Gazete Vatan Logo
Magazin'Gelinlikle tecavüz sahnesi Ertem Eğilmez’in dehasıdır'

'Gelinlikle tecavüz sahnesi Ertem Eğilmez’in dehasıdır'

Pippa Bacca cinayeti sonrası Müjde Ar’ın 'Arabesk' filminde gelinlikle tecavüze uğradığı sahne akıllara geldi...

Müjde Ar’ı nasıl bilirsiniz? Şen şakrak, dobra, esprili, şıkır şıkır bir kadın... Peki ya karşınızda boncuk boncuk gözyaşı dökerse? Eliniz ayağınıza dolaşır. Benim de öyle oldu. Annesi Aysel Gürel‘in ardından yası devam ediyor. Zaten hepi topu iki ay oldu, televizyondaki her iki programında da “mesleği gereği” kimsenin keyfini kaçırmıyor elbette. Ama belli ki çok acıyor canı. Eski fotoğrafları gösteriyor ama ne fotoğraflar! Birinde Müjde ve Mehtap Ar 10 yaşlarında ya var ya yoklar ve Aşık Veysel’in tepesindeler örneğin.

Şişli’de, çekimler sırasında kaldığı dairesinde buluşuyoruz. Asıl evi Sarıyer’de, orman içinde. Kendi eliyle diktiği 1500 akasyanın ortasında. Gittiğimizde iki kuaför haldır haldır saçını yapıyorlardı hâlâ. Meğerse Şişli’de elektrikler kesilmiş, o da kuafördekileri toplayıp evine getirmiş. Bir yandan da elinde ayna, makyaj yapmakta. Bu kadar rahat, kendinden bu kadar emin bir kadın Müjde Ar. Çok şeffaf, çok samimi... Öyle bir kadın ki o, yıllarca hiç görmesek de hep var olmayı başardı hayatımızda. Uzun bir aradan sonra çıkıp geldiğinde sanki dün görmüşüz kadar sıcaklıkla karşıladık. Şimdi de sık sık hayatımızda. Haftanın iki günü programdaysa diğer günleri gazete manşetlerinde. Müjde Ar bu tabii, sözüne ambargo koymaz hiçbir zaman. Bu söyleşide de pek koymadı.

İtalyan sanatçı Picca Bacca cinayeti hemen sizin “Arabesk” filminde gelinlikle tecavüze uğramanızı hatırlattı.

Ertem Eğilmez’in dehası bu. Ama toplum o halde ki, “Otostop çekersen başına bu gelir”e getirdiler. Evinde otur kadın, sana ne. Konuşamayan toplumun sonuçları... Bugün Türkiye’de korkunç bir ensest var. Ve bu insanlar bunu dile getiremiyorlar. Dile getiremeyen kız ilerde kocasını öldürüyor, erkek çocuksa gidip otostopçu kızı öldürüyor. Tecavüzün altında yatan şey, tecavüz edene yapılan şiddettir. İki kere iki dört.

Annenizi kaybedeli iki ay oldu. Nasıl geçti bu zaman?
Çok zor. Hayat devam ediyor diyorlar, etmiyor. Orada bir sayfa kapanıyor, hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını da biliyorsun. Hayat benim için Aysel’den önce ve Aysel’den sonra diye ikiye ayrıldı.

Çok sık konuşup görüşür müydünüz?
Çok sık konuşurduk ama görüşemezdik. Çünkü sigara yüzünden her dakika kavga ediyorduk. Evine gitmiyordum mesela. Kapısının önünden geçerken telefon açıyordum, “Sigara içmiyorsan geleyim” diyordum. “İçiyorum gel” diyordu o da... Son zamanlarda uyduruk, mentollü bir sigara bulmuştu. Belki de hastalığının farkındaydı, bırakmaya çalışıyordu.
“Annemin bana olan ilgisini gördükten sonra çocuk sahibi olmamaya karar verdim”

Hastalık onu korkuttu mu?
Hiç umursamadı. Sadece “Eğer kansersem bana söyleme. Hayatımda hiçbir değişiklik istemiyorum” dedi. Tedaviye giderken kapıda radyasyon onkolojisi diye yazıyordu, ben ona fizik tedavi diyordum. O levhaya hiç bakmadan giriyordu içeri. Orada şarkılar söylüyordu, herkesi güldürüyordu.
Son ana kadar çalıştı. Ölmeden bir gün öncesine kadar ayağıyla ritim tutup parça yazıyordu. Hiç bırakamadı hayatı. Onun için düşündüğümde annem genç öldü diyorum. Alışamadım yokluğuna. Akşamüstleri eve geç kalacağım vakit elim tefona gidiyor, annemi arayayım diyorum.

