AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik'ten Macron'a sert tepki!
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, partisinin MKYK ve MYK gündemine ilişkin açıklamalarda bulundu. Çelik, Macron'un 'Erdoğan'ı uyardım' sözlerine sert tepki göstererek, "Macron zaman zaman konuşmalarında "Ben Sayın Erdoğan'ı uyardım" gibisinden cümleler kuruyor. Bu cümlelerin hiçbirisi doğru değil. Macron Sayın Cumhurbaşkanımıza hiçbir zaman o cümleleri kurmamıştır, kuramaz. Cumhurbaşkanımızı kapalı veya açık bir ortamda uyaramaz" dedi.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, "Birileri gidip de Diyarbakır annelerini görmezden gelerek 'Ben işte Kürt sorunundan bahsediyorum', 'Ben Kürt çocuklarının geleceğinden bahsediyorum' 'Ben şu yasaklara karşıyım', 'Ben şu şekilde demokrasi mücadelesi veriyorum' dediği anda, Diyarbakır annelerinin mücadelesine destek veren bir tutum içerisine girmiyorsa, bilelim ki otomatikman ikiyüzlü bir adrese kendisini postalamış olur." dedi.
Çelik, AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısı devam ederken, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu, soruları yanıtladı.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nın yaklaştığını hatırlatan Çelik, "Tarihte var olduğumuzu, bundan sonra da var olmaya devam edeceğimizi tarihin mührü olarak kazıdığımız 29 Ekim, 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' ilkesini bütün dünyaya duyurduğumuz bir yıl dönümü. Bir kere daha Cumhuriyet Bayramı'mızı tebrik ediyoruz. Cumhuriyetimizi daha da güçlendirerek, Cumhuriyetimizi tüm nitelikleri ile daha da kuvvetli kılarak geleceğe yürüme irademizin bir kere daha altını çiziyoruz. Bağımsızlık, özgürlük, refah, adalet ve güvenlik üretme konusundaki dirayetimizin daha da güçlenmesi, geleceğe daha da güçlü bir şekilde yürümek için milletimizin desteğiyle önümüze koyduğumuz hedeflere ulaşmak için gayret etmeye devam edeceğiz." değerlendirmesinde bulundu.
Çelik, Mevlid-i Nebi haftasının idrak edildiğini söyleyerek şöyle devam etti:
"Peygamber Efendimizi her anışımızda insani değerlerin yeniden doğuşunu da idrak etmiş oluyoruz. Bütün kainata selam ve esenlik getiren bir müjdeyi yeniden idrak etmiş oluyoruz. Bugün Peygamber Efendimize saygısızlık yapanların, Peygamber Efendimize karşı yanlış bir dil kullananların aslında arkalarında ne bıraktıklarına bakarsanız ırkçılık, nefret suçu, toplu mezarlar ve sömürgecilikle anılması tesadüf değildir. Çünkü insandan müjdecisi ile mücadelesi olanlar esasında insani değerlerle kavga edenler insani değerlere karşı nefret suçunu işleyenlerdir. Tabii bütün bu nefret suçlarını üretenlerin ürettiği propaganda karanlığı içerisinde Peygamber Efendimizin insanlığa daha çok tanıtılması için herkesin üzerine daha çok görev düşüyor."
Sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri, alimler ve entelektüeller tarafından nefret suçu işleyenlere karşı daha güçlü bir mücadele verilmesi için hep beraber iş birliği içerisinde bir tutum ortaya konulması gerektiğini belirten Çelik, "Bu çağ, maalesef nefret suçlarının giderek daha çok damga vurduğu bir çağ. Bunun neticesi olarak Peygamber Efendimize hakaret edenleri bu hakaretleri ile baş başa bırakıyoruz. Mevlid-i Nebi haftasında onun büyük mesajının, onun kutlu mesajının insanlığa daha çok duyurulması için hepimizin gayret göstermesi gerektiğinin altını çiziyoruz." ifadelerini kullandı.
