'Türkler lokum gibi'
Kate Moss: Türklerle geçirdiğim tüm vakitlerden edindiğim deneyimle şunu söyleyebilirim ki lokum gibiler
Tek kelimeyle fenomen. “Ben ikon falan değilim” diyor ama ikonun önde gideni, hatta sözlük anlamı. “Tarih beni unutacak” diyor ama tarih onu yazdı bile... Arabistan’dan Kuzey Kutbu’na, Namibya’ya kadar böyle eşit derece tanınan ve sevilen başka bir süper model yok.
Üstelik çok uzun boylu olmamasına rağmen. Elinde, sihirli değnek, ağzında gümüş kaşıkla doğmuş gibi. Büyülü ve büyücü! Burnuna, dudağına, bacağına ayrı ayrı, tek tek baktığınızda bir sürü kusur görüyorsunuz ama hepsi birleşince kusursuza dönüşüyor; Kate Moss oluyor. Kate Moss’la Terry Richardson’la çektiği kısa film vesilesiyle Paris’te bir araya geldik...
37 yaşında olmasına rağmen hala ürkek bir kız çocuğu gibi bakıyor. Karşınızda dünyanın en seksi ve en güzel kadını oturuyor ama insanda bir koruma duygusu yaratıyor. Yörüngesine girdiğiniz an onu hayatınızın boyunca koruyup, kollayıp sevmeye yemin ediyorsunuz.
Ben ettim... Gerçekten!
Ama diğer taraftan içinde taşkın bir ruh sakladığı her halinden belli. Dudaklarını öyle büzüyor, gözlerini öyle kısıyor. O gözler, “Şu arkanda duran salak menajerim yüzünden böyle dura dura, temkinli temkinli konuşuyorum, sen akşam bana içkiye gelsen neler anlatırım neler diyor” resmen!
Çok mu güzel? Evet.
Kusursuz mu? Hayır.
Göz kenarlarındaki kaz ayakları almış başını gidiyor, alnına botoks yaptırdığı için alnı donmuş, kaşları kıpırdamıyor. O her fotoğrafta dipdiri görünen memeleri birazcık da olsa sarkık duruyor. Minik de bir göbeği var hani, kas kas değil.
Sağ göğsünün kenarında sigara yanığına takılıyor gözüm... Acaba bir ben mi oradaki? Fotoğraflarında photoshop’ta sildikleri için mi daha önce görmedim? Öğrenemiyorum.
Röportaja bir saat geç geldi. İtiraf edeyim, hayatımın en heyecanlı bekleyişiydi. Ne Eva Mendes, ne Jean Paul Gaultier, ne Karl Lagerfeld, ne Julio Iglesias! Hiçbiri beni bu kadar sallamadı, sarsmadı. Kapıdan içeri girip bana doğru yürürken kalbim yerinden çıkacaktı.
İşte karşımda: Kate Moss gözü, Kate Moss memesi, Kate Moss dudağı, Kate Moss bacağı ve evet Kate Moss!
Gri bir jean, altına sutyen takmadan giydiği, beyaz açık yaka bir atlet ve lacivert bir ceket.
Islık mı çalsam, çığlık mı atsam diye düşünürken bana yaklaştı “Vaoouv vaoouv vaoouuuvvvv vaoouvvvvvv” diye bağırmaya başladı. Üzerimdeki elbiseye ve deri cekete tezahürat yapıyordu.
Beğeneceğini biliyordum!
Tuvana Büyükçınar’a ait olan bu oyuncaklı elbiseyi o yüzden giymiştim. Çıkarıp vermek istedim ama tuhaf kaçabilirdi.
Neden elim boş gittiysem! The Daily Telgraf’dan gelen muhabir, gazetenin moda editörün Hilary Alexander’dan iki paket getirmişti mesela... Birinin içinde bir paket sigara vardı. Hemen açtı ve çantasına koydu. Diğerinden ise çilek reçeli çıktı. Evet, bildiğiniz reçel. Meğer reçel Kate Moss’un en sevdiği şeymiş. Ama Hilary’nin bilmediği Kate artık evinde kendi reçelini kendi yapıyormuş. Bakın ne diyor: “Bu reçel de güzel tabii ama en güzeli ev yapımı olanlar. İçine ne koyduğunu bilmek, emin olmak gibisi yok. Bu aralar her şeyin reçelini yapıyorum. Portakal, incir, çilek... Çok lezzetli oluyor.”
Reçel sayesinde tatlı başlayan sohbet tatlı tatlı devam ediyor.
