Başbakan: Anket sonuçları var ama...
Başbakan Binali Yıldırım, CNN TÜRK-Kanal D ortak yayınında gündeme dair açıklamalarda bulundu. Referanduma sayılı günler kala devam eden anket çalışmalarıyla ilgili konuşan Yıldırım, "Anket sonuçları var ama paylaşmayacağım. Vatandaşlarımıza biraz saygısızlık olarak görüyorum." dedi.
ANKETLERDE DURUM NE?
Anket sonuçları var ama paylaşmayacağım. Vatandaşlarımıza biraz saygısızlık olarak görüyorum. Gerçek anket, gerçek sonuç vatandaşlarımızın 16 Nisan'da sandığa gidip vereceği oylardır. Anketlere inanırım ancak kendim yaparsam. Allah'a şükür biz rahatız. Problem yok.
"Cumhurbaşkanının, fesih yetkisi yok"
Başbakan Binali Yıldırım, gündemdeki fesih tartışmasına ilişkin, şunları anlattı:
"Cumhurbaşkanının fesih yetkisi yok. Fesihler, darbe anayasalarında olur. 15 Temmuz başarılı olsaydı, Meclis feshedilecekti, parlamento kapatılacaktı. Nitekim 1980, 1960'da Meclis feshedildi. Darbelerde meclisler feshedilir. Ne var? Fesih yok ama bir şey var. O da seçimlerin yenilenmesidir. Seçimlerin yenilenmesi bir tıkanmaya karşı, krize karşı bir tedbirdir. Mevcut anayasanın 116. maddesinde Cumhurbaşkanı Meclisi seçime götürebiliyor. Seçime götürme ayrı bir şey, kapatmak ayrı bir şey. Fesih, Meclisin kapatılmasıdır. Seçime götürebiliyor. Hangi şartla götürüyor. Diyelim ki seçim oldu. 7 Haziran'ı hatırlayalım. Tek başına bir parti iktidara gelmedi. Hükümet kurma görüşmeleri de sonuç vermedi. 5,5 ay sonra Türkiye'de tekrar seçim yapıldı. Bu şekilde bir yetki bunu değiştiriyor. Bu kalkıyor. 116. maddeye değişiklik yapılıyor.
Deniyor ki 'Cumhurbaşkanı seçim kararı alabilir.'. Aynı şekilde TBMM de seçim kararı alabilir. Karşılıklı seçim yenileme yetkisi veriliyor. Ama burada bir ince nokta var, diyelim ki Meclis seçime gitme kararı aldı herhangi bir nedenle, kendi seçimini de yeniliyor, cumhurbaşkanını da seçime götürüyor. Otomatik olarak iki güç birden seçime gidiyor. Veya Cumhurbaşkanı seçime gitme kararı aldı, kendisi gittiği gibi Meclis de seçime gitmek zorunda. Çünkü seçimler aynı gün yapılıyor, 5 yılda bir yapılıyor. O yüzden alınacak seçim kararı, her iki iradeyi, meclis iradesini de cumhurbaşkanlığı iradesini de bağlıyor."
ABD'de bugün bu konunun tartışıldığını belirten Yıldırım, ABD'de seçim yenileme yetkisi olmadığı için iki yılda bir kısmi yenileme yapıldığını, "topal ördek" durumu olduğunu, meclisin tıkandığını, bazen kanunların geçmediğini, bütçenin kabul edilmediğini, sistemin krize girdiğini ve zaman kaybedildiğini dile getirdi.
Yıldırım, Fransa'da başkanı seçime götürme yetkisinin bulunduğunu ancak meclisin olmadığını ifade ederek, "Bu şekilde başka ülkelerin olumsuz örneklerini de dikkate alarak kendi yönetim geleneklerimize uygun, yönetim tecrübemize uygun bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni getiriyoruz. Bu sistemin adı garantili hükümet sistemi. Seçim oldu hükümet belli. İktidar çıktı çıkmadı, iktidar oldu olmadı diye bir şey yok. Çünkü şart var. Yüzde 50+1 almadan iktidar olunmuyor. Bugüne kadar yüzde 50+1 alan iktidar kaç tane var? Hemen hemen yok. Belki Demokrat Parti zamanı olabilir. AK Parti bile yüzde 50'ye yaklaştı. Kim var bir tek? Recep Tayyip Erdoğan var. Cumhurbaşkanığı seçiminde yüzde 52 aldı." diye konuştu.
Bu değişiklik yürürlüğe girince yapılacak ilk yerel seçimde uygulamanın başlayacağını, cumhurbaşkanı adayının seçime gireceğini ve en az seçmenin yarısından bir fazlasının oyunu alması gerektiğini vurgulayan Başbakan Yıldırım, "Alamazsa iktidar olamıyor. İki hafta içinde seçim tekrarlanıyor. Mutlaka yüzde 50+1'i buluyor. Bu ne demektir? Seçim bitti, sandıklar kapandı sayım yapıldı, ülkeyi yönetecek iktidar belli. Millet, düşünmeyecek. Kim hükümet olacak, kim başbakan olacak, güvenoyu alacak mı, almayacak mı? Vatandaş sandığa gitti görevini yaptı. Akşam geç saatlerde ülkeyi yönetecek olan belli. Zaman kaybı yok. İstikrar var. Güven var ve vatandaşa verilen vaatlerin yerine getirilmesi var." diye konuştu.