Çelik, dağa kaçırılan çocukları için HDP Diyarbakır İl Başkanlığı binası önündeki evlat nöbetini sürdüren ailelere ilişkin şunları söyledi:
"Birileri gidip de Diyarbakır annelerini görmezden gelerek 'Ben işte Kürt sorunundan bahsediyorum', 'Ben Kürt çocuklarının geleceğinden bahsediyorum' 'Ben şu yasaklara karşıyım', 'Ben şu şekilde demokrasi mücadelesi veriyorum' dediği anda, Diyarbakır annelerinin mücadelesine destek veren bir tutum içerisine girmiyorsa, bilelim ki otomatikman ikiyüzlü bir adrese kendisini postalamış olur.
Orada evlat ve vicdan nöbeti içerisinde olan annelere üstelik de geçenlerde bir HDP milletvekilinin yaptığı hakaret, esasında onlara satılık diyenlerin, bu saygısız ifadeyi kullananların kendi vicdanlarını terör örgütüne sattıklarını gösteren açık bir tutum. Üstelik bunların siyaset arkadaşlarının çıkıp da bu saygısızlığı ve zalimliği hiçbir şekilde kınamamış olmaları, bunu görmezden gelmeleri de başka bir trajedi bizce."
Diyarbakır annelerinin yanında olduklarını belirterek evlatlarına kavuşamamış olan ailelerin en kısa zaman içerisinde kavuşmalarını temenni eden Çelik, Şırnak'ta eylem başlatan annelere de selam ve hürmetlerini iletti.
Çelik, Azerbaycan'ın ortaya koyduğu vatan savunmasını tüm safhalarıyla izlemeye devam ettiklerini ve Ermenistan'ın işgal ettiği toprakların 27 yıl sonra kurtarılması haberini almalarının kendilerini son derece mutlu ettiğini kaydetti.
Ermenistan saldırırken sesi çıkmayan bazılarının, Azerbaycan kendi vatan topraklarını kurtarmaya başlayınca ateşkes girişimlerinde bulunduklarını ibretle izlediklerini de ifade eden Ömer Çelik, Ermenistan'a verilen silahları ve Ermenistan safında çatışan teröristleri görmezden gelenlerin, Azerbaycan'ın vatan savunmasına leke sürmek için ne tür kara propagandalar yaptıklarını gördüklerini anlattı.
Çelik, 18 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkesin, üzerinden az bir zaman geçtikten sonra Ermenistan Silahlı Kuvvetleri tarafından ihlal edildiğini söyleyen Çelik, şöyle konuştu:
"Böylece bir kere daha Ermenistan'ın aslında burada diploması istemeyen, siyasi müzakere istemeyen ve saldırganlıkla işi bitirmek isteyen taraf olduğu görüldü. Yukarı Karabağ ile ilgili olarak gündem bu çerçevede, Ermenistan'ın saldırganlığı çerçevesinde gelişti. 23 Ekim itibarıyla Ermenistan'ın Azerbaycan'daki sivil yerleşim yerlerine saldırmasının neticesi olarak 63 sivil Azeri Türkü hayatını kaybetti 298 Azeri Türkü kardeşimiz yaralandı. Şehitlere rahmet diliyoruz, yararlıların bir an evvel iyileşmesini ümit ediyoruz."
