'Katil olmak istiyorum'
Yaprak Dökümü’ dizisinin Ceyda’sı Başak Sayan'dan şok açıklamalar...
‘Nekrüt’ Yeni bir film, yeni bir heyecan… 31 Ekim’de vizyona giriyor. Adıyla başlayalım. Ne demek Nekrüt? Ve konusu nedir filmin?
Nekrüt Neptün gibi bir gezegen ismi. O gezegenden insana benzeyen ve ataları Türk olan yaratıklar dünyaya geliyor ve hasbelkader beni alıp kurtarmalarını beklediğim, yaşadığım kasabaya düşüyorlar. Hikâye bundan sonra başlıyor. Uzaydan Dünya’ya gelişlerinden itibaren aradaki farklılıklar komik olaylara neden oluyor. Onlar burada aşkı keşfederken biz de başka şeyleri keşfetmeye başlıyoruz. Tabi fizyolojik olan farklılıklar da sorunlara neden oluyor ve bunları aşmaya çalışırken komik olaylar başlarına geliyor.
Uzaydan geldikleri için dünyayla ilgili bilgileri az oluyor haliyle.
Evet aynen… Dünyaya özgü hiçbir şey bilmiyorlar. Buna aşk ve cinsellik dahil. Filmin sorusu da şu aslında cinsellik olmadan aşk nasıl olurdu? Cinsellik mi aşkı daha tutkulu ve büyük yapıyor yoksa o yaşanmayınca mı böyle oluyor?
Sizden başka kimler rol alıyor?
Benden başka Erkan Taşdöğen var, kendisini daha çok Zaga’daki ‘Vampir’ tiplemesinden hatırlar seyirci. Ferhat Yılmaz, Erol Günaydın, Mustafa Topaloğlu, Selahattin Taşdöğen, Nuri Alço, Yıldırım Öcek, Misak Toros ilk aklıma gelen isimler… Gerçekten çok eğlenceli bir film oldu.
PAVYON ŞARKICISI BAŞAK!
Siz nasıl bir rolle karşımızda olacaksınız bu kez?
Ben izleyicinin alışık olmadığı tarz bir rolle karşısına çıkacağım. Doğu şivesiyle konuşan, saf, cahil ama aynı zamanda küçük bir yerde yaşamanın getirmiş olduğu o saflıkla iyi yürekli bir pavyon şarkıcısını oynuyorum. Hayatımda ilk kez şarkı söyledim. Üstelik Bergen şarkıları... İki saat beni sette çalıştırdılar ve öyle söylemeye başladım. Zaten pavyon şarkıcısı olduğumdan sürekli detone olmam sorun yaratmayacak. (Gülüyor)
Doğu şivesiyle konuşan, şaşkın ve komik bir kadını canlandıran Başak’ı düşünemiyorum ben. (Gülmeler) Hemen hemen rol aldığınız karakterler aldatan ya da bu tür roller olduğu için sanırım. Nasıldı bu farklı karakteri canlandıran Başak, kendi gözüyle?
Aslında bugüne kadar sürekli kötü karakterleri oynamadım. Oynadığım başka karakterlerde vardı ama onlar son yaptığım işler kadar akılda kalmadığından sanki hep böyle olduğunu düşünüyor insanlar. Aslına bakarsanız bundan bir şikâyetim de yok.
“KÖTÜYÜ OYNAMAKTAN KEYİF ALIYORUM”
Kötüyü oynamak…
Kötüyü oynamaktan keyif alıyorum. Çünkü normal hayatınızda dışarıya yansıtamadığınız ne kadar duygunuz varsa bunu sette dışarı çıkarıyorsunuz. Bu da farklı bir keyif veriyor. (Gülüyor) Bu yaptıklarımı normal hayatta yaptığımı düşünsenize…
Hani hep kötü ya da fettan güzel karakterini canlandırdınız ya şimdiye kadar. Bu filmde tamamen farklı bir karakter… Teklif ilk geldiğinde kaygılarınız oldu mu? Hani “Doğu şivesiyle konuşmak, cahil, şaşkın bir kadını canlandırabilir miyim” şeklinde?