"En önemli özellik, yürütmeyle yasamanın birbirinden kesin çizgilerle ayrılması"
Yıldırım, cumhurbaşkanı yardımcılarının sayısı ve seçimle gelmemeleri yönünde bazı eleştirilerin bulunduğunun hatırlatılması üzerine, "Şimdi bakanlar da atanıyor, o da bir şey yapabilir cumhurbaşkanı yokken. Bunlar söyleniyor ama bunların gerçeklik yanı yok. Niye yok? Yani cumhurbaşkanının başına bir iş geldi Allah göstermesin. Yardımcısı 45 gün içerisinde seçime götürecek. Başka yapacağı hiçbir şey yok. Açıkça anayasada yazıyor. 'Götürmüyorum' deme şansı yok. Nasıl diyecek? Meclis toplanır al aşağı eder biter. Böyle bir şeyi kim yapabilir." diye konuştu.
Meclis'in bunu yapma imkanının her zaman olduğuna dikkati çeken Yıldırım, anayasayı ihlal etmenin suçunun, Meclis'in denetim mekanizmasını kullanarak gerekli cezayı vermesi olduğunu anlattı.
Başbakan Yıldırım, "3 günlüğüne, 5 günlüğüne cumhurbaşkanı bir yere gittiği diye memlekette ne olacak yani? Yardımcı tutup da ülkeyi sınırdan dışarı mı kaçıracak. Böyle bir şey olur mu? Bunlar deli saçması şeyler. Doğru dürüst, elle tutulur bir şey bulamayınca 'Efendim buralardan bir şey çıkar mı çıkmaz mı?' Ne olacak? Peki diyelim ki seçimle yardımcının geldiği bir sistem yok ki. Hiçbir yerde yok. Amerika'da sadece seçimde giren başkan diyor ki 'Benim yardımcım bu olacak.' O da seçimle gelmiyor. Sadece ismini zikrediyor, ilan ediyor ama onunla gidecek diye bir şey yok. Onun başına bir iş gelince ne olacak? Yani bütün yönetimlerde vekil, asılın tüm yetkilerine sahiptir. Bunlar anayasada yazılıyor. Bu anayasayı da millet onaylıyor. Dolayısıyla anayasada zikredilen bir kurum, 'Meşruiyeti yok.' diye burada kalkıp, böyle bir şey söylenemez. Bu mümkün değil." ifadelerini kullandı.
Meclis Başkanının vekelat edememesi durumuna ilişkin ise Başbakan Yıldırım, şunları kaydetti:
"Bu sistemin en önemli özelliği, yürütmeyle yasamayı birbirinden kesin çizgilerle ayırıyor. Meclis başkanına, cumhurbaşkanın vekaletini versek, bu sefer yasamayla aynı zamanda yürütmeyi denetleyen kurumun başı, yürütmeye dahil olmuş oluyor. Bu da sitemin prensiplerine, ruhuna aykırı. Bu nedenle zaten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde, eğer milletvekili bakan olduysa milletvekilliğiyle ilişiği kesiliyor veya dışarıdan bakan atanıyor. Bunun arka planında ne var? Yürütmenin, yasamadan, Meclisten tamamen bağımsız hale getirilmesi yatıyor. O bakımdan bu söylenenlerin esasında ne hukuki, ne bilimsel hiçbir gerçekliği yok. Kim yasalara uymayan bir iş yaparsa, nasıl bir vatandaş yasalara uymuyorsa cezalandırılıyor, aynı şekilde bir cumhurbaşkanı da bir başkan yardımcısı da bakanları da yasalara uymuyorsa, mutlaka onun hem cezai sorumluluğu var hem hukuki sorumluluğu var hem de siyasi sorumluluğu var. Siyasi sorumluluğu kim veriyor? Vatandaş. 5 yılda bir sandıkta veriyor. Hukuki sorumluluğu kim veriyor? Meclis. Cezai sorumluluğu kim veriyor? Meclis'in göndermesiyle, Yüce Divan sıfatıyla oluşturulan Anayasa Mahkemesi veriyor."
