'Erkek, kızı tavladıktan sonra öküze bağlıyor'
Yılmaz Erdoğan ilişkiler hakkında ne düşünüyor?
Yılmaz Erdoğan D-Smart dergisine verdiği röportajda "Eşiniz Belçim Erdoğan'ın oyunculuğunu nasıl buluyorsunuz" sorusunu şöyle yanıtladı:
"Eşimin oyunculuğunu beğeniyorum. Bu atölye sürecinde 70 tane çırak geldi geçti buradan. Belçim de onlardan biri. Dolayısıyla benim öğrencim o. Bu nedenle de iyi oynamak zorunda. Bence bir star ışığı başından beri vardı Belçim'de. Enerjisi çok yüksek. Çok da zeki. İyi bir oyuncu olmak için her şeye sahip."
Oyunculuk mu, yazarlık mı sizi daha iyi anlatıyor?
- Yazarlık dışındaki işleri, onun eğlenceli bir devamı olarak görüyorum. Ben oynayacaksam da, yazı sürecinde kafamda bitiriyorum oyunu. Sonra arkadaşlarımla eğleniyoruz diye düşünüyorum.
Peki ya şiir?
- Şairlik bunların dışında bir iş. Benim en eski arkadaşım. Yazı yazmaya şiirler deneyerek başladım. Tiyatro işlerine bulaşmasaydım da şiir yazardım diye düşünüyorum. Bazen "Bunların hepsini niye yapıyorsun?" diye soruluyor bana. Ne bileyim, başka şansım olmadı. Böyle gelişti.
İnsanları gülmekten kırdığınız oyunlarınızda bile bir hüzün tadı veriyorsunuz. Bu özel bir tercih mi?
- Devreye tarz meselesi girdiğinde kimisi sadece ve sadece komik olsunun peşindedir. Kimisi benim gibi daha sınırlarda dolaşır. Hüzün de sonuçta mizahın içinde var. Komedyen deyince Charlie Chaplin’in de bu sınırlara yakın dolaşan işleri vardır. Hep bir dert anlatmak ister. Ben 70’lerde büyümüş, 80’lerde gençliğimi oluşturmuş biriyim. Toplumcu dalga, ürünlerimin oluşmasında etkili oldu. Daha görevci bir anlayışla yaptım işlerimi. O yüzden biraz daha sosyal duyarlılığı olan bir çizgi oluştu.
Duygusal bir insan mısınız?
- Tabii ki duygusal yoğunlukları olan biriyim, ama şiir o kadar da duygusal bir iş değil. Şiir öyle algılanır, öyle okunur. Işıklar söndürülür, mumlar yakılır, şarap içilir. Ama şiirin bunun daha ötesinde bir şey olduğunu düşünüyorum.
Karakterlerinizi yaratırken nelerden yararlanıyorsunuz?
- Yaratıcılık Allah’a mahsustur. Bizimki üreticiliğe, hatta taklide girer. Tabii ki gözlemek çok önemli. Empati duygunu geliştirmek zorundasın. İnsanların hangi davranışlarını, ne hissederek yaptığını bilmezsen, zaten yazarlık yapamazsın. Gözlem, olmazsa olmaz bir mesele.
Bizim toplumumuzu komedi mi, yoksa hüzün mü daha iyi anlatıyor?
- Ben gülme meselesinin sokakta gayri ciddilik olarak algılanmasında bir sorun olduğunu düşünüyorum. Politikacılarımız da biraz daha mizahi yaklaşsalar, biraz daha kendileriyle dalga geçebilseler, bence çok daha güzel olacak.
"Çok güldük, başımıza kötü bir şeyler gelecek" diye bir söz var sonuçta.
- Ne saçma bir laftır değil mi? Duyduğum en aptalca söz. Çok güldük, ama başımıza kötü bir şeyler gelecek. Allah Allah. Bizim mesleği düşünürsen sanki sabotaj. Merak etmeyin hiç başınıza kötü şeyler gelmez. Gülmek insanın mutluluk hormonunu artırır. Başınıza sadece mutluluk gelir.
Karakterleriniz genelde hayal ürünü mü, yoksa gerçek hayattan mı besleniyorsunuz?
- Kimileri gerçek hayattaki bazı insanlardan, hatta birkaçının birleşmesinden çıkmıştır. Yaptıklarımın kendi içinde bir gerçekliği olsun isterim. Benim gerçeklik kaynağım da hayat. İsimleri koyarken "Mükremin" hariç genelde o kişinin isminden de yararlandığım olur.
Böylece yazılan karakterler de daha mı gerçekçi oluyor?
- Hayat bir drama bahçesi. Hayat Tanrı’nın yazdığı büyük ve karmaşık bir senaryo. Biz onun içinden kendimizce bazı şeyleri araklayarak yazıyoruz. Dolayısıyla gerçek hayattan beslenmeyen bir mizah çok da doyurucu olmuyor bana göre. Belki de bu gerçekçilik benim mizahın içinde hüznü, hüznün içinde mizahı tutmamı sağlıyor.