SİZE LOKUM GİBİ DİYORLAR GERÇEKTEN ÖYLESİNİZ
Daha önce Türkiye’ye geldiniz. Aklınızdan en çok ne kaldı? Neyi unutamıyorsunuz?
- Hamam. Aman Tanrım o neydi, unutamıyorum, rüyalarıma giriyor hala. Hamamdaki kadınların yaptıkları masaj beni benden almıştı. Hayatımda böyle bir rahatlama az yaşadım. İnanılmazdı. Masaj benim alışık olduğumdan sert ve farklıydı ama sonuç mükemmeldi.
Kapalıçarşı’dan paralı kolyeler almıştınız ve sonra sayenizde trend olmuştu. Hala takıyor musunuz?
- Evet, yazları takıyorum.
En iyi arkadaşınız Mert, bir Türk. Başka Türkler de tanıyor musunuz?
- Mert’in arkadaşlarını ve annesini tanıyorum. Gerçekten inanılmaz büyüleyici ve parıldayan bir kadın. Mert’i çok seviyorum ama ona tapıyorum. Türklerle geçirdiğim tüm vakitlerden edindiğim deneyimle şunu söyleyebilirim ki, harika insanlarsınız. Lokum diyorlar ya size tam anlamıyla öyle.
Vücudunuzda en çok nerenizi beğeniyorsunuz? Gözlerinizi mi, göğüslerinizi mi?
- İkisi de değil. Ağzımı, daha doğrusu dudaklarımı beğeniyorum. Yani beğeniyorlar, ben de beğeniyorum.
Formunuzu korumak için yaptığınız en iyi şey?
- Çok uzun zamandır yoga yapıyorum. Ölene kadar da yapmayı düşünüyorum.
Kendinizi moda ikonu olarak görüyor musunuz?
- Hayır.
Moda sektörü dışarıdan ne kadar büyülü ve göz alıcı görünse de içeriden tam bir cadı kazanı. Depresif modeller, sıfır bedene takanlar, intihar eden tasarımcılar. Sorun ne sizce? Ve siz kendinizi bunca yıl nasıl korudunuz?
- Tutku ve sabır. 20 yılı aşkın bu sektörde olmamın tek sırrı bu. Moda dünyasına bu tutku yüzünden
katlanabiliyorum. Ben böyle doğdum. Bence genetik, kızımda da var. Ve bu çalışılarak, öğrenilerek elde edilebilecek bir şey değil. Bu tutku varsa zaten başarı kendinden geliyor. Kesinlikle genetik, çünkü annemde de var.
Daha ne kadar moda dünyasının başrol oyuncu olarak devam etmeyi planlıyorsunuz?
- İyi göründüğüm, iyi olduğum ve bu iş beni eğlendirdiği sürece... Şu anda da çok eğleniyorum, çok keyif alıyorum. Devam etmem için bu keyfin sürmesi şart.
İkinci bir hayat planınız var mı?
- İkinci hayat mı? Bir tanesi bana yetti. Hayatı dolu dolu yaşadım. Mutluyum. Keyif alıyorum. Başka bir planım da yok. Muhteşemdi. Teşekkürler.
Bitmiş-bitirmiş gibi konuşuyorsunuz. Moda endüstrisiyle ilgili bütün hedeflerinizi gerçekleştirdiniz mi?
- Hayır. Daha yapacaklarım var. Video kliplerde oynamayı seviyorum mesela.
Peki ya uzun metraj?
- Hayır, asla...
WILLIAM’A KATE’LE EVLENMESİNİ BEN SÖYLEDİM
Son günlerin diğer popüler Kate’i, Prenses Kate hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bayılıyorum, çok seviyorum. Bence inanılmaz şık ve zarif. Zaten ilk tanıştığımda William’a “Bu kızla mutlaka evlenmelisin” demiştim. Beni dinledi.
Düğünü seyrettiniz mi?
- Seyretmez miyim? Kır evime bütün yakın arkadaşlarımı topladım, heyecan içinde birlikte izledik. Gelin çıktığında hepimiz çığlık çığlığa “işte geliyor, işte geliyor” diye bağırıyorduk. Kızım bile Kate’i görünce ekrana kitlendi, televizyona yapışıyordu. Bana döndü ve “Anne ben de prenses olmak istiyorum” dedi. Ben de hâlâ bir şansı daha olduğunu, isterse Harry ile evlenebileceğini söyledim.
Gerçekten Harry’nin kayınvalidesi olmak istediğinize emin misiz?