"Güvence azaltılıyor, suçlama alanı da istediğiniz kadar genişliyor"
"Şimdi bir yalan da tutturdular 'Bunlar ömrü boyu hesap sorulamaz hale geliyorlar.' Yok böyle bir şey, yok." diyen Yıldırım, konuşmasına şöyle devam etti:
"Diyelim ki 10 sene cumhurbaşkanlığı yaptınız. Bitti göreviniz, ondan sonra da bir suç işlediniz, trafik kazası yaptınız birinin ölümüne sebep oldunuz. Normal bir vatandaş gibi cezanızı alırsınız ama diyelim ki 10 yıl, 2019-2029 arasında cumhurbaşkanı olarak görev yaptığınız süredeki konularla ilgili size bir suçlama yapıldı. 'Efendim siz filanca işi yanlış yaptınız. Onun için davacıyım.' denildi. Meclis bunu gündeme getirdi. O yargılama ile göreviniz bittikten sonraki yargılama aynı değil. Orada korumanız var. Aksi halde görev yapamazsınız. Bugün de var bu. Yeni bir şey değil. Bugün bile bakanlar, başbakan, cumhurbaşkanı herkes görev yaptığı, hatta Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları da dahil görev yaptığı sürelerle ilgili ne yapıyorlar? Onların belirli bir yolu var. Kalktın terörle mücadele ettin. Talimatlar verdin, birtakım işler yaptın, sonra birisi aklına esiyor, sizi cezalandırmaya kalkıyor. Olmaz. Onun da cezalandırma yolu var ama o süreyle, görev süresiyle sınırlı. Ondan sonraki hayatı için, ondan sonraki yaptığı işler için aynı koruma yok. Öncesinde de yok. Ama ne var? İddia görevden sonra da gündeme getirilebilir, aday olurken de gündeme getirilebilir. Aday olurken böyle bir koruma yok. Görev yaptığınız süreyi ilgilendiren bir suçlama ne zaman olursa olsun onun yolu Meclis'in belirli oranlarda kabulüyle, soruşturma yapmasıyla ortaya çıkıyor ve orada da bugünkü sistemden daha az güvence var. Bugünkü sistemde dörtte üç ile gönderilebiliyor, yeni getirilen değişiklikle bu oran üçte ikiye indiriliyor. Yani 367'ye indiriliyor. Mecutta 413 milletvekilinin oluruyla gidebiliyor. Ama yeni değişiklikle 367 kafi geliyor. Neye göre? 550'ye göre. Sayı 600'e çıkınca bunlar da değişir ama oran dersek, yüzde 75 ile mevcut anayasa göre ancak Yüce Divan'a gönderilebiliyor. Değişikliğe göre yüzde 67 ile gönderme imkanı var. Yani güvence biraz daha azaltılıyor, suçlama alanı da istediğiniz kadar genişliyor."
"2002'den bugüne ne kadar bir Türkiye'yi üç Türkiye yaptık"
Başbakan Binali Yıldırım, Türkiye'nin bu hızla gideceğini ifade ederek, "Bakın biz AK Parti iktidarında 2002'den bugüne kadar bir Türkiye'yi 3 Türkiye yaptık. Kişi milli gelir 3 kat arttı, genel milli gelirimiz de 3 kat arttı. Eğer 1992’den itibaren Türkiye'de tek başına iktidar olsaydı bu 3 kat olmayacaktı, 5 kat olacaktı. Yani şu anda 20 bin dolar olacaktı. Avrupa Birliği ortalamalarına yaklaşmıştık. Şu anda yüzde 52-53'ündeyiz. Öbür türlü yüzde 80'ini bulacaktık, yüzde 90'ına yaklaşacaktık. Yazık değil mi bu ülkeye? İstikrar olsa, kuvvetli iktidar olsa Türkiye zaman kaybetmese, bürokrasiden zaman kaybetmese, kısır çekişmelerden zaman kaybetmese, yoluna devam etse, ülkemizde refah artsa, terör belasından kurtulsak, bundan kim ne kaybedecek?" değerlendirmesini yaptı.
"Kimseye oyunun rengini sormadım"
Binali Yıldırım, "Siz eski yol arkadaşlarınızla da bir araya geldiniz son dönemde, zaman zaman zaman temas kuruyorsunuz. Mesela Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu. Bülent Arınç önemli isimler. Önemli görevlerde bulunmuş kişiler. Ne oy kullanacaklarına dair bir bilginiz var mı? Size bir şey söylediler mi? Ne tahmin ediyorsunuz bu referandumda? şeklindeki soru üzerine de, şunları söyledi:
"Benim başkasının oyu hakkında hüküm vermem çok büyük nezaketsizlik olur. Ben kimseye oyunun rengini sormadım. Biz sadece 'evet' vermenin ülkenin geleceği açısından önemli olduğunu, evetin ne anlama geldiğini, ülkemize neler kazandıracağını, gençlerimize, torunlarımıza emanet edeceğimiz bu ülkeyi gelecek kuşaklara ne fayda sağlayacağını anlatıyoruz. Ama mesela Ahmet Bey (Davutoğlu), anayasa görüşmelerinde, komisyonda, Mecliste destekledi. Biz yol arkadaşıyız, biz beraber yola çıktık. Abdullah Bey (Gül) bu partinin kurucularındandır. Ahmet Bey sonradan dahil olmuştur. Ben partinin kurucularındanım. Bizim yol arkadaşlığımız belirli bir süreye göre değildir. Bu yol arkadaşlığı ahirete kadar gider, ahirette de biz yine yol arkadaşıyız. Zaman zaman hepimizin hataları olur, yanlışları olur ama hiç bir arkadaşımız bu yol arkadaşlığına, bu davaya bilerek ihanet etmemiştir, etmez de... AK Parti'nin farkı da bu... Eski, yeni yok AK Parti'de. Bu yola beraber çıkmışsak, her zaman beraber yürümeye gayret ediyoruz. Mesele memleket meselesi olunca gerisi teferruattır."
" 'Evet' çıkacağından tereddüdüm yok"
"Referandumda hayır çıkarsa" şeklindeki soru üzerine Binali Yıldırım, "Yani 'evet'in suyu mu çıktı? 'Evet' çıkacağından benim zerre kadar tereddüdüm yok. Milletime çok güveniyorum. Ben 'hayır' grubunun yaptığı gibi korku, kaos, endişe pompalamak istemiyorum. Vatandaş gidecek, 'hayır' da verecek, 'evet' de verecek. 'Evet' de veren hayır da veren bizim vatandaşımızın kararları başımız gözümüz üstüne." dedi.
