Özdil: Çok korktuğum için yazıyorum
Gazeteci Yılmaz Özdil, Cumhuriyet Gazetesi'ne verdiği röportajda neden yazdığını, Ak Parti'den onu kimlerin aradığını anlattı.
Yılmaz Özdil, 19 Mayıs törenlerinin iptal edilmesinden ünlü dağcı ve AKUT kurucusu Nasuh Mahruki'nin vatan sevgisine, 'Ak CHP' hükümetinin neler yapabileceğinden imam hatip'ler ve dindar gençlik tartışmalarına, 2020 Olimpiyatı Türkiye'de düzenlense neler olabileceğinden 'Ancelina Coli'nin Suriyeli mültecilerin kampını ziyaretine kadar her dönemin güncel ve çarpıcı konularına dair düşündüren, hüzünlendiren, güldüren, sinirlendiren yazılarını çeşitli temalar altında okurlarla buluşturuyor. Özdil'le Cumhuriyet gazetesinden Gamze Akdemir, İsim-Şehir-Bitki ve gündem üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.
'Bana ne lan, git savcıya söyle, atsın içeri!'
Burhan Kuzu (Anayasa Komisyonu Başkanı, AKP Milletvekili)
-Satılıyor memleket, Napolyon gibi iktidar! Sıcak para, sıcak para, sıcak para... Bu para tükenecek, tükeneceğiz! Öngörülerinizi burada da dillendirir misiniz?
- Valla ilk kitap 'İsim-Şehir-Hayvan'ın ardından bu ikinci kitabın adı 'İsim Şehir Eşya' olacaktı zaten. İşte memleketin eşya gibi satılmasından dolayı... Ama daha geniş bakarak, bitkisel hayatta olduğumuzu düşünerek -ki bu Başbakan'a ait bir laftır, akıl tutulması der her zaman- 'İsim-Şehir-Bitki' dedim.
- Kitabınız 19 Mayıs'ta satışa çıktı. Çünkü 19 Mayıs'ın bugünkü hali şaka gibi diyorsunuz.
- E şaka gibi değil mi sizce de?
- Öyle, AKP sizce neden taktı bu kadar bayramlara?
- Aslına bakarsanız Atatürk ilke ve devrimlerini papağan gibi bize saydırırlar ama bana göre en önemli ilkesi moraldir ve bu sayılmaz ve sanırım moralimiz üzerinde bir olumsuz etki yaratmaya çalışıyorlar. Ama her şerde bir hayır vardır hesabı hayırlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bizim jenerasyon bu işlere pek ilgili değildi ancak şimdi endişelerin tırmanmasıyla beraber özellikle genç nesillerin bu meselelere çok kafa yorduğunu düşünüyorum. Sanılanın aksine çok okuduğunu, çok takip ettiğini, Atatürk'ü anlamaya, kavramaya çalıştığını, tanıdıkça daha çok sevdiğini görüyorum ki hayırlı olmuştur.
- Böyle bir iklimde umudu nasıl diri tutabiliyorsunuz?
- Türkiye hep iyiye gider. İyi ve kötü kardeştir, beraber yürürler. Cumhuriyeti, demokrasiyi bir insana benzetirsek, doğuyor, büyüyor, gelişiyor, serpiliyor. 80 küsur yıl bir insan hayatı için uzun ama devletlerin hayatında çok kısa dolayısıyla bunu bir emekleme, bebeklik dönemi olarak görüyorum. Düşer, şaşar, yüzünü gözünü vurur ama ayakta durmayı öğrenecektir her insan evladı gibi. Dolayısıyla bugünkü o iklimi bu manada vahim görmüyorum.
'DEVRİM BAŞARILMIŞTIR'
- Türkiye'nin yapısına güveniyorsunuz, sosyolojik yapısına da güveniyorsunuz'
- Elbette güveniyorum. Gençlerle onur duyuyorum, bana moral veriyorlar. Çok aktifler, duyarlılar. Zamanında 19 Mayıs'tan yola çıkanlar da bir vapur adamdılar yani. Onlara inanan insan sayısı o günkü 10 milyonluk Türkiye'yi düşünürsek herhalde binde bir falandı. Ama bugünkü Türkiye'ye baktığımızda, elimizde böyle bir anket yok ama en azından yürekten inancımız var ki yüzde 50, 60 çoğunluk itibarıyla Mustafa Kemal'in ideallerine inanan insanlar olduklarını görüyoruz. Bunu orantılarsak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki devrim başarılmıştır.
