Huzuru burada buldum
Serap Ezgü neden bir köy hayatı tercih etti? Şu anda neler hissediyor? İşte hepsinin cevabı...
05.04.2010 - 10:26 |
Hafta sonu Serap Ezgü ve sevgilisi Cem Hamuloğlu ile bir günü birlikte geçirdim. Uzun uzun konuştuk, yüzlerce fotoğraf çektik. ışine olan yaklaşımından sevgilisiyle ilk tanışmasına kadar bugüne dek paylaşmayı tercih etmediği birçok konuyla ilgili sohbet etme fırsatımız oldu ünlü sunucuyla. Dolayısıyla bu defa farklı bir Serap Ezgü’yle karşılaşacaksınız...
Bodrum’da, Gümüşlük ile Turgut Reis arasında yükselen Bozdağ’ın eteğinde üç katlı bir ev... Bu evde her sabah, sevgilinizle birlikte tarlaların, portakal, limon ağaçlarının uzandığı bir manzaraya gözünüzü açtığınızı hayal edin...
şehir uğultusuna, otomobil gürültüsüne alışmış kulaklarınızın duyduğu sesleri sayayım mı size?
Horoz, kuş, rüzgar, ağaçların hışırtısı, köpek havlaması, bunların olmadığı zamanlar da mutlak bir sessizlik...
ışte, size Serap Ezgü’nün yeni hayatının resmini çizdim kısaca... Programı “Suç ve Ceza” bittiğinden beri o bir Bodrumlu. Sevgilisi Cem Hamuloğlu ile birlikte eylül ayına kadar hayatını burada sürdürecek. Belli, yeni programı başladığında da bir ayağı burada olacak...
Nasıl olmasın, canı elma çektiğinde dalından koparıp yediği, reçelini, turşusunu, hatta ekmeğini kendi yapma fırsatı bulduğu, sütünü köyden aldığı, sevgilisiyle mutlak huzuru bulduğu bir dünyayı bırakıp gelmek ister mi hiç?
Öte yandan da gönül verdiği bir iş var. Yine “Suç ve Ceza”ya benzer formatta bir programla seyircilerinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor eylül ayında...
Bugün okuyacaklarınız sohbetimizin bir bölümü. Sohbetimizin sayfiye hayatı ve işiyle ilgili olan kısımları...
Yarın ise “romans” konularına gireceğiz.
Peki, Serap Ezgü neden böyle bir hayat tercih etti? şu anda neler hissediyor? İşte hepsinin cevabı...
Şehirden mi, stresten mi kaçıyorsunuz, neden kaçıyorsunuz? Nereden çıktı bu Bodrum meselesi?
- 2006 yılıydı. O vakte kadar yıl boyunca çalışıp ara sıra tatillere kaçan bir şehir insanıydım. Ama insan tatilde de güzel görüneyim, makyaj yapayım sıkıntısı yaşar ya, baktık bir süre sonra ondan da kaçar olmuşuz. Aynaya bakmayı unuttuğumuz ve tamamen zihnimizi arındırmaya yönelik bir şeyler yapar olmuşuz. Eh bu noktaya geldiğin zaman “kendi evim olsa, orada arınsam” diyorsun. Akyarlar’da hem köy hayatı yaşayabileceğim hem de güzel tatil yapabileceğim, denize bakan bir yer bulmuştum. Birkaç sene sonra daha çok doğanın içinde olabileceğim bir yerin zamanının geldiğini düşünmeye başladım.
KARINCALAR BU EVİ GETİRDİ
Bu evi nasıl buldunuz?
- Ben “bu evi karıncalar getirdi” diyorum. Akyarlar’daki evimde sabah bir kalktım, mutfağı karıncalar basmış. Bu arada o vakit haftanın üç günü akşamüstleri balık yemeye Gümüşlük’e gidiyoruz. O gün Cem’e “kahvaltıyı da Gümüşlük’te edelim” dedim. Bu ev, Gümüşlük’e giderken sürekli geçtiğimiz yolun üzerinde. Hiç dikkat etmemişim, o gün satılık tabelasını gördüm. Evin bahçesine girdiğimizde dedim ki, bir ev tasar lamış olsam, havuzuyla tarlasıyla, mimarisiyle işte aynen bu evi yapardım! O anda aşık oldum eve...
“Artık emekli olacağım” dediğinizde yaşayacağınız yer burası mı?
- Evet, bir gün “ben artık çalışmayacağım” dediğimde, kendime biçtiğim tek hayat bu gibi görünüyor.
6 yıldır yaptığınız programların, acıların, sıkıntıların birikimini atmak için mi böyle bir hayat seçtiniz?
- Benimki stres dozu artan bir işe döndü. Aslında 30 yılın birikimi diyelim. Canlı yayın sunmak çok stresli. Bir noktada artık daha huzurlu olayım diyorsun.
Peki neden bu işi yapıyorsunuz?
- Başlangıçta “bu işi yaparım, yarın habercilik de yaparım” diye çok yönlü düşünüyordum. Ancak yıllar içinde bu format bana bir elbise gibi giydirildi. Ve gelen teklifler de hep bu yönde olmaya başladı. “şarkı Söylemek Lazım”da ne
kadar eğlendiğimi görenler şaşırdı, “meğer ne kadar eğlenceli bir kadınmış” dediler. Aslında eğlenceli bir kadınım... Bu, insanın ruhunu yoran bir iş ama bu işi yaparken, öyle geri dönüşler alıyorum ki... Derdine çare bulan insanlar ve onların yüzündeki üç saniyelik aydınlık... ışte bu aydınlığı görebilmek için yapıyorum. Ayrıca inançlı biriyim, bu kadar insanın sıkın-
tısını çözünce “Acaba bu hayatta bana biçilmiş bir misyon mu” diye düşünmeye de başladım.
Bir başkası için, onun kadar üzülmek çok zordur...
- O empati duygusuyla alakalı bir şey, öncesinde öngöremiyorsunuz. Mesela çocuğu kayıp bir anne geliyor. Önceden, “ben de onunla çıkıp ağlarım” demiyorsunuz. Çıktığınızda, bakıyorsunuz karşınızda parçalanan bir kadın var. Öncelikle bir anne olarak empati kuruyor-
sunuz ve etkileniyorsunuz. Ben makya-
jımın olduğu gibi aktığı zamanları bilirim. Ona engel olamıyorum.
Kimi zaman çok öfkeleniyorsunuz, onun sınırı nedir sizce? Hiç kendinizi izleyip “Serap, burada abartmışsın” dediğiniz oldu mu?
- Tabii, olmaz mı? Ben her programı-
mı baştan sona izlerim. Bazen sınırları zorladığım, aşırı tepkiler verdiğim zamanlar olduğunu görüyorum. Utandığım da oluyor, nasıl bu kadar tepki vermişim diyorum.
Kendinizi nerede “çok ileri gitmiş” hissedersiniz, nerede vicdanınız devreye girer, nerede “bugün çok doğru bir iş yaptık” dersiniz?
- Bunun sınırları çok belirli değil aslında. ışin sonunda birileri sizi çok severken birileri de ölesiye nefret ediyor. Bir dönem ölüm tehditleri de aldım, korumayla gezdim. Bence bu işin sınırları, yazılı kuralları olmadığı sürece yayıncının vicdanıyla sınırlı. Vicdanımın sesini dinleyerek çok konuğu kapıdan çevirdiğimi bilirim, çok reyting alacağımı bildiğim halde.
REYTING KAYGILI İŞLER DE YAPTIM
Hiç reyting kaygısıyla hareket etmediniz mi?
- Konu vicdanınızda başlıyor ama bazen ne yazık ki o reyting çarkına kendinizi kaptırabiliyorsunuz. Orada verdiğiniz bir karardan eve gittiğiniz ve yatağınıza yattığınızda hâlâ vicdanınızda bir sızı oluyorsa, yanlış karar verdiğinizi anlıyorsunuz. Bunlar elbette oldu. Ama yine de çok ağır, hesabını veremeyeceğim hiçbir durum olmadı vicdanımı sızlatan... (Hürriyet)
Haberin Devamı