Gazete Vatan Logo
Magazin'Bir adım geride durayım, güven veren adam olayım'

'Bir adım geride durayım, güven veren adam olayım'

Yeni filmi Aşk Sana Benzer’le birlikte, oyunculuk harici sulara da yelken açıyor Burak Özçivit. Kalbinde tatlı bir heyecan, kaleminde yeni hikayeler, aklında başka başka projeler, üstünde bir tazelik var. Haliyle anlattıkça anlatası geliyor. Dinlemez miyiz hiç?

Ben Burak Özçivit’i “çok isterim, yaparım, ‘alırım” insanı sanırken, o “beklerim, olsun, ne demek” çıkıyor. Hayırdır inşallah... Peki ne seviyor? Anladığım kadarıyla pek az şey. Sadece en kıymetliler. Ailesi, hayalleri, kağıdı-kalemi... Otomobil, motor filan, ı-ıh, geçmiş onlar. Şu sıra sinemaya takmış. Deli gibi tutulmuş kameraya. Montaj odasında ömür geçirmek istiyormuş. Yeni hikayeler yazmak ve yeni filmler yapmak tek tutkusuymuş. 23 Ocak’ta vizyona giren yeni filmi Aşk Sana Benzer’de ilk kez yapımcılığın tadına bakmış ve çok zor bulmakla birlikte bayılmış. “Yapımcılığın tozunu yutmak nasıl bir duygu? Oyuncu kalıp risksiz tarafta durmak yerine neden böyle bir şey yapmak istediniz?” diye soruyorum. “Ben de soruyorum bazen kendime, neden girdim bu işe diye. Ama hayatta risk almazsanız hiçbir şey olmuyor. Çok basit bir hikaye yazdım. Çok naif. Ama işte o naif hikayeyi film yapmak çok pahalı bir işmiş. Film dokuz ay sürdü ve ben kendimi geçen yaz yeni bir işte staj yapmış gibi hissediyorum şimdilerde. Bir sürü şey öğrendim sinemadan. Mesela montaj. Artık her oyuncunun montaj bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ondan sonra çünkü şuna dönüyor iş oyuncular açısından, ben o kadar saat oynadım ama oynadıklarımın hiçbirini izleyemedim. Ben de çok yaşadım bunu dizilerde. Neden kesilmiş bu sahnem diye düşündüm. Ama şimdi çok iyi anlıyorum. Bu filmin bana hiç katkısı olmadıysa en azından bunu öğretmek gibi bir artısı oldu. Artık o kadar normalleşmişti ki kesip biçmek benim için, kendi oynadığım karakterden söz ederken, şu çocuğu şuradan alıp buraya koyalım diyordum” diye anlatıyor.

Haberin Devamı

“Nereden çıktı bu hikaye?” diyorum. “Çalıkuşu’nun çekimleri için Muğla’ya arabayla gidip geliyordum. İstanbul-Muğla dokuz saat sürüyor. Bir süre sonra baktım, ben yolda uyukluyorum. Klimayı açıyorum, yüzümü yıkıyorum, müzik dinliyorum ama olmuyor, açılmıyor uykum. Dedim ki ben sürekli bir şeyler düşüneyim. Düşününce inanılmaz açılıyor uykunuz çünkü. Böyle böyle hikayeler üretmeye başladım. Sonra da bunları yazdım. Uykuyu yenmeye çalışırken elimde hikayeler birikti.” Sonrası, “acaba olur mu”yla başlayıp “elde var bir”le bitiyor. Kafasındaki hikayelerle yapımcısı Timur Savcı’nın kapısını çalıyor ve başlıyor anlatmaya: “Ben film yapmak istediğimi Timur Savcı’ya hep anlatıyordum ama o da zamanı var, bekle diyordu. Sonra bir gün ofise gittim ve bu hikayeyi anlatmaya başladım ona. 15’inci dakikasında sözümü kesip ‘Şimdi gidiyorsun, bu hikayeyi yazıp geliyorsun, beraber yapıyoruz bu filmi” dedi. Ben de gittim, dört günde yazdım öyküyü ve hemen kolları sıvadık.”

