Gazete Vatan Logo
FutbolAh, o kurukafa büyüsü bir tutsaydı!

Ah, o kurukafa büyüsü bir tutsaydı!

F.Bahçe-G.Saray maçından bir gün önceki VATAN Yazıişleri toplantısında kalem kırılmıştı: 53 bin kişilik Ş.Saracoğlu Stadı'ndaki 2500 G.Saraylı taraftardan biri ben olacaktım ve izlenimlerimi yazacaktım...

F.Bahçe-G.Saray maçından bir gün önceki VATAN Yazıişleri toplantısında kalem kırılmıştı: 53 bin kişilik Ş.Saracoğlu Stadı'ndaki 2500 G.Saraylı taraftardan biri ben olacaktım ve izlenimlerimi yazacaktım...

Karar yüzüme yeni okunmuştu ki; Spor Müdür Yardımcımız Gökmen Özdemir. büyük bir cesaretle itiraz etti:

- Mustafa abiden ne istiyorsunuz? Size ne yaptı?

Ama özellikle Zafer Bey ve sevgili Tayfun Devecioğlu bu itirazı hiç umursamadı... Üstelik maça Galatasaray forması giyerek girmemin görsel açıdan daha iyi olacağını söyleyerek beni motive ettiler!

İlk planlarımıza göre bir foto muhabirimizle birlikte maçı izleyecektim. Ama Gökmen'in içi, benim gibi bir "toy"un Saraçoğlu'na tek başına gitmesine elvermiyordu. Bu yüzden "Ben de seninle geliyorum abi" diyerek, unutamayacağım bir dostlukta bulundu.

Saat 15.00'i gösterirken Mecidiyeköy'deki binamızdan çıktık. 15 dakika boyunca bizi Kadıköy'e götürebilecek "gözükara" bir taksici aradık, bulamadık...

Tam umudumuzu keserken, böyle bir derbi oynandığından bile haberi olmayan bir taksici kardeşimiz imdadımıza yetişti.

Gökmen'in de benim de üzerimde sarı ve kırmızı renkli tek giysi bile yoktu.. O laciverte, ben de siyahlara bürünmüştüm. Ama yine de stadın etrafındayken "2 aykırı insan" olmaktan kurtulamadık. Çünkü bizim dışımızdaki herkes, hatta seyyar satıcılar bile sarı-laciverte boyanmıştı...

Bir ara ağzımdan, "Gökmen, bizden tek kişi bile yok yahu..." sözleri çıktı ki, aldığım yanıt harikaydı:

"Biz yok abi, biz yok! Biz kimiz? Sorarlarsa Fenerliyiz... Aman ha!"

Açık su satışına koli bantlı çözüm
Galatasaraylı taraftarlara ayrılan tribün, büyükçe bir kafesi andırıyordu. Arkamız zaten stadın duvarıydı ve diğer üç tarafımız da 4-5 metre yüksekliğindeki tel örgülerle çevriliydi. Polis yine de tel örgünün hemen bitişiğine Fenerbahçeliler'in oturmasına izin vermemiş, iki takımın taraftarları arasında 30 metreyi bulan bir koridor bırakmayı tercih ermişti.

Kafesimize girdiğimizde saat 16.30'u gösteriyordu ve gergin bir hava vardı. Tribünleri o saatlerde dolduran Galatasaraylılar, her iki tarafımızdaki Fenerliler'e sevgi sözleri ve işaretleri göndermeye başlamıştı. Bunun nedenini sorduğumda, bizim aslında stada girme işini büyük bir şansla atlattığımızı anladım. Çünkü tek başlarına maça gelmek zorunda kalan Galatasaraylılar, stadın etrafında sarı-lacivert kale gibi duran Fenerbahçeliler tarafından "Hoşgeldiniz" yumruklarıyla ve taşlarıyla karşılanmışlardı.

İşte; tribünlerdeki bu "erken öfke" nin, havalarda şimdiden uçuşmaya başlayan "ağızları koli bantlı" plastik su bardaklarının nedeni buydu.

Kıtalar ötesinden büyü transferi!
Tribünlerdeki Galatarasaylı taraftarın yaş ortalaması taş çatlasın 25'ti. 10-15 kadar kadın, yine bir o kadar da benim yaş kuşağımdan "fanatik" vardı!

İddia ediyorum ki; bu 2 bin 500 kişinin hepsinin teker teker romanı yazılabilir...

Örneğin hemen sağımda duran "çene sakallı" bey, dört "üst düzey yönetici ve entellektüel" arkadaşıyla birlikte bir gün önce "garantili bir büyü yaptıklarını, maçı kesin kazanacağımızı" söylüyordu.