Haber verir miydiniz gecikeceğinizi?
Her dakika haber verirdim.

Evhamı devam ediyordu yani.
Ediyordu. Mesela benim şoförlüğüme çok güvenirdi ve uzun yolda benden başka kimsenin arabasına binmezdi. Buna rağmen, o gün eğer arabayla sokağa çıkmışsam eve dönünce bakardım ki beş kere beni aramış.

Hiç büyümediniz gözünde...
Hiç. O da bizim gözümüzde hep çocuktu. Ama ben annemin bana olan ilgisini gördükten sonra çocuk sahibi olmamaya karar verdim. O beni çok etkiledi. Çok yorucu. Gerçi onun gibi bir anne olamazdım, öyle bir enerjim hiçbir zaman olmadı. Herhalde bütün enerjimi çocuğun peşinde onu mahvetmekle geçirirdim diye düşündüm ve istemedim. Söz olduğunda da artık 37-38 yaşındaydım.

Erkeklere güvenmeyen Aysel Gürel erkek torunu nasıl karşıladı?
Çıldırdı. Dünya bir yana Söz bir yana. Bize yaptığı huysuzlukları, kaprisleri ona yapmadı. Zaten ben Aysel’in sigortasıydım Söz için. Söz artık delikanlı oldu, geçen sene Bodrum’da arkadaşlarıyla oraya buraya gitmek istiyordu. Biz maaile gidiyorduk; Aysel, Mehtap, Ercan, ben.

Çocuk bize kızıyor, beni rezil ediyorsunuz diye. Yok canım, biz senle gelmedik deyip başka masaya gidip oturuyorduk. Mesela biz çok dayak yedik annemden. Bağırırdı, çağırırdı.
Ben sadece bir kez sesimi yükselttim Söz’e, henüz 2-2,5 yaşındaydı. “Bir daha ona sesini yükseltirsen hayatım boyunca senin yüzüne bakmam” dedi. O zaman anladım ben, o Aysel başka bir Aysel.


“Annem öldüğünde başucunda Tevrat, İncil ve Kuran vardı”


Aysel Gürel’in torunu olmak da zor.
Tabii. Düşün okula gidiyor Söz, diyor ki “Benim dedem 30 yaşında”. Annem öyle dalga geçiyordu ya bu sevgilim bu bilmem ne diye...

Dalga mıydı gerçekten?
Tabii. “Böyle bir portre çizmesem kimse beni dinlemez ki” diyordu.

Kızmıyor muydunuz?
Çocukken kızıyorduk, anlamıyorduk çünkü. Annem hiç değişmedi ki, hep aynı Aysel. Canı ne isterse onu yaptı.

Onun kadar dirençli hissediyor musunuz kendinizi?
Hiçbir zaman o kadar güçlü olmadım. Onun kadar entelektüel bir birikime de sahip değilim. Başka bir algılaması vardı. Mesela Cemil Meriç hayranıydım ben, çok etkilenmiştim yazdıklarından. Annemle bayağı bir tartışmıştık Cemil Meriç üzerine. En sonunda bana demişti ki, “Tamam çok değerli ama dine parmağını bulamış, onun için ben onu sevmiyorum”.
“Bir insan yerine köpek tarafından onaylanmak daha hoşuma gidiyor”

İnançlı biri değildi yani.
Değildi. Prag’a gittik birkaç yıl önce. Her kiliseye girdiğimizde, İsa heykeline, etraftaki süslere filan bakıp “En büyük tiyatrocu bunlar” diyordu. Ama buna karşılık dua ederdi. Tanrı’ya inanırdı ama dinlerle hiçbir işi olmadı.

Sizi de böyle mi yetiştirdi?
Evet, biz o zamanlar din dersine girmeyen iki çocuktuk. Ama annem öldüğünde başucunda Tevrat, İncil ve Kuran vardı.

“Ben bu kadar okuyorum ediyorum, yine de anlamak istedikleri kadar anlıyorlar” sıkıntısı yaşıyor musunuz?
Burası böyle bir yer. Bunu kabullenmezsen çekip gitmen lazım. Ben uzun yıllar yurtdışında yaşadım, üç kuruş param oldu mu altı aylığına gidiyordum. Ondan sonra beni buraya bağlayan Söz oldu. Çocuğu yurtdışında çok iyi bir okula da verebilirdim. Ama istemiyorum. Önce kim olduğunu bilsin istedim. Ama burada hayatımdan memnun olduğum anlamına gelmiyor bu. Çok sıkılıyorum. Söz liseyi bitirene kadar buradayız.

