'Ne yapacağımı şaşırıyordum'
Televizyon dizilerinin ünlü ismi Ali Atay, şöhretin hayatına etkilerini anlattı...
Parayla düzeyli bir ilişkim var. Ama önemli olan sevdiğin işi yaparak para kazanmak. Mesela ben reklam filmlerinde oynamadan para kazanabiliyorsam, ne mutlu bana!
'Leyla ile Mecnun' dizisiyle ekranın en popüler isimleri arasına giren Ali Atay, rol aldığı sinema filmleriyle de adından söz ettiriyor. Kariyerinin en güzel zamanlarını yaşayan genç oyuncu, Esquire dergisine hakkında bilinmeyenleri anlattı:
*Rize'de doğdum ama çocukluğum Kocamustafapaşa'da geçti. Çocukluk arkadaşlarıma çok değer veririm. Onlar ve aileleri benim hayatıma yön vermiştir çünkü.
BERBAT BİR TOPÇUYDUM
*Yedikule Spor Kulübü'nde top oynuyordum ama berbat bir topçuydum; çok kötü oynuyordum. Sırf mahalledeki herkes oynuyor diye ben de lisans çıkarmıştım. O kadar kötüydüm ki, sürekli oyuna alıp sonra çıkarıyorlardı. Hâlâ da kötüyüm.
*Okulda matematikte çok iyiydim. Geometride kendime bir oyun alanı yaratmıştım. Sorunları bulmaca çözer gibi ele alırdım. Ben matematiğin hayatın her yerinde olduğunu sonradan çok iyi anladım. Matematik sayesinde gerek tiyatroda, gerek televizyonda ya da arkadaş gruplarında bir problem olduğunda soğukkanlılıkla çözmeye başladım.
Bence oyunculukta da çok büyük önemi var matematiğin. Matematik zekası gelişmiş bir aktör, hemen kendisini belli eder. Bence konservatuvarlarda haftada bir saat de olsa geometri dersi koymaları çok faydalı olabilir. Mesela bir dansçının da matematiği bilmesi gerekir. Daha doğrusu matematik algısına sahip olması... Matematik insanın zihninde bir patika açıyor. Hayatım boyunca benim işlerimi kolaylaştırdı.
YOKLUĞA ALIŞIĞIM
*Parayla düzeyli bir ilişkim var. Hiç yalan söylemeyeceğim, para şart. Paranın getirdiği rahatlık duygusuna ihtiyacı var insanın. Paran olacak, kendini iyi hissedebileceksin ki, istediğin işi yapabilesin. O yüzden para kazanmanın gerekli olduğuna inanıyorum ama doğru imkanlarla kazanabilirsek daha da iyi. Mesela ben reklam çekmeden para kazanabiliyorsam ne mutlu bana. Sırf sevdiğim işi yaparak para kazanabilmek...
*Ben bu işe başlayıp evden ayrılırken anneme dedim ki, "Anne sen yine de bana bir yer ayır yanında. Ne olacağı belli olmaz. Çok para kazanabilirim ama sonra hepsini kaybedebilirim de." Ben yokluğa da alışığım, çok fazla paraya da. Önemli değil benim için. Parasızken de şu an ne yaşıyorsam onu yaşıyordum. Para ile parasızlık arasındaki en büyük sıkıntı, istemediğin işleri yapmak zorunluluğu.
*En sevdiğim iş, tiyatro. Arkadaşım Berkun Oya ile televizyon için pek çok proje tasarladık. Gel gör ki, hikaye biraz bizim düşündüğümüzün gerisindeymiş o zamanlar. O yüzden hep bir yerlere tosladık, önümüze duvarlar çıktı.
*Magazin muhabirlerinden gerçek anlamda korkuyorum. Asılsız şeyler yazdıkları da oluyor. Başlarda ne yapacağımı şaşırıyordum. Sonra kanıksamaya, görmezden gelmeye başladım. Annem telefon açıp bana soruyordu "Doğru mu?" diye. "Anne sen de inanıyorsan böyle şeylere, ben ne yapayım?" diyordum.
*Dünyanın en saçma sorusu şudur: Sinema oyunculuğu mu, tiyatro oyunculuğu mu? Böyle bir şey yok; oyunculuk, oyunculuktur. Eskiden imkansızlıklardan dolayı tiyatrocular daha yüksek sesle oynamak zorunda kalıyordu. En arkaya seslerini duyurabilmek için falan... Bazı tiyatrocular, o durumun, o enerjinin yansımalarının zamanla vücutta yer etmesiyle sinema filminde tiyatrocu gibi oynuyorlar. O tür oyunculuktan hoşlanmadığım için buna hiç izin vermedim.
Ölüm, adaletsizlik veya sevdiğim biriyle ilişkimdeki sıkıntılar nedeniyle kısa süreli depresyona girdiğim olur. Ama uzun dönem depresyona girmem. Kaçınılmaz bir şeyse depresyon, gireceksin ama çok durmayıp kaçacaksın!
OYUNCU EVİNE İŞ GÖTÜRMEMELİ
*Oynadığım karakterle özdeşleşmekten hep korktum. Tiyatroda karakterle selama çıkan oyuncular vardır mesela. Bu, insanı şizofreniye sürükler ve dehşet bir şeydir. Bu konuyla ilgili gerçekten çok sıkıntı yaşayan arkadaşlarımız var. Çok basit fiziksel bir karşılığı var bunun; beyin, senin yaptığın her şeyi ciddiye alıyor. Verdiğin bütün tepkileri, rol icabı olsun olmasın ciddiye alıp gerçek kabul ediyor. Beyin bilmiyor, senin bir dizide, filmde ya da sahnede olduğunu. Sen ağladığın zaman depresyona girdiğini düşünüyor ve sana ekstra adrenalin pompalıyor. Rol devam ettiği sürece de devam ediyor buna. Beyin bir noktada paniğe kapılıyor ve sonra seni şizofreniye sürüklüyor. Gerçek ruhsal hastalıklar yaşamaya başlıyorsun.
CİDİYE ALACAKSIN
*Müşfik Kenter bizi "Tiyatro ciddi bir şakadır" diyerek eğitti. Bunu aklından çıkarmayacaksın. Çok ciddiye alacaksın işini ama işin, hayatın olmayacak. Eve iş götürmeyeceksin. Eve iş götürmemen gereken yegane iş, oyunculuk olabilir. Dünyada bir sürü oyuncuda var bu sıkıntı. Bu yüzden metafiziğe saldırıyorlar. "Maden işçileri bir, tiyatro oyuncuları iki" derdi Müşfik Hoca. İş yapıyoruz yani. Allah'a şükür ben hiçbir rolde depresyona girmedim.
TV'nin korkulacak bir şey olmadığını anladım
*'Leyla ile Mecnun' sayesinde televizyonun korkulduğu gibi bir şey olmadığını, istediğin gibi bir şeyin ekranda da yapılabileceğini anladım. Televizyon programlarına çıkmayı sevmiyorum çünkü programlara çıkmanın ne anlama geldiğini çözebilmiş değilim. Benim oradaki gerçek durumum nedir? Onun karşılığı yok bende. Ben halkla ilişkiler, reklam tarzı şeylerden de hoşlanan biri değilim; becerebildiğim bir şey de değil bunlar zaten. Olduğundan farklı gösterilmeye çalışılan her şeyin karşısındayım. O yüzden o alan benim için çok fazla şey ifade etmiyor. Gazeteler, dergiler, röportajlar... O işlere girmek için gerçekten konuşulacak bir durumun olması lazım. O yüzden, saygısızlık etmeden uzak durmaya çalışıyorum.