Salih: Asla şımarmam
Genç oyuncuya hasret kalan Fenerbahçe'de taraftarının umut bağladığı Salih Uçan, forma şansı bulduğu maçlarda beklentileri boşa çıkarmayacağını gösterdi.
18 yaşını yeni bitirse de soğukkanlılığı ve özgüveniyle usta bir oyun kurucunun özelliklerini yansıtıyor. Zaten 16 yaşında Süper Lig takımı Bucaspor'da şans bulması ve geçtiğimiz sezon PTT 1. Lig'de bu takımın liderliğine soyunması da onun "büyümüş de küçülmüş" yapısını ortaya koyuyor. Sempatik, akıllı ve ne istediğini bilen bir genç oyuncu ile TFF'nin tam saha dergisi için Mazlum Uluç röportaj yaptı.
Yapılan röportaj şöyle;
-Fenerbahçe'de senin yaşında bir oyuncuyu forma giyerken görmek çok da alışılmış bir durum değil. Oynamadığın maçlarda "Salih neden yok?" sorusunu sordurman da taraftarlarca kabullenmenin ötesine geçtiğini gösteriyor. Biz de seni daha yakından tanımak istiyoruz. Futbola nasıl başladığını, seni kimin keşfettiğini öğrenelim önce...
1994'te Marmaris'te doğdum. Babam da Marmarisspor'da 7-8 yıl oynamış bir futbolcuydu. Dolayısıyla ben de bebekliğimden beri futbol topuyla büyüdüm. 6 yaşına geldiğimde sahilde top oynarken Türkiyemspor'un Alman teknik direktörü beni görüyor ve babama, "Bu çocukta yetenek var" diyor. Bunun üzerine babam da beni Marmarisspor'un futbol okuluna götürdü. Futbola öyle başladım.
-Babanın futbol oynadığını söyledin. Bunun dışında başka bir işi de var mı?-
Babam Orman İşletme Müdürlüğü'nde çalışıyordu, annem ev hanımı. 1984 doğumlu, evli bir ablam var. O da bankada çalışıyor.
-Marmarisppor'dan Bucaspor'un altyapısına geçişin nasıl oldu?
Marmarisspor'da kendimden büyüklerin arasında oynuyordum. 2008 yılında grup maçlarından çıkıp Uşak'taki bölge maçlarına gitmiştik. Uşak'taki grubumuzda Bucaspor da vardı. Bucaspor önce bizim takımımızdaki ikiz oyuncular Çağan ve Çağatay'ın transferini gerçekleştirdi. Aradan 1 hafta geçtikten sonra beni de istediler. Babam Buca'ya gidip kulüple görüştükten sonra bana "Harika tesisleri var, orada kendini çok geliştirirsin" dedi. Bunun üzerine Bucaspor'a imzayı attık. Üç gün sonra da okul takımımızla Konya'ya gidecektik. Beden eğitimi öğretmenim, "Oğlum, Konya'daki maçları büyük takımlar da izleyecek. Seni orada kesinlikle beğenirler" dedi. Nitekim Konya'da oynadığımız ilk maçın ardından Fenerbahçe bana teklif yaptı. Aileme işyeri ve ev, bana da maaş önerdiler. "Üzgünüm, Bucaspor'la anlaştım" cevabını verdim. Bucaspor'da ilk olarak U15 takımında oynadım.
-14 yaşında ailenden ayrılıp Buca'ya gitmek senin için zor olmadı mı? O süreçte neler yaşadın?
