Yemek deyip geçmeyin
Psikolog Elif Beydağı yemeğin kültür ve sosyalleşmenin bir parçası olduğunu, aynı zamanda insanlarla ilişki kurmanın ve duyguları göstermenin bir yolu olduğunu belirtti.
Psikolog Elif Beydağı, yemeğin Türk toplumunda insanın kendini ifade etme şekli olduğunu söyleyerek, “Özel günlerde, düğünlerde ve şenliklerde bu organizasyonlara eşlik eden bir yemek masası mutlaka vardır. ‘Aç mısın’ diye soran bir anne, elinde bir kase aşureyle kapımızı çalan bir komşu. Yemeğimizi paylaşmak bizim en önemli kültürümüzdür. Bu ikramlar ‘Benim için değerli ve önemlisin, senin farkındayım, hayatımda olmanı istiyorum’ demenin üstü kapalı söylenişidir. Paylaşılan yemeği kabul etmek de aynı dilden cevap vermektir” dedi.
Yemek anne ve bebek arasında kurulan ilk bağ
Psikolog Beydağı, yemeğin anne ve bebek arasında kurulan ilk bağ olduğunu dile getirdi. Anne ve bebeğinin sevilme ve birbirine güven hissinin temelinin bu karşılıksız alışveriş anında şekillendiğini ifade eden Elif Beydağı, annenin her zaman bebeğini sadece beslemek için değil, bazen de huzursuzluğunu gidermek için emzirdiğini vurguladı.
Yemek, öfke, mutsuzluk ve yalnızlık gibi durumlarda rahatlatıyor
Kişinin olumsuz duygularda yemeğe yöneldiğini, sosyal çevre ile uyumu bozulduğunda ise yemekle de arasındaki sağlıklı bağın da zedelenmeye başlayabileceğini belirten Elif Beydağı, öfke, mutsuzluk, yalnızlık, can sıkıntısı, stres ve daha birçok duygu durumuna yanıt olarak duygusal rahatlama için yemek yenildiğini hatırlattı. Bireyin olumsuz duygu yaşandığında sağ beyine gelen kan damarlarında artış olduğunu ve sağ tarafta hafif bir büyüme olduğunu kaydeden Beydağı, bu büyümenin iki beyin arasındaki bağlantıyı kuran hatlarda azalmaya sebep olacağını anımsattı.
Psikolog Elif Beydağı, “Bu azalma sonucunda da sol taraf yeteri kadar işlem yapamaz. Başka bir deyişle birey yeterince mantıklı düşünemez hale gelir ve her ne kadar yemek yemenin olumsuz duygusunu gidermeyeceğini bilse bile bu davranışını durduramaz. Bu dönemde özellikle de karbonhidratlı besinler tercih edilir. Beyin olumsuz duygudan kaçabilmek için kendine bir haz kaynağı seçer. Bu kaynak bazen yemek yemek olur. Eğer bu durumun altında biyolojik bir etmen yoksa ve sadece psikolojik olduğunu düşünüyorsanız yemek yemek size kötü hissettiren bir duygudan sizi koruyor olabilir. Kişi olumsuz duygusuyla baş edebilme yolu olarak yemek yemeyi seçiyorsa, eninde sonunda bunu fark eder ancak fark etse dahi bunu durduramaz. Bunun da sebebi tamamen beyin yapısıyla alakalıdır” ifadelerini kullandı.
“Moral bozukluğunda beyin glikoz istiyor”
İnsan beyninin olumsuzluklar karşısında glikozlu besinler istediğini belirten Baydağı, “Mesela moralim bozuldu marul yedim, domates yedim demeyiz. Hamburger yedim, künefe yedim, nutella kaşıkladım deriz. Çünkü glikoz içeren bir şeyler almak isteriz. Glikoz, beynimizin besin kaynağı ve glikozlu şeyler yediğimiz zaman vücudumuzda insülin hormonu salgılanır. Beyin ne kadar çok glikoz alırsa dış uyaranlara o kadar iyi odaklanır. Kişi dışarıyla ilgilendikçe de kendi içindeki kötü duygudan kaçmış olur. Yani kendini kötü hissederken tatlı yediği zaman glikoz salgısıyla kendi iç dünyasından kopar ve dış dünya ile ilgilenmeye başlar. İnsülin salgılanırken glikoz da beyine geçerken bazı dopamin ve seratonin gibi aminoasitler ortaya çıkıyor. Bu nedenle çikolata rahatlatıyor, makarna rahatlatıyor. Mesela kebabı ekmeksiz yerseniz rahatlatmaz ama ekmekle yerseniz rahatlarsınız. Duygusal sorunu olan ve terapiye gelen kişi bu yüzden bol bol karbonhidrat alır. Kilo da alır. Diyetisyene gider 5 kilo verir ama yemesinin altındaki duygu çalışmadığı için 8 kilo geri alır. Çünkü iç dünyasından kaçmak için yedi ve yemesine neden olan duygu ile yüzleşmedi. Bu noktada bireyin hangi duyguyla baş etme güçlüğü olduğunun farkındalığını kazanması oldukça önemlidir” diye konuştu.