"Azerbaycan'ın sonuna kadar yanındayız"
Çelik, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin kırmızı çizgileri olduğunu belirterek şunları kaydetti:
"Ermenistan burada saldırgan taraftır. Ermenistan zaten işgal ettiği topraklarda daha da işgali büyütmek için bir saldırı gerçekleştirmiştir. Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin güçlü bir şekilde bu saldırganlığa cevap vermesi neticesinde Ermenistan işgal ettiği topraklardan bir kısmını da 27 yıldır işgal ediyor, geri püskürtülmeye başlanmıştır. Buradan bir kere daha Azeri Türkü kardeşlerimize selamlarımızı ve dayanışma duygularımızı iletiyoruz. Cumhurbaşkanımız her fırsatta Sayın Cumhurbaşkanı Aliyev ile telefonda görüşüyor, Türkiye'nin desteğini yineliyor. Yine çatışmaların en yoğun olduğu zamanda Meclis Başkanımız Sayın Şentop 18-20 Ekim tarihlerinde Azerbaycan'ı ziyaret ederek, Bakü'yü ziyaret ederek bir Türkiye Büyük Millet Meclisi heyeti ile birlikte Türkiye'nin Azerbaycan'a olan desteğini göstermiştir. Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği şekilde 'Türkiye sonuna kadar Azerbaycan'ın yanında olacaktır.' Burada soruna çözüm bulmak isteyenlerin ilk olarak Ermenistan'ın işgali meselesini masaya yatırmaları gerekiyor. Ermenistan'ın bu işgalden vazgeçirilmesi gerekiyor. Oralar herkesin kabul ettiği gibi Azerbaycan'ın toprağıdır. Ermenistan orada işgalcidir ve Azerbaycan'ın yaptığı şey bir vatan savunmasıdır. Ermenistan'ın yaptığı şeyse bir saldırganlıktan ibarettir. Dolayısıyla Türkiye, bizler, hepimiz Azerbaycan'ın bu vatan savunmasında sonuna kadar yanındayız."
Ömer Çelik, Doğu Akdeniz'deki gelişmelere ilişkin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde seçimler yapıldığını ve Ersin Tatar'ın Cumhurbaşkanı seçildiğini hatırlattı.
Tatar'ın ifade ettiği siyasi tezlerin KKTC, Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs davası için yeni ve çok daha pozitif bir dönemin işaretini verdiğine dikkati çeken Çelik, Tatar'ın ilk ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdiğini, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da devlet töreni ile karşılandığını anımsattı.
Sözcü Çelik, "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığında geçmiş dönemde duyduğumuz birtakım incitici mesajlar, Türkiye'yi inciten mesajlar Kıbrıs davasını ve Kıbrıs Türkü'nü inciten mesajların da siyasi dönemi böylece kapanmış oldu. Sayın Tatar'ın dün ifade ettikleri hem Kıbrıs'taki çözümle ilgili gerçeklere dayanan bir çözümün altını çizmesi, şimdiye kadar sadece bir oyalama olarak kullanılan bir takım mekanizmaların bundan sonra yürümeyeceğini ifade etmesi ve gerçeklere dayalı bir çözümün altını çizmesi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin hak ve menfaatlerinin korunması açısından bilhassa da Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerinin korunması açısından yeni bir döneme işaret etmektedir." değerlendirmesinde bulundu.
Oruç Reis gemisinin 25 Ekim-4 Kasım tarihlerinde sismik araştırma icra edeceği bölgenin Yunanistan'a 440, Türkiye'ye ise 130 kilometre uzaklıkta olduğunu söyleyen Çelik, "Burada Yunanistan'ın tezlerinin esasında geçerli olmadığını Yunanistan'daki önemli uluslararası hukukçulardan bazıları da ifade etmektedir, bir kısmı da zaten oradaki baskı yüzünden birtakım tepkiler söz konusu olacağı için bunlar konusunda rahat konuşamıyor ama uluslararası hukukun işaret ettiği gibi Türkiye hukuki temelde haklı tezleri savunmaktadır, Yunanistan ise sadece maksimalist ve radikal tezlerin peşinde koşmaktadır." diye konuştu.