Futbola 6 yaşında başladığımı söylemiştim. 9 yaşına kadar futbol okulundaydım. 9 yaşından itibaren yıldız takımına geçtim ve deplasmanlara gidip 2-3 gün ailemden uzak kalmaya başladım. Keza okul takımıyla da şehir dışına gidiyor ve yine birkaç gün ailemden uzaklaşıyordum. Dolayısıyla Bucaspor'a giderken ailemden uzak kalmanın sorun olmayacağını düşünmüştüm. Bir de Bucaspor'un harika lojmanları var. 1 yıl orada kaldım ancak sonra yapamayacağımı anladım. Tam da ergenlik döneminde ailesinden bu kadar uzun süreli uzakta yaşamak hiç de kolay bir şey değil. Ben de bir abi gibi gördüğüm Genel Menajerimiz Murat Dizdar'a "Artık burada yapamayacağım" dedim. Şartlar çok iyiydi ancak o yaşta bir çocuk için annesinden, babasından bu kadar uzakta kalmak psikolojiyi olumsuz etkiliyor. Murat abi bunun üzerine, "Tamam Salih, o zaman gel bizde kal" dedi. Murat abinin annesi ve babasıyla 1 yıl aynı evde yaşadım. Bana ikinci bir anne-baba oldular. 16 yaşına geldiğimde A takımla antrenmanlara çıkmaya başladım. Babam da emekli olunca ailem yanıma geldi. Kulüp onlara ev tuttu. İki yılımı da ailemle geçirdim ve sonrasında Fenerbahçe'ye transfer oldum.
-Bucaspor futbolcuların eğitimine de önem veren bir yapıya sahip. Sen eğitim konusunu ne yaptın?
Dediğiniz gibi, Bucaspor'da futbolla okulu bir arada yürütmek sorun olmuyor. Kulüp oyuncular için bir araba ayarlamıştı, okula o arabayla gidip geliyorduk.Ben de eğitime çok önem veren birisiyim. 9 ve 10. sınıflarda tek ders bile kaçırmadım. Geçtiğimiz sezon PTT 1. Lig'de oynarken bile okula gidiyordum.
-1. Lig'de oynamaya başladığında yavaş yavaş şöhretli bir oyuncu haline gelmiştin. Okulda arkadaşların ve öğretmenlerinin sana yaklaşımı nasıldı?
Öğretmenler benim okula devam etme isteğime şaşırıyordu. Derslerim de gayet iyiydi. Futbol oynayan ama bir noktaya gelemeyen öğrenciler bile okulda farklı davranışlar sergilerken, öğretmenlerim benden hep övgüyle bahsederdi. İstanbul'a geldikten sonra da lise 4. sınıfa devam ediyorum. Ancak bu düzeyde futbol oynarken üniversiteye devam edebilmek mümkün görünmüyor. Sınava gireceğim, muhtemelen kazanacağım ama devam edemeyeceğim. Ülkemizde maalesef böyle bir kural var. Yine de BESYO'da antrenörlük okumak istiyorum.
-Buca Futbol Akademisi'nin yapısından konuşalım biraz. Bildiğim kadarıyla diğer örneklerinden oldukça farklı bir akademi orası.
Buca Akademisi inanılmaz iyi. O zamanlar Fenerbahçe'yi tercih etseydim belki yine iyi yerlere gelebilirdim ama ben futbol altyapımı Bucaspor Futbol Akademisi'nde aldığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü orada oyuncuya birebir ilgi çok fazla.
-Futbola ilk başladığın dönemde idollerin var mıydı?
İdolüm yoktu, ama beğendiğim oyuncuları dikkatle izliyordum. Hiçbir zaman "Şu oyuncu gibi olayım" demedim ama mesela çok beğendiğim Zidane'ın hareketlerini, topla dönüşlerini örnek aldım kendime. Bugün ise hem 6 hem de 10 numara pozisyonlarında oynuyorum ve 6 numara oynarken kendimi Sergio Busquets'e çok benzetiyorum. O da sezgileriyle top kapabilen, ince yapılı ve yetenekli bir oyuncu. 10 numara pozisyonunda ise Lampard'ın topla rakip kaleye sokuluşunu ve attığı şutları beğeniyorum.
-Teknik adamların beğendiği özelliklerin hangileri? Sanırım en önemlisi iki yönlü oyuncu olman.
Ben de öyle düşünüyorum. Bir de koşu mesafemin fazla olmasını beğeniyor hocalarım. 10 numaralar genellikle çok fazla mücadele etmeyen, koşmayan ve top kazanmayan oyuncu tipleri olur. Aykut Hoca ise benim çok fazla mesafe kat etmemi ve top kazanmamı beğendiğini söylüyor. Oyunu okuyabilmem ve isabetli uzun paslar atabilmem de hocalarım tarafından beğeniliyor. Bunları da özgüvenime borçlu olduğumu düşünüyorum.
-Eksik bulduğun yönlerin ve bunları gidermek için yapığın özel çalışmalar var mı?