Avustralya'da yaşayan ve Galatasaray'ın her önemli maçı için İstanbul'a gelen bir arkadaşı, bu kez yanında bir de "Kızılderili büyüsü" getirmişti. Bu büyü, içi kurutulmuş kertenkele ve kurbağa ölülerinden oluşan bir kurukafaydı. Cuma akşamı Florya'da kafayı çektikten sonra arabaya atlayıp doğruca Kadıköy'e gelmişler ve stadın etrafında dört tur atmışlardı. Ama büyünün tutması için bu yetmiyordu. Kurukafanın stat duvarına temas ettirilmesi de gerekiyordu. Bu eylemi de başarıyla gerçekleştirmişlerdi ama stat güvenliğinin elinden de zor kurtulmuşlardı.

Birkaç sıra önümdeki 67 yaşındaki "Mesut Baba" ise Hollanda'dan gelmişti. Bilete de 1000 Euro bastırmıştı!

Maça kadar geçen 2.5 saatte içinde "g.t, s.., y...k, a...a k.....m, o..... ç.....u" olmayan tek söz duymadım. Hatta tezahüratlarımızda, bize eşcinsel ilişki teklifinde bulunan "genç Fenerlileri" birbirleriyle temas kurmaya davet ettik... Nedense?

PKK ve dinci kardeşler!
Takımlar ısınmak için sahaya çıktı, futbolcuları tek tek çağırıp, "Bilmem ne, Fener'in anasını öp" diye bağırdık... Onlar da "Tamam abiler, siz merak etmeyin" dercesine işaretler gönderdiler.

Ama 12. dakikada golü yiyince, süngümüz düştü. Önce 5 dakika kadar derin bir sessizliğe gömüldük. Sonra da maçı hiç seyretmeyip, taraftarı gaza getirmeye çalışan 100 kadar tribün lideri ve yardımcısının önderlinde bağırmaya çabaladık...

Ama takımın duyacak hali yoktu! Onlar ha bire gol yedikleri için meşguldüler.

İkinci yarının başında 3-0 yenik duruma düşmemizle, dost ve kardeş Fener tribünlerinden "G....ü nasıl s....k?" pankartının açılması bir oldu. Ardından bir de "PKK dışarı" tezahüratı işitildi!

Fenerlilerin bitirici bu iki hamlesinden sonra bizim tribündeki bazı gençler dinlerini hakladılar ve "Ya Allah, Bismillah, Allahü Ekber" diye bağırmaya başladılar. Bunu, koltukları söküp fırlatmaları izledi. Ama o koltukların 30-40 metre uzaklıktaki hedefe ulaşması mümkün olmadığı için, kabak polisin başına patladı.

Onlar da bizim tribünü çiğ köfte yapmaya karar verdiler. Ellerindeki biber gazıyla ağzımızdan sonra gözümüzün de tadını kaçırdılar. Tribündeki taşkın kardeşlerimiz, sağduyulu abilerin "Şampiyonluk gitmedi ulan, daha 3 maç var. Takıma ceza aldırmayın a....a k....m" şeklindeki uyarılarının ardından koltuk atmayı kestiler. Ama maç bitip de F.Bahçeliler neşe içinde evlerine giderken, bizim tribünden stat dışına koltuklar yağıyordu.

Çünkü valiliğin emriyle çıkışımız yasaklanmıştı ve kardeşlerim bekleşirken eğlenmeye karar vermişlerdi. Polis bu eğlenceyi de çok gördü. İşin içine bu kez cop girdi. Ben ilk kez basın kartımı elime alıp, "Polis kardeşler, gördüğünüz gibi ben gazeteciyim ve şu anda işimi yapıyorum. Lütfen birbirimizin mesaisine saygılı olalım" uyarısını yapmak zorunda kaldım. Onlardan biri "Madem gazetecisin burada ne işin var ulan?" diyerek koluma girdi ve G.Saraylılar'ın çıkışı yasak olduğu halde beni kapının dışına götürdü.

Dışarısı G.Saraylı arayan avcılarla doluydu. "Kahramanlığın lüzumu yok" diyerek, yerde bulduğum sarı-lacivert bir ipi sallayarak Kızıltoprak'a yürüdüm...

İnsan hayatı, ne yazık ki bir ipe bağlı!

Son bir not: F.Bahçeliler hep stadlarıyla övünüp durur ya; abartıyorlar... Locaları falan bilmem ama en azından benim gördüğüm Telsim Tribünü'nün Ali Sami Yen'den pek de fazla bir fark yok!

Haberin Devamı