İlk anda başka kaygılarım oldu aslında. Sonuçta siz bir oyuncuysanız size düşeni yapar, rolünüzü oynarsınız ama sonucu bilemezsiniz. Çünkü bu bir bütündür. Siz işinizi iyi yapmış da olsanız kötü olan bir şey olduğu zaman filmin toplamına mal edilir bu. ‘Kötü’ denir ve geçilir. İlk kez çalıştığım insanlar çoğunlukta olduğundan korkularım oldu elbette. Sette ilk gittiğim gün oldu bu endişe. Aslında oraya gidene kadar nasıl bir konuşma biçimi bulacağımı bilemiyordum. İçimdeki ses o anda doğru olan şeyi yapacağımı söylüyordu. Kostümleri giyip, o karaktere bürünüp de sahneye çıktığım ilk anda çıktı o konuşma biçimi. Planlanmış bir şey değildi.
Çekimler nasıl geçti?
Çekimlerin başladığı tarihlerde duygusal açıdan baskı altındaydım ve çok stresliydim. Filmde var olan bazı sahnelere o sırada erkek arkadaşım tepki göstermişti. Ki aslında çekilmeyecekti bile o sahneler. Başka tatsız şeyler de oldu ve Temmuz sıcağında minicik bir odada 15 kişi, ışıklarla çalışmaya başlayınca ve saatler geçince ben fenalaştım ve bayıldım. Sıcak, havasızlık, yoğun duygusal stres bu sonucu doğurdu. Ve beni hastaneye kaldırdılar.
“SİNEMA ÖLÜMSÜZLEŞMEK DEMEK”
Birçok dizide rol aldınız. Sinemada da… Bu ikinci filminiz… İkisinin ortak yönleri ve farkları?
Ortak noktaları çok… İkisinde de bir karakter yaratıyorsunuz, ona ruh veriyorsunuz ama televizyonda bu unutuluyor. Televizyon suya yazı yazmak gibi bir şey ama sinemada yaptığınız her şey kalıyor. Bundan on sene sonra da izlenebiliyor. Ölümsüzleşmek gibi bir şey sinema.
“BİRİNİ ÖLDÜREBİLECEĞİMİ HİSSETTİM!”
Üniversitede ekonomi eğitimi aldınız ama oyunculuğa yöneldiniz. Çünkü çocukluğunuzdan beri istediğiniz bir şeydi. Peki neydi size ‘Oyuncu olmalıyım’ dedirten?
Neden oyuncu olmak istedim? O bir arzu... Bu var oluşunuzla ilgili bir şey. Kimi insan hayatı boyunca yazmak ister, kimisi top oynamak, kimisi yönetmek... Ben de oynamak istedim ve parlamak… Aslında ben hayatım boyunca her şey olmak istedim. Hâlâ da öyle... Bazen doktor, bazen avukat, bazen bir öğretmen... Bazen birini öldürebileceğimi hissettim. Yaparsam neler hissedebileceğimi… Ve sonucunda öyle bir mesleğe sahip oldum ki bunların hepsini tadabiliyorum. Son üç senedir kocasını tutkulu aşkı için aldatan ve yasak aşkından çocuk sahibi olan bir kadın oldum. Yani nasıl bir şey biliyorum artık. (Gülüyor) Her insanın içinde her türlü duygu var. İnsanın tek bir karakteri yok. Bilinçaltınız dışında sizin bile bilmediğiniz yanlarınızın bulunduğu bir alt beyincik var. Tüm o duygular içinizdeyken sadece toplumsal kurallar ve normlarla onları bastırmayı öğrenmişiz. Ayıp, günah, yasak...
Ama bu yani ayıp, günah, yasak olguları biraz da toplumun baskısıyla…
Toplum tarafından dışlanma korkusu bizim doğamızda var olan bir sürü şeyi yok saymamıza yol açmış. Hatta belki siz bile bunların farkında değilsinizdir. Benim farkım ben bu duyguları bulup çıkarmayı biliyorum içimden.
Rollerdeki inandırıcılığınız bununla alakalı o zaman.
Aynen… İnandırıcılığımın nedeninin soruyorlar hep. İnandırıcılığımın nedeni de bu. Şimdi sırada hep başka karakterler var. O kadar zevkli bir şey ki bu…
Yaprak Dökümü’nde Ceyda karakterini kabul etmenizde ne etkili oldu, öncelikli olarak?
Ceyda karakterini bana yönetmenimiz Mesude Erarslan teklif etti. Biz daha evvel ‘Gece Yürüyüşü’ adlı bir dizide beraber çalışmıştık. Beni aradılar ve rolü anlattılar. Hiç düşünmeden kabul ettim çünkü Mesude Erarslan’ın yaptığı her işte olmak isterim ben. Oyuncusunu çok iyi yönlendiren, çok iyi bir rejisi olan, sette inanılmaz bir hakimiyeti olan bir yönetmen o. Bundan sonra da beraber çalışmak isterim.