"Müzakere kapısı her zaman açıktır"
Ömer Çelik, Türkiye'nin yaptığının hem kendi hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin mavi vatanındaki hak ve menfaatleri korumakla ilgili olduğunu vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Burada zaman zaman işte müzakereler söz konusu oluyor, müzakere çağrıları söz konusu oluyor. Burada tabii eğer sahada fiili durum yaratmak gibisinden bir tutumdan vazgeçerse Yunanistan, müzakere kapısı her zaman açıktır. Cumhurbaşkanımız 'Masadan kaçan taraf olmayacağız' diyerekten müzakerenin ne kadar bizim açımızdan önemli olduğunu ifade etmişlerdir. Her zaman da şunu söylüyoruz; Türkiye Cumhuriyeti bir müzakere devletidir ama sahada fiili durum yaratıp bir dayatma ortaya koyacakları zaman kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti gereken cevabı verecek kudrete, deneyime ve kararlılığa da sahiptir. Esas olan ilke, Atatürk'ün işaret ettiği gibi 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesidir. Hepimizin benimsediği, peşinden gittiği ilke 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesidir ama burada istikrarı bozan taraf Yunanistan olduğu için müzakereyi istismar eden taraf Yunanistan olduğu için bir fiili duruma da hiçbir zaman müsaade edilmesi söz konusu olmayacaktır."
Türk diplomatlarının dünyanın en yüksek müzakere yeteneğine ve diplomasi deneyimine sahip olduklarına işaret eden Çelik, "Türkiye'nin doğrudan taraf olmadığı pek çok çatışmada bile Türk diplomatları ara bulucu olarak davet edilmektedir ve her zaman 'kazan kazan' formülü ile birlikte Türkiye'nin diploması ekolünün bölgesel ve uluslararası barıştan yana çok ciddi, kalıcı sonuçlar üretebildiği çeşitli olaylarda görülmüştür. Bir kere daha ifade ediyoruz ki müzakere isteniyorsa, sahici, gerçekçi ve samimi bir müzakere isteniyorsa, Türkiye Cumhuriyeti'nden daha güçlü bir müzakere devleti bulunamaz ama müzakereyi bir istismar aracı olarak kullanıp sahada fiili durum yaratma peşinde koşanlar varsa da Türkiye Cumhuriyeti'nin buradaki kararlılığı esastır." şeklinde konuştu.
"Herkesin hassas olması gerekiyor"
Yunanistan'ın Girit Adası'nın güneyine doğru birtakım çalışmalar yapacağını söyleyerek Libya'nın hak ve menfaatlerini de ihlal etmeye çalıştığını ifade eden Ömer Çelik, "Bu, Yunanistan devleti için bir alışkanlık haline gelmiş. Önce fiili durum ilan edip, sonra oraya hukuki kılıf giydirmeye çalışıyorlar. Tabii Türkiye'nin Libya ile yaptığı anlaşma Birleşik Milletlere de bildirilmiştir ve esastır." açıklamasında bulundu.
Yunanistan ve Fransa'nın gayrimeşru silahlı güçlerin lideri Halife Hafter'e verdikleri desteğin görüldüğünü söyleyen Çelik, Türkiye'nin baştan beri Libya'daki krizin askeri çözüm yerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda Libyalılar arasında yürütülecek ve Libyalıların sahipleneceği bir siyasi süreçten geçtiğini ifade ettiğini vurguladı.
Sözcü Çelik, "Bu süreci sahiplenmeyenler, Libya halkını devre dışı bırakanlar ve fiili durum yaratarak toplu mezarlarla birtakım siyasi projeleri hayata geçirmeye çalışanlar, ki bunların sembol ismi Hafter'dir, ona Fransa'nın nasıl destek verdiğini de biliyoruz, bunlara karşı Türkiye ise dirayetli bir duruş ve Libyalı kardeşlerimizin talebi doğrultusunda destek ortaya koymuştur. Libya'nın toprak bütünlüğü, Libyalıların sahipleneceği bir çözümün ortaya çıkması konusunda herkesin hassas olması gerekiyor." ifadesini kullandı.
Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonunun 5 5 Ortak Askeri Komisyon Toplantıları neticesinde Cenevre'de 23 Ekim'de bir ateşkes anlaşması imzalandığını hatırlatan Çelik, "Bunları kimin sahipleneceği, kimin bozacağı görülecek. Geçmişte de ateşkes imzalandığı zaman saldırgan taraf olan, gayrimeşru taraf olan Hafter tarafı bunları yapmaya devam etti." diye konuştu.
Ömer Çelik, 9 Kasım'da Libya ile ilgili Tunus'ta Siyasi Diyalog Forumu Toplantısı yapılacağını ve bu süreci de yakından takip edeceklerini bildirerek, "Libya'nın toprak bütünlüğü ve Libyalıların sahipleneceği bir çözüm konusundaki hassasiyetimizi ve takibimizi sürdürüyoruz." dedi.
Gündem konularından birinin de S400'lere ilişkin tartışmalar olduğunu belirten Çelik, Türkiye'nin etrafındaki tehditlerden doğan hava savunma sistemi ihtiyacının net bir ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Sözcü Çelik, NATO'nun Türkiye'nin bu ihtiyacı söz konusu olduğunda Türkiye'nin yardımına etkili bir şekilde koşamadığının da belli olduğunu, Türkiye'nin öncelikle NATO içerisinde bir sistem arayışına gittiğini ve Patriot temin etmeye çalıştığını hatırlattı.
Süre, ortak çalışma, tedarik ve finansman konusundaki şartların Türkiye'yi tatmin eden bir durum ortaya çıkarmadığını anlatan Çelik, "S400 tedariki bir tercih olarak değil Türkiye'nin güvenliğinin bir gereği olarak, bir zorunluluk olarak önümüze gelmiştir ve şu anda da deneme ve sistem kontrolleri planlandığı şekilde devam etmektedir." bilgisini verdi.
Birtakım aşırı üslup sahiplerinin Türkiye'nin NATO üyeliğini sorgulamaya çalıştığını dile getiren Ömer Çelik, şöyle devam etti:
"Türkiye bir NATO üyesidir, bu tartışılmaz bir gerçektir, NATO içerisinde çok önemli bir güçtür ve NATO savunma sistemine şimdiye kadar en değerli katkıları vermiş ülkelerin başında gelmektedir. Dolayısıyla Türkiye'nin S400'leri kullanması güvenlik ihtiyaçları açısından bir zorunlulukken, NATO'nun komuta ve kontrol sistemlerinin altyapısına entegre edilmeyecek. Diğer NATO ülkelerinde, örneğin Yunanistan'da S300 örneğinde olduğu gibi NATO kontrol sisteminden ayrı bir şekilde, müstakil olarak kullanılacaktır. Dolayısıyla bu Türkiye'nin NATO üyeliğiyle çelişen bir duruma sahip değildir. Burada bütün müttefiklerimizin Türkiye ile bu konuları konuşurken müttefiklik dili içerisinde, bir devlet üslubu içerisinde konuşması gerekiyor. Dünyanın her tarafında beraberce teröre karşı mücadele ediyoruz, dünyanın her tarafında beraberce büyük fedakarlıklar yapıyoruz, şimdi müttefiklerimizin herhangi bir şekilde tehdit ya da taciz dille konuşması bu müttefiklik ilişkisinin ruhuna ve şimdiye kadar olan kazanımlarına uygun bir tablo ortaya çıkarmıyor."
Ömer Çelik, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Libya politikasındaki yenilgisinden itibaren sürekli Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a karşı Fransa'da aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi lideri Marine Le Pen'in kullandığı dili kullandığını belirtti.