Sonra nereye?
İtalya’da okuyacak herhalde. Onun için bu iki yılı bayağı bir çalışarak, para biriktirerek geçireceğim.

Burada şöhretken orada hiç kimse olmak endişeniz var mı?
Hiç umrumda değil. Aksine o kadar rahat ediyorum ki. Ben bu işlere şöhret olayım diye buluşmadım. Kader seni yuvarlıyor. Ben hayatımı akademisyen olarak sürdürmeyi düşünüyordum. Daha sonra da bu meslekte inatçi oluşumun sebebi bu meslekten para kazanmam. Başka bir alandan bu koşullarda yaşama şansı elde etsem devam etmezdim.

Neden?
Çok yorucu. Burada kadın olarak kalmak, bir sürü abuk sabuk şeyle mücadele etmek çok yorucu. İnsan dünyaya bir kere geliyor. Yok iz bırakmak, iyi filmler... Tamam anladık da, bunlar nereye kadar?

Kamera için yaşayan starlardan değil misiniz?
E değilim. Beni mutlu eden başka şeyler de var. Kuru mama alıp sokak köpeklerine dağıttığım zaman da aynı hazzı alıyorum.

Gerçekten mi?
Tabii. İnsanoğlunu ayakta tutan, bir şekilde işe yarama duygusudur.

Bunu ne zaman keşfettiniz?
30 yaşında. Günlük hayatın içinde bir işe yaramak mesele. Onaylanmak dersen... Bir insan tarafından onaylanmaktansa bir köpek tarafından onaylanmak daha hoşuma gidiyor.

“Başbakan gelse tatlı tatlı sıkıştırırız. O da benim gibi, ağzına geleni söylüyor”

“Haydi Gel Bizimle Ol”a özellikle gelmesini istediğiniz biri var mı?
Başbakan gelse iyi olur.

Cesaret edebilir mi?
Ben gelebileceğini düşünüyorum.

Ne konuşacaksınız? Sıkıştıracak mısınız?
Tatlı tatlı sıkıştırırız. Ben bu dört kadının onu iyi konuşturacağını düşünüyorum. O da biraz benim gibi ağzına geleni söylüyor. Hipoglisemi hastasıyım biliyorsun, Amerika’da benim kadar ağır hipoglisemi atakları geçirenlere ehliyet vermiyorlar.

Başbakan’ın hipoglisemisi var mı demek istiyorsunuz?
Ağır hipoglisemisi var diye biliyorum.

O yüzden mi böyle konuşuyor?
Kendimden biliyorum. Birdenbire topuğundan beynine doğru bir şey geliyor. Kan beynine sıçrıyor ve en son söyleyeceğini en başta söylüyorsun.

Siz söyleyince aman ne sinirli diyorlar ama Başbakan söyleyince kriz çıkıyor.
Siyasetle örtüşmeyen bir hastalık bu. Ama bir müddet sonra onunla yaşamaya alışman lazım.

“Üç çocuk yapın”ı atak anında mı söylemiştir?
Yok, onu hipoglisemiye bağlamıyorum, o çocuk konusuna taktı çünkü. Ama “Ananı da al git” öyle çıkmıştır. Benim bir ara bayağı ağzım bozulmuştu.

Eşiniz Ercan Karakaş küfürlü konuşmadan hoşlanmaz sanki...
Onun yanında küfretmiyorum ki. O bilmiyor benim bu taraflarımı.

“Aysun geçen programda ağzını açamadı. Kadınsan, güzelsen, hele sarışınsan konuşma!”


Şöhretten sıkılıyor musunuz?
Sıkılmanın da ötesine. Kendi içinde eğlencelik bir iş yapıyorum televizyonda. O anda seyredenleri eğlendirmek için oradayım. Bundan hiç bahsetmeseler o kadar memnun olacağım ki!

Bu kadar yankı uyandıracağını tahmin etmiş miydiniz?
Tahmin etsem bu programı yapmazdım! Televizyona uzak durmamın belli nedenleri vardı ama medyanın bu kadar mal bulmuş mağribi gibi saldıracağını bilsem kesinlikle yapmazdım. Programın kendisinden çok memnunum. Ama bunun yerine iki saatlik bir stand up yapmayı tercih ederdim. Çünkü orada bu kadar saldırıya maruz kalmam.