Biraz daha güçlenmem gerekiyor. Ancak dışarıdan bakanların düşündüğü gibi "cılız ve kuvvetsiz" bir çocuk da değilim. Çünkü sizin de maçlarda görebileceğiniz gibi ikili mücadelelerde top kaptırmıyorum. Ama yine de biraz daha genişlemem gerekiyor.
-Geçtiğimiz sezon 12. haftada Bucaspor - Akhisar Belediye maçında ilk defa ilk on birde oynadığını görüyoruz. On birin sürekli oyuncusu haline gelmen ise sezonun ikinci yarısına rastlıyor. Bu süreçte neler yaşadığından söz eder misin?
Aslında sezon başı kampında ilk on bir için düşünülen oyuncuydum. Üç hazırlık maçında iki gol, üç asistle oynamıştım ve on birdeki yerim garantiydi. Sonrasında U18 Millî Takımı'yla Vaclav Jezek Turnuvası'na katıldım ve turnuvanın en iyi orta saha oyuncusu seçildim. Ancak final maçında arka adaleme aldığım bir darbeyle sakatlandım. 45 gün topa bile dokunamadım. Sonrasında yavaş yavaş toparlandım ve kadroya girdim.
-Kadroya girdikten sonra da Bucaspor'a adeta tek başına kazandırdığın maçlar var. Akhisar, Gaziantep Belediye ve Kasımpaşa karşılaşmaları gibi... Onca tecrübeli oyuncunun arasında takımın liderliğine soyunmak kolay olmasa gerek. Galiba biraz önce söz ettiğin özgüveninin yüksekliği giriyor burada da devreye.
Dediğim gibi özgüven açısından çok rahat bir oyuncuyum. Hatta bana "Fazla rahatsın" diyen hocalarım bile oldu. Ancak bu rahatlık benim oyun stilim, üzerime oturan bir kostüm gibi. Bu rahatlık takım arkadaşlarımdan da kaynaklanıyor. Abilerim "Bu küçük bir çocuk" diye düşünüp de pas atmamazlık yapmıyor. Tam aksine, "Nasıl olsa Salih topu kaptırmaz" güvenini bana hissettiriyorlar ve ben de bu rahatlıkla oynuyorum. Geçtiğimiz sezon Bucaspor'da takımın lideri gibi oynadığım doğru. Ama dediğim gibi, hocamın verdiği bu rolü takımdaki abilerimin de benimsemesi bana çok yardımcı oldu.
-Gelişimine katkı yapan teknik adamlar kimlerdi? Sana neler kattılar?
Fenerbahçe'ye gelene kadar Samet Aybaba ve Sait Karafırtınılar'la çalıştım. 16 yaşındayken beni A takım kadrosuna alan hoca Samet Aybaba'dır. Hatta o sezon Ziraat Türkiye Kupası gruplarında Yeni Malatyaspor'a karşı ilk on birde çıkmış ve 90 dakika oynamıştım. İstanbul'da Fenerbahçe'yi 3-2 yenerek büyük bir sürpriz yaptığımız maçta da son 3 dakikada Manucho'nun yerine oyuna girmiştim. Samet Hoca döneminde müthiş bir tecrübe kazandığımı söyleyebilirim. Mesela İnönü'deki Beşiktaş maçında oynamasam da 18 kişilik kadroda yer almış ve o atmosferi solumuştum. İnönü'ye çıktığımda Beşiktaş da Quaresma, Fernandes, Guti, Simao, Almeida'lı kadrosuyla sahadaydı ve o gün ilk defa dizlerim titremişti. Oysa dediğim gibi çok rahat bir oyuncuyum. O gün dizlerimin titremesi de benim için bir tecrübe oldu ve 16 yaşından beri bu havayı yaşayan bir oyuncu olarak bugün çok daha özgüvenli hissediyorum kendimi. Sait Hocaya gelirsek, onunla aynı zamanda abi-kardeş gibiydim. Geçen sezon zaman zaman kötü maçlar çıkarsam bile bana güvenini hiç kaybetmedi ve sürekli oynatarak beni kazandı. En çok katkı yapan ise beni Bucaspor'a götüren ve ikinci yılımda evini açan Murat abidir (Dizdar).
