“Takıntılı düşünceleriniz varsa psikolog veya psikiyatriste başvurmalısınız”
Psikolog Doç. Dr. Pervin Nedim Bal, takıntılı düşünce ve davranışların kişilerde günlük yaşamsal işlevleri yerine getirmeyi zorlaştırması, bozması veya takıntının bu derece şiddetli ve yoğun olması halinde bireylerin bir psikoloğa ya da psikiyatriste başvurmasını önerdi.
Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Pervin Nedim Bal, “Takıntı, bilimsel adıyla OKB (Obsesif–Kompulsif Bozukluk) ruhsal bir hastalıktır. Düşünce, fikir ve dürtüler düzeyinde olan takıntılara obsesyon denilirken tekrar eden davranışlar ve zihinsel eylemler düzeyinde olan takıntılara ise kompulsiyon denilir. Takıntılı düşünce ve davranışları günlük yaşamımızda hep yapıyoruz, ancak bu düşünce ve davranışlar günlük işlevlerimizi etkileyecek, kısıtlayacak, bozacak kadar şiddetli ve yoğun olduğunda bu durum tıbbi açıdan bir hastalık sayılır” diye konuştu. Bal, geçmişte takıntı hastalığı nadir görülürken günümüzde bu hastalığın oldukça yaygınlaşmış olduğunu belirtti.
“TAKINTI ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE DE GÖRÜLEBİLİR”
Doç. Dr. Bal, yapılan araştırmalara göre “Takıntı hali, toplumun yüzde 2-3’ünde gözükür hale gelmiştir. Takıntılar, küçük çocukluk dönemi dahil her yaşta görülebilir, ancak ergenlikte (12–19 yaş) ve genç yetişkinlikte (20–30 yaş) gözükme sıklığı daha yüksektir. Takıntılar kadınlarda erkeklere göre daha yüksek görülmekte, buna karşın erkelerde ise kadınlara göre daha erken yaşta görülmektedir” açıklamasında bulundu.
“EN YAYGIN TAKINTI TÜRLERİ: TEMİZLİK VE KONTROL TAKINTISI”
Çeşitli nedenlere bağlı olarak kişiden kişiye farklılık gösteren ve yaygın olarak görülen pek çok takıntı olmakla birlikte, bunlardan dünyada en sık görüleni temizlik takıntısı olduğunu ifade eden Doç. Dr. Bal, “Bu takıntıyı yaşayan birey, ellerine, bedenine, giysilerine, evine ve bulunduğu diğer ortamlara değişik maddelerin bulaştığını düşünmekte ve dolayısıyla ortaya çıkan bu düşünsel sıkıntıyı giderebilmek için sık sık temizlik yapmakta ya da yıkanmaktadır” diye konuştu.
Doç. Dr. Bal, “Sık görülen takıntılardan bir diğeri ise kontrol takıntısıdır. Bu takıntıyı yaşayan birey, örneğin evden çıkarken ocağı açık bırakıp bırakmadığı, çıkarken kapıyı kilitleyip kilitlemediği, ütüyü elektrik prizinden çekip çekmediği gibi konularda aşırı şüphe yaşar ve dolayısıyla ortaya çıkan bu düşünsel sıkıntıları ve şüpheleri giderebilmek için tekrar tekrar kontrol etme gereksinimi duyar. Ayrıca, kişi kendi kontrolünü kaybedip birine zarar verebileceği konusunda da aşırı biçimde endişelenir, bu yüzden başkasına zarar vermesine sebep olabilecek aletleri çevresinden uzak tutmaya çalışır” dedi.
SİMETRİ, DÜZEN VE SAYMA TAKINTISI
Simetri gereksinimi, düzen ve sayma takıntılarının da sık görülen takıntı türlerinden olduğunu ve bireyin tüm yaşamında simetri gereksinimi, düzenlilik düşüncesi hâkim olduğunu ifade eden Doç. Dr. Bal, “Dolayısıyla birey, ortaya çıkan bu düşünsel sıkıntıyı giderebilmek için etrafındaki tüm nesneleri düzene sokma ve simetrik olmalarını sağlama davranışı gösterir. Sayma takıntısı olan bireyler ise herhangi bir günlük faaliyeti belirli bir sayıya kadar saymadan yaparsa işinin rast gitmeyeceğini düşünür ve dolayısıyla ortaya çıkan bu düşünsel sıkıntıyı giderebilmek için sayma davranışında bulunur. Örneğin, eşini uğurlarken üç kez ‘Allaha emanet ol’ der” şeklinde ifade etti.
