‘Bu ülkede film çekmek çok zor’
İsmail Hacıoğlu, beyazperdede gerçekçi oyunculuğu ile her rolün hakkını veren isimlerden. Bu hafta vizyona giren Sonsuz Bir Aşk filminde de enerjisinden hiçbir şey kaybetmiş değil. Hacıoğlu ile röportaja otururken benimle beraber o da ses kayıt cihazını açıyor. “İnsanlara çabuk güvenirim” derken, onun da ses kayıt cihazı çalışıyor. Eşinden yeni boşanan başarılı oyuncu, bu konu ile ilgili gelebilecek tüm sorular için de gardını almış durumda. İşte Hacıoğlu’nun oyunculuk tutkusu...
Sonsuz Bir Aşk’ın vermek istediği mesaj, “Hayatta kırılma noktaları olur, mucizelere inanın” yönünde sanki...
Filmin bende uyandırdığı şey, yaşamanın ne kadar önemli bir şey olduğu. Ne kadar özenli bir şey olması gerektiği birde...
Canlandırdığınız karakteri güçlü olarak tarif edebilir miyiz?
Zayıf yanları da var sen, ben gibi... Genç yaşta kanser illetine yakalanmış ve bu yolculukta herkesin bileti bir gün kesiliyor. Bu da erken ölümlerden biri. Ailesine de çok düşkün. Tedavi gördüğü için hastanede vakit geçiriyor ve yaşının gereği fırlama da bir oğlan. Sürekli hastaneyi karıştırıyor. İlk filmde kaybetmiştik onu ve ikincisinde geri geliyor. İlk filmi izleyenler bu kısma çok takılmayacak gibi...
‘Siyasi filmlerden uzak durmaya çalışıyorum’
Stratejileriniz var mıdır mesleğinizle ilgili?
Bu ülkede film çekmenin ne kadar zor bir şey olduğunun farkındayım. İnsanlar projeleri ile geldikten sonra buna da böyle yaklaşmayı tercih ediyorum. Dolayısıyla olacak ve olmayacakları zaman kendi kendine eliyor. Önünüzde zaten birkaç alternatif iş kalıyor.
Senaryo seçimlerinde ideolojileriniz ve hayata bakışınız önemli oluyor mu?
Kameranın nerede durduğu ve yönetmenin ne anlatmak istediği ile alakalı oluyor. Hikayeyi okuduğunuz zaman sol görüşlü bir yönetmenin işiyse, senaryodan anlayabilirsiniz. Ama anlatılan çok insancıl bir şey, kamera sadece sol tarafı çekmiyorsa diğer tarafı da gösterip, ortadan bir yerden bakıyorsa bir sıkıntı yok. Siyasi filmlerden bu anlamda uzak durmaya çalışıyorum. Kimsenin provokasyonunu yapmam.
Yola ilk çıktığınızda da böyle düşünüyor muydunuz?
Hayır... Hiçbir şey bilmeden yola çıkınca öğreniyorsunuz her geçen gün ve projede. Her yediğiniz kazıkta... Her geçen gün büyüyorsunuz da dolayısıyla ilk günkü gibi olmasına imkan yok.
‘Bu şehre katlanırsan, her şeye katlanırsın’
Datça’dan İstanbul’a geri döndünüz mü?
Ben İstanbul’da yaşıyorum zaten. Datça’ya taşındık gibi bir durum yok. Orada kafa dinlemek için bir yer aldım sadece. “Terk etti İstanbul’u” yazıldı, ama öyle bir durum yok.
Şehir hayatı sizi yoruyor mu?
Gün içinde birçok kez kitlenip kalıyorum bu şehirde. Hem fiziksel hem de trafik anlamında. İnsanların toleransı kalmadı birbirine. Çok yalnızlaştı İstanbul, kalabalıklaşırken. Bir sürü yalnız insanın yaşadığı bir şehir haline geldi. Doğa ile baş başa kalmak bana daha çok keyif veriyor. Şu curcuna da yaşlandığımı hissediyorum. Dağ başında bir yerde bir soba olsun yeter, kafalarına geliyorum bazen.
Oralarda da insan kendine katlanabiliyor mu?