Makron'un Cumhurbaşkanı Erdoğan ile defalarca görüştüğünü bildiren Çelik, şöyle devam etti:
"Ama sistematik olarak, hakikaten takıntılı bir şekilde her meselede Cumhurbaşkanımıza karşı bir gerilimi tırmandırma politikası izliyor. Bu arada, şunu da ifade etmek isterim, Makron zaman zaman konuşmalarında, 'ben işte Sayın Erdoğan'ı şöyle uyardım, ona şunu dedim, onu şu şekilde uyardım' gibisinden cümleler kuruyor. Bu cümlelerin hiçbiri doğru değil. Sayın Makron Cumhurbaşkanımıza herhangi bir şekilde o cümleleri hiçbir zaman kurmamıştır, kuramaz.
Cumhurbaşkanımızı kapalı bir ortamda ya da açık bir şekilde uyarması diye bir şey söz konusu değildir. Sayın Makron kendi kafasında bir senaryo yazıyor ve o senaryo çerçevesinde Sayın Cumhurbaşkanımızla olan görüşmelerde bir propaganda gibi kullanmaya çalışıyor."
"Taciz dili kullanan bir üslup içerisine giriyor"
Makron'un Libya'daki politikasının çökmesinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye'yi hedefe koyan bir politik tutum içerisine girdiğini söyleyen Çelik, "Hatta bazıları Türkiye'ye destek verenlere, Türkiye ile benzer politikaları uygulayan bazı ülkelere 'tarihin yanlış tarafındasınız' gibisinden taciz dili kullanan bir üslup içerisine giriyor." dedi.
Fransa Cumhurbaşkanı Makron'un "Erdoğan'ı uyardım" dediği sözlerin gerçek olmadığı gibi şu anda uyguladığı dış politikanın da gerçekçi bir dış politika olmadığını belirten Ömer Çelik, şunları bildirdi:
"Türkiye'yi ve Sayın Cumhurbaşkanımızı hedefe koyan bir dış politikanın herhangi bir şekilde başarılı olması söz konusu değil. Akdeniz'e gemi göndererek, uçak göndererek gövde gösterisi yapmaya çalışıyor ama hiçbir karşılığı yok. Aynı şey Ermenistan-Azerbaycan meselesinde yaptıklarında da söz konusu. Halbuki Libya'da uyguladığı yanlış politikaların neticesi geçmişteki sömürge dönemleri hatırlatırcasına yine toplu mezarlar oldu.
Bununla yüzleşmesi gerekirken burada ortaya çıkan suçu, Cumhurbaşkanımıza ve Türkiye'ye saldırarak kapatmak istiyor. Bu, bu şekilde kapatılacak bir suç değildir. Bu cürümler insanlığın gözü önünde gerçekleşiyor."
"İslam düşmanlığını kışkırtan yaklaşımlar"
Makron'un, en son "İslamcı radikalizmle mücadele" adı altında bir terör yasasını bakanlar kuruluna göndereceğini hatırlatan Çelik, "Fransa İslam'ından bahsediyor. Kendi kafasına göre dinleri, insanları bir mühendislik faaliyetinden geçirerek farklı formlara sokabileceğini düşünüyor. Halbuki bütün bu sözler, ırkçılığı, nefret suçlarını, İslam düşmanlığını, antisemitizmi kışkırtan yaklaşımlardır." diye konuştu.
Ömer Çelik, "Macron'un sözleri DEAŞ gibi örgütlere ideolojik mühimmat ve lojistik sağlıyor. Dolayısıyla yaptığı şey Fransa toplumunun da huzurunu bozacak bir şeydir." dedi.
Temel olarak laik devlet kavramının, Fransız siyasetinde merkezi vurguya sahip bir kavram olduğunu belirten Çelik, "Laik devlet kavramının bu kadar referans verilen bir ülkede çıkıp da 'Fransa İslam'ı üretileceğinden bahsetmesi ya da İslam'ı terörle yan yana kullanan bir metni terörle mücadele yasası aldı altında bakanlar kurulundan geçireceğini söylemesi büyük bir basiretsizliktir." ifadesini kullandı.