Yıldırım, "evet" çıkması halinde Türkiye ne kazanacak onu anlattıklarını ifade ederek, "Onlar ne anlatıyor? 'Evet' çıkmasın, 'hayır' çıksın. 'Evet' çıkarsa muhtarlıklar kapanacak, minibüs hatları iptal olacak, iş adamlarının fabrikaları ellerinden alınacak..." diye konuştu.
Halk oylamasında 'hayır' çıkması halinde yabancı yatırımcının gelmeyeceği yönünde şeyler de söylendiğinin sorulması üzerine Yıldırım, "Yabancı yatırımcı öngörülebilirliğe bakar. Yabancı yatırımcı ne zaman gelir? Eğer ülkede istikrar varsa, ülkede güçlü iktidar varsa yabancı yatırımcı gelir. Büyüme keza, güçlü iktidarlar döneminde olur. Düşük enflasyon, düşük faiz güçlü iktidarlar döneminde olur." dedi.
Başbakan Binali Yıldırım, son 14 yıla bakıldığında, bu süre içerisinde 164 milyar dolar yabancı yatırım olduğunu vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Daha önceki dönemlerde yılda 1 milyar dolardı. Ne kadar fark var? 14 yılda 14 milyar dolar. Bir önceki 14 yılda. Son 14 yılda AK Parti döneminde 164 milyar dolar. Yani 16 milyar doların üzerinde. Yatırımcısınız siz, yarın bu ülkede ne olacak? İktidar devam edecek mi? Bir belirsizlik olacak mı, olmayacak mı? Yatırımcı buna bakar. Kimin iş başında olduğuna bakmaz. Ülkede güçlü yönetim var mı? Bugün bakın İtalya, bu zayıf iktidarlardan çok çekti yıllarca. En sonunda 2015'te oturdular bir değişiklik yaptılar yasalarında. Yüzde 40'ın altında oy alamayan iktidar olamayacak diye. Peki bu diktatörlük mü? Bunu yaptılar. Şimdi yüzde 40 üstünü alınca tek başına iktidar oluyor. Bir tanım getirdiler. Biz onu da demiyoruz. Biz 50'nin üzerinde alırsan iktidar olacaksın. İtalya'dan daha yüksek tuttuk çıtayı."
Bütün bunları izah eden bir diyagram olduğunu belirten Yıldırım, bu diyagram üzerinden Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılından bu yana büyüme rakamlarını anlattı.
Yıldırım, 1923-1938 yılları arasında Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminde büyüme rakamının yüzde 7,8 olduğunu, 1938-1950 arasında İnönü döneminde ise büyüme oranının yüzde 1,9 olduğunu belirterek, şunları anlattı:
"Çok düşük tabii Atatürk dönemine göre. Bunun izahı olabilir. İkinci Dünya Savaşı, yokluk yılları vesaire. Ben bunu bir olumsuzluk olarak almıyorum. Bu gerçekleşen bir dönemin şartları. Bakın 1950-1960 arasına bakıyoruz. Dünya büyümesi yüzde 2,8, Türkiye'de yüzde 6,4 Menderes dönemi. Orada ne var? Tek başına iktidar var. Tek başına güçlü iktidarda bak 2-3'e katlamış, 1960-1980 arası kısa dönemli Demirel hükümeti var. Daha sonra koalisyon hükümetleri var. Büyüme dünya ortalamasıyla hemen hemen aynı gitmiş. Yani düşük seyretmiş. 1980'li yıllardan 1992'ye kadar geliyoruz. Özal iktidarda. Yine güçlü tek başına iktidar. Dünya ortalaması yüzde 2,9, Türkiye 6,1. Farkı görüyorsunuz. Niye? Tek başına güçlü iktidar var. Geliyoruz 1992-2001 arası küt diye hemen 2,2'ye düşmüş, dünya ortalamasının da altında. Dünya ortalaması 3,6. Niye? Zayıf iktidarlar var. Ne oldu 80'li yıllarda kazandığımızı 90'lı yıllarda kaybettik. 50'li yıllarda kazandığımızı, 60-70'li yıllarda kaybettik."
AK Parti döneminin olduğu 2002-2016 yılları arasında dünya ortalamasının yüzde 2,9, Türkiye'nin ise yüzde 5,95 olduğunu kaydeden Yıldırım, "Yani iki katı. Görüyorsunuz. Bundan sonra ne olacak. Ya böyle gideceğiz, ya böyle gideceğiz." dedi.
Binali Yıldırım, halk oylamasında 'hayır' çıkması durumunda bu büyüme oranlarının yüzde 3'lere düşeceğini, 'evet' çıkması halinde ise bundan sonraki büyüme oranlarının yüzde 7'nin üzerine çıkacağını dile getirdi.
"Kılıçdaroğlu'nu daha uzun süre indireceklerini zannetmiyorum"
Yıldırım, "Evet çıkarsa ana muhalefet partisi bakımından bir siyasi sonucu olur mu?" sorusu üzerine, "Bana göre iyi bir sonucu olur. En azından yeni sistemde daha çok gayret ederse, ülke yönetimine talip olma imkanları doğar. Böyle bir sonuç çıkar. Kendi aralarında ne yaparlar onu bilmem. Parti içinde zaten çoklu bir yapı var. Ben onların işine karışmam, dışarıdan gözüken şeklini söylüyorum. Orada sürekli genel başkan potansiyel adaylar var. Onlar da şu anda hem 'hayır' kampanyası yapıyorlar bir yandan da kendi gelecek planlarını hazırlıyorlar." dedi.
