Özge'nin hüzünlü hikayesi
Güler yüzüyle tanıdığımız Özge Uzun ve minik oğlu Dağhan'ın hüzünlü ama örnek bir hikayesi var...
Güzel sunucu Özge Uzun yaşadıklarını Posta'ya anlattı.
Dağhan doğunca neler yaşadınız?
Doğumdan sonra kendime gelmeye başladığımda durumu bana söylediler. Annemle eşim doğar doğmaz öğrenmişler. Annem emekli hemşire olduğundan Dağhan’ı yoğun bakımda görünce terslik olduğunu anlamış. Dağhan’ın hastalığı milyonda 1 görülen FG sendromuna benziyor ama değil.
Kalça çıkığı var, parmakları yapışık. Bir de kalp problemi yaşıyor. Ayrıca eklem gevşekliği ve gelişim geriliği de var. Yakında da parmaklarından ameliyat olacak. Her doktora gittiğimizde önümüze başka bir sorun çıktı. Kabullenmek zordu ve benim kendime gelecek vaktim bile olmadı. Dağhan 2 aylıkken işe başladım.
Annelik size ne öğretti?
Gözyaşımı içime akıtmayı öğrendim. Çok zor bir durum ve çok üzülüyorum. Bunlar bende sivilce olarak patlıyor. Saç diplerimde kızarıklıklar oluşmaya başladı. İçimden somurtmak geliyorsa Dağhan yokken yapıyorum, sonra kendime gelip anneliğe dönüyorum.
Hiç isyan etmediniz mi?
İnsan başlangıçta ‘Acaba ben ne yaptım?’ diye düşünüyor. Bunun sorgusunu çok yaptım. Ama bu sorgulamaya girdiğiniz zaman derin kuyulara dalıyorsunuz.
‘Allah bana bir ceza verdi’ gibi bir psikoloji mi?
Aynen öyle. Ona dalarsanız işin içinden çıkamazsınız. Bu dünyada herkesin başına her şey gelebilir. Ben bunu bir sınav olarak görüyorum. Bu tarz sınavlar hayata daha çok tutunanların başına geliyor. Umarım kimsenin başına gelmez. Herkes bu kadar güçlü olamayabiliyor. Şimdi Dağhan’ı tanıdıkça, onun özelliklerini gördükçe ‘Allahım sen bana ne kadar büyük bir hediye verdin’ diyorum. O çok başka bir çocuk. Ne kadar şanslıyım ki Tanrı bana bu kadar özel bir çocuğu nasip etti.
Eşiniz de sizin kadar güçlü mü? Tüm bunları sizin gibi göğüsleyebildi mi?
Eşim ve annem zaten en büyük destekçim. Bana her zaman çok destek oluyor. Ayrıca benim iki babam var. Biri öz babam, biri annemin eşi Veysi babam. Dağhan’a şu anda annem ve Veysi babam bakıyor. Ne mutlu ki Tanrı bana iki muhteşem baba verdi.
Siz Dağhan’ı nasıl görüyorsunuz?
Cuma günü arabaya atlıyorum, Ankara’ya gidiyorum. Akşam Ankara’da oluyorum. Cumartesi bütün gün Dağhan’layım. Pazar günü 11.00’de çıkıp İstanbul’a dönüyorum. Hem maddi hem manevi açıdan büyük bir yorgunluk var. Hem masraflar hem yaşadıklarımız, zor aslında. Sürekli destekleyici yiyecekler alıyorum. Ama Dağhan bütün bu tedaviler bitip de İstanbul’a geldiğinde bütün yorgunluğum sona erecek.
Dağhan şimdi nasıl?
Doğduğunda pelte gibi bir çocuktu. Kucağınıza aldığınızda yığılıyordu. Kafasını tutamıyordu, ellerini kullanmayı bilmiyordu. Oturamıyordu, ayaklarını basamıyordu, kolları çok güçsüzdü, kalp sorunundan kaynaklı çabuk yoruluyordu. Gece en az 4-5 kere uyanıyordum. Uyuduğunda başında bekliyordum.
