Olması gerektiği gibi, çok da ekstra bir şey yok.
Tabii ki birtakım önlemler alınabilir. Ama bu tip bir denetim, doğal afetle mücadele etmeye çalışmak gibi...
Türkiye’de sansür konusunda epey grotesk inatlaşmalar yaşandı. Twitter’ın kapatılmasının gündeme gelmesi, Wikipedia’ya ulaşılamıyor olması... Ama insanlar, gençler bastırıldıkça birtakım başka ‘VPN’ adresleriyle bağlanmaya devam etti. Ve böyle kararlar ülke adına sadece utanç kararları olmaya başladı. Ülkenin muhafazakâr bir duruşu olabilir, mantıklı bir yol da pekâlâ bulunabilir.
Kadehin daha dikkat çekici hale geldiğini düşünüyorum. Yumruk sahnesi değil de yakınlaşma sahnesi sansürleniyor. Biri öfke, biri sevgi... Bir şeyi örteceksek öfkeyi örtmeliyiz. Mesela birtakım önlemler alınmaya çalışıldı. Tüketimi azaltmak için kadeh buzlandı ya da içki fiyatları yükseltildi. Ama biliyor musun insanlar evde rakı üretir oldu. İçen insan vazgeçmedi. Benim çocukluğumda gece yarısından sonra erotik yayın başlardı, şimdi yazarlar, “Öpüşme sahnesini yazsak mı yazmasak mı?” diye düşünüyor. Ama insanlar sevişmeye devam ediyor. Tüm dünyada cinsel ilişkiye girme yaşı düştü. Demek ki baskıyla hiçbir şey çözülmüyor, olaylara başka taraflardan bakılmalı.
Önemli olan kendi yaşamadığınız hayat hikâyelerini izlemek
Dizinin ilk bölümünde bir sevişme sahneniz var. Eminim, o da çok konuşulacak. Bu tip sahnelerin her şeyin önüne geçmesi, bu tip haberlerin çok tık alması doğal mı?
Başka bir ülkede de bir sanatçının seksi bir müzik videosu çıkıyorsa diğerlerine göre daha çok izleniyor. Ama bir yandan da düşünüyorum ki ülke olarak ergenlik dönemini aşıp daha olgun bir şekilde hayatımızı yaşamaya başlamalıyız. ‘Atiye’de altı çizilecek acayip sahneler çok yok. Sanatla, tarihle, insanların kendi güçleriyle ilgili bir iş bu.
Netflix dizilerinde eşcinsel karakterlerin olması eşcinselliği tetikler mi noktasına gelindi. Sizce?
Bu bakış açısıyla bakarsak her şey, her şeyi tetikleyebilir, o zaman belgesellerde de hayvanların üreme sahneleri var... Bunun bir sonu yok ki. Bence önemli olan kendi yaşamadığınız hayat modeliyle ilgili hikâyeleri izlemek, önyargıları, önyargılardan doğan nefreti kırabilmek ve size benzemeyeni sevebilmek... Sinema, edebiyat, belgesel olmasa zenginleşemeyiz. Birbirine benzemeyen hikâyelerin anlatılması bir lütuftur. Hayatınızın çakışamayacağı biriyle empati fırsatı tanır size, zihninizi gidemeyeceğiniz yerlere vardırır.
O paylaşım, hiçbirimiz iyi değiliz ve bilin ki ben de sizden farklı değilim, demekti
35 yaşına girdiğiniz gün Instagram’da “Ayak bastığım en karanlık doğum günüm” dediğiniz bir metin paylaştınız. Herkes günlerce bu paylaşıma farklı anlamlar yükledi. Neydi işin aslı?
Yazılmış bir yazının üzerine çok fazla anlatılıp eklenecek bir şey yok. Çocukluğumdan beri hep günlük tuttum. Bu da o alışkanlığın devamı gibi. Bazen içimden bir şey yazmak geldiğinde yazıyorum. İnsanlar, senin o parlak sandıkları hayatında bile ne kadar karanlık bir günün, gecen ya da sabahın olduğunu bilsinler. O paylaşım, hiçbirimiz iyi değiliz ve bilin ki ben de sizden farklı değilim, aynı şeyleri yaşıyoruz demekti.