- Atatürkçüler de AKP'ye oy verdi diyorsunuz' Toplumu okumak için sadece oy oranına bakmak gerekmiyor olayı'
- Tabii sadece sandık demokrasisiyle işi çözemeyiz ama AKP'nin neden başarılı olduğunu sorgularken aslında muhalefet partilerinin neden bu kadar başarısız, yeteneksiz ve beceriksiz olduğunu da sorgulamamız gerek.
'TÜRKİYE'DEKİ EN BABA ANA MUHALEFET PARTİSİ AKP'DİR'
- Toplumu doğru okuyamadılar mı?
- Kesinlikle okuyamadılar, kesinlikle. Doğru temsil edemediler, hatta toplumun değerleriyle çatıştılar ve sadece Atatürk rozetine sarılarak onu antipatik kıldılar. AKP'ye oy vermek istemeyen vatandaşların mecburen kendilerine geleceği gibi bir inançtan yola çıkarak müthiş bir şımarıklığa ve rehavete kapıldıklarını düşünüyorum. AKP'nin elbette yaptığı iyi şeyler de vardır ve zaten bunu da yazan gazeteciler var yani külliyen kötü falan değiller. Ama AKP'nin yaptığı hataların önemli bölümünün kaynağında da muhalefetsizlikten kaynaklanan rehavet yatar aslında. O kadar beceriksiz rakipler var ki karşılarında yaptığınız yanlışı bile doğru algılayabiliyorsunuz. Hatta bugün artık öyle bir noktaya geldi ki Türkiye'deki en baba ana muhalefet partisi AKP'dir. Sanırım bunu bir taktik olarak benimsiyorlar ve çok akıllıca buluyorum. Dikkat ederseniz mesela süt konusunda bir Bakan çıkıp ak diyorsa, bir başka bakan çıkıp kara diyor. Ya da Kültür bakanı'nın söylediğini işte ne bileyim Ticaret Bakanı eleştiriyor. Ya da İçişleri Bakanı'na bizzat AKP Genel Başkan Yardımcısı en sert şekilde tepki gösteriyor. Böylece AKP'ye oy veren insanların 'benim partim külliyen yanlış değil, bak içinde böyle düşünenler de var' fikrini vererek aslında muhalefet görevini de bizzat AKP yürütüyor. Bu manada çok tebrik edilecek bir yaklaşım gerçekten.
- Psikolojik savaşı da çok doğru yönetiyorlar, gündem yaratma konusunda üstlerine yok'
- Buna psikolojik savaş denemez ama psikolojiyi iyi kullandıkları kesin. Ayrıca bence muhalefetin ciddi problemlerinden biri sadece toplumu temsil edememek ya da toplum değerlerine sahip çıkamamak değil. İşte birkaç sene önce olduğunda ben kendi payıma tüm mesleki kariyerimi ortaya koyarak hatta mesleği bırakmak uğruna, okurlarımın çok şiddetli tepki göstereceğini bilerek, CHP Genel Başkanlığı'nı değiştiren kaset meselesinde tavır aldım. Bunun Deniz Baykal ile bir alâkası yoktu. Mesela bugünkü Türkiye'de maazallah Başbakan Erdoğan ile ilgili isimsiz bir kaset çıksa ve Başbakan görevi bırakmak zorunda kalsa aynı tavrı yine gösteririm. Çünkü suyun yatağında akmasını engelleyen, suyun akışını değiştiren bir şey yaşadı Türkiye o dönemde. Bunun Deniz Baykal ile ya da bir başkasıyla, Kemal Kılıçdaroğlu ile alâkası yoktu. Genel Başkan Kılıçdaroğlu olsaydı ve kaset çıksaydı yine aynı tavrı gösterirdim. Ama muhalefet partileri özellikle CHP koltuk kavgası yüzünden CHP'yi ve Türkiye'yi dizayn etmeye yönelik kasetin peşini bıraktı ve o gün demiştim ki; bundan sonra o kaseti takip etme görevi bizzat CHP Genel Başkanı'nındır. Bugüne kadarki süreçte de görüyoruz ki kaseti takip etmeyen bir numaralı kişi CHP Genel Başkanı.