“CEYDA ÇOK SOĞUK”
Aslında Ceyda rolü derin bir oyunculuk gerektiriyor, sizin başardığınız gibi. Yani tutkulu ama bunu ifade edemeyen, duygularını göstermeyen bir karakter. Ve de soğuk. Bir maskenin ardına gizlenmiş. Neden o maske?
Ceyda’nın yapısı bu. Hikayeyi ilk okuduğumda ve sete ilk gittiğimde içimden bu kadının öyle olduğuna ait bir his geçti, öyle oynamak istedim. Soğuk… O kadar soğuk ki hiçbir duygu okunmasın neredeyse yüzünden… Çok da başarılı oldu bu fikrim. İnsanlar hem nefret etti hem sevdiler karakteri. Ama bunlar komple bir bütün, çok iyi bir yönetmen, çok iyi bir yazım ekibi ve çok iyi oyuncularla oynayınca sonuç iyi oluyor.
Ceyda’yla Başak’ın uymayan özellikleri neler?
Ceyda çok bencil... Ben onun yerinde olsaydım geçmişimi bir kalemde silip atamazdım. Evet aşık olduğu için bunu yaptı ama ben diğer taraftaki yıllarca emek verilen ilişkiyi bir çırpıda silemezdim sanırım. Benzeyen tek yanımız soğuk olmamız belki de ilk bakışta. Ama Ceyda’nın soğukluğu ürkütücü boyuttaydı. Gerçi şimdi anne olunca başka türlü bir havaya büründü ister istemez.
Evet bu fark ediliyor. Dizide şimdi anne olduğunuz için insanlar size karşı biraz yumuşadı gibi. Ama eşini aldattığı dönemde çok ilginç tepkilerle karşılaştığınızı tahmin ediyorum. En ilginci hangisiydi, şu an ilk aklınıza gelen?
Evet, çok garip tepkilerle karşılaştım. En son yaşadığım bir tanesi şu kolum kırılmıştı, askıyla bir canlı yayına konuk olmuştum. Yayın bitmek üzereydi ve birden yaşlı bir kadın fırlayıp bağırdı. ‘Allahın sopası yok, yaptıkların yüzünden kolun kırıldı’ diye. Ben dahil herkes şok oldu.
Dizide en çok etkilendiğiniz sahneler hangileri?
İntihara kalkıştığım ve Nejla’nın (Fahriye Evcen) gelip bana tokat attığı bir sahne vardı, gerçekten çok iyi ve gerçek oynamıştık. Herkes put gibi donup kalmıştı. Hatta yönetmenimiz sahneyi bölememişti. Ali Rıza Bey’le (Halil Ergün) Leyla’nın (Gökçe Bahadır) bazı sahnelerinde… Bir de Ali Rıza Bey’le (Halil Ergün) Fikret’in (Bennu Yıldırımlar) ayrılış sahnesi çok dokunmuştu bana. Bu sahneler beni etkiledi. Çünkü içimde üstünü örttüğüm bazı hassas noktalara dokunmuşlardı.
Dizinin bu sezon bölümleri için “çarpıcı sahneler ve beklenmedik olaylar olacak” denildi. Siz neler diyeceksiniz bu konuda, dizide olanları bilen biri olarak? Tepkiniz nasıl oldu yani?
Ben dizideki yeni gelişmeleri ilk duyduğumda cidden şok oldum. Çünkü hiç aklıma gelmeyecek türden şeylerdi. O yüzden eminim izleyici benden çok şaşıracaktır.
‘Yaprak Dökümü’ dizisi eskilerde kalan, günümüzde yok olan değerleri anlattığı için mi bu kadar ilgiyle izleniyor?
‘Yaprak Dökümü’ eski ilişkileri ve değerleri anlattığı için bu kadar sevildi. Herkesin anılarında hep beraber oturulan akşam yemekleri, anneyle, babayla olan diyaloglar, o hiyerarşi, düzen var. Bunlar büyük metropollerde hızla yok oldu, yerine daha yüzeysel ve farklı ilişki modelleri geldi. Yeni ve soğuk... Hepimiz o sıcacık, eski hatıralarımızı içimizde sıkı sıkıya sakladığımız için ’Yaprak Dökümü’ dizisi çok sevildi. Tabii bir de günümüze adaptasyonu çok başarıyla sağlandığı için…
“KATİL OLMAK İSTİYORUM!”