"İslamcı terör meselesi"nde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Makron'u defalarca uyardığını anımsatan Ömer Çelik, şöyle devam etti:
"Maalesef bu yanlışı kasten yapmaya devam etmektedir. Şunu herkesin bilmesi gerekir: Avrupa'daki Müslümanları taciz etmek, Avrupa'daki Müslümanların hayat tarzlarını kısıtlamaya çalışmak, camilere saldırmak sadece ve sadece oradaki ırkçıların işine yarar, Avrupa demokrasilerini yok etmek isteyen faşistlerin işine yarar ve bir de DEAŞ gibi zalim örgütlerin, insanlık düşmanı örgütlerin daha çok ideolojik mühimmat ve lojistik elde etmesine yol açar.
Dolayısıyla yaptıkları şey Avrupa demokrasilerine, Avrupa'daki kamu düzenine de zarar veren bir şeydir. Avrupalı Müslümanlar, Avrupa demokratik toplumlarının ayrılmaz bir parçasıdır, onlarsız bir Avrupa toplumu düşünülemez. Bu şekilde saygıyla yaklaşılmayı, titizlikle yaklaşılmayı hak ediyorlar."
"İki devletli çözüm perspektifini zedeleyen sonuç"
Pek çok ülkenin "İsrail ile normalleşmesi"nin söz konusu olduğunu hatırlatan Çelik, "Bu normalleşmeye imza atan ülkeler şunu söylediler, 'Biz bunu yaptığımız zaman Filistin'in hak ve menfaatleri daha çok korunacak, bir takım bu yasa dışı yerleşimler ile ilgili kararları geri çevirecek' dediler. Bu normalleşme kararlarından sonra Batı Şeria'da Netanyahu Hükümeti, 5 bin 400 ilave yasa dışı yerleşime onay verdiğini açıkladı. Görüldüğü gibi bu normalleşme çabalarının Netanyahu'yu bu radikal siyasetlerden hiçbir şekilde vazgeçirmediği, bu süreçlerin tek yönlü çalışan bir süreç olduğu, iki devletli çözüm perspektifini zedeleyen sonuç olduğu net bir şekilde görülmektedir." diye konuştu.
Hazreti Muhammed'e yapılan saldırılara da değinen Çelik, şunları kaydetti:
"Peygamber Efendimize Avrupa'da yapılan saldırılar ve aynı zamanda ırkçı Wilders'ın Sayın Cumhurbaşkanımıza yaptığı saldırılar, sadece Müslümanların değil, Avrupa demokrasileri üzerinde hassas olan herkesin titizlikle izlemesi ve takip etmesi gereken konular. Çünkü bu kavramların arkasına Avrupa'ya çok büyük acılar çektirmiş olan faşizmin yeni bir türünü saklıyorlar.
Bugün İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaptıkları soykırımın aynısını Müslümanlara yapmak isteyen faşistlerin aslında kendileri için bir alan açma çabasıdır bu. Dolayısıyla buna direnmek her demokratın görevidir.
Biz Fransa'daki öğretmenin öldürülmesinden de büyük bir üzüntü duyduğumuzu, o hunharca cinayeti kınadığımızı açık bir şekilde ifade ediyoruz ama Makron'un tutup da kamu binalarına o çirkin ve asla kabul edilemez karikatürleri yansıtması bize göre bir provokasyondur, bir kışkırtmadır. Bunun fikir özgürlüğü ile ilgisi yoktur. Fikir özgürlüğü adı altında milyonlarca Müslümanı inciten, milyonlarca Müslümanın hakaret kabul ettiği bir yaklaşımı ortaya koymak asla kabul edilemez.
Bu, Makro'nun ortaya koyduğu tavır, Avrupa'da 'nasıl yanlış davranırım'ın en bariz örneği olarak değerlendirilmelidir. Bundan ancak birbirinin siyasi ikizi olan Avrupa'daki ırkçılar ve DEAŞ gibi terör örgütleri memnun olur. Onun dışında hiçbir makul insanın memnun olacağını düşünmüyoruz."