Ve aynı zamanda MHP de o kaset hakkında doğru tavrı göstermediği için seçim ve referandum öncesinde aynı şey onların da başına geldi. Toplumu iyi okuyamadıkları gibi kendi başlarına geleni bile tarif ve tahlil edemeyen bir muhalefet.
- Bu anlamda siyaseti de mi doğru okuyamadılar?
- Elbette.
- Yazılarınız bağlamında, size yazacak bu kadar malzeme verdikleri için AKP'ye müteşekkir olduğunuzu söylemiştiniz.
- Bunu şu manada söylüyorum: senede 300 küsur gün yazı yazıyoruz ve gazetede işgal ettiğimiz yer itibarıyla popüler konular yazmamız gerekiyor. Popüler konu bulmada da AKP'nin üstüne yok yani. Zaman zaman büyük beceriksizlikler ya da büyük facialara yol açmaları gibi zaman zaman da işlerine gelmeyen konuları unutturmak için şahane gündem malzemesi üretme konusunda çok mahirler ve ben AKP döneminde yazı yazmaya başladığım için kolay oldu kendi payıma.
- AKP döneminden önce de gazeteciydiniz.
- Evet ama köşe yazarı değildim.
'KÖŞE YAZARLIĞI KADERİM DOĞUDAKİ ÇOCUKLAR GİBİ'
- O zamanki yaklaşımınız da farklı değildi.
- Tabii, gazete yönetiyordum AKP öncesi dönemde. DSP, MHP, ANAP iktidarı döneminden bir örnek vereyim; mesela deprem bölgesi inşaatlardan falan malı götürme operasyonu olduğunda bunları afişe ediyorduk. O dönemde Fazilet Partisi kadrolarında bulunan bugünkü AKP mebuslarının çoğu teşekkür faksları gönderiyordu hatta çoğunu da saklıyorum ve o zaman da işte MHP, ANAP, DSP bize ateş püskürüyordu. DSP'liler benim tarikatçı, cemaatçi falan olduğumu iddia ediyordu. Sonra seçim oldu devran değişti, onlar muhalefete düştü, bunlar iktidara geldi, şimdi iktidardaki, o zaman bize teşekkür faksı gönderenler hakaret ediyor, işimizden attırmaya çalışıyor, muhalefete düşen solcular teşekkür faksı gönderiyor. Bu tabi çok komik' Köşeyazarlığı anlamında ise benim kaderim Doğu'daki çocuklar gibi. Doğu'da terör vardı, çocuklar öyle büyüdü. Ben köşe yazarlığına geçtiğimde de AKP vardı.
- AKP'yi başından bu yana en ciddiye alan gazetecilerden birisiniz. AKP'ye sadece vurmak değildi sizinkisi, onları anlamaya çalıştınız. AKP'lilerin de ilgiyle okuduğu bir yazarsınız ki sadece onların politikalarına karşı olduğunuz için böyle değil bu. Bu konuda mesela AKP'lilerle hiç temasınız oluyor mu?
- Yazılarımla ilgili olarak zaman zaman hem AKP milletvekilleri hatta bakanlarıyla telefonda konuşurum elbette. Bir örnek vermek gerekirse, onlara kategorik olarak karşı değilim, onların da önemli bölümünün -ki sadece AKP'ye oy verenler manasında söylemiyorum-, AKP yöneticileri ve mensuplarının kategorik olarak bana karşı olmadıklarını biliyorum. Yazdıklarımın AKP karşıtlığı ya da CHP karşıtlığıyla bir alakası yok. Sadece gördüğümü, düşündüğümü yazıyorum ve hayata gülümseyerek bakmayı severim ve gülümseyerek yazarım. Yazdıklarımı doğru algılayan AKP'li çok.
