Gizli aşk bu...
Ben çok sevdiğimi söylediğim ilk gün kaybettim seni...
Türkiye gündemi Avrupa'daki ülkelerin gündemiyle kıyaslayınca ışık hızıyla değişiyor. Bazen bu bu yoğun ve sıkıcı gündem gerçekten çekilmez oluyor. Hele de bahar gelmiş, doğa canlanmaya başlamışsa.. Orhan Veli boşuna demiyor "Beni bu havalar mahvetti" diye.. Milliyet yazarı Ece Temelkuran da bu gündemden sıkılmış olacak ki bugünkü köşesini aşka ayırdı. Eğer siz de sıkıldıysanız buyrun...
Gizli aşk bu..
Gizli aşk bu, söyley derdimi hiç kimseye... Dört gündür dilimde bu şarkı. Oturmuşum masanın üzerindeki kitaplara bakıyorum: “Bir Ahlak Kuramı-Agnes Heller” Zevke veda, neşeye de, veda artık her şeye...
“Worlds At War-Anthony Pagden” Arzular bir bir hayal oldu, baharımın gülleri soldu... “Jihad-The Trail of Political Islam-Gilles Kepel” Gönlüm hicran, hasret, gamla doldu. Ve sonra dön baştan: Gizli aşk bu...
Mevlit şerbetinin fıstığı
Anladım ki bir kez daha. Aşk denen illetin çoğu kez hak ettiğinden fazla neonla aydınlatılıp ismini hep en tepeye yazdırmasının tek bir nedeni var aslında: Hayat türlü türlü berbat bir yer! Oysa aşk, hep aynı. Aşk, hep çok güzel...
O yüzden işte bugünlerde, çoktan okuyup bitirmiş olsam da Özen Yula'nın yeni kitabını masanın üzerinde, diğer vurdulu kırdılı politik kitapların en üstünde tutuyorum. “Gizli Aşk Bu”, orada öylece durarak bile, masayı, içimi, odayı, hatta politik İslamı bile ısıtıyor.
Kitabı mevlit şerbetinin sonundaki fıstıkları yakalamaya çalışan çocuklar gibi içtim. Mmmmm... Tadı kalıyor insanın damağında.
Kitapta 'oynayanlar'
Müjde Ar 'oynuyor' kitapta, Şener Şen esas erkek. Özgü Namal var, ikinci esas kız olarak. Karşısında Oktay Kaynarca. Lale Belkıs da var Suzan Avcı da. Hümeyra kırmızı saçlarıyla kitapta rol alıyor, mühim.
Ayşenil Şamlıoğlu, Serra Yılmaz diğer rollerde... Kitaptaki şarkıları tabii ki Mediha Demirkıran okuyor. Kitabın kapağından da anlaşılacağı üzere yazar, içinden geldiği, hepimizin özlediği gibi, dibine kadar eski Türk filmi tadında bir aşk hikâyesi yazmış. Yula, film yazmış yani bir şekilde. Okumaktan çok izliyorsunuz kitabı. Biraz dikkatli dinleseniz yazlık sinema çiğdem-çekirdek çıtırtısı gelecek insanın kulağına, öyle bir tadı var kitabın.
Herkesin Kazablanka'sı...
Şöyle kılçıksız kemiksiz bir aşk hikâyesi okumayalı ne kadar olmuş?
Bağışıklık sistemim zayıflamış olmalı ki kitabın her bölüm başlığında göğsüm sıkıştı:
“Biri gider, biri kalır, bunun adı aşk olur!”
“En korkuncu gizli aşktır. Söylenmez kimseye. İnsan sakladığını ve yaşadığını sanır; ama herkes anlar!”
“Her kalp bir başkasına yanıyor bu dünyada!”
“Ben çok sevdiğimi söylediğim ilk gün kaybettim seni. Oyunun kuralı bu!”
“Bir insanın diğerinin her şeyi olması ne kadar zormuş Allah'ım! İkisi için de...”
“Ben seni hikâye dinler gibi sevmiştim be!”
Ya işte öyle... Herkesin Kazablanka'sı kendine!
'Bıçak'
Kitabın sonunda ne olduğunu söyleyecek değilim elbette. Ama tam da bitirirken gözünüze bir damla yaş takılıp kalıyor. Komik duruma düşüyorsunuz yani. Alay edilecek hale geliyorsunuz. Ah! Ne fena, ne fena... Ve biz aslında, her şeye rağmen en çok o halimizi severiz.
Sevgili Birhan Keskin dertli bir günümüzde şöyle demişti: “Karnımda bir bıçak var ama yaşadığımı hissediyorum.” Yana yana o 'bıçağı' arayanlara...