Cemal Hünal'dan 'aldatma' açıklaması
‘Issız Adam’ filmiyle hayatımıza giren Cemal Hünal daha sonra birçok projede de rol aldı. Şimdi de Kanal D’de yayımlanan ‘Sadakatsiz’in kadrosuna katıldı. Cemal Hünal, pek bilinmeyen dünyasının kapılarını açtı, aldatılmasından Survivor adasında yaşadıklarına pek çok şey anlattı.
28.02.2021 - 17:27 |
Sakatlığından dolayı Survivor'a veda eden ve İstanbul'a döndükten sonra soluğu sette alan Cemal Hünal, kendisiyle ilgili merak edilenleri Hürriyet'ten Hakan Gence'ye anlattı. İşte o röportaj...
Dominik’ten, ‘Survivor’dan döndüğün gibi ‘Sadakatsiz’e başladın. İzliyor muydun?
Sezon başında ilk takip ettiğim, beğendiğim işlerdendi. İlk fragmanı gördüğümde bu iş bu seneyi çaldı diye düşündüm. Ve “Bu sezon içinde olmak isteyeceğim tek iş” dedim. ‘Survivor’dan döndüğüm gibi beni aradılar. Ertesi gün setteydim.
Çok az arkadaşım vardır
Canlandırdığın Sinan karakteri nasıl biri?
Ayağı yere basan, fazla pragmatik, sempatik ve rahat bir karakter. Asya’yı (Cansu Dere) güldürebiliyor. Lezzetli bir giriş oldu. Ben de merakla bekliyorum.
Sadakat sana ne ifade ediyor?
Aldatılmak çok ağır bir duygu. Çocukken bir arkadaşın bile seni kandırdığında ne kadar kırılıyorsun. Eşin tarafından aldatılmak çok daha travmatik. Bir sürü yalana da maruz kalıyorsun. Bu sebeplerle sadakat hassas bir olgu. Gri bölgeleri yok. Ya siyah ya beyaz. Ama insanlar kendilerini kandırmayı seviyor. Kimileri de yalan söylemeyi kolay becerir.
Sen hiç sadakatsizlik yaşadın mı?
İlişkilerimde çok hassasiyet gösterdiğim bir konu olsa da aldatıldım. Çok burkuldum. Ama aldatmadım, huyum değildir. Yalanla aram iyi değil, beceremiyorum.
Sadakatsizliği affeder misin?
Sanmıyorum.
İçinde bulunduğun popüler işlere rağmen dışarıdan hep mesafeli ve soğuk bir duruşun var gibi...
Evet. Dedikodu falan hiç sevmem. Kimse hakkında konuşmam. Hakkımda konuşulmasını istemem. Çok az arkadaşım vardır. Bir şey konuşacaksam ya her şeyi konuşurum ya da hiç konuşmam.
Neden?
E gerek yok. Hayatında kaç kişiyle insan gibi vakit geçirebilirsin! Ben şunu keşfettim, insan kendisine ayırdığı vakitte kendini besleyecek çok şey yapabiliyor. Başkalarına ayırdığı vakitte de çok vakit ve enerji kaybediyor. Benim dışarısıyla alakalı büyük beklentilerim yok. Kendimle ilgili beklentilerim var.
Neler onlar?
Yazmak istediğim hikâyeler, yapmak istediğim filmler ve projeler var. Ben üretken olabildiğimde mutlu oluyorum. Bir sofraya oturduk sohbet ediyoruz diyelim, yarım saattir bu benim için, sonra baygınlık geçiririm.
Üç haftalık bir ‘Survivor’ macerası yaşadın. Nasıldı ada hayatı?
Ormandan çıktım ama ormanın benden çıkması iki hafta sürdü. Evde gecenin yarısı “Ateş sönmüş” diye uyanıyordum. Orada işin doğa yanı olağanüstüydü. Kafanı kaldırıp bakıyorsun, ağaçlardan binlerce orkide sarkıyor, öyle güzel. Kişisel bir hedefim vardı; o da denizden ıstakoz çıkarmak. Bunu da üçüncü günde başardım. Ama işin parkur kısmı... Parkurlar çok büyük ve açsın. Gerçekten açsın. Üç haftada 9.5 kilo verdim.
