Aydilge nasıl aldatıldığını anlattı! 'Aralarında yaşanan özel şeyi gördüm'
Aydilge'nin hayatı ilginç tesadüfler ve dramlarla dolu. Yaşadığı aldatılma deneyiminden sonra özgürleştiğini söylüyor. Eşini bir reklam filminde görüyor, vuruluyor, garip tesadüfler silsilesi yaşıyor. 16’sında yaşadığı tacizi, şiddeti ilk kez anlatıyor. İşte Aydilge'nin dikkat çeken açıklamaları...
Birol Namoğlu’yla düet yaptığınız ‘Parmak İzlerin’ çıktı. Senin hayatında kimlerin parmak izi var?
Hepimiz birbirimizin kalbinde büyük yara izleri bırakıyoruz. O acılarda da çoğu zaman başka birinin parmak izleri oluyor. Özellikle aşkla ilgili inandığım bir şey söyleyeceğim. İnsanlar aşkı illa öldüreceklerse bari güzel öldürsünler. İncitmeden, acı çektirmeden, yok saymadan. Birbirimizin ruhundan nazikçe çıkalım.
Sende yara izi bırakan aşk hikâyeni anlatsana...
Geçmiş ilişkilerimde yediğim kazıklar kesinlikle var. Mesela evliliğimden önceki ilişkimde çok yara aldım. Aldatıldım. Ama onun sayesinde güzeli öğrendim.
Nasıl anladın aldatıldığını?
Kötü bir şekilde. Teknolojiyle arası yoktu. Ortak bir e-posta adresi kullanıyorduk. Bir gün diğer sevgilisinden bir mail geldi. Açmama gerek kalmadan konu başlığından bile aşk dolu bir mesaj olduğunu anladım. Sarsıldım. Aralarında yaşanan özel şeyi gördüm. Ama şimdi eski erkek arkadaşıma çok teşekkür ediyorum.
Ne teşekkürü?
Aldatarak beni özgürleştirdi. Onu kaybetmek bana kendimi kazandırdı. Böyle bir darbe yiyince önce karanlık çöküyor. Ama unutma ki yıldızlar, karanlık sayesinde görünüyor. Bana da yaşadığım o karanlık günler eşimi gösterdi. Dördüncü senemiz, onu çok seviyorum. Bizim hikâyemiz de garip.
Nasıl yani...
Önce öğrenmem gereken şeyin yalnız kalmak olduğuna karar verdim. Eğer bu korkuyla yüzleşmezsem tekrar aynı senaryoyu yaşayacağımı düşündüm. Bir konser veriyordum, iş bitiyordu, otel odasında yapayalnız kalıyordum. Konuşacak bir yarenim yoktu ama buna rağmen süslü paketleri de hep reddettim.
Süslü paketler mi geliyordu?
Yok canım bazen adamlar süslü paket gibi oluyor ama içleri boş. Bu diyet yapmaya çalışırken önüne pasta gelmesi gibi bir şey. Ama o pastayı yemedim, direndim.
Kapıdan girdiği anda elim ayağım titremeye başladı
Ne oldu da o direnç kırıldı?
Bir gün arkadaşımla sinemaya gitmiştim. Reklamlar başladı. İnanılmaz yakışıklı bir adam keman çalıyordu.
Sonra...
Menajerim de orkestramıza bir kemancı almak istiyordu. Bir arkadaşım “Utku Barış Andaç’ı tanıyor musun, harika bir kemancıdır ama biraz soğuktur” dedi. Ukala, soğuk insanları sevmem ama “Bir bakayım” diye cevap verdim. İnternetten bir baktım, o reklamda gördüğüm çocuk karşımda.
Hemen işe aldın tabii...
Dur dur. Utku kapıdan girdiği an elim ayağım titremeye başladı. Sonradan anlattığına göre beni çok cool bulmuş, heyecanımı hiç anlamamış. Bir saat kadar konuştuk ve birden “Kendimi 15 yaşında, ilk defa âşık olmuş gibi hissediyorum” dedi. Bir şey diyemedim, kalakaldım. Bir gün sonra aradı, kahve içmeyi teklif etti. O gün aşağıya adeta merdivenden yuvarlanarak indim. Her şey öyle başladı.
Eşin senden yedi yaş küçük, yaş farkı ilişkiyi etkiliyor mu sence?
Ben çok çocuksuyum, benim yaşımda bir sürü kadın benden daha olgun olabilir. Utku yaşındaki erkekler de belki onun kadar olgun değildir. Ama bu yaş farkı durumuna gerçekten bir önyargı var. Başlarda ben de Utku’nun ailesi büyük olduğum için bir şey der mi diye merak ettim. Ama ne mutlu ki öyle bir şey olmