partinin yüzlerini değiştirdiniz diye hemen seçmenin yüzde 30-40’larda CHP’ye yöneleceğini umarsanız, o uçuk bir proje olur. Hiçbir değişim böyle bir artışa sebep olmaz. İkincisi ilahlar kurban istedi diye CHP’nin partiye hizmet etmiş evlatlarını kurban vereceğini düşünenler varsa, bence o da yanlış.
Ama kamuoyunun da CHP’de yeni yüzler görme beklentisi yok mu?
Var, ben bunu duyuyorum. Bunu Genel Başkan da duyuyor, herkes duyuyor. Ama o yeni yüzler arasında adı geçenlerden biri olduğum için en azından ben bu konuda daha fazla konuşmamalıyım, değil mi?
Kaldı ki bence kişileri değiştirmekten ziyade işe önce düşünceleri, çalışma şeklimizi değiştirmekle başlamalıyız. Eğer siz sisteminizi yanlış kurmuşsanız, oraya en iyi, en yeni yüzleri de getirseniz bir süre sonra onlar da başarısız olur.
Sizce CHP’nin sisteminde neyi değiştirmek lazım?
CHP’de bir tür sevgisizlik sorunu var; bence ilk oturup üzerine düşünmemiz gereken konu bu. Bizim örgütlerimiz birbirini sevmek yerine, sürekli eleştiriyor. Oysa bir de AKP’ye bakın; kan kusuyorlar, ama kızılcık şerbeti içtim diyorlar. Partilerini asla sokakta eleştirmiyorlar.
Ama siz de şimdi eleştiriyorsunuz?
Ben yıkıcı eleştirilerde bulunmuyorum. Olur olmaz yerde, saniye başı yermiyorum. Tam tersine ben yanlışlarımızı gidermek için uğraşıyorum. Peki siz hiç sokakta Tayyip Erdoğan’ı eleştiren bir AKP’li gördünüz mü? Ama ben size Deniz Baykal’ı eleştiren binlerce CHP’li gösterebilirim.
Yalnız bu dediğinizden istenmeyenin Baykal olduğu sonucu da çıkabilir?
Hayır efendim, Deniz Baykal’ın yerine Devrim Sevimay gelse üç ay sonra siz de görürsünüz aynısını. Bizim seçmenin, bizim tabanın yapısı bu. Kim gelirse gelsin aynı muameleyi görür. Deniz Bey’e özel bir durum değil. Hatta Deniz Bey belki de bu konuda en dayanıklısı. Dolayısıyla bana göre bu partinin birinci sorunu bu.
Nereden kaynaklanıyor sizce?
Birincisi çok eski bir parti CHP. Bütün hesaplar birikmiş. İnsanlar hâlâ “83’teki hani şu seçimde senin baban bana oy vermemişti”nin hesabını güdüyor. İkincisi parti içi yarış çok. Bazen “Acaba bu örgütler arası yarışlar falan hiç olmasa, bu insanlar birbirini daha çok sever mi” diye bile düşünüyorum. Üçüncüsü de solun otoriteyi reddetme eğilimi. Solun mantığı budur zaten, ama tabii bu tamamen de kontrolsüzlük değildir. Bizde ise artık kontrolsüz vaziyette.
Sürekli muhalif olmakla alakalı olabilir mi?
Tabii, çünkü kendine bile muhalif. Şu sokağa çıkalım, CHP’li olmayan 100 kişiyi bulalım, onlara “Yalova’da Muharrem İnce’nin milletvekilliğinden memnun musunuz?” diye sorun, eminim ki 100’e yakınından “Evet” cevabı alacaksınız. Bir de gidelim 100 tane CHP’li bulalım, onlara sorun, kesin çok daha olumsuz şeyler duyacaksınız.
Ne bu; sahiplenememe sendromu mu?
Aynen, sahiplenememe sendromu. Diğer partilerde millet hırsızına sahip çıkarken biz namuslumuza sahip çıkamıyoruz. Partinin böyle bir kronik bir hastalığı var. Tedavisi de biraz zor, söyleyeyim. Çünkü bu sadece CHP’nin değil, bütün solun derdi. Bizim bütün sol bu hastalığı taşır.