Türkiye’de tiyatroya olan ilginin az olduğu söylenir. Sizin oyunlarınızın kapalı gişe oynamasını neye bağlıyorsunuz?
- Tiyatroya ilgiyi artıracak olan, tiyatrocuların ürettikleri işlerdir. Şunun dışında hiçbir şeye kimse beni inandıramaz. İyi bir şey varsa ki o başarı kazanır diye düşünüyorum. Her iyi şey seyirci bulur mu? Komediyse bulmamasına olanak yok. Komedinin çabuk, daha rahat ve eğlenceli tüketilme gibi bir avantajı var. Ama genelde iyi şeyler cezalandırılmıyor.
Demet Akbağ ile oynadığınız "Haybeden Gerçeküstü Aşk" da çok beğenildi. Burada vermek istediğiniz mesaj neydi?
- "Haybeden Gerçeküstü Aşk" belki de şimdiye kadar yaptığımız en komik oyunlardan biri oldu. İlişkiler üzerine çok ciddi söylediği bir söz, inceden moral bozacak kadar sert bir bildirisi var. "Aşkın içine nasıl ediyoruz?" sorusunun cevabını veriyor. Çok komik, ama sert bir oyun.
Size göre kadınların ilişkilerdeki en büyük hatası nedir?
- Kadınların en bariz hatası, kendilerini bir erkeğin hayatının parçası olarak konumlamaları. Dolayısıyla yeni
yazdığım sinema filminde de bunu tartışıyorum. Bir kadın kahraman var. Ya bu adamın, ya şu adamın parçası olmak hatasına düşüyor. Oysa kendi hayatının bir parçası olabilmeli.
Bu daha çok Türkiye’ye özgü bir olay mı?
- Kadının toplumsal pozisyonuyla ilgili. Bir kız çocuğu doğru düzgün, çağdaş bir hayat sürmek için yalan söylemek zorunda. Dolayısıyla kadınlar çok iyi yalan söyler. Erkekler bu konuda beceriksizdir. Böyle bir eşitlik yok, hatta denklik de yoktur. Bence en komik çatışma da buradan doğar.
Peki, erkeğin ilişkilerdeki en büyük hatası nedir?
- Kızı tavladıktan sonra öküze bağlamak. Erkeğin duyarlı olduğu bölüm tavlama meselesi bitene kadar... Tavladıktan sonra da "Tavladık. Artık tamam. Normal, duyarsız hayatımıza dönelim" denir. "Sen eskiden böyle değildin" hikáyeleri başlar. Aslında izah etmeyi sevmiyorum bunları. Şiir yazıyorsun, "Bu şiirde ne demek istediniz?" deniyor. "Ebenin duyarlılığından bahsetmek istedim" diyesi geliyor insanın.
Belçim benim öğrencim iyi oynamak zorunda
Eşiniz Belçim Erdoğan’ın oyunculuğunu nasıl buluyorsunuz?
- Çok beğeniyorum. Bu atölye sürecinde 70 tane çırak geldi geçti buradan. Belçim de onlardan biri. Dolayısıyla benim öğrencim o. Bu nedenle de iyi oynamak zorunda. Bence bir star ışığı başından beri vardı Belçim’de. Enerjisi çok yüksek. Çok da zeki. İyi bir oyuncu olmak için her şeye sahip.
Kendisiyle dalga geçebilen politikacıya saygı duyarım
Röportajın başında "Politikacılarımız daha mizahi olabilseler" dediniz. Sizce Türkiye’de bunun gerçekleşmesi mümkün mü?
- Kendisiyle dalga geçebilen birine daha çok hayranlık duyarım. Daha olgun biridir. Yalnız bu, Türkiye’de söylendiği kadar kolay değil. Özellikle politikada. Sen kendinle dalga geçen bir laf söylersin, ertesi hafta seçim meydanlarında bir bakarsın o laf dönmüş dolaşmış seni bitirecek bir hal almış. Yani birkaç kişiyle değişecek bir şey değil bu. Toplumun algısını değiştirmesi gerekiyor. Orada özür dilemek, kendiyle dalga geçmek bizim daha ulaşamadığımız bir ders. İleride inşallah olur.
Kadın karakterleri daha çok seviyorum
Benim göz bebeğim diyebileceğiniz bir karakter var mı?
- Birine göz bebeğim dersem, diğerlerini de diğer organlarımla izah etmem gerekir. Yani ne bileyim, Türkiye’de kadın karakter çok az yazılır. O yüzden yazdığım kadın kahramanları daha çok severim. Mesela "Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?"nün kahramanı Gülseren, benim için özeldir. Lütfiye de öyle. Yazdığım kadın karakterleri daha çok severim yani.