İç rekabet görüp görmediğine ilişkin soruya da Yıldırım, "Her zaman olur, bu ayıp bir şey değil, ama CHP'nin genel yapısında bu var. Kılıçdaroğlu'nu daha uzun süre indireceklerini zannetmiyorum. O, işi sağlama almış... Delegeler..." karşılığını verdi.
"Halk oylaması için bir hedef birliğimiz var"
Başbakan Binali Yıldırım, MHP'nin sürece desteğini, "MHP, Sayın Genel Başkanı ve milletvekilleri bu değişiklikte bizimle beraberdi, beraber yola çıktık, meclis sürecinde, komisyon aşamalarında hep birlikte samimiyetle çalıştık. Bu değişikliği parlamentodan geçirdik, milletin önüne getirdik. MHP de 'evet' kampanyasını yapıyor. Bizim bu halk oylaması için bir hedef birliğimiz var. Beraber getirdiğimiz bu teklifin halk oylamasında vatandaşlarımızın, gerek ülkücü, milliyetçi, MHP'ye gönül vermiş, gerekse AK Parti'ye gönül vermiş vatandaşlarımızın 'evet' oylarıyla en azından kabul edilmesi ama bununla da sınırlı değil." şeklinde değerlendirdi.
CHP'ye gönül veren vatandaşlardan destek talep ettiklerini ifade eden Yıldırım, şu çağrıda bulundu:
"Destek vereceklerine inanıyoruz. Aynı şekilde geçmişte 'HDP Türkiye partisi oldu, artık bölücülüğün tarafında değil', düşüncesiyle oy veren vatandaşlarımızdan, Doğu, Güneydoğu veya büyükşehirlerde bu değişikliğe 'evet' vermelerini istiyoruz. Aynı şekilde Saadet Partisi, BBP'ye, diğer partilere gönül veren vatandaşlarımızın da 'evet' vermesini istiyoruz. Bu bir seçim değil. Burada partiler yok, adaylar yok, partiler seçime girmiyor. Türkiye'nin geleceğini oyluyoruz. Türkiye gelecekte darbe, kaos tehditleriyle, FETÖ'nün, PKK'nın DEAŞ'ın tehditleriyle uğraşmaya devam mı edecek yoksa güçlü iktidarla bunları bertaraf edecek, bütün gücünü, enerjisini, büyümeye, kalkınmaya, 80 milyonun birliğine, beraberliğine, kardeşliğine mi harcayacak, bunun kararını vereceğiz. Onun için hangi partiye gönül verirse versin, hangi partiye oy vermiş olursa olsun bütün vatandaşlarımdan talebim, bu, Türkiye'nin, gençlerimizin, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceği, bir olalım, beraber olalım,Türkiye'nin geleceğini birlikte inşa edelim. 'Bu geleceğin oluşturulmasında benim de katkım, payım var' demenin onurunu, gururunu birlikte yaşayalım."
"Dağ karar verdi, dağ ne diyorsa onu yaptılar"
Yıldırım, "Arzu ettiğiniz oranda 'evet' çıkarsa referandumdan sonra Kürt meselesinin çözümünde barışçı ve demokratik yöntemlerle daha fazla özgürlük alanlarının genişletilmesi ve yöre haklının veya Kürt seçmenlerin beklentilerini karşılamak yönünde önemli adım, rahatlatıcı adım beklenebilir mi?" sorusunu şöyle yanıtladı:
"Bunun referandumla alakası yok. Doğuda, Güneydoğu'da şunu açık seçik görüyoruz. Oradaki PKK'nın bölgede yaşayan vatandaşlarımız üzerindeki zulmünü, tehdidini, korkutmasını kaldırdık zaten. Vatandaş rahatladı. Eskiden de gidiyorduk Van'a, Diyarbakır'a, Bitlis'e, Muş'a, Hakkari'ye, Şırnak'a, bırakın bayrağı çıkıp dalgalandırmak bizi gördüğü zaman içeri giriyor kapıyı kapatıyordu. Bizimle görülürse sonradan hayatı tehlikeye gireceği için, terör örgütünün korkusundan, onların şirretinden saklanacak yer arıyordu. Bunlar bitti, vatandaş özgüveniyle bayrağı elinde, teröre lanet okuyor. Teröristler, onların taraftarı olan bölücü partinin mensupları geldi mi 'Gelmeyin' diyor, onları uzaklaştırıyor. O hale geldi. Çözüm, terör örgütünü, PKK'yı vatandaşlarımızla devlet arasından çıkarmaktır. Bu ülkenin her karış toprağına vatandaşımızın, doğuda, kuzeyde, güneyde, nerede olursa olsun rahatça gidebilmesidir, iş kurabilmesidir, eğitim yapabilmesidir, geleceğini inşa etmesidir, terör diye bir korkuyu hissetmemesidir. Çözüm budur."