Hedef şampiyonluk muydu?
45 yaşındayım. Orada 25-30 yaş arası arkadaşlarla kapışıp bir netice elde etmeyi beklemek saçma olurdu. Zaten sakatlandım. Binicilikten kalma çok fazla eziğim, çıkığım vardı, sıcak ve rutubetle ciddi zorluk çektim. Ama çok kıymetli bir zamandı. Ben bunu yaşamak istedim.
Şu an favorin kim?
İsmail Balaban, orada tanıdım ve çok sevdim.
Artık at terapisti oldum
Zekeriyaköy’de nasıl bir hayatın var?
İki atımız var. Lale’nin (Cangal, eşi) atı Şems, benimki Duman. Evde üç kedi, beş bülbül, bir papağan var. Çiftlikte bir köpeğimiz var. At terapisti oldum zaten bu sürede.
Nedir tam olarak o?
Kafamda 20 sene önce bir ateş yandı. Atlı okçuluk yapmak istedim. Yalova’da bir köyden atımı aldım. Atlar hayatımın bir parçası oldular. Hayvanın ne kadar zeki ve duygusal olduğunu göz ardı ederek çalıştığımızı fark ettim. Bunun bir alternatifi olmalı ve bir lisanı olmalı diye düşündüm. Yurtdışında hocalarla çalıştım. Baktım bir şeyler beceriyorum. Bütün sakatlıklarımın sebebi de bu uğraşım oldu ama değdi.
Ok, yay ve kama mı kullanıyorsun?
Evet, geleneksel savaş aletleri, kılıç ve bıçakla aram iyi. Poligona gitmeyi de severim. Erkek çocuğuz, n’apıcan!
Çapkınlık benim için vakit kaybı olurdu
Eşin Lale Cangal’la ne kadardır birliktesiniz?
17 sene oldu.
Oysa ilk filminle bir haftada şöhret oldun. Tüm ülke seni tanıdı. Ama sen o rüzgâra kapılıp aşkını bırakmadın o halde?
Şöhretle başa çıkmak zor değildi. Bütün kıyametler koparken ben Antakya’da ‘Asi’ dizisinin çekiminde, dağın başında dört köpek, iki atla yaşadım. Bütün o hengâmeyi orada geçirdik. İyi bir aile hayatı istiyordum. Zaten Lale’yle bir aile hayatımız vardı. Çocuk bakar gibi hayvanlarımıza bakıyorduk. Ben okumayı yazmayı seviyorum. Küçük bir atölyem var, el işiyle uğraşıyorum. Atlarla uğraşıyorum. Bunlar o kadar çok vaktimi alıyor ki, çapkınlık benim için vakit kaybı olurdu.
Aşk 17 sene devam ediyor yani...
Evet, bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur demişler. Aşk öyle söylendiği gibi iki-üç senelik kimyasal reaksiyon olsaydı destanlara konu olmazdı. O kadar kolay ve basit değil. Önemli olan ne istediğin. Benim istediğim buydu, topumu ona göre oynuyorum.
Babalık beni besliyor
Peki ya babalık adama neler yapıyor?
Baba olduğumdan beri her şeyi yapma sebebim farklı. Önüme bakıp işimi yapıyorum. Hiçbir şeyin kaprisini yapmıyorum artık. Her şeyi farklı bir sorumluluk duygusuyla yapıyorum. Daha az soru soruyorum, daha çok icraatta bulunuyorum. Bu da beni gerçekten çok besliyor.
Çok güzel lazanya yaparım
- Çok iyi yemek yaparım. Bir yaptığım yemeği genelde tekrar aynı şekilde yapmam. Hepsini baştan icat etmeyi severim. Lazanyayı çok güzel yaparım. Mesela yılbaşında 11 kiloluk bir hindiyi tek parça müthiş şekilde pişirdim.