Şimdi nasılsınız?
İyiyim. Ben çalışırken hep daha iyiyim. Karanlık dönemimizin sanatsal dışavurumları da beni çok mutlu ediyor; yeni müzik grupları, parlak işlerin ortaya çıkması gibi...
2019 yılınız nasıl geçti? 2020 için dilekleriniz neler?
2019 çoğunlukla çalışarak geçti. ‘Atiye’ hayatımın bu dönemini tamamen kapladı diyebilirim. 2020’de ben akışla devam ediyor olacağım, bakalım neler olacak...
Şimdi yine iyi... İnsanların nefret dolu olduğu, birbirine hakaret etme cüretinde bulunduğu çok sert zamanlardan geçtik
Yazlık bir mekânda eğlenirken farkında olmadan çekilen videonuz bir anda bütün sosyal medya sitelerine düşüyor. İyi yorumlar kadar kötüleri de yapılıyor. Sosyal medya terörünü yaşayan biri olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Şimdi yine iyi zamanlar... İnsanların birbirine nefret dolu olduğu, hakaret etme cüretinde bulunduğu çok sert zamanlardan geçtik. Ötekinden nefret etmek, toplanıp bir kişinin üzerine saldırmak yani dijital anlamda trollemek... Ve bu ülkenin tonu oldu. Sonra onun sokaklardaki çatışma halini görünce galiba durumun vahameti anlaşıldı. Artık ülkenin liderlerinin biraz daha yapıcı bir tavra geçmesiyle o yaraları biraz tedavi ettik.
Ama “Ünlülük bir hapishane” diye de bir lafınız var...
Bir noktadan sonra bunaltıcı bir dönemi oluyor. Ana akım kendi ikonlaştıracağı kişileri seçiyor. Ne kadar “Ben bunun uzağında, bağımsız duracağım” deseniz de sizin tercih hakkınız olmuyor. Bu sebeple önüne çıkanı yaşıyor, hayatını ona göre forma sokuyorsun. Gidebildiğin yerler kısıtlanıyor, seninle ortak paydası olan insanlarla başka dostlukların oluyor.
Mesleğe başlarken ünlü olmak ne kadar önceliğinizdi?
Hiç. Benim hayalim beyazperdede olmaktı. Çocukken de kendi kendime hep bir drama atölyesi halinde, okuduğum
çocuk romanlarını oynuyormuşum. Aslında insan hayattaki yönünü, yaratılıştan gelen reflekslerle buluyor.
Hiç pişman oldunuz mu?
“Buraya kadarmış, ben artık yapamayacağım” noktasına geldiğim günlerde bile asla bu mesleği seçtiğime pişman olmadım. Hep bu işin en karanlık günü bugünse iyi ki bu mesleği yapıyor ve bunu yaşıyorum diye düşündüm.
Erkekler ergenliğini aşamadığı sürece
kadınların yapabileceği bir şey yok
Neredeyse her gün bir kadın şiddeti ve taciz haberine uyanıyoruz...
Bunlar sansürlemek ve cinselliğe fazla takılmakla nefret kültürünün birleştiği yer. Güçlünün güçsüze her şeyi yapabileceğini kendine hak görmesi. Ve bu cinayetleri işleyen insanların kendi çevrelerinde bir kahramanlıkla kutsandıklarını düşünüyorum. Bu sebeple konuşulan her seferde birilerini biraz daha yüreklendirmeye başladığımızı düşünüyorum. Çünkü başka hiçbir türlü bugünün sohbet konusunda olamayacak bir erkek, sadece birine zarar verdiği için şu an konuşuluyor.
Çözüm ne olabilir o halde?
Bu artık şahsi çabalarımızı çok çok aşan bir durum. Kısa vadede çözüm ancak devlet otoritesi olabilir. Kısaca tüm vatandaşlarına eşit mesafede olmalılar. Son yıllarda televizyon ekranlarında da sinemada da çoğunlukla edilgen bir Türk kadını figürü tercih ediliyor ama mesela ‘Atiye’ bu anlamda ezberimizi bozacak bir hikâye. Umarım onun uyanışı pek çok kadına ilham verir.