- Sizin yazdıklarınızı sizin yazdığınız yoğunlukta, sizin yazdığınız denli kontra yazmayan kimi gazetecilerin başına neler geldiğini görüyoruz. Korkmuyor musunuz?
- Çok korkuyorum ve çok korktuğum için yazıyorum. Aslında işler şahane diye yazanlar çok cesur. Çünkü insanın bu kadar gördüğünü yazmaması için gerçekten cahil cesaretine sahip olması lazım.
'GEÇMİŞİNİ BİLMEDİĞİNİZ GAZETECİLERE DİKKAT EDİN!'
- İnanarak mı, inanmayarak mı yapıyorlar bunu sizce?
- O konuda ben hem okurlara hem de yurttaşların geneline geçmişini bilmedikleri gazetecilere dikkat etmelerini öneririm. Bugün köşe yazarı gazeteci diye televizyonlara doluşan tiplerin çoğunun dört sene öncesini kimse bilmez.
- Yakın ve uzak tarihle ilginizi açar mısınız? Bazen referans alıyorsunuz, bazen tarihin bize dikte ettiklerini yutmadığınızı ifade ediyorsunuz'
- Gamzecim, geleceğe fazla kafa yormanın âlemi yok çünkü. Gelecek zaten gelir dolayısıyla bizim geçmişi iyi değerlendirmemiz gerekir. Mikro tarihle çok ilgiliyimdir. Mesela tencerenin tarihini merak eder okurum (gülüyoruz) ya da şemsiyenin. Sonra roman kahramanım yoktur ama romancı kahramanım vardır, Kemal Tahir'i çok severim.
- Twitter, Facebook, sosyal medya'
- Çokseslilik harika bir şey. Teksesli medyayı Pravda bile becerememişti. Mesela işte pireler berber, develer tellâl iken belki sansür mümkündü ama artık değil, çünkü sosyal medya var. Toplumun bu tarafa şelale gibi akması çok doğal, kaçınılmaz ve durdurulamaz. Çok yakından takip ediyorum.
- Tweet atmıyorsunuz'
- Atmıyorum çünkü bir kere benim adıma çok sayıda çakma adres var. Fakat benim adıma bir tane gerçek Twitter adresi ve bir Facebook sayfası var. İkisi de Hürriyet tarafından yönetiliyor, sadece yazılarım yer alıyor.
- Sosyal medyadaki fikir trafiğinin niteliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Geyiği bol olsa da bilgilendirme trafiği açısından da çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Bir kere kamuoyundan gizlenen pek çok haber süpersonik bir hızla yayılabiliyor. Gerçi yalan da çok çabuk yayınlanabiliyor ama yalanın yalan olduğu da çok çabuk aynı yerde ortaya çıkabiliyor. Hiçbir şey kaçmıyor yani'
- Bizimkiler oralı bile olmasa da (ya da öyle görünseler de) Wikileaks nasıl bir ezber bozdu?
- Etkilerin bugün anlamak istemesek bile ileride mutlaka çok ağır etkileri olacaktır. Bu bence sıkı bir istihbarat savaşıdır ve sıkı bir istihbarat marifetidir. Tüm dünyada neden şimdi ortaya çıktıkları, arkasındaki güçler, istihbarat savaşları, kim kimin kolunu büküyor şu anda net olmasa da ilgiyle okuyorum ve gerçekliği konusunda hiçbir şüphem yok.
'KÜRTAJ GÜNDEMDEYKEN FASULYENİN FAYDALARINI YAZMAM'
- Yazılarınızda kimseyi rencide etmek yok. Kurumlarla ve kişilerle ilişkilerinizi nasıl bir düzlemde tuttuğunuzu, mesafeyi nasıl ayarladığınızı anlatır mısınız?