“DOKUNMA, SAKLAMA TAKINTISI”
Dokunma takıntısı olan hastalarda ise bazı davranışları yapmadan önce ‘önemsedikleri bir eşyaya’ dokunma ihtiyacı duyduklarını belirten Doç. Dr. Bal, “Bu takıntıya sahip olan bir hasta sokağa çıkmadan önce, ölmüş babaannesinin fotoğrafına dokunmaması halinde olumsuz bir olay ile karşı karşıya kalabileceğinden endişe duyar. Dolayısıyla ortaya çıkan bu düşünsel sıkıntıyı giderebilmek için otobüs durağından eve geri dönüp babaannesinin fotoğrafına dokunur” diye konuştu. Son olarak yaygın olarak görülen takıntılara ek olarak sözlerine şu şekilde devam etti: “Saklama takıntısı da yaygın görülen bir takıntı türüdür. Kişi “ileride gerekli olabilir” düşüncesi ile gerekli olmayacak eşyaları bile biriktirir ve saklar. Batıl inançlar, uğurlu, uğursuz sayılar ve renklere ilişkin takıntılar da günlük yaşam aktivitelerini engelleyecek ya da günlük işlevlerimizi kısıtlayacak kadar sık ve yoğun ise o zaman hastalık düzeyinde değerlendirilir.”
HASTALIK DÜZEYİNDEKİ TAKINTININ SEBEPLERİ
Hastalık düzeyindeki takıntı hastalığının neden kaynaklandığı hakkında kesin bir kanı bulunmamakla birlikte bazı varsayımlar üzerinde durulmakta olduğunu belirten Doç. Dr. Bal, “Bu hastalığın, hastanın anne-babasında ve diğer birinci derece akrabalarında sık görülmesi hastalığın genetik olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca, beyin işlevlerinde bozulma ve Serotonin de takıntı hastalığına yol açtığı varsayılmaktadır. Çocukluk çağı travmalarına (örneğin, cinsel istismar) maruz kalan bireylerin, ileri yaşamlarında önemli bir stres yaşaması ve hemen ardından takıntının ortaya çıkması, erken çocukluk döneminin takıntı gelişiminde önemli rol oynadığını göstermektedir. Diğer bir varsayım da kişilik özellikleridir. Kişilik yapısı olarak titiz, kuralcı, ayrıntıcı, mükemmeliyetçi özelliklere sahip olan kişiler takıntı hastalığına daha yatkın kişiler olarak değerlendirilir” diye konuştu.
TAKINTI İLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI
Doç. Dr. Pervin Nedim Bal, takıntı hastalığının bazen ilaç ve psikoterapi ile bazen de sadece psikoterapi ile tedavi edilmekte olduğunu ifade etti. Bal, “Bilişsel davranışçı terapiler, hastalığın hem tedavisinde hem de tekrarlamasının önlenmesinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Bilişsel tedavilerde amaç rahatsız edici düşüncelerin oluşturduğu sorumluluk algısını azaltmaktır. Bilişsel hataların belirlenmesinden sonra yeterince işlevsel olmayan bu düşüncelerin daha gerçekçi ve işlevsel olanları ile yer değiştirmesi, böylelikle yüksek sorumluluk algısının azaltılması sağlanır. Diğer yandan, hastaların takıntıya neden olan kaygı verici düşünceleri sönme, sistematik duyarsızlaştırma, taşırma, gevşeme vb. çeşitli terapötik tekniklerle giderilmekte ve böylelikle birey takıntılı davranışlardan kurtulmaktadır. Sonuç olarak, takıntılı düşünce ve davranışların günlük yaşamsal işlevlerimizi yerine getirmemizi zorlaştırması, kısıtlaması, bozması, yani takıntının bu derece şiddetli ve yoğun olması halinde bireylerin bir psikoloğa ya da psikiyatriste başvurmasını önermekteyiz” dedi.