Katlanıyor. Bu şehre katlanıyorsan, her şeye katlanırsın.
‘Hayatın içinde kaybolma şansın yok’
Gerçekçi bir oyunculuğunuz olduğu için canlandırdığınız karakterler gibi duyguları en tepe yaşıyormuşsunuz gibi geliyor...
Hiçbir şeyin ortası yok bende. Bizim işimiz de duygularla. Onları istediğin zaman açıp kapatamıyorsun. Gün içerisinde bir şeyler oluyor, duygular çalkalanıyor. Biraz yorucu, o anlamda yaşamak. Bu mesleğin ne kadar getirisi varsa götürüsü de var.
En özel rol arkadaşınız kimdi?
Şener Şen ile oynamak rüyaydı. Bir daha görürüm o rüyayı umarım.
“Ben çok ünlüyüm” diye havalandığınız dönemler oldu mu?
Ben Bakırköy’de doğdum, büyüdüm. 17 yaşımda İstanbul Masalı dizisi ile tanıdılar beni. İlk günler çok keyifliydi. Egonuzu okşayan bir durum vardı. Kendimi fazla hissettiğim zamanlar olmuştur. Vakit geçtikçe çok da keyif alınacak bir şeyin olmadığını öğreniyorsunuz. Hayatın içinde kaybolma şansının elinden alındığını fark ettiğin zaman bu tablo tamamen değişiyor. Ona göre bir hayat seçiyorsunuz.
‘Hayatımın garip bir dönemindeyim’
Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
Garip bir dönemindeyim. 2014 garip bir sene sonu ve 2015 garip bir sene başı oldu. Hayat böyle, yapacak bir şey yok.
Parmağınızda hâlâ Vildan yazıyor. O dövmeyi sildirecek misiniz?
Film dışında bir soruya cevap vermeyi düşünmüyorum.
Cesaretlisiniz ama röportajları kabul ediyorsunuz?
Ekibi yarı yolda bırakmış olurdum.
‘Para bitiyor ve diziler başlıyor’
Dizilere dönecek misiniz?
Yapmadan olmuyor. Film çekerek geçinemiyorsun bu ülkede. Para bitiyor, dizi başlıyor. Bende böyle oluyor.
Dizi oyunculuk için antrenman mı?
Garip bir kondisyona ihtiyacınız oluyor. Haftanın her günü sette olunca garip bir hal alıyor. Bir şekilde kendinizi rahatlatacak alanlar açmanız gerekiyor. Garip bir matematik. Oyunculuğu kesinlikle törpülüyor ve seni tembelleştiriyor. Sahnedir oyuncunun antrenman alanı, dizi seti değildir. Neden bu kadar emek, neden bu kadar saat çalışmak? Suya yazı yazıyorsun. Para, başka hiçbir şey yüzünden değil.
‘Osmanlı Tokadı’nın yapımcıları bu piyasaya yakışmıyor’
Bu mesleği artık yapmak istemediğiniz zamanlar oldu mu?
Osmanlı Tokadı dizisinde yapımcılar tarafından dolandırılma sürecinde aklımdan geçirdim. Hâlâ bir şeye bağlanmadı. O şirketi kapatıp, başka şirket adı altında insanlar hâlâ dizi çekiyor. Kimseye de bir şey ödenmiş değil. İyi niyet yok.
Bir tek siz mi dava açtınız?
Bir de yönetmenler. Bunu da sadece ben dillendirdim. Diğerleri piyasada ses çıkaran oyuncu olmak istemedi herhalde. Ama çok önemli değil. Bizi bilen bilir. İlk işimiz değil, son da olmayacak. O arkadaşların umarım son işi olsun. Çünkü hiç terbiyeli değiller. Bu piyasaya yakışmıyorlar. Çok çapsızlar. Telefonlarıma çıkmadılar, iyi niyetli bir şey de yok. Devede kulak kadar bir senet var, onu bile ödeme peşinde değiller.
Sizi kandırmak kolaydır, bunu çıkarabilir miyiz?
Çabuk güveniyorum insanlara. Yapacak bir şey yok. İnsanlara güvenmezsem yaşayamam. Bir de kötü menajer sıkıntı oldu. Bir gün bir vakit alacağım o parayı, bırakmam.