- Popüler konularla ilgili olduğu için yazıyorum sorunları, o gün gündemde ne varsa onu takip etmeli köşe yazarı. Mesela Eurovision varken onu yazıyorum ya da milli maç varken oturup anayasayı yazmıyorum ya da kürtaj meselesi gündemdeyken dönüp fasulyenin faydalarını yazmam. Tepki elbette olacaktır ama doğru anlayanların çoğunlukta olduğunu özellikle bana gelen e-postalardan görüyorum. Mesela bir yazımda vardı; polis meselesine bakarsak, açılımı polis evinde yapıp sonra terörün üzerine polisi göndermek bir yazı konusu oluyor. Üstelik polisi terörle mücadeleye sürdüklerinden beri şehit olan polis sayısına bakılırsa maalesef haklı olduğumuz görülüyor. Dolayısıyla doğru bir tane, işine gelmese de doğru anlaşılıyor.
- Sıkı bir futbolseversiniz' Memleketin futbol ahvalini de sormalı size, köşenizde hararetle yer verdiğiniz konulardan biri de ayrıca'
- Siyasetçiler futbolu kullanmaya çok çalışıyor. Bunu çok komik buluyorum. Mesela bununla alakalı olsaydı İstanbul Büyükşehir Belediyespor'un seyirci sayısı 6 kişiden fazla olurdu (gülüyoruz) ki 6 biletli seyirciye maç oynadıkları zaman oldu. AKP'nin İstanbul'da aldığı oyu düşünürsek bu çok komik bir şey ya da Başbakan işte Antalya'ya gittiği zaman mitingde Antalyaspor atkısı takıyor ama seçimde Antalya'yı CHP kazanabiliyor gibi. Yani insanların taraftarlık aidiyeti siyasetten bağımsız bir şey. Siyasetçilerin buraya yönelmesi siyasetçilerin bu işi bilmediklerini ve kandırıldıklarını gösteriyor. Farz edelim mesele Fenerbahçe ise yani Fenerbahçe içinde her siyasi partiden insan olmasından daha doğal bir şey olabilir mi? Rekabeti bozan bir faktör siyasetçilerin futbola burnunu sokması. Bunu yapmamaları lazım çünkü ortak paydalarımızdan biri taraftarlık, aidiyet duygusu. Bu işlere bulaşmasalar hayırlı olur. Siyasetçilerin spora el atarak oylarını arttırabildiklerini kesinlikle düşünmüyorum.
- Peki, ya adalete'
- Şöyle söyleyeyim, geçenlerde bir duruşmam vardı, Bakırköy Adliyesi'ne gittim, muhteşem bir bina, yeni yapıldı. Dördüncü kata çıktım. Saksılarla çiçekler falan konulmuş. Üstünde dördüncü kat yazıyor ki araklanıp üçüncü kata indirilmesin (Gülüyoruz.). Bütün odalarında savcıların, hâkimlerin oturduğu adalet sarayımızda saksıların üzerine yazı yazılarak kat numarası belirtiliyor. Araklanıyor demek ki! Türkiye'de maalesef şu anda adaletin geldiği nokta bu. Hukuku tabii ki hukuka bırakmak lazım ama mesela gazeteciler hapisteyken bazı gazetecilerin cezaevlerine methiyeler düzmesi çok hazindir. Herhalde hukukçular çok utanmıştır.
'BEYNİ ÖRTÜLÜ ERKEKLER YERİNE BAŞI ÖRTÜLÜ KIZLARLA MÜCADELE ETMEYE ÇALIŞMAK AHLAKSIZLIK'
- 4+4+4' Bölünmüş eğitim, dindar gençlik, nesiller yaratma konusu... Düşüncelerinizi burada da dile getirir misiniz?