Üzerine yorgan gelir diye korkuyordum. Çünkü onu itmeyi bilmiyordu, kendini koruma refleksi gelişmemişti. Ankara’da birlikte uyuyoruz. Artık çok deli yatıyor. Çok şükür kafasını tutuyor, oturabiliyor. Ufak ufak ayaklarını basmaya başladı ama duyu algı bozukluğu var. Basamamasının ve yürüyememesinin sebeplerinden biri o.
Ayaklarının altında büyük bir hassasiyet var. Dağhan’ın ayağının altına dokunamıyoruz, canı acıyor. Ama yavaş yavaş dokunmamıza izin vermeye başladı. Hiç kası yoktu. Karında, kasıklarında, diz altlarında biraz biraz oluşmaya başladı. Ama hala bacakları çok zayıf. Yürümesi için kalçanın ve üst baldırların onu tutabilecek kadar gelişmesi gerekiyor. Önümüzde uzun bir yol var. Bizimki iğneyle kuyu kazmak. Ama o kuyu kazılacak.
Nasıl bir ana-oğul ilişkiniz var?
Ben oğluma aşığım.Yaşama sebebim, hayatımın aşkı, ömrümün baharı, her şeyim. Allahım ne kadar güzel bir çocuk doğurdum diyorum ama “Çirkin” diye seviyorum. Çünkü en çok annenin nazarı değermiş. Hala ağız kontrolü yok, sürekli salyası akıyor. Yüzündeki, ellerindeki tükürük kokusu benim için dünyanın en güzel kokusu. Anneannesine, dedesine ve babasına göre Dağhan da bana aşık.
Sizi gördüğünde ne tepki veriyor?
Önce bir trip atıyor, sonra kucağıma geliyor, yüzümü kontrol ediyor. Eliyle yüzüme dokunuyor, küpem var mı diye kontrol ediyor, varsa çekiyor. Küpe hastalığı var. Cee yapmayı öğrendi. Cee yapıyor.
Ayrılırken?
Direkt bay bay yapıyor. Alıştı sanırım.
Onu özlediğinizde kendinizi nasıl sakinleştiriyorsunuz?
Günde en az 4-5 kere telefonla konuşuyoruz. İşine gelirse benimle konuşuyor. Videolarını izleyip resimlerine bakıyorum. Ama bazen o kadar çok özlüyorum ki uykularım kaçıyor. Hiç gözüm arkada değil. Annem babam benden daha iyi bakıyorlar, ama hep diken üstündeyim.
İkinci çocuğu düşünüyor musunuz?
Şu an düşünmüyorum. Belki Dağhan yürümeye başladığında. Dağhan iki yaşında ama hala bir bebek. Tepkileriyle, tipiyle hala bir bebek. İki yaşında kocaman bir oğlum var diyorum. Ama onu gördüğünde 8-9 aylık bir bebeğim var gibi hissediyorum. Bebeğim büyümeye başlarsa o zaman belki. Zaten eşimin ilk evliliğinden oğlumun bir ablası var.
Uzmanlar bu durumdaki çocuklar için kardeşin kurtarıcı da olabileceğini söylüyor...
Evet, öneriyorlar. Dağhan’ın gelişmesi için de çok iyi olurmuş. Ama şu andaki hayat şartları, maddi durum, Dağhan’ın durumu ve çalışma hayatı birleşince benim için hamilelik lüks gibi görünüyor.
Pek çok zor durumdaki anneyle röportaj yaptım ama hiç sizin kadar güçlüsüyle karşılaşmamıştım. Nasıl bu kadar iyi ve neşeli olabiliyorsunuz?
Ben şunu öğrendim: Ben iyiysem, çocuğum da iyi. Ben kendimi kahredip hayata küsersem oğluma hiçbir faydam olmaz. Onun için yaşamaya ve çalışmaya devam ediyorum. Anneme her gün dua ediyorum, o olmasa belki işi bırakmak zorunda kalırdım.