"Özellikle HDP'li bazı milletvekillerinin, önemli bazı isimlerin tutuklulukları ve onlarla ilgili hukuki süreçlerden ötürü HDP tabanında bir hayal kırıklığı, kırgınlık var mıdır? O tabana yönelik çağrınız var mı?" soruları üzerine Yıldırım, şunları söyledi:
"HDP, 7 Haziran öncesi bugün CHP'nin taktiği gibi bir taktik uyguladı. 'Biz Türkiye partisi olduk, teröre mesafeliyiz' falan dedi, millet de ciddi bir destek verdi. Ama ne oldu? Hemen seçimden sonra 'Biz sırtımızı Kandil'e yasladık. PKK tükürükle sizi boğar'... Ceylanpınar'da iki genç fidan polisimizi uykuda şehit ettiler. Ondan sonra her şey değişti. 22 Temmuz 2015... Bir parça canlanınca iradeleri kendinde değil, dağın emrinde. Dağ karar verdi, dağ ne diyorsa onu yaptılar. Eğer özgür iradeleriyle hareket etselerdi, onlara oy veren milyonlarca vatandaşımızın taleplerine dikkat etselerdi siyaset yaparlardı. Türkiye'de herkes siyaset yapıyor. Kendi iradeleri olmayınca, terör örgütünün bir anlamda esareti altına girince Türkiye' siyaset yapamazlar ve nitekim yapamadılar. 100'e yakın belediye aldılar. Ne oldu? Milletin verdiği paralar, gönderilen paralar, verilen vergiler, o şehrin güzelleşmesine, orada yaşayanların hayatının kolaylaştırılmasına harcanacakken, dağa gönderildi, çukurlar kazıldı, binalar yerle bir edildi, insanlar göçe zorlandı. Yazık değil mi bu insanlara? Hem destek verecekler hem oy verecekler, hizmet beklerken bir de zulüm görecekler. Bütün bunlar ortadan kalktı.
Türklüğünle, Kürtlüğünle, Caferiysen, Aleviysen, Sünniysen, iftihar et kardeşim, o senin şeref belgendir. Ama bir şeyle daha iftihar edeceğiz, ay yıldızlı bayrağımız ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz. Bu bizim ortak değerimiz. Bu değerlere hepimiz sımsıkı sarılacağız. Nitekim sarıldık. 15 Temmuz'da sadece İstanbul Boğaz Köprüsü'nde değil, Vatan Caddesi'nde değil, Vezneciler'de değil, Ankara Kızılay Meydanı'nda değil, Diyarbakır'ın meydanlarında da Van'ın meydanında da Hakkari'de de yurdun her köşesinde insanlar meydanlardaydı, ülkeye, hükümete, cumhurbaşkanına sahip çıktı, darbecilere gereken dersi verdi. 1 ay nöbet tuttu insanlar. Gündüz çalıştılar, çabaladılar, ekmeklerini kazandılar, akşam gelip demokrasi nöbetleri tuttular. Bütün bunlar ortadayken, biz bu millete ne yapsak azdır. Çözüm, PKK terör örgütünün yok olup, gitmesidir. Her türlü terör örgütünün bu ülkeden yok olup gitmedir. Onun dışında doğuda da batıda da yaşayan hepsi birinci sınıf vatandaştır, başımızın tacıdır. Vatandaşları sınıflandıracak halimiz yok."
(Trump yönetiminin FETÖ'ye karşı tutumu)
"Açıkçası bu konuyu biz dile getirdik Amerikan Dışişleri Bakanına, o da 'konu yargıda, biz de takip ediyoruz' gibisinden genel geçer bir cevap verdi, bizim henüz istediğimiz düzeyde bir gelişme yok ama biz işin peşini bırakmayacağız."
(Adil Öksüz'ün Türkiye'de bir ülkenin diplomatik temsilciliğinde saklandığı iddiaları)
"Tabii her yerde aranıyor. Böyle bulunamayınca da bu ve buna benzer iddialar da sıkça ortaya atılıyor. Ama biz işin peşindeyiz. Nerede olursa olsun aranıp bulunacak. Ölüsü yahut dirisi... Bu yeni bir iddiadır, her türlü iddiayı ciddiye alıyoruz ve üzerinde titiz bir şekilde değerlendirme yapıyoruz."
(Halkbank genel müdür yardımcısının ABD'de tutuklanması)
"Şimdi tabii bu da ilginç bir durum, bu da çok anlaşılır bir şey değil. Bu arkadaş 2014'ten bu yana 7-8 sefer gitmiş gelmiş. O vakte kadar hiçbir şey olmuyor, bu sefer tutuklanıyor. Tutuklanma sebebi de Rıza Zarrab davası. İran'a ambargoyu ihlal edecek bir takım para transferlerinde imzası olması, iddia bu. Peki bu yeni bir şey değil ki o zaman yapmadınız da şimdi yaptınız? Burada da bir FETÖ ayağı var. Burada FETÖ'nün bir oyunu, bir tezgahı olduğu çok aşikar."
"Herkesin bugünlerde daha sorumlu davranması lazım. Duyarlı davranması lazım. Milletin duyarlılığına saygı gösterilmesi lazım. Milletimiz bu konularda diri, çok uyanık, en ufak bir hareketlenmede hemen arıyorlar, 'efendim bizim birlikte izinler kaldırıldı aman dikkat edin'. Bu da iyi bir şey değil. Sürekli 'acaba bu gece bir şey mi olacak' korkusuyla insanları tedirgin etmeye hakkımız yok."
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım, "Avrupa ile ilişkileri gerçekçi bir boyutta ele almamız lazım. Şu son 2 ayda yaşadıklarımız ortada. Bölücü terör örgütlerine, PKK'ya, FETÖ’ye ve DHKP-C gibi aşırı solcu örgütlere verdikleri hakları, gösterdikleri müsamahayı maalesef Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanlarına, milletvekillerine ve vatandaşlarına göstermiyorlar. Avrupa burada 'Avrupa değerleri' diye çok sıkça söz ettiği bu değerleri rafa kaldırdı. Ne fikir özgürlüğü, ne demokrasi, ne insan hakları, hepsini maalesef bir kenara bıraktı." dedi.