- Yok yok, bu sadece bir şaka...
Dünyada tanışmayıp tanışmak istediniz bir ünlü kaldı mı?
- Düşünmem lazım.
Obama mı?
- Hayır. Şimdi yaşamayan biri olabilir mi?
Tabii.
- Elvis o zaman.
NÜ TABLO RESSAMI LUCIAN FREUD HAYATIMIN ROTASINI DEĞİŞTİRDİ
Sizi en çok kim ilham veriyor?
- Ressam Lucian Freud. Biliyorsunuz Sigmund Freud’un torunu. Nü tablolarına bayılıyorum. Hele beni nü ve hafif göbekli resmettiği o tablo yok mu? O inanılmaz biri. Bana o kadar iyi hikâyeler anlattı ki hayatıma anlam kattı, rotasını değiştirdi.
Bizimle paylaşır mısınız?
- Hayır.
Kadın desem aklınıza ilk kim gelir?
- Margaret Thatcher. Demir Leydi. Kadınların siyasette de varolabileceğini gösteren, çalışan kadın profiline en iyi örnek.
Sizin moda ikonunuz kim?
- Liz Taylor! Nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama onda sinema starlığının ötesinde bir şeyler var. Büyülü.
100 sene sonra birileri sizden, tıpkı sizin şu anda Liz Taylor’dan bahsettiğiniz gibi bahsedecek mi sizce?
- Sanmam. Bunun hakkında hiç düşünmüyorum aslında. Tarihe geçeceğimi düşünmüyorum.
TERRY SİZE DOĞAÇLAMA YAPTIĞINI DÜŞÜNDÜRÜR AMA HER ŞEYİ EN İNCE DETAYINA KADAR HESAPLAR
Mango için bir kısa reklam filmi çektiniz. Nasıl karar verdiniz?
- Çünkü Terry Richardson’a bayılıyorum. Çok seviyorum. Beni iyi tanıyor. O yüzden çok kolay. Bir de birlikte oynadık. Aynı filmde aynı fotoğraf karesi içinde yer almak çok keyifliydi. Bir reklam filminde çok değer verdiğin biriyle oynamak büyük rahatlık. Daha ne olsun?
Terry Richardson’ın sizi bu kadar güzel ve doğal çekmesiniz neye bağlıyorsunuz?
- Çünkü çok profesyonel. Size işini çok doğaçlama yaptığını düşündürür, rahat hissettirir. Ama her şeyi en ince detayına kadar hesaplamıştır. İyi odaklanır, iyi sonuç çıkarır.
Filmi anlatır mısınız biraz?
- Terry ve ben yüzümüzde Terry maskeleriyle Mango bankasını soyuyoruz. Elimizde Mango kıyafetlerle dolu çuvallarla çıkıp minibüse biniyoruz. Ben zevkle kıyafetlerin birini giyip birini çıkarıyorum. Çok eğleniyoruz. Arabadan iniyoruz, karşılaştığımız diğer insanların yüzünde de Terry maskesi var. Çok şaşırıyoruz. Zaten film bu geceki defileye bağlanıyor. Biz kıyafetlerimizi giyip podyumu basıyoruz.
Gerçek hayattaki dolabınızda Mango kıyafetler var mı?
- Var tabii. Şu anda üstümdekiler de Mango.
Bu yaz ne giyeceksiniz?
- Tabii ki Mango... (Gülüyor) Kendime her yerden bazı parçalar buluyorum. Tasarımcı markalarından da, lüks markalardan da... Vintage tasarımlar vazgeçilmezim. Hepsini karıştırmaya kombinlemeye, birini ötekiyle giymeye bayılıyorum.
Lüks markalara çok para vermek konusunda ne düşünüyorsunuz?
- Hiçbir zaman gideyim şu markayı satın alacağım demedim. Zaten ben alışverişe planlı çıkmam. Ne alacağımı önceden belirlemem. Tasarımı görürüm aşık olurum, bu benim olmalı derim ve alırım. Bu duyguları pazarda gördüğüm bir şapkaya da besleyebilirim, Yves Saint Laurent bir ayakkabıya da. Tabii ki kıyafete para harcamıyorum dersem yalan olur. Kıyafete para harcamayı bütün kadınlar gibi ben de seviyorum. Her gün giyeceğim, çok kullanacağım şeylere de para vermekten kaçınmıyorum. Mesela bir deri ceket. Aldığım zaman en iyisi olsun istiyorum. (Hürriyet)