O da yetmez, ayrıca bir de memleketteki bütün solun en büyük derdi CHP’dir. Bizim parti olarak bir de böyle bir problemimiz var, biliyor musunuz? Adam CHP’den daha solda olduğunu iddia eder, ama asla AKP’ye laf etmez, sabah akşam CHP’yi eleştirir. Mesela gidin solcu bir eğitim sendikasını bir CHP milletvekili olarak ziyaret edin, iki saat oturun, size iki saat boyunca CHP’yi eleştirirler, ama Hüseyin Çelik’ten, Nimet Çubukçu’dan bir kez olsun söz etmezler. Sanki Milli Eğitim Bakanı benmişim gibi iki saat bana laf yetiştirirler. Böyle bir hastalığı vardır solun ve en zarar verdiği de CHP olur.
Villada yaşayan halk, biz seçkinci oluyoruz
Sevgisizlik, sahiplenmeme, eleştirinin dozunun kaçması CHP’nin ve solun en önemli hastalığı diyorsunuz; peki sizce ikincisi var mı?
Algı sorumuz var bir de. Biz hep dışarıdan elit, seçkin, militarist gibi görülüyoruz, oysa tam tersine biz halkın ta kendisiyiz. Ben Deniz Bey’in yaşam şeklini yıllardır biliyorum, hiçbir lüksü yoktur. Son derece halk tipi yaşayan bir adamdır kendisi. Ama işte öyle bir algı oluşmuş ki bayramlarda otel kapatan, yatlarla tatil yapan, koluna 60 bin dolarlık saat takan, etrafı duvarlarla çevrilmiş villalarda yaşayan insanlar halk tipi oluyor, biz seçkinci oluyoruz.
Nereden çıkıyor peki sizce bu algı?
Bence en önemli sebebi dinle olan ilişkimiz. O ne yaparsak yapalım bize halktan kopuk bir görüntü veriyor. Bunu aşacak olan da yine bizleriz, ama gelin görün ki bizim arkadaşlarımız cem evine aşure gününe gider, gitmelidir de, ama camiye mevlide gitmez. Oysa aşureye gitmek ilericilik de mevlide gitmek gericilik değil ki. Ama bizde bu var.
İkincisi kuşaktan kuşağa aktarılan bazı hikâyeler de bu algıyı besliyor. Mesela hâlâ köylerde insanlar bize ezanın Türkçeleştirilmesini soruyor. Bizim bunları ciddi ciddi oturup konuşmamız ve aşmamız lazım.
İyi ama CHP türban veya katsayı meselesinde Anayasa Mahkemesi’ne giderken ne yaparsanız yapın bu algı değişir mi sizce?
Değişir, hem de çok rahat değişir. Biz bunu 89 yerel seçimlerinde yaşadık. 89’da belediyelerin çoğunu biz almadık mı; aldık. Peki o zaman da bize yönelik böyle bir algı var mıydı; vardı. Ama yine de insanlar bize oy verdiler değil mi? Neden? Çünkü insanlar “Bunlar solcu, ama bunlar çalmaz” diyordu. Peki sonra bizim o belediyelerimizde yolsuzluk oldu mu; oldu. Biz o 89 fırsatını kötüye kullandık mı, evet kullandık.
Bu algı nasıl değişecek peki?
Şu an bu algıyı tam değiştirme dönemini yaşıyoruz. Çünkü şimdi AKP için de insanlar şunu diyor, “Artık bunlara Müslüman diyorduk, bunlar da çalıyormuş.” Dolayısıyla bizim insanlara hem dinle, dindarlarla ilgili bir sorunumuzun olmadığını hem de ekonomiyle ilgili neler yapabileceğimizi, vatandaşın cebini düşünen tek partinin CHP olduğunu anlatmamızın tam zamanı. Her iki koldan hareketle şu andan itibaren bütün bu yanlış algıyı değiştirebiliriz.
Ama artık insanlar sadece sosyal sınıfıyla ilgili değil, kimliğiyle ilgili de bir şeyler duymak istiyor. “Ben Kürdüm”, “Ben türbanlıyım” dediğinde ne diyeceksiniz onlara?