Bölge dışındaki ülkelerin birtakım projeleri var
Cumhurbaşkanlığı sisteminin Türkiye'nin geleceği açısından ne kadar önemli olduğuna dikkati çekerek, "Bölgede birtakım hesaplar, kitaplar yapılıyor. Bölgedeki ülkeler tarafından değil. Bölge dışındaki ülkeler tarafından bölgeye yönelik birtakım gelecek projeleri var. Bu projeler Türkiye'nin hayrına, iyiliğine projeler değil. PKK'dan, YPG'den, PYD'den destek alıyorlar. Ve bununla maalesef bizim canımızı yakıyorlar. İnsanlarımıza saldırıyorlar. Biz bunu biliyoruz. Müttefiklerimize bunu her fırsatta söylüyoruz." diye konuştu.
Bölgede bir oldu bitti yapılmasına, birtakım yapay devletçikler oluşturulmasına razı olmadıklarını dile getiren Yıldırım, "Çünkü bu bölgenin istikrarına katkı sağlamaz, bölgedeki bugünkü kaosu, kargaşayı, savaşı bitirmez. Daha da azdırır. Düşünün işte Araplar ayrı, Kürtler ayrı, Ezidiler ayrı, Türkmenler ayrı, Nusayriler ayrı, Keldaniler ayrı... Hepsi parça parça olmuş bir bölge. Oradan hayır gelir mi? Oradan huzur gelir mi? Gelmez. Yani büyük ülkeler zannediyor musunuz ki bu bölgeyi çok sevdikleri için buradalar." ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin bölgede hiçbir zaman yalnız kalmayacağını aktaran Yıldırım, Türkiye'nin en büyük gücü kendisinden, coğrafi konumundan aldığını ve Türkiye'nin bütün bölgenin ve bunun yanı sıra Avrupa'nın da sigortası olduğunu kaydetti.
Şu anda Türkiye'nin Suriye'deki olup bitenleri izleyen değil, bu gelişmeler konusunda aktif olarak pozisyon alan ve karar süreçlerine katılan bir ülke olduğunu aktaran Yıldırım, şöyle devam etti:
"Fırat Kalkanı ile biz bunu yaptık. Bizim kadar bölgede DEAŞ'la etkin mücadele eden başka ülke yok. 63 ülke birden Musul'da mücadele ediyor. Daha bir sonuç almış değiller. Ama biz girdik, 3 bine yakın teröristi etkisiz hale getirdik ve oradan ülkemize gelen tehditleri durdurduk. İnsanlarımızın füzelerle, roketlerle hayatının sona ermesinin önüne geçtik. Fırat Kalkanı, 2 bin kilometrekarelik Cerablus'tan El Bab'a kadar olan bölgenin teminat altına alınması ve bölgede yeni bir terör oluşumunun önüne geçilmesiydi. Onu tamamladık. Aynı zamanda sınır güvenliğimizin sağlanması, işte ülkemize geçen Suriyelilerin tekrar dönüp yerleşmesiydi. Şu ana kadar 60 bin kadarı gitti. Ama tabii oranın kapasitesi sınırlı. Suriye’de tam bir kalıcı siyasi çözüm olmadan çok fazla insanın gitmesini beklemiyoruz. Onun için de bir an önce Astana ateşkes görüşmeleriyle beraber Cenevre görüşmelerinde kalıcı siyasi çözüm olması için Birleşmiş Milletleri, diğer ülkeleri bir araya getiriyoruz ve bir çözüm oluşması için gayret ediyoruz."
Türkiye'nin bölge üzerinde herhangi bir yayılma emelinin, amacının olmadığının altını çizen Yıldırım, "Bölgede otorite boşluğu sona ersin, ölümler dursun, barış, huzur gelsin. Bizim de bin 365 kilometre hududumuz var, sınırımız var, sınır şeridimiz var Irak ve Suriye ile. Dolayısıyla buradaki herhangi bir karışıklık, herhangi bir savaş, herhangi bir otorite boşluğu doğrudan bize tehdit oluşturuyor her bakımdan. Biz hiçbir oldu bittiye izin vermeyiz. Ülkemize gelecek tehdit ister kendi toprağımızdan olsun, ister kendi topraklarımız dışında oluşsun, gereken cevabı anında veririz. Kim kimi desteklerse desteklesin bizi ilgilendirmez. Bizim canımızı yakmaya çalışan, bizim ülkemizin bütünlüğüne, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğine tehdit olan her türlü unsurla biz baş edecek gücümüz var ve şartlar ne zaman gelirse gereğini yaparız. Hiç kimseden ayrıca izin almak gibi bir durumumuz olmaz bunu herkesin bilmesi lazım." dedi.
Avrupa ile ilişkiler
Avrupa ile ilişkilerin gerçekçi bir boyutta ele alınması gerektiğini anlatan Yıldırım, şu son 2 ayda yaşananların ortada olduğunu, Avrupa ülkelerinin PKK'ya, FETÖ’ye ve DHKP-C gibi aşırı solcu örgütlere verdikleri hakları, gösterdikleri müsamahayı maalesef Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanlarına, milletvekillerine ve vatandaşlarına göstermediklerini belirtti.