-Fenerbahçe'ye transferine gelelim istersen... Bildiğim kadarıyla başka taliplerin de vardı değil mi?
Evet. Trabzonspor beni Bucaspor'un 1. Lig'de yer aldığı sezondan beri istiyordu. O dönemde 16 yaşındaydım. Sezonun son maçını Trabzonspor'la oynamıştık ve Sercan Kaya'yla birlikte beni de istediler. Ama yönetim "Salih bize 1. Lig'de lâzım olacak. İsterseniz sözleşmeyi yapalım ama Salih bizde 1 yıl daha oynasın" teklifinde bulundu. Bunun üzerine transfer askıya alındı. Geçen sezon sonunda ise beni isteyen kulüpler Fenerbahçe, Trabzonspor, Beşiktaş ve Rubin Kazan'dı. Ancak Bucaspor'un istediği bonservis bedeli karşısında Beşiktaş ve Trabzonspor çekildi. Sonuçta Fenerbahçe'nin teklifi Rubin Kazan'dan daha iyi olunca Bucaspor beni Fenerbahçe'ye verdi. Benim açımda da Aykut Hocanın beni bir çok kez izlemesi ve ısrarla istemesi de tercihimde etkili oldu.
-Fenerbahçe bonservisini 1 milyon 550 bin euro ve Okan Alkan karşılığında aldı. Genç bir oyuncu için oldukça yüklü bir miktar. Bu durum omuzlarına ekstra bir yük bindirdi mi?
Menajerim Ömer abiyle bu konuyu başlangıçta sık sık konuştuk. Çünkü eğer kötü oynasaydım Fenerbahçe adına 2 milyon euro civarında bir para boşa gidecekti. Bu da benim açımdan zor bir durumdu ama şans bulduğumda iyi oynayarak bu endişeleri geride bıraktım.
-Fenerbahçe'ye gelirken nasıl hayaller kuruyordun? Bu kadar çabuk oynamayı bekliyor muydun? Aykut Hocanın Eylül ayında seninle ilgili bir açıklaması vardı, "Salih çok büyük bir yetenek. Bu sene üzerine katarak ilerleyecek. Fenerbahçe kalibresine geldikten sonra da önümüzdeki yıllarda kadroda kendisine yer bulacak" diyordu ama sen o yılları aylara çevirdin.
Evet, Aykut Hocanın benden beklentisi bu sezon takıma ısınmam ve önümüzdeki sezondan itibaren şans bulmamdı. Ama dediğim gibi kampı iyi geçirdim. Ziraat Türkiye Kupası statüsü de işime yaradı. Çünkü Aykut Hocanın kafasında beni kupa maçlarında oynatmak vardı. Kupada maç sayısı arttığı için de sık sık oynama şansı buldum. Eğer iki-üç maç olsaydı belki kendimi gösteremeyebilirdim.
KEŞKE O TOPU TACA ATSAYDIM!
-Fenerbahçe'deki başlangıcın talihsiz bir maçla oldu. Takımının iç saha yenilmezliğini kaybettiği Medical Park Antalyaspor maçında oyuna sonradan girdin ve kaptırdığın bir topla skor 3-1'e geldi. Öyle bir maçın ardından pek çok genç oyuncu tükenebilirdi ama sen ayakta kalmayı başardın ve sonrasında Fenerbahçe gibi bir takımda aranan, istenen oyuncu olabildin. Bu bıçak sırtı durumu nasıl atlattın ve olumluya çevirebildin?