CHP’nin her biriyle ilgili diyeceği sözü var, ama bizim insanımızın kimlikle ilgili tarifleri de sandığınız kadar katı değil. Bizim insanımızın her şeyden önce tek bir isteği var; adam yerine konmak. Birilerinin kendisiyle aynı duyguları paylaştığını görmek. Bakın size iki anımı anlatayım:
İlki; bir akşam çok kar yağdı, bizim buradaki köylerden birinin ulaşımı kesildi. Benim de kız kardeşimin eşinin çok güzel dört çeker bir cipi var. Dedim ki “Damat ver bakayım şu cipi bana.” Gece saat 11, bindim cipe, köye kadar çıktım. Hatta son 100 metresini de yürüdüm. Baktım elektrikler kesik, insanlar öyle oturuyor. “Selamünaleyküm” dedim, “Nöbetçi milletvekili geldi. Hasta var mı, doğum yapacak hamile var mı, bir probleminiz var mı? Varsa cip burada, ben gidiyorum” dedim. O köyde son seçimde biz birinci parti çıktık. İçinde türbanlısı da vardı, Kürdü de vardı.
İkinci anım da 12 yaşımdan kalma. Bizim köydeki okulun müdürü Cumhuriyet gazetesi okuyan, CHP’ye oy veren biriydi. Bir Cuma namazındaydık, müdür tespihlerin rengini beğenmedi, aldı bütün tespihleri duvara fırlattı. Bir de üzerine imama fırça attı. Ama cemaatten hiç kimse o müdüre kızmadı. Niye? Çünkü o camiye giden birisiydi. Eleştiriyordu, ama içerden eleştiriyordu. Bizim bütün yapmamız gereken de bu. Yine eleştirebiliriz, ama içerden olmalıyız. Varoşun da içinden olmalıyız, gecekondunun da, caminin de.
Muharrem İnce’nin ailesi Yalova’daki Elmalık köyünde yaşıyor. Bahçelerinde inekleri, tavukları, erik ağaçları, odunları, fideleri olan çok şirin bir köy evleri var. Anne Gülden Hanım’ın ailesi Rize-Çayelili, baba Şerif Bey Dramalı. İkisi de hacı. İkisi de son derece neşeli. Şerif Bey oğlu için “Daha küçükken eli her işe yatardı. 500 koyunu da otlatırdı, okulu da birincilikle bitirirdi” diyor. Gülden Hanım ise oğlunu “Hiç yaramaz değildi, ama çok bilmişti” diye anlatıyor.
AKP’de ‘şeriat’, bizde ‘asker gelse’ diyen var
CHP’ye yönelik bir algı sorunu var diyorsunuz, ancak CHP tabanında askerin darbe de yapabileceğini düşünen, hatta bunu ümit eden, mesela çarşaf yırtan bir kesim de yok mu?
Kesinlikle var. “Türkiye laiktir laik kalacak” lafından başka sloganı olmayan, örtülülere, kapalılara öcü gözüyle bakan, onlara vebalıymış gibi yaklaşan, tıpkı AKP içinde “Şeriat gelse” diyenler olduğu gibi bizde de “Asker gelse kurtarsa” diyen bir seçmen kitlemiz var.
Sizce ne kadarlık bir kitledir bu; çoğunluk mu azınlık mı?
Çoğunluk değiller, ama sesleri çok çıkıyor. Mesela bizim Yalova’da 2400 üyemiz var, bu bahsettiğimiz kesim 50 kişiyi geçmez. Ama azınlıkta dahi olsalar bu kesim partiye zarar veriyor.
Nasıl bir zarar?
Bizi daha militarist, daha katı gösteriyorlar. Partiye halktan kopuk, sorunlara duyarsız, laiklikten başka bir şey bilmeyen, askerle bütünleşmiş, beyaz Türklerden mütevellit bir görüntü veriyorlar.
Nasıl Türkiye’de radikal dinciler varsa, insanlar haklı olarak onlardan korkuyorsa, dindar insanlar da bu arkadaşlardan korkuyor. “Eyvah” diyorlar, “Bunlar iktidar olsa bizim camilerimizi kapatır.” Oysa bence bu korkuların iki tarafı da yok edilebilir.
Sizce bu radikal kesim partinin her kademesinde var mı?
İlçeden genel merkezine kadar bu kesimler her kademede var ve çok öne çıkıyorlar. Çünkü haber değerleri oluyor. Dolayısıyla son derece etkililer.
Bu çizgideki kimi CHP milletvekilleriyle aranızda bir uçurum olduğunu hissediyor musunuz?
Uçurum değil, ama bazı konularda çelişiyorum. Örneğin katsayı konusunda çeliştim. Benim katsayı konusundaki görüşüm ne 28 Şubatçıların ne de AKP’nin doğru yaptığı yönündedir. Ama bazı arkadaşlarımız 28 Şubatçıların yaptığının doğru olduğunu savunuyor. Orada ayrışıyoruz ve şu biliyorum ki eğer partide bu arkadaşlarımız galip gelirse CHP iktidarında halktan koparız.