- Hayalim yapımcılık, yazarlıktı. Oyuncu olmayı planlamamıştım. Londra’da sanat tasarımı okurken öğrenci olarak iş arıyordum. Annem aradı, “İş buldum” dedi. 26 sene önce Alinur Velidedeoğlu’nun Londra’da çektiği reklam filmi setine gittim. İlk gün sette çaycıydım, ikinci gün prodüksiyona aldılar. Ve bu şekilde başladı.
‘Issız Adam’ı sadece bir kere izledim
Oyunculuğu, yıllardır içinde olduğun sektörü nasıl anlatırsın?
En iyi günden en kötü güne kadar çok büyülü. Beraber çalıştığın insanların hepsi çılgın, yaratıcı, sanatçı ruhlu. Benim için oyunculuk zaten yarı şizofrenik bir durum. Arafta, başka bir var olma şekli. Bu insana bambaşka bir özgürlük veriyor. Daha az kaygılı oluyorsun.
Filmin üzerinden 13 yıl geçti ama hâlâ ‘Issız Adam’ lakabıyla anılıyorsun. Bozuluyor musun?
Başka bir projeden dolayı olsa canımdan bezmiş olurdum. Ama ‘Issız Adam’ benim için çok özeldi, ilk uzun metraj başrolümdü ve zamansız bir sinema eseri oldu, iyi ödüller kazandı. Sinema tarihine bir şey bıraktım diyebiliyorum. Böyle iz bırakmış olması “İyi becermişim” dedirtiyor.
O dönem herkes filme farklı anlamlar yükledi...
Hakan ben ‘Issız Adam’ı sadece bir kere izledim.
Nasıl yani?
Yaptığım çoğu işi seyretmiyorum. Kendimi seyretme gibi bir merakım yok. Benim için orada çekim yapılıyor, bitiyor. Dizilere de sadece ilk gün bakarım. Galalarda genelde film başladığı zaman ben salondan çıkıyordum. Emin ol o galalarda çaktırmadan dışarı çıkmak büyük beceri gerektiriyordu.
Bugün baktığında o film sana ne ifade ediyor?
İnsanlar hayatlarında bazen tercihler yapıyor. İmkânları varsa ve becerebileceklerini düşünüyorlarsa daha liberal tercihler yapıyorlar. Ama bu onları yalnız bırakıyor. Ben insanların sorumlulukları olmasının güzel olduğunu düşünüyorum, kendi sorumluluklarımı da çok seviyorum. Eve gidip akşam için yemek hazırlamayı, kedileri beslemeyi, oğlumla, eşimle vakit geçirmeyi seviyorum. Benim olmam gereken yer orası.
Bana Türk Terminatör diyorlardı
Senin zor bir çocukluğun olduğunu okudum. Astım hastalığın varmış...
Zor değildi ama astım hastalığım vardı. Spor yapamıyordum, tıkanıyordum. Her zaman cebimde bir ilaçla yaşadım. Ama çok yaramazdım. Arkadaşlarım teneffüste top oynarken karatahtaları beyaza boyuyordum.
Epey problem çocukmuşsun...
Bu yüzden beni okumaya İskoçya’ya gönderdiler. Ama bu cezadan ziyade bir fırsattı. Okul sana neyi, nereden öğreneceğini, sistemin nasıl çalıştığını öğretiyor. Okul, hayatının kalanı için bir şekilde öğrenmeye, gelişmeye devam edebilesin diye var olmalı, müfredat ezberletmek için değil.
İskoçya’da lakabın ‘TT’ymiş...
Evet, ‘Türk Terminatör’.
Neden böyle diyorlardı?
Okulda ciddi bir hiyerarşi vardı. Lise 2’den başlayınca beni adam yerine koymadılar. Baktık olmayacak, biraz tekme tokat girdik. Her şey yoluna girdi ve ismim öyle kaldı.
Haberin Devamı