Nasıl başladı proje?
Bu tamamen NTV’nin projesiydi. Bana geldiler ve kabul etmezsem programı da yapmayacaklarını söylediler. Ben önce yapmam dedim, niye şimdi durduk yerde keyfimi kaçırayım? Biraz tahmin ettim yani.

Peki program sırasında, mesela “dağdaki çoban” konuşmasında Aysun Kayacı’yı kaş göz yapıp susturmak geliyor mu içinizden?
Hayır, tam tersine her şeyi konuşsun istiyorum. Geçen program çocuk ağzını açamayacak hale geldi. Bu ülkede kadınsa, hele güzelse konuşmasın. Hele sarışınsa maazallah! Benim hayatım da kavgayla geçti. Sokaktaki kadınsan parmak yiyorsun, ekrandaki kadınsan hakarete uğruyorsun, sinemadaki kadınsan hele benim gibi kadından yana tavır alıyor ve cinsel özgürlüğü savunuyorsan ayvayı yedin.
Sonunda kim olduğun ancak 30 sene sonra anlaşılıyor. “50 yaşına geldi bu kadın, yeter artık” diye kesiyorlar saldırıyı. 20’li yaşlarda bir insanın bocalama hakkı yok mu? Aysun bazı şeyleri bilmeyebilir. Hem bak, görüyorsun, evin her tarafından kitap çıkıyor. Böyle bir evde ben 17 yaşındaki çocuğuma daha bir roman bitirtemedim.

Neden okumuyor?
Sevmiyor. Başka bir çağ. Okulda Dante’nin “İlahi Komedya”sını İtalyanca okuyor. Mecbur olduğu için. Anadili gibi İtalyancası var. Bana ne? Bir dili iyi konuşabilmek tek başına entelektüel birikim değil ki. Siyasi ideolojileri tarışıyoruz mesela; sağ nedir, sol nedir... Jack London’ın “Demir Ökçe”sini aldım ona. Çok iyi bir başlangıç kitabıdır. Dört ay oldu dördüncü sayfayı geçiremedik çocuğa.

“Beni Meclis kürsüsünde düşünebiliyor musun? Maazallah!”

Siyasete girme ihtimaliniz var mı?
Hiç yok. Ben sinirlenip her dakika belediyelere telefon açıyorum. Köpekleri zehirliyorlar. Açıyorum telefonu, “Bir daha
o koltukta oturamayacaksın çünkü gelip ben oturacağım” diyorum. Böyle bir telefon deliliğim var. Beyaz eşya bozuluyor, bütün genel müdürleri arıyorum. Hayırlı bir şey için aradığımı zannediyorlar. Böyle siyasetçi olunur mu?

Teklif geliyordur ama.
>Çok geliyor ama ben kendimi biliyorum. Sen beni Meclis kürsüsünde düşünebiliyor musun? Maazallah!

Sizden iyi ekonomi bakanı olur ama. Herkes bilir ki, paranızı iyi değerlendirirsiniz. Tüyo verir misiniz bize?
Ben borsadan hiç hazzetmem, hiç güvenmem. Benim aklımın erdiği, uzun vadede en iyi yatırım gayrimenkuldür.
Hiçbir zaman elimde şunu bunu yapsam diyeceğim kadar para olmaz. Olanla zaten gitmiş bir yerde arsa ya da daire almışımdır. Kalanı da yerim!

“Beş yıl terapi gördüm, bir çocuğa nasıl davranılacağını bilirim”

Çok müdahaleci bir anne misiniz?
Ben beş sene analitik terapi gördüğüm için çocuğa nasıl davranması gerektiğini biliyorum. Ona bir şeyi öğüt gibi söylediğinde kesinlikle yapmıyor.

Sizin formülünüz ne?
Tabii ki sen her şeyin en iyisini bilirsin, tabii ki sen benden daha ileri bir kuşaksın ama bir de böyle bir yol var diye anlatıyorum.

