Yasemin Allen olduğu gibi...
Bir konuda anlaşalım: Çok güzel. Bakmaktan alamaz insan kendini; su gibi... O kadar güzel ki, konuşmaya başladığında bir büyü bozulacakmış gibi geliyor insana. Fakat bozulmuyor. Bilakis...
İngiltere’de, İngiliz bir anne-babaya doğmuş; üç aylıkken Türkiye’ye gelmiş, 10 yaşındayken Avustralya’ya gidip sekiz sene boyunca Türkiye’ye sadece kısa, bir tek ziyarette bulunmuş, 2008’de tekrar buraya dönmüş biri Yasemin Allen. İlkokulu bitirene kadar, sinema yıldızı ve şarkıcı annesi Suna Yıldızoğlu’nun, etrafının “Oraları kurtlar basıyordur” diye, almaması konusunda uyarmasına rağmen 80’lerde satın aldığı, Levent’deki bir evde, apartmandaki çocuklarla birlikte sokaklarda oynayarak büyümüş. 10 yaşındayken bir sabah, yarı uyuklarken annesi; “Canım, Avustralya’ya gitmek ister misin” sorusuyla uyandırmış: “Sanki kahvaltıda pancake ister misin diye sorarcasına... E oluur, dedim; Avustralya deyince kanguru geliyordu aklıma, çok klişe imgelerden ibaretti bilgim ama çok mutlu oldum orada. Türkiye’yi ne kadar sevsem de doğal yaşamın, yeşilliğin eksikliğini hissediyordum çünkü.” Lisede aldığı eğitime drama da dahil. Mezun olduktan sonraki bir seneyi, üniversitede ne okumak istediğine karar vermek için durmaya harcamış. Durmak derken, garsonluk yaparak kendi hayatını kazandığı bir duruş. “Şeref Meselesi’ndeki karakterim de tam ‘Ay, garsonluk mu yapacağım, daha neler’ diyen bir tip halbuki. Oynadığm kibirli sarışınlarla pek alakam yok özetle” diyor gülerek: “Birisi ‘Kendini bir şey sanıyorsun ama garsonluk bile yapmışsın’ diye mesaj atmıştı. Çok şaşırmıştım burada o işin küçümsenmesine. Orada gayet olağan bir şey. Çalışıyorsun. Ne var bunda?”
Cem Yılmaz zihnimi açtı
Türkiye’ye ikinci gelişinde, Türkçe’ye kendini Uykusuz’la, Penguen’le alıştırmış tekrar: “Cem Yılmaz da zihnimi bayağı açmıştır; ilk geldiğimde kendimi bayağı ona vermiştim, gösterilerini defalarca izledim. Türkiye’de komediyi çok başarılı buluyorum, buranın mizah anlayışını hep çok kuvvetli bulmuşumdur. İngiltere’de tabular daha az olduğu için daha sert konular üzerinden komedi yapılabiliyor ama burada tabuların var olması, daha ince, bazı konuların etrafından dolanarak, daha kıvrak espri yapılmasına olanak tanıyor; o yeteneği geliştiriyor. Burası dramı, arabeski seven bir yer gerçi, kendi acısında kaybolma durumu olabiliyor insanların. Verilmesi gereken derslerin, insanların canlarını yakmadan, onlarda alınganlık yaratmadan mizahla verilebilmesi büyük bir marifet bence. Şimdi buradayım deyip anında Türk moduna bürünmek mümkün olamıyor. Yapabilenler vardır belki de ama o kadarı artık bir dereceye kadar sosyopatlığa giriyor bence. Biraz katılaştığını hissettim Türkiye’nin, biraz naifliğini yitirdiğini gördüm. Belki de bendim o, bilemem... Sonuçta kafadar insanlarla birlikte yolunu buluyorsun.”
Sıkılınca hareket etmek lazım
Güçlü bir kadın; güçlü kadınları canlandırmayı isteyen. Gel gör ki dünyanın güçlü kadınlarla meselesi bitmeler bilmiyor: “Eşitsizlik dünyanın her yerinde var. Kahramanlar genellikle erkek. Hikayeler genelde erkek odaklı oluyor. Böyle alışılmış. Açıkçası erkeğin peşinde koşan kadın karakterler görmekten de sıkıldım. Güçlü kadın portresi çizilmiyor çok fazla; çizilse de hep bir erkeğe olan zaafı, bir şeyi oluyor. Rest çekebilen, kendi hikayesini yaşayan bir kızı oynamak istiyor insan. Genelde güçlü kadın karakterler de kötü kadınlar oluyor; gözünü karartmış, her şeyi mübah gören, vicdanından, merhametinden feragat etmiş kadınlar... Adil bir durum değil. Hele kadınların kadınlara düşmanlığından beslenen senaryolar yok mu; kendimizi başka kadınlar üzerinden ispat etmekten öte derdimiz yokmuş gibi... Sıkıcı yani.”
Sıkıcılığa büyük itirazı var:
“Plan yapmayı hiç sevmiyorum. Hissiyat üzerine yaşıyorum ben; sıkılırsam hareket etmem gerektiğini anlıyorum. Buraya ikinci kez geleli sekiz sene oldu. Sanırım yine bir şeyler yaklaşıyor; bir değişiklik zamanı geldiğini hissediyorum ama ne yapmak istediğimi sorarsan, bilmiyorum. Çok da mutluyum bir yandan. Rutinimden, çevremden, sevgilimden, hayatımdan memnunum ama sıkılmaktan, yalnızlıktan korktuğumdan daha çok korkuyorum.”
Hayal gücünde kaybolabiliyorum
Gün gelip de kendi filmini çekse ortaya nasıl bir şey çıkar diye oturup düşünüyoruz birlikte. “Hayal gücünde kaybolabiliyorum” diyor: “İmajın ve kadrajın kuvvetine inanan bir insanım. Bir film çeksem, diyalog bazlı değil, görüntü bazlı olur. Doğanın gücüne çok çok inanıyorum ve saygı duyuyorum. Büyüsüne kaptırıyorum kendimi. Önemli kadrajlar ve güzel görüntüler, kafamda çözümlemeye çalıştığım birçok şeyi sorgulamaktan çıkarabiliyor beni. Kendime en çok hatırlattığım şey şu: Ne olacak korkusuyla değil de ne olacak heyecanıyla yaşamayı öğretmeye çalışıyorum kendime. Tedirgin olabiliyor insan, paraydı, başarıydı, bir sürü şey dayatılıyor. Evet, elbette tırmalaman gerekiyor da, uğruna tırmaladığın şeylerin senin istediğin, seni mutlu eden şeyler olmasına dikkat etmek de lazım.”