‘Bu film cinsiyete dair klişeleri yıkıyor’
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku, adı gibi müstesna bir yapım. Film, hikayesinden tutun da müziklerine kadar hayata karşı ilham veriyor. Erdal Beşikçioğlu ve Sezin Akbaşoğulları’nın filmdeki o muazzam uyumuna bir de müzikler eklenmiş. Filmin müzikleri de Harun Tekin’e emanet. Tekin ile soundtrack yapmanın inceliklerini konuştuk
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’da rol almanızı nasıl sağladılar?
Filmin yönetmeni Çiğdem (Vitrinel) böyle bir şeyin iyi olacağını düşündü, Erdal (Beşikçioğlu) da ‘Yaparız, yaparız’ dedi. Yoksa ben onlara ‘Ne gerek var böyle şeylere’ diyordum.
Bazı filmleri bir bakıma müzikleri ile de hatırlarız. Bu filmin ismi, Müzeyyen kelimesi sayesinde kulağa nağmeli geliyor...
Ana karakterin adı Müzeyyen olduğu için, insanların aklına direkt Müzeyyen Senar gelir. Başka bir Müzeyyen düşünemiyorsunuz. Orada bir müzikal bağlantı var. Tahmin ettiğimizden daha müzikli bir film oldu.
Filmin soundtrack albümü sizin elinizden çıkma. 2000’li yıllara damgasını vuran, Türkçe alternatif müziğin önemli isimlerini de dinliyoruz...
Aslında o dönemdeki sanatçıların bir kısmına yer verebildik. Filmde yer alan Arif karakteri roman yazarı ama aynı zamanda DJ’lik yapıyor. Onun ne tarz müzikler dinlediğine karar vermek benim için önemli bir kısımdı. Film, günümüzde geçiyor. Şarkılar oradan yola çıkarak seçildi. Böylelikle çok iyi müzisyenler tarafından yapılan ve o kadar fazla duyulmamış şarkıları gündeme getirme şansım oldu. Albümdeki bütün sanatçılar arkadaşım ve hayranlıkla dinlediğim isimler. Kırmadılar ve müziklerini bize emanet ettiler.
‘YÖNETMENLİK DAHA ÇOK İLGİMİ ÇEKİYOR’
Günün birinde başrol oynar mısınız?
Böyle bir şey çok uzak gözüküyor. Daha çok ilgimi çeken şey yazmak ve büyüyünce birisinin yanında ‘Yönetmenlik nasıl bir şeymiş’ diye bakmak. Oyunculuk beni heyecanlandırmıyor.
Köşe yazarlığı tatmin edici mi?
Haftada bir yazma şansım olması çok iyi bir şey benim için. Ece Temelkuran bu teklifi getirdiği zaman cahil cesareti ile girdim bu işe. İlk zamanlar zor okunan şeyler yazdığımı fark ettim. Artık daha iyi kendimi ifade ediyorum.
Bu aralar şehirde sizi neler umutlandırıyor?
Renkli merdivenler var. Dünyanın en çirkin meydanına dönüşen Taksim Meydanı’nda Gezi Parkı hâlâ ayakta duruyor. Bu çok ilham verici bir şey.
‘İlham veren sanatçılar ile çalıştık’
Sezin Akbaşoğulları’nın sesinin güzel olduğunu tahmin ediyor muydunuz?
Tahminimden de daha iyi çıktı sesi. Albümdeki tüm grup ve sanatçılar ilham veren isimler...
Sizin en sevdiğiniz sound-track albümü nedir?
Neredesin Firuze... Türkiye müzik endüstrisini anlatan bir filme bu kadar iyi bir soundtrack yapmış olmaları onu en tepeye koyuyor. Amiee Mann gibi sesi bana tanıttığı için de Magnolia’nın sountrack’i.
Soundtrack yapmanın en büyük hazzı nedir?
Ben normalde şarkı yazarıyım, ama soundtrack’in bununla hiçbir alakası yok. Hep pizza yapan bir şefin tatlı yapması gibi bir şey. Kısa zamanda bir şeyler anlatmanız gerekiyor ve son kararı benim vermediğim bir süreç.
‘Müzeyyen her devirde marjinal bir kadın’
Filmde “Nasıl bir kadın istersiniz?” sorusuna erkeklerin verdiği cevaplar, kadınların günün sonunda evde oturup, çocuk bakan insanlara dönüşmesini istediklerini gösteriyor. Müzeyyen çizgi dışı bir kadın mı?
Aramızda karakterleri konuşurken, Müzeyyen bize tanıdık geliyor. Ama Türkiye’nin genelini düşününce o karakter her devirde marjinal. Müzeyyen sadece özgür kadından ibaret de değil, başka bir duygusu var. Sezin bir röportajında dedi, “Müzeyyen hiç Yeni Türkiye kadını değil.”
O zaman nasıl bir kadın?
Müzeyyen ve Arif cinsiyete dair klişeleri yıkıyor. Sanki Arif kadın, Müzeyyen erkekmiş gibi hissettiğimiz anlar da oluyor. Çiğdem’in bu projeyi yapmak istemesi tercihlerinden biri de bu ayrıntıydı.
‘Beni hayatta enterese eden alan ara bölgeler’
Son dönemde neden şehirdeki kadın ve erkek ilişkilerini anlatan hikayeler göremiyoruz?
80’lerden sonra orta sınıf küçülme yaşadı. Ona paralel olarak tamamen alternatif olanla tamamen popüler olan arasındaki alan çok daraldı. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ile Recep İvedik arasında kocaman bir alan var. Ama öyle bir alan yokmuş gibi davranılıyor. Beni hayatta en çok enterese eden alan o ara bölge. Popüler olma kaygısı ile yapılmamış ama popüler olma ihtimalini barındıran şeyler. Filmimizi bu alanda görüyorum.
Ara bölgede duran filmlerden en beğendiğiniz hangisi?
American Beauty filmi çıktığında bağımsız sinemada Happiness diye bir film daha çıkmıştı. Happiness aşağı yukarı aynı durumu anlatıyordu ama daha cesurdu. Yönetmenimiz Çiğdem’de hikayeyi filme aktarırken çok daha popüler beğeniyi memnun edecek şekilde düşünebilirdi. Onun yerine kendisinin beğeneceği bir film yapmaya çalıştı.
Narsist bir durum değil mi?
“İnsanlar kesin şöylesini beğenir” demek bana daha narisist geliyor...