“Şu rolü başarıyla canlandırabilirim, ya da şu karakteri canlandırmayı çok istiyorum” dediğiniz bir rol ya da karakter var mı?
Kendimi zorlayacak, içimde olduğunu bilmediğim duyguları ve yönleri çıkarmamı sağlayacak karakterleri oynamak hoşuma gidiyor. Çünkü orada bir şey yarattığınızın farkına varıyorsunuz daha çok. Bambaşka biri, bambaşka bir dünya... Mesela bir seri katili oynamayı çok isterdim. Ciddi psikolojik sorunları olan, çok soğukkanlı bir seri katil... Belki bir sonraki oynayacağım karakter ciddi psikolojik sorunları olan bir seri katil. Hatta keşke öyle olsa!
“ÇIPLAKLIĞA KARŞIYIM”
“Televizyonda asla canlandıramam” dediğiniz bir rol var mı?
Televizyonda çıplaklığa karşıyım. Perdede eğer hikâyeye hizmet etmiyorsa sırf dikkat çeksin diye varlarsa yine karşıyım.
Bir dizi ya da film senaryosu önünüze geldiğinde oynayacağınız karakterin hangi yönleri cezbediyor?
Beni cezbeden tarafı o karakterin beni ne kadar zorlayacak olması. En eğlenceli süreç o ara oluyor. O karaktere uygun giyinmek, öyle davranmak, ona uygun davranış biçimleri, bakma ve konuşma biçimleri bulmak… Mesela bir sözcüğü fazla kullandırmak, imzası olabiliyor çoğu kez o karakterin. Ne giyer, nasıl sarılır, nasıl oturur… Karakteri baştan yaratıyorsunuz ve eğer sizden çok farklıysa işte o zaman inanılmaz keyifli oluyor.
“ÇOK DUYGUSALIM”
Size her ne kadar genel olarak kötü kadın rolleri verilse de gözlerinizdeki hüznü fark ediyorum ben. Yanılıyor muyum?
Hayır, yanılmıyorsun, gözlemin doğru Melike. Ne yazık ki çok duygusalım. Gözlerimdeki hüzne gelince… Bunu o kadar çok insan söyledi ki… Bana hiç yakın olmayan ve beni hiç tanımayan… Şu da var ki bana o kadar yakın olan ve çok iyi tanıdığını zanneden insanlar o kadar farkına varamadı ki bunun. Kırılgan tarafımı hep gizlemeye çalışsam da gözler insanı ele veriyor sanırım. İçimde yıllardır biriktirmiş olduğum ve üst üste eklenen kırgınlıkların bırakmış olduğu bir iz sanırım bu. Ve her yeni kırgınlıkta daha da belirgin hale geliyor.
“KAYBETMEDEN AŞIK OLAMAZSIN!”
Özel hayatınızı paylaşmayı sevmiyorsunuz. O zaman şunu sorayım. Ayakları yerden kesen o duyguya değinirsek… Aşk neler hissettirir size?
Evet, özel hayatımı paylaşmayı çok sevmiyorum. Çünkü söylediğiniz bir söz birçok başka anlama çekilebiliyor ve adı üzerinde zaten ‘özel hayat’ bu. Aşk benim için tabiî ki çok özel ve önemli. Kolay kolay yakalanabilen bir duygu değil. Ama aşk ne yazık ki acı ile beraber el ele yürür her zaman. Bir ilişkinin içinde ne kadar çok kavuşamama, acı, özlem, yanlış anlamalar, gitmeler, dönmeler, korkular, şüpheler varsa o aşk o kadar büyük oluyor. Kimse mutlu aşk yaşadığını söyleyemez. Mutlu ilişki vardır evet ama mutlu aşk yoktur. Aşkın doğasına aykırıdır huzur. Huzur geldiğinde aşk tası tarağı toplayıp gitmiştir çoktan. O yüzden sevgi ile aşkı birbirine karıştırmamak gerekir. Benim burada bahsettiğim aşk, sevgi değil. Kaybetmeden aşık olamazsın!
“Kaybetmeden aşık olamazsın” diyorsunuz. Nasıl yani?