Bu konuyu en başından anlatayım. Fenerbahçe sezonun ilk maçını Vaslui ile oynadı. Ben kadroda yoktum ve bir taraftar gibi maçı tribünden izledim. Stada girdim, o atmosferi gördüm ve "Burada nasıl oynayacağım? Eğer kötü oynarsam ve taraftar beni protesto ederse hayatım biter" diye düşündüm. Ama sonrasında abilerimle antrenmanlara çıktığımda yetenek ve oyun bilgisi açısından aramızda büyük farklar olmadığını gördüm. "Onlar oynuyorsa ben neden oynamayayım?" diye geçirdim içimden. Dolayısıyla Medical Park Antalyaspor maçına çıkarken hiçbir heyecan hissetmedim. O talihsiz an da ilk pozisyonda başıma geldi. Kornerden gelen top vuruş açımda değildi. Sağıma ya da soluma yatırarak vurmam imkânsızdı. Rastgele bir vuruş yapmaktansa kontrol etmeyi tercih ettim. Ama keşke vursaymışım ve top isterse taca gitseymiş. O anda üç kişi bastırınca topu kaptırdım, şöyle bir baktım, hiç kimse yok. Koştum ama yetişmem mümkün değildi. Son anda kendimi topa fırlattım ama nafile... Bir kaç saniye yerde yattım ve içimden "Ben şimdi ne yapacağım?" diye geçirdim. Ama yine özgüvenim yıkılmadı. Sonrasında hiçbir şey olmamış gibi devam ettim ve ayakta kaldım. Eğer devam etmeseydim dibe vurabilirdim. Bence o gün takım olarak çok kötüydük ve hiç kimse "Salih senin yüzünden yenildik" diyemezdi. Zaten kimse böyle bir şey söylemedi. Soyunma odasına giderken içimde "Acaba bana bir şey söylerler mi?" diye bir korku vardı. Fakat Kuyt ve Cristian yanıma gelip, "Olur böyle şeyler" diye beni teselli etti.
-Yıldızlar topluğu içinde hangi oyunculardan neler öğreniyorsun? Ağabeylerinle ilişkilerin nasıl?
Akıllı ve zeki bir futbolcu zaten herhangi birisinin anlatmasına gerek kalmadan alacağını alır. Ben de sadece orta sahaların değil, forvet oyuncularının da neler yaptığını gözlemliyorum. Sizin söylediğiniz anlamda ise en çok Kuyt bana yardımcı oluyor. Bazen top bana gelirken oyuncunun boş olduğunu görüp tek pasla atıyorum, ama kaptırabiliyorum. Kuyt bana, "Top sana gelmeden çok iyi düşünebiliyorsun ama acele etme, önce topu kontrol et, rahat ol, sonra başka alternatiflerin de doğacağını göreceksin" diyor. Bir de yerimi kaybetmeme konusunda uyarıda bulunuyor . Çünkü bazen topu alabileceğinizi düşünüp hamle yapıyor ama pozisyonu kaybedip oyundan düşebiliyorsunuz. Kuyt gibi Meireles de bana tavsiyelerde bulunuyor ve "Genç oyuncu olduğun için top sana geldiğinde sürekli konuşacaklar. Kulaklarını kapat ve bildiğin gibi oyna" diyor.
-Fenerbahçe tribünleri yıllardır genç oyuncuya hasret çekiyor. Sen şimdi onlar için yeni bir umut oldun. Tribünlerden sana karşı özel bir ilgi hissediyor musun?
Evet, hissediyorum. Sahaya çıktığımda bütün stat alkışlıyor, tribünlere çağırıyor. Elbette ben henüz o genç oyuncu hasretini tam anlamıyla karşılamış değilim ama geleceğimden ümitli oldukları için özel bir ilgi gösteriyorlar ve bu da benim çok hoşuma gidiyor.
-Peki, Fenerbahçe oyuncusu olmak farklı bir duygu mu?
Kesinlikle çok farklı. İnanılmaz bir şey. Güzel yönleri var ama kötü yönleri de var, dışarı çıkıp gezemiyorsunuz (gülüyor). Bir kafeye bile gitseniz adınız "geziyor"a çıkıyor. Ama ben bu konuda çok dikkatli davranıyorum. Zaten tesislerde yaşıyorum.
-Genç yaşta yaşanan bu duygular insanın kişiliğini değiştirir mi sence?
O da futbolcuya kalmış bir şey. İnsan bu şartlarda şımarabilir. Hatta açıkça şunu söyleyeyim, bu şartlarda şımarmamak elde değil. Çünkü inanılmaz bir popülerlik oluyor. Yolda gören insanlar fotoğraf çektiriyor, nereye gitseniz ilgi odağı oluyorsunuz. Şımarmak için bütün şartlar müsait. Çok dikkatli olmanız lâzım. Çevrenizdeki insanların çok iyi olması, size olumsuz düşünceler aktaracak kötü arkadaşınızın bulunmaması gerekiyor. Şımarıklık genç bir oyuncuyu bitirir ve benim şımarmaya hiç niyetim yok.