Yıldırım, Avrupa'nın "Avrupa değerleri" diye çok sıkça söz ettiği değerleri rafa kaldırdığını, fikir özgürlüğünü, demokrasiyi, insan haklarını bir kenara bıraktığını söyledi.
Hollanda'da insanların üzerine atlarla, itlerle saldırıldığını aktaran Başbakan Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bakanımızın konsolosluğumuza girişine izin vermediler, milletvekillerimize salon vermediler. Ama diğer yandan bakıyoruz bölücü başının posteri meydanlarda paçavraları ve binlerce PKK'lı, PKK sempatizanı, FETÖ mensubu Türkiye aleyhinde kampanya yapıyor. Kandil’den video konferansla bölücü terör örgütü ileri gelen yöneticilere bağlanıyor. Orada ses seda yok. Orada huzursuzluk, karışık yok, yasak yok. Ama konu Türkiye'nin resmi makamları, bakanlar, milletvekilleri olunca maalesef birden bire güvenlik konusu ön plana çıkıyor, toplumsal olaylar bahane ediliyor, yasaklar geliyor. İsviçre’de silah dayamış 'Erdoğan'ı öldürün' diyor. Böyle bir şey olur mu ? Avrupa'da Almanya'da gazeteler Türkçe çıkıyor. Adamlar oturuyorlar, üşenmiyorlar, adam buluyorlar Türkçe gazete yapıyorlar, gazetelerin manşetleri Türkçe; ‘Hayır’ oyu verin. Size ne kardeşim, size ne Türkiye'nin neye karar vereceğini, hangi yola gideceğine siz mi karar vereceksiniz? Böyle kepazelik olur mu? Bir yandan da 'bizim iç işlerimize karışmayın' diyorlar. Önce siz eğer Avrupa değeri diyorsanız, Avrupa demokrasinin beşiği diyorsanız. Önce siz Türkiye'nin, Türk insanın kararına saygı duyacaksınız. Onu etkilemek, yönlendirmek için özel gayret göstermeyeceksiniz. Türkiye düşmanlarına kucak açmayacaksınız. Biz Avrupa'dan bunu bekliyoruz."
Başbakan Yıldırım, bütün bunların oturulup konuşulacağını dile getirerek, "Böyle devam edemeyiz. Biz vatandaşımızın, milletimizin dediği işi yaparız. Milletimiz ne derse o yönde yürürüz. Onun dışında biz bir şey yapamayız, başka bir karar veremeyiz. Önce değerlendirilecek referandumdan önce. Bakın, bu yol yol değildir, bu gidişat gidişat değildir. Siz gerçekten Avrupa Birliği’ne Türkiye'yi almak istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Önce bu konuşulacak. Açık seçik. Burası bir Hristiyan kulübü mü? Siz bir Müslüman ülkeyi bünyenize almak istiyor musunuz, istemiyor musunuz? 60. kuruluş yıl dönümünde gördük. Vatikan'da hepsi vaaz dinleyen çocuklar gibi papanın önüne oturmuş, uslu uslu dinliyorlar. Böyle bir görüntü bize uymaz. Bizde laiklik var, demokrasi var, din devlet işleri birbirine karıştırılmaz. Dini değerler eğer her şeyin üzerindeyse yönetimlerde bunun adına ne denir? Bizde de dini değerlerimiz her şeyimizin üzerinde, başımızın üzerinde. Ama dini değerlerle siyaset yaptığımız zaman bu sefer işin içinden çıkamayız. Laikliğin özü budur. Laikliğin özü; insan Müslüman olur, insan az inançlı olur, çok inançlı olur, beş vaktini kılar, kılmaz, inanmaz... Bunların hepsi mümkün. Bunlar bizim zati meselelerimizdir. Bunu dayatmaya çalışırsak, topluma bunu bir kural olarak koymaya kalkarsak o toplumda huzur bozulur. Onun için dini konular, mezhep konuları asla ve asla bir yönetim meselesi olmamalı veya böyle bir görüntü verilmemelidir."
FETÖ terörünün bu yüzden yaşandığını aktaran Yıldırım, "Bunlar da dini duyguları sömüre sömüre, maalesef elde ettikleri bütün kaynakları aldılar, ülkemizin düşmanlarıyla birlikte bu planları kurdular. Dinin istismar edilmesinden ders alınması, biz mutlaka ve mutlaka bu acı tecrübeyi dikkate alıp gerekli tedbirlerimizi alıyoruz. Almaya da devam edeceğiz. Mecburuz almaya. Aksi halde başka bir alanda tekrar bu zuhur edebilir. Bunların da ortaya çıkmaması, bunların faaliyet alanlarının dışına çıkmaması, bunların olacak. Olacak ama meşru şekilde faaliyetlerini sürdürecekler. Ülke yönetmeye heveslenmeyecekler,. Çok güçlenince 'vay ben neymişim' deyip, 'her şeyi hallederiz, yaparız, ederiz, iktidarları değiştiririz' diyemeyecekler. Bir zaman medya yapıyordu bunu biliyorsunuz. Manşetler atılıyordu. 28 Şubat'ta bunu gördük. Bizim dönemimizde de oldu bir dönem, 2007'ye kadar. Bütün bunların olmamasının yolu dönüp dolaşıp oraya geliyor. Güçlü iktidar ve istikrar ve güven. Onun yolu da tek başına iktidar." diye konuştu.
"Onlara gidip 'hayır verin' diyorsun ama..."