Haberin Devamı

Çocuklarınıza zorla bir şey yaptırmayın

Hayır değil. Ama hülyalı, elini çenesine koyup dalanlardan, aklı fikri başka yerde olanlardan. Nerede mi? O enteresan işte: “Benim kendimde en beğendiğim özelliğim, sürekli hayal kurmamdır. Boş zamanlarımda sadece hayal kurarım, başka hiçbir şey yapmam. Çocukluğumdan beri bu böyleydi. Çok resim yapardım. Hayallerimi resimlerime aktarırdım. Babama bir resim çizmiştim küçükken. Bir araba. Araba hastasıydım çünkü. Kırmızı bir araba görüp beğenmiştim ama babam almamıştı. Ben de resmini çizip başucuna koymuştum. Yine de almamıştı. Kızmıştım o zamanlar. Ama şimdi düşünüyorum da o almadığı araba aslında beni daha çok orada tutmuş. Alsaydı asla o kadar kıymetli olmayacaktı. Ben o arabanın kaç resmini çizdim biliyor musunuz? Çok çalışkan bir öğrenci değildim. Ders çalışmazdım, sadece resim çizerdim, resim dersini çok severdim. Ama bu derse gereken önemin verilmediğini düşünürdüm. Türkçe, matematik gibi değildi. O yaşımda hep bunu düşünürdüm, neden resim dersi de matematik kadar önemli değil ki? Halbuki ben onu seviyorum. Kendimi sadece resim dersine ait hissediyorum. Ailelere en büyük tavsiyem, çocuklarına asla zorla bir şey yaptırmasınlar. Çocuğun eğilimi neyse, yeteneği neyse ona yönlendirsinler. Çünkü başarı öyle geliyor. Ben çizdiğim resimler sayesinde bugün buradayım. Çünkü hayallerimi hep canlı tuttum.”

Haberin Devamı

Yapma demiyorum, yine yap ama hobi olarak

Burak Özçivit’in ilginç bir babası var. “Önce okulun bitecek’ diye tutturan, “koluna altın bileziğini takmadan olmaz”la başlayıp “askerlik bitsin”le bitiren bir baba değil hiç. Çocuğunun fotoğraflarını modellik yarışmasına gönderip bugününü kuran biri. “Babam inanmış, göndermiş. Belki çok istiyordu, belki içine doğuyordu bilmiyorum. Ben o zaman genç olduğum için bugünleri hayal edemiyordum hiç ama o bana inanıyordu. Ben zaten seçileceğimi de düşünmüyordum. Ama o hep bana inanıyordu. Elemelerde bile yanımdaydı, biliyor musunuz? En büyük destekçimdir babam. Hep yanımdadır ama kararlarıma da saygı duyar. Şunu şöyle yap demez, yanlış yaparsam da arkamda olacağını hissettirir. Ben de ona çok saygı duyarım. Aramızda tam bir Türk baba-oğul ilişkisi vardır. Ne demek istediğimi tüm Türk erkekleri anlıyordur diye düşünüyorum. Otoriterdir, serttir ama işte o sertliği de beni bugünlere getirdi. Ona çok teşekkür ediyorum.”

Haberin Devamı

Peki anne? Anne tam bir “Yapma demiyorum, yine yap ama hobi olarak” insanı. Hiç istememiş Burak Özçivit’in modellik yarışmasına girmesini, oyunculuk yapmasını. O çocuğu okusun istemiş. Hatta gitmiş, Marmara Güzel Sanatlar’ın yetenek sınavı seçmelerine oğlunun kaydını yaptırmış. Anne de, baba da çocuklarını ha bire bir yere kaydettirmeye çalışınca merak ediyorum, hayta bir öğrenci miydi acaba?