Eğer ‘Beren Saat’ isen erkek egemen o dünyaya 1-0 önde mi başlarsın?
Türkiye’de hiçbir kadın, hiçbir şeye 1-0 önde başlayamaz. Her zaman kadın olmak daha zor. Bütün sektörlerde kadın arkadaşlarım her zaman erkeklerden daha fazla çalışmak, çarpışmak zorunda. Hiçbir meslektaşımın sette müthiş bir cinsiyet eşitliği yaşadığını zannetmiyorum. Erkekler ergenliğini aşamadığı sürece kadınların yapabileceği bir şey yok. Dünyanın birçok yerinde de bunlar yaşanıyor. Asıl sorun erkek meselesini ne yapacağımız.
Ne yapacağız?
İş, “Göster oğlum amcalara” ile başlıyor. Sünnet dediğimiz şey bir ‘ben’ aldırmak kadar basit bir operasyonken üzerine bir düğün organize ediyorsunuz. O çocuğun ve bütün sosyal çevresinin, bedeninin bir organına yüklediği anlam bir anda değişiyor. Sonra bu organını bir güç unsuru olarak görüyor, kadın ona razı olmadı diye öldürebilecek kadar ona anlam yüklüyor.
Haluk Bilginer “Bu dünya erkeklerden arındırılmalı. Yok edelim demiyorum ama erkek iktidarını yok edelim” demişti. Katılıyor musunuz?
İşte erkek egemen toplum, halimiz ortada. Erkek egemen ve olmadı. Beceremediler. Şimdi bunu biraz değiştirmek lazım.
Evliliğiniz nasıl gidiyor?
Her
evlilik gibi. Bu yüzyılda nasıl gidebilirse öyle.
Son beş yılda yaşadığınız içe dönüş, aşka bakışınızda neler değiştirdi?
Aslında aşkın tanımının bu yüzyılda değişmesi gerekiyor.
Nasıl?
Biz analog ile dijital arasında sıkışmış bir nesiliz. Aynı şekilde yeni neslin yaşadığı aşk formuyla, çocukluğumuzda bize Disney filmlerinin öğrettiği romantizm arasında da sıkışmış vaziyetteyiz. Yani aşk bir şekilde biçim değiştiriyor.
Nereye evriliyor?
Tam olarak n’olacak bilmiyorum ama evlilikler kısa sürüyor. Öte yandan sosyal medya yüzünden ilişkiler bitemiyor. Eskiden insanlar birbirini görmeyince unutur, hayatına devam ederdi. Şimdi görmemek mümkün değil, o yüzden eski ilişkiler yeniden alevleniyor ama artık sadakat beklentisi olmayan bir hal alıyor. Özgür bir birey olmak, çift olmaktan daha popüler hale geldi. Bütün bu faktörler ‘sonsuza kadar mutlu yaşadılar’ konseptine inanması mümkün olmayan yeni nesiller yaratacak tabii ki.
Evlendiğinize hiç pişman oldunuz mu?
Hayır, hiç pişman olmadım, biz çok güzel bir aşk yaşadık. Anlamını, önemini şu an yaşadığımız süreçte daha çok fark ediyorum. İlişkimiz başka bir forma evrildi. Artık başka tartışmalarımız, başka zihni ortaklıklarımız var.
Peki bütün bu konuştuklarımızdan sonra bu dünyaya çocuk getirmek ister misiniz?
Anneliği yaşamak isterim. Konuya dünya koşullarından uzaklaşarak bakarsak; eğitimi ne olacak, nerede yaşamalı, illa benim genimden mi olmalı gibi sorular var. Bir sürü çocuk annesiz, babasız sokakta; Suriyeli çocuklarımızın yardıma ihtiyacı var. Bu yüzden biraz daha yukarıya çıkıp duruma oradan bakmaya çalışıyorum.
Fotoğraflar: Muhsin AKGÜN