Kaybetmeden aşık olamazsın, çok açık bence. İnsan ne yazık ki yanında olduğu zaman, o şeye sahipken onun değerini anlayamıyor. Ne zamanki onun artık olmadığını ya da böyle bir ihtimal olduğunu fark ediyor, işte o zaman başlıyor her şey. Yani kaybetmeden ya da kaybetme korkusu yaşamadan aşık olunmuyor.
“AŞK İÇİN HER ŞEYİ GÖZE ALABİLİRİM”
Peki siz neleri kaybetmeyi göze alırsınız aşkı yaşamak adına?
Bu soruyu bana hiç sorma. Çünkü her şeyi göze alabilirim. Aşk kontrolsüzlük duygusunu birlikte getiriyor. Ben istediğim kadar size açıklama yapayım şunu yaparım, bunu yapmam diye… Öyle bir an gelir ki ‘Asla’ dediğim her şeyin üzerini bir kalemde çizerim. En azından ben böyle yaparım.
Nasıl bir aşıktır Başak?
Ben çok zor aşık olurum ve aşık olunca tüm kontrolümü kaybederim ne yazık ki. Yanlış olduğunu bildiğim şeyleri yapmaya başlarım. 24 saat yanında olmak isterim. Ki bu bence yapılacak en büyük hatalardan biridir. Ama engel olamazsın işte. Ben hesap kitap yapamam aşık olunca yani. Ve az önce saydığım tüm o duyguları yaşarım.
Zor aşık olan ama aşık olmaktan korkmayan bir Başak var. ‘Bir adam için savaştım’ diyorsunuz. Ne zaman farkına varıyor insan bu savaşın bitişine aldatılmaktan başka? Ona hissedilen yoğun duygular körelince mi? Ya da başka…
Aldatılmak da o savaşın bitmesine neden olmuyor. Belki geçici bir süre yok olduğunu zannedersiniz ama orda teninizin altında öfkeyle daha da büyümüş olarak uyandırılmayı bekler durur. Bu savaş sadece tek bir şekilde biter. O insan artık diğer insanlar gibi sıradan olmuşsa sizin için ortada artık ne savaş vardır ne de anlaşmazlık.
Aldatılmışsınız ve affetmişsiniz. Çok sevmek mi izin veriyor affetmeye, yoksa başka bir neden mi?
Affettim, az önce anlattığım şekilde olduğu için... Ama sonu gelmedi. Affetmenin bir nedeni yok. O kadar yoğundu ki duygularım ben bir şans daha verdim. Karşımdakine değil yani, kendime…
İlişkilerinizde nelere önem verirsiniz?
Tabiî ki saygı… Eğer ben o insandan çekinmiyorsam hiçbir şey olmaz aramızda. Çünkü aşık olamam. Ve karşımdakinin masumluğuna inancım... Ona bakıp da ‘ne kadar masum’ diyorsam, onun kirlenmemiş taraflarını ve yaralarını, saklamaya çalıştığı acılarını, korkularını görebiliyorsam, içimde inanılmaz bir şefkat gelişiyor ve ne olursa olsun kıramıyorum karşımdakini o zaman. Kırılmayı hak ettiği zamanlar bile… Tek düşünebildiğim ‘Allah’ım ne kadar temiz ve saf biri. Asla onu kırmamam gerek’ oluyor.
Bu ne kadar doğru bir düşünce?
Bu ne kadar doğru bilmiyorum. İlişkide saygının yanında masumiyet arıyorum. Katıksız masumiyet...
“AŞKTA İNSANLARIN HATASI SAHİPLENMEK!”
Sizce erkeklerin ilişkilerdeki en büyük hatası nedir?
Erkeklerin değil de insanların en büyük hatası sahiplenmek. Bunu ben de daha çok yeni anladım. Ben kimim ki ya da sen kimsin ki, o senin oluyor? O bir insan ve kendine ait bir dünyası, ihtiyaçları var. Kendi korkularım yüzünden onu bastırmaya ve kontrol etmeye çalışmak ne kadar kötü bir şey. Bir söz var ya ‘bırak, eğer seninse geri gelecektir’ diye. Çok doğru bir söz bu. Her şeyi bir arada yapmak, alan tanımamak… Karşındakini hep kendin gibi sanmak… Ama o başka biri, senin gibi düşünemez, senin gibi bakamaz olaylara, aynı tepkileri veremez. Çünkü onun tarihi ve yaşadıkları ve bu yaşadıklarının onda bıraktığı izler seninkilerle aynı değil. Bu yüzden farklısınız ya. O farklılıklara saygı göstermek ve anlamaya çalışmak gerekiyormuş. Bunu anladım.