-Gole çok yakın bir oyuncu değilsin. Daha doğrusu gol atmaya demek lâzım... Çünkü özellikle Bucaspor'da çok sayıda asist yaptığını biliyoruz. Asistler bir yana, forvet arkası oynarken gol atmaktan bu kadar uzak kalmak bir eksiklik sayılmaz mı?
Aslında vuruşlarım iyi. Ceza sahasında yakaladığım zaman iyi plaseler yapabiliyorum. Ama benim kafamdaki düşünce "Kendim gitmeyeyim, gol attırayım" şeklinde. Çünkü son paslarıma çok güveniyorum. O nedenle kaleye fazla yakın olamıyorum.
-Ancak Aykut Hoca seni daha çok forvet arkası olarak kullanıyor ve o bölgede oynayan oyuncunun da gol atmaya biraz daha yakın olması gerekiyor değil mi?
Kesinlikle... Bu konuda bir eksiklik var ama bunu giderilebilir bir eksiklik olarak görüyorum. Golden uzak kalmam biraz da çok koşmam ve mücadele etmemden kaynaklanıyor. 10 numara pozisyonunda da oynasam savunmanın önüne kadar gelip top kazanmaya çalışıyorum. Önde beklesem ve kazanılan toplar bana atılsa ben de gole daha yakın olabilirim ama ben öncelikle takımın gol yememesi için çalışıyorum.
-Millî Takımlara ilk davet edilişini hatırlıyor musun?
Çok iyi hatırlıyorum. Turan Mesçi Hocam tarafından U15 takımına alınmıştım. U15 Ligi'nde oynarken, iyi oyuncuları bölge karmalarına çağırıyorlardı. Ama ben ilk karmalara gitmemiştim. Çünkü bazı oyuncuları ilk elemelerden geçirmeden daha yukarıda düşünüyorlardı ve ben de o oyunculardan birisiydim. İzmir karmasının son elemesine katılacaktım ama sakatlık yaşadığım için gidemedim. Bunun üzerine Millî Takım'ın son 44'ünün belirleneceği Ege, Bursa ve Antalya karmalarının bulunduğu elemeye çağrıldım. Orada kötü bir performans sergiledim. Ama ligde de önümde oynayan forvet 36 gol atmıştı ve bunda benim katkım oldukça fazlaydı. Elemedeki kötü performansıma rağmen beni Riva'ya çağırdılar. Ben de Riva'daki maçlarda "Sizi pişman etmem" dercesine çok iyi bir performans göstererek Genç Millî Takım'a seçildim.
-Unutulmaz milli maçın hangisiydi?
U17'de kırmızı kart gördüğüm maçı unutamıyorum. İzlanda ile 2010 yılında Avrupa Şampiyonası elemelerinde oynuyorduk ve 44. dakikada kırmızı kart görmüştüm. O maçı futbol hayatımda gördüğüm ilk ve tek kırmızı kart nedeniyle unutamıyorum. Bir de İngiltere'yle deplasmanda 2-2 berabere kaldığımız maç vardı. O maçı da çok iyi oynadığım için unutamıyorum.
-U20 Dünya Şampiyonası bu yaz döneminde ülkemizde düzenlenecek. Senin de içinde bulunduğun bu kadro Dünya Şampiyonası'nda neyi hedefliyor?
Benim içime doğan, en azından yarı finali görebileceğimiz. Çok kaliteli bir kadroya sahibiz. Kadrodaki her oyuncu kendi bölgesinin en iyisi. Eğer takım olabilirsek kesinlikle yarı finali görebiliriz. Kadrodaki oyuncuların büyük bölümüyle U15 takımından beri birlikte oynadığımız için takım olmakta da zorlanacağımızı zannetmiyorum.
-U20 Millî Takımı'yla Dünya Kupası'nda oynayacak olmak sana neler hissettiriyor?