- Şimdi eğitimciler asla, lütfen kırılmasınlar bana; başarılı bir eğitim sistemimiz olduğunu söyleyemeyiz. Bu iş eğitimse rahmetli Erbakan da profesördü yani. Tansu Çiller de profesördü. Ama neler yaptıklarını gördük. İşinin kökenini alırsak, dindar ve dinsiz gibi bir ayrıma götürmeye çalışıyorlar. Bunda da muhalefeti değil ama toplumun önemli bölümünü şu manada hatalı görüyorum; çünkü bu işin kökeni aslına bakarsanız türban veya pek çoğunun söylediğine göre başörtüsü. Ben din eğitimim ve din bilgim itibarıyla başörtüsünün şart olduğunu düşünmüyorum. Ama bu benim düşüncem. Bir başkası diyorsa ki 'bu şarttır' veya 'kardeşim benim bilinçaltım böyle emrediyor' veya 'kardeşim benim ailem öyle istiyor' onun bileceği iştir. Bizim o insana örtemezsin deme hakkımız asla yoktur. Beyni örtülü erkeklerle erkek gibi mücadele edeceğine, gariban kız çocuklarının kafasındaki örtüyle uğraşmak gerizekâlılıktır, ayıptır, ahlâksızlıktır. Şimdi sen Danıştay'ı basıp insanları öldüren adamı hukuk fakültesi'nden mezun edene kadar görmemişsin, köyden ya da şehirden gelen bir gariban kız çocuğunun işletme fakültesinde, eczacılık fakültesinde okumasına engel oluyorsun. Bu geri zekâlılıktır. İnsanları zorla bazı partilere mahkûm etmektir.
- Ve malzeme yapmaktır.
- Elbette. 4+4+4 de bunun sonuçlarından biridir ve bunun arkası da gelebilir. Bu işin kökeni türbandır ya da türban takanların tabiriyle başörtüsüdür. Sana ne kardeşim. Bunu hem vicdanen hem ahlâken sorgulamak lazım. Bunu samimiyetle sormazsan o zaman 'sana ne kardeşim benim sezaryenimden' deme hakkın da olmaz. Çünkü her defasında karşına aynı soru çıkıyor; 'Sen de benim türbanıma karıştın' diyor. Doğru diyor, niye karışıyorsun kardeşim? Bu aynı zamanda sadece din meselesi de değildir. Kendisini çok eğitimli zanneden insanların bilinçaltında yatan kadın düşmanlığıdır aslında. Yani sen malı götüren badem bıyıklıyla iş tutmayı biliyorsun, beraber rant paylaşırken, ihale kaparken sesini çıkarmıyorsun ya da herhangi bir mevkiye geldiğinde önünde esas duruşa geçip, ceket iliklemekten utanmıyorsun ama aynı adamın ya da aynı adam olmasın herhangi bir vatandaşın başörtülü eşine sen laiklik, demokrasi, Cumhuriyet dersi vermeye kalkıyorsun. Bakın bir örnek vereyim; günümüzde gençler Cumhuriyet konusunda çok hassas, Mustafa Kemal konusunda çok hassas ama kadın erkek diye sınıflandırırsak kadınların daha duyarlı, daha hassas, daha aktif olduğunu görüyoruz. O zaman kardeşim sen Mustafa Kemal'e dua eden kadınlara, kızlara başörtüsü diye niye karşı çıkıyorsun. Sana ne yani. Onun için ben bugün sezaryene de 'sana ne' diyebiliyorum. Sen hem sıradan vatandaşın başörtüsüne karışacaksın sonra da sezeryene 'sana ne' diyeceksin. Sana da 'sana ne' derler. Bu işin temeli 4+4+4 ya da bir başka konu, yarın öbür gün çıkabilecek yine din merkezli bütün tartışmaların kökeni aslında bu. Hem saçmalıktır hem de temelde kadının aşağılanmasının sonuçlarından biridir.
- Son olarak ilk kitap tiyatro oyunu olacak'
- Gencay Gürün'ün Tiyatro İstanbul'u tarafından sahnelenecek. Kabare haline getiriliyor şu anda. Bu yaz kısmetse başlayacak. Turneleri İzmir'den başlayacak ama İzmir aslında benim tercihim değil. Mevsim itibarıyla Çanakkale'den Antalya'ya kadar sayfiye yerlerimizde olacak yaz boyunca. Sonra eylül, ekim gibi Tiyatro İstanbul'un Profilo Alışveriş Merkezi'ndeki yerleşik salonunda sahnelendikten sonra Ankara'ya gidecek. Anadolu turnesi, derken İstanbul, Ankara, İzmir tekrar olacak. Turnelere ben de gitmeyi istiyorum. Metne hiçbir müdahalem olmadı. Fethi Kantarcı ile Saygın Delibaş tarafından tekst haline getirildi ben de okudum ve çok beğendim.