Sadakatin azalması günümüzde birçok şeyin hızla tüketilmesiyle mi alakalı? Yoksa başka bir sebep...
Sadakatin azalması ikili ilişkileri değişmesiyle alakalı. Daha doğrusu kadınların artık erkek gibi davranması... Roller neredeyse tamamen değişti. Her şey artık normal sayılıyor ve alternatif çok. ‘O olmazsa diğeri olur’ diyor insanlar. Bu yüzden kimsenin hiçbir şeye tahammülü de yok artık sadakati de…
Aldatılan kadın neden kolay bırakıp gidemiyor? Tek neden çok sevmek mi kalmak ve ihaneti kabullenmeye?
Kadının gidememesinin en önemli nedeni maddi gerçekler. Maddi anlamda kocasına bağlıysa gidemiyor. Sosyal endişelerle gidemiyor. Eğer durum böyle değilse o zaman çok sevdiği için, yoğun duyguları yüzünden gidemiyor.
Evli birine aşık olmuşsunuz yıllar önce. Üstelik arkadaşınızmış.
Böyle bir durumda kaldım. Bir şeyler hissettim, aşık oldum ama hiçbir şey yaşamadım. O kişinin bundan haberi bile olmadı. İçten içe aşıktım. Arkadaş olarak kalmak en doğrusuydu. İyi ki de arkadaş kaldık. Ama o dönem çok acı çektim. Çünkü birini seviyorsunuz ama yanınızda değil. Hiçbir şey paylaşamıyorsunuz. Acı çekerek sevmek ve bu şekilde yaşamanın gereği yok. Bir de ben şuna inanıyorum. ‘Ne yaparsan başına gelir’
“İÇİMDEKİ SESİ VE YALNIZLIĞI DUYMAYACAĞIM KADAR ÇOK GÜRÜLTÜYE İHTİYACIM VAR”
Mutlu olmanız için neler yeterli?
Bu aralar çok mutlu değilim. Ne yeterli gelir bilmiyorum. Ben de bu sorunun yanıtını arıyorum. Kendimi deli gibi işe verdim. O beni mutlu ediyor biraz ya da belki oyalıyor. Açıkçası içimdeki sesi ve yalnızlığı duymayacağım kadar çok gürültüye ihtiyacım var. O yüzden çok çalışıyorum.
Hayatın size öğrettikleri…
Hayatın bana öğrettiği en önemli şey, asla ‘Asla’ dememek. Ve her şeyi akışa bırakmak gerektiği... Direnmemek… Çünkü her şeyin bir nedeni oluyor sizin o sırada anlayamadığınız.
“HAYATA MATEMATİK GÖZÜYLE BAKIYORUM!”
Ekonomi okumuş olmanız, kişiliğinizi ve hayatınızı nasıl etkiledi?
Ekonomi okumuş olmam her şeye matematik gözüyle bakmamı sağladı. Yani her şeyin mutlaka bir çözümü var. Hayatı 0 ve 1’lerle görüyorum ve her sorunu çözebiliyorum. Bana göre sorun yok, çözümler var. Ama bu bahsettiğim şey ikili ilişkilerde imkansızdır. Çünkü orda senin dışında başka biri daha vardır.
Oyunculuğunuzun yanı sıra bir programda daha imzanız var. TV8’de ‘Kayıtdışı’ programını yapıyorsunuz. Dizilerin setlerini evimize getiriyor ve sevilen isimlerle keyifli sohbetler gerçekleştiriyorsunuz. Bu da kariyerinizde başka bir pencere. Bu programa başlamanız nasıl oldu?
‘Kayıtdışı’ programının yapımcısı da benim. İnsanların dizilerin kamera arkasını, kameranın çalışmadığı anlarda orada neler olduğunu merak ettiklerini fark etmemle başladı her şey.
Sırada yeni projeleriniz var. Çekimlerine başlanacak olan filmde, Beyaz’la rol alacaksınız. Beyaz’la oynamak keyifli olacaktır sanırım.
Film romantik komedi tarzında olacak ve çok eğlenceli. Beyaz, çok sevdiğim bir arkadaşım. Onunla kamera karşısına geçeceğim için mutluyum.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Son olarak herkese ne yaparlarsa yapsınlar her zaman hayallerinin peşinden gitmelerini söylemek istiyorum.
HÜRRİYET