Peki partide sizin gibi düşünenler mi daha çok, diğer taraf mı?
Emin olun buna, benim gibi düşünenler daha çok.
İNCE NASIL ÇALIŞIYOR?
Tanımadığım evlere iftara giderim...
İnternette tıklanma rekorları kıran, 11 dakikalık o ünlü Meclis konuşmasının sahibi İnce, Yalova’da 1994’ten beri seçim kazanan tek CHP’li. CHP oylarının Türkiye ortalamasının altında olduğu Yalova’da son seçimlerde ortalamanın 4-5 puan üzerinde bir oyla seçilmiş. Dolayısıyla seçim sath-ı mailinde özellikle kendisine sorduk:
Gülsün Bilgehan, bir söyleşimizde, “Ayakkabılarımızı çıkartıp artık evlere girmemiz gerekiyor” demişti. Geçenlerde Kemal Kılıçdaroğlu da “Altındağ’da bir aileye misafir olmadık” dedi. Bunlar geç kalınmış tespitler mi sizce?
Asla değil. Yaptığınız anda hemen karşılığını alacağınız tespitler.
Siz mesela ne yapıyorsunuz Yalova’da?
Mesela ne yapıyorum?
* Ramazan ayında bir gün elime üç pide, biraz da baklava alıp kenar mahallelerden birine gittim. Yanımda benden başka kimse yok. Ben yaşlarda bir kadın açtı kapıyı. “Eşiniz evde mi?” dedim. “Evde” dedi. “Beni iftara davet eder misiniz” dedim. “Davet ederiz, ama iyi yemeğimiz yok ki” dedi. “Çorban da yok mu” dedim, girdim içeri. Bunu bütün Ramazan yapmadım, ama epey yaptım.
* Mesela bir köy düğününde gider gençlerle birlikte halay çekerim, oynarım, ama numaradan oynamadığımı onlar görür. Çünkü onlar gibi oynayabilirim. Güzel de oynarım bu arada. Onların arasında sırıtmam. Zaten sırıtacağınız işi yapacağınıza hiç yapmayın daha iyi.
* Burada salaları, cenazeleri takip eden arkadaşlarım var. Bir hemşerim rahmetli olduğunda hemen bana mesaj atarlar, adı şu, ailesinin numarası şu. Ararım, başsağlığı dilerim, bir ihtiyaçları olup olmadığını sorarım.
* Diyelim ki bir konuşma yapacağım, belli kahvelerde benim konuşma yaptığım televizyonları açan arkadaşlarım vardır, hemen onlar o kanalı açarlar. Çünkü siyasette kahve çok önemlidir.
* İlk dönem milletvekilliğimde bütün köylerdeki kahvelere bir imza kâğıdı astım. 90 günde bir gidip “Ben geldim” diye imza attım. Artık yok, çünkü nasılsa geleceğimi biliyorlar.
* Yazın seçim bölgemden hiç ayrılmam. Bütün etkinliklere gitmeye çalışırım. Gece 1’de bile beni sokakta tek başıma yürürken görebilir vatandaş. Çünkü bilirim ki kalabalık olursam gelemez, çekinir.
* Her gün evden çıktığımda başka, yeni insanlarla karşılaşmak için ayrı bir sokaktan yürürüm. Her sohbet ettiğime mutlaka kartvizit veririm. Bir tane cep telefonum vardır ve hep açıktır. Genel Başkan da o telefondan arar beni, şuradaki garson da.
* Bir gün Kızılay’da yürüyordum, baktım Yalova’dan bir tanıdık. Bir haftadır hastanede, hastasına refakat ediyormuş. “Bize gidelim, gel bir yıkan, benden giysiler vereyim, bir rahatla” dedim. Ve bunu kesinlikle o an içimden geldiği için, hiç siyaseti düşünmeden söyledim. Fakat bir de baktım bütün Yalova duymuş.
* Bolu’da durmuş benzin mi alıyorum; o üç dakikada bizim Bolu il başkanını benzinci çocuğa överim. Kartımı veririm. Çünkü bütün mesele iletişim.
Ama herkes de bu kadarını yapamayabilir?
O zaman da siyaset yapmayacak. Siyaset bu. İnsanları seveceksiniz. Yorulmayacaksınız. Hep olumlu enerji vereceksiniz. O enerjiniz yoksa bırakın bu işi zaten.