Çok özel bir durum bu. Herkesin yaşayamayacağı bir durumla karşı karşıyayız. 1994 jenerasyonunun karşısına çok fırsat geldi ama biz bu fırsatları kaçırdık. U17'de hem Avrupa Şampiyonası hem de Dünya Kupası oynayacaktık ama elendik ve bu fırsatı teptik. U19'la 1994 grubuyla Avrupa Şampiyonası elemeleri oynayacağız ve bu fırsat da önümüzde duruyor. Ama önümüzde katılmamız garanti olan bir Dünya Kupası var. Hayatımızda bir kez yaşayabileceğimiz bir organizasyon bu ve biz evimizdeki turnuvada başarılı olabilmek için elimizden gelenin daha fazlasını ortaya koyacağız.
-Fenerbahçe'de takım arkadaşların Beykan Şimşek ve Recep Niyaz da gelecek vaat eden genç oyuncular. Onların gelişimini nasıl görüyorsun?
Recep Niyaz, Fenerbahçe'de ikinci sezonunu geçiriyor. İlk sezonunda takıma adapte oldu, bu sezon kadroda yer buluyor. Beykan yeni profesyonel oldu ve Türkiye Kupası'nda Bursaspor'a karşı ilk kez oynama fırsatı bulduğu maçta da golünü attı. Keza Recep'in de kupada golü var. Ancak ikisinin de fiziksel anlamda biraz daha gelişmesi gerekiyor. İkisinin de çok genç olduğunu göz önünde bulundurursak, sahip oldukları yeteneklerle kısa bir süre sonra onları çok daha iyi noktalarda görebileceğimizi düşünüyorum. Üçümüz bir arada oynamaya başlarsak, kamuoyundaki Fenerbahçe algısı da değişebilir. Altyapıdan çıkan üç oyuncusunun on birde yer aldığı bir Fenerbahçe'yi düşünmek bile güzel.
-Gelecekle ilgili kariyer planlamanda neler var?
Bucaspor'dayken hayalim büyük takımlarda oynamaktı ve bunu gerçekleştirdim. Başlangıçta "Acaba 1 yıl erken mi geldim?" diye düşünmüştüm ama hiç de erken değilmiş. Avrupa'nın büyük takımlarında 17-18 yaşında pek çok oyuncu oynayabiliyor. Bana "Yedek kaldığın zaman üzülüyor musun?" diye soruyorlar. Hayır üzülmüyorum. Çünkü yedek de olsa kadroda bulunmak, her an oyuna girecek oyuncu olmak anlamına geliyor. Zaten zaman zaman oynama fırsatı da buluyorum. Buca'dayken Avrupa hayalleri de kuruyordum ama direkt gitmek erken olurdu. Çünkü insanlar, hayat, ortam her şey çok farklı orada. Fenerbahçe ile 5 yıllık kontratım var. 5 yılın sonunda 23 yaşında olacağım ve önümde uzun bir gelecek bulunacak. Dilerim Fenerbahçe'de devam eder ve şampiyonluklar yaşarım. Ama Avrupa hayalim de benimle birlikte hep yaşayacak. İspanya ve İngiltere liginde oynamak isterim.
-Futbolun dışındaki hayatında nasıl bir insansın?
Eğlenceli bir kişiliğim var. Rahatlığım ve dış görünüşümden dolayı şımarık, gezen-tozan bir oyuncu gibi görünebilirim. Bunun birinci nedeni de saçlarım sanıyorum. Ama ben tam tersi bir yoldayım. Tesislerde kalıyorum ve neredeyse hiç dışarı çıkmıyorum. Bazen kendi kendime "Neden hiç dışarı çıkmıyorum?" diye sorduğum oluyor. Tesislerde uyuyorum, televizyon seyrediyorum ya da bilgisayar oyunları oynuyorum. Çocukluk arkadaşım Can Kaymakoğlu İstanbul'da yaşıyor ve dışarı çıkarsam onun evine gidiyorum. Birlikte yemeğe çıkıyoruz ya da film izliyoruz. Menajerim Ömer abiyle vakit geçiriyorum.
-Tesislerdeki boş vakitlerinde başka neler yapıyorsun?
Çok fazla kitap okumam ama gazeteleri yakından takip ederim. Dünyada ve ülkemizde neler olup bittiğini anlamaya çalışırım. "Ferrarim olsun" gibi heveslerim yok ama otomobil dergilerini okumayı seviyorum. Arabaların özelliklerini merak ediyorum.