Hiç zıvanadan çıktığınız olmuyor mu?
Olmuyor çünkü Söz yumuşak bir çocuk. Herhalde Atilla’nın (Özdemiroğlu) da çok etkisi olmuştur, üç yaşına kadar onunla beraberdi. Ercan’ın çok etkisi var tabii, Ercan son derece sakin bir insan. Aralarında çok büyük bir sevgi var. Bizim Ercan’la evlenmemizin sebebi de o. Hep evlenin diyordu çünkü korkuyordu. Bakıyor, ailenin kadınları hep yalnız. Adamlar geliyor, sonra toz olup uçuyorlar. Ercan’a bir gün demiş ki, “Siz teyzemle ayrılırsanız ben seninle geleceğim”. Bir gün de gitmiş pastaneden bir pasta almış, üstünde gelinle damat var. Söz evlendirdi bizi yani. Hatta bana bir de gelinlik giydirdi.

Kızlarla ilişkisine karışıyor musunuz?
Ergenlikle beraber arkadaşla daha fazla eğilip bükülmeye başlıyor, senden çıkıyor direksiyon. Bakıyorsun, “Arkadaşım dedi ki, bu kızları mahvetmezsen sana yüz vermezler” diyor. Bittin! Sen ne desen boş... Toplumun o ataerkil kuralları devreye girmeye başlıyor.

Ercan bey müdahale etmiyor mu?
Ama arkadaş onun için daha yol gösterici. “Kız arkadaşına zarif davran, kalbini kırma” deyince cevap: “Yani sen bana yalakalık yap diyorsun.” Onların dilinde kızlara iyi davranmak yalakalık. Demek ki yuvadan uçmaya başladığı anda bu erkek dünyasının ideolojisini benimsemeye başlıyor. Sen istediğin kadar kıçını yırt!

“Ağzıma içki koymam. ‘Ihlamur Müjde’ diye alay konusu oldum”

Sizin evdeki erkekler hep sakin...
Evet, kadınların teröründen... Ya da biz hep sakin erkekleri seçiyoruz. Ben o kadar farfara bir tipim ki, iki tane öyle insan bir evde yaşamaz.

İlişkileriniz sancılı mıydı?
Hiç. İlişkiyi hiç zorlu hale getirmem, geldiği anda zaten çıkar giderim. Benim için kadın-erkek ilişkisi yatağında akan bir dere gibi olmalıdır.

Seksapeliyle nam salmış bir kadın olarak çapkın olduğunuzu varsayabilir miyiz?
Hiç. Ben tipten falsoyum. İlk flörtümle evlendim ben 18 yaşında. Samim (Değer) ile flört edeceğimiz yerde evlendik. Çok iyi bir insandı.

Neden ayrıldınız?
Alkol yüzünden. Yoksa geçimsizliğimiz yoktu. Çok yalvardım, tedavi ol dedim. Düşünsene bir adam içip içip yerlere yapışıyor, gittiği yerlerden gelemiyor. Alkol yüzünden sen öleceksin, çoluk çocuk yapacağız, ben tek başıma büyütmek zorunda kalacağım diyordum. Biz boşandık, 30 sene daha içti ve gerçekten de alkol yüzünden öldü.

Kolay boşandınız mı?
Zor boşandık. Ben evi terk ettim ve kayınvalidemin evine yerleştim.

Neden annenizin evine dönmediniz?
Dönmedim çünkü annemle evde cinayet çıkıyordu her dakika. Samim’in babası da alkolikmiş. Annesi bana dedi ki, “Kızım boşan, kaderin bana benzemesin”. Ve benim üç aylık kiramı ödeyip ev tuttu. Samim öldükten sonra da ona ben baktım.

Sizin içkiyle aranız nasıl?
Ben alkolden de gece hayatından da nefret ederim. Hep böyleydi. Çünkü bütün çocukluğum tiyatro kulislerinde uyuyarak geçti. Yatak göremedik biz. Annem de bira bile içmezdi. “Gençliğimde bir kere nane likörü içtim, babana evlenme teklif ettim” diyordu. Ben de ağzıma koymam. Senelerce kabare yaptım, sahneye çıktım. O kadar alay konusu oldum ki isim takmışlardı bana: Ihlamur Müjde.

Neden ıhlamur?
Çünkü herkesin elinde birer viski kadehi vardı. O kadar sinir oldum ki, ıhlamuru viski kadehine koydum. Hayatımda bir kere Ankara’da sahneye çıkmadan önce bir bardak şarap içtim. Ayaklı mikrofonu görmeyip mikrofonla beraber seyircinin üstüne uçtum. Akşam 9’dan sonra sokakta kalınca hastalanıyorum. Biz dışarı akşam yemeğine bile altı buçukta gideriz.

MİLLİYET

Haberin Devamı