‘İstanbul sanatımı dönüştürüyor’
Çalışmalarına Barselona’da devam eden Amerikalı sanatçı Frank Plant, 27 Haziran’a kadar Nişantaşı’ndaki SODA galeride eserlerini hayranları ile buluşturuyor. Plant, İstanbul’a bugüne kadar ki en güçlü işlerini getirmiş. Sanatçının minimal bakış açısı ise eserlerine özel bir soluk getiriyor.
Bu sergi ile seyircinin kafasını karıştırmak istemişsiniz gibi geldi bana... Seyirciye birçok soru yöneltiyorsunuz. Siz eserlerinizi yaparken kafanızdaki hangi soruları bir bakıma cevapladınız?
İnsanları yarattığınız şeyler ile ilgili yönlendirebilecek kışkırtıcı soruların sorulabildiğine inanmıyorum. Ama yarattığım şeylerin yapacakları bir diyaloğun, kısa veya uzun, başlangıç noktasını oluşturduğunu düşünüyorum. Bu noktada kendime de sorduğum sorular; nelerden hoşlandığım, ne düşündüğüm, neyi paylaşmak istediğim… İzleyicinin eserlerime baktıklarında paylaşmak istediklerimi anlamasındaki biyokimyasal süreci hayal etmekten hoşlanıyorum.
SODA galerideki 3. solo serginiz ve İstanbul’da birçok sanat fuarına da katıldınız. Bu şehirden geri döndüğünüz zaman sanatınıza yansımasını nasıl görüyorsunuz?
Bence bütün deneyimler mutlaka bir iz bırakıyor. İstanbul’dan döndüğüm zaman kendimi daha coşkulu ve parlamış hissediyorum. Türkiye’de 5 yıldan fazladır yaşadığım her deneyim inanılmaz derecede pozitif. Her İstanbul’a gelişimde SODA’nın harika ekibi ve bu süreç içersinde edindiğim arkadaşlarımla harika vakit geçiriyorum. Bu kültürü ve şehri bilen insanların bana kattığı çok şey var. Dolayısıyla benim de zaman zaman yüzeysel de olsa bu şehirle bir ilişkim var. Sanatıma bir etkisi var mı diye düşünürsek, muhtemelen evet; çünkü içinde olduğum yerlerde az ya da çok da olsa beni geliştiren ve dönüştüren şeyler hep var. Bir yere gittiğim zaman oranın sosyo-politik havası kadar tarihi özellikleri de genel olarak fikir edinmem adına önemli. Bu noktada Türkiye’nin kesinlikle bana ilham veren bir havası var diyebilirim.
‘TOPLUMU ETKİLEMİŞ OLAYLAR İLHAM VERDİ’
Eserlerini üretirken nelere dikkat ettiniz?
Özellikle dikkatimi yüzeysel olabilecek bir espriye ya da eleştiriye yöneltmeyi tercih etmiyorum. Benim için yaptığım işin kendi metni ile bir bağlantısı olmalı. Bazen ortaya çıkan, küresel olarak ses getirmiş durumlardan herhangi biri de olabilir. Çünkü ben bireysel olarak damga vurmuş olaylarla fikir birliği yaratmaktan ziyade toplumun belirli bir dönemini etkileyen değerlere ve onların getirdiklerini incelemeye çalışıyorum.
Dünden bugüne sanatsal imzanızda nasıl bir değişim söz konusu oldu?
Fikirlerinizle olan ilişkiniz, kullandığınız teknikle birlikte gün geçtikçe daha da derinleşir. Evet, geçtiğimiz 20 yıl enteresan ve dramatik dönüşümlere sahne oldu. Son 5 yılda daha büyük, karmaşık işlerle daha da özgüvenle çalışma imkanım oldu. Bazı anlarda fikirlerimin tekniğimle birlikte tıkandığı zamanlar da oldu. Bu biraz, anahtarınızı ya da cüzdanınızı kaybettiğinizde onları daha büyük korku ve depresif ruh haliyle aramaya benziyor gibi. Şu an bu tarz üzüntülü zamanlara gülüyorum. Genellikle uzun yıllardır aynı tekniği kullanıyorum.
‘BUGÜNE KADARKİ EN GÜÇLÜ İŞLERİM’
İzleyicinin kafasında nasıl bir iz bırakırsanız size göre başarılı olmuşsunuzdur?
Gerçekten düşünülmesi gereken bir nokta. Çünkü birçok açıdan ele alınabilecek bir konu bu. Önceliğim ve temel noktam, gerçekten iyi hissettiğim ve güvendiğim fikirleri sunmak. ‘Some Facts, Some Fiction’ şu zamana kadar SODA’da yaptığım en güçlü içeriği olan sergi. Kendimi SODA ile birlikte gerçekleştirdiğimiz önceki iki sergiye göre daha büyümüş, olgunlaşmış hissediyorum. İzleyicinin verdiği tepki beni ileriye götüren nokta oluyor. Bazı insanlar bunun daha azına ya da daha fazlasına ihtiyaç duyar, ama geniş bir izleyici desteğinin sizi daha pozitif bir noktaya getirdiğini ve bunun serginize de yansıdığını düşünüyorum.
Atölyenizde nasıl şarkılar çalar?
Aslında neler çalmaz diye kısa bir liste verebilirim Çünkü müzik konusunda bir şizofren olduğumu söylesem yanlış olmaz. Ama özellikle Fela Kuti, Stevie Wonder, LCD Soundsystem’in fanlarından biriyim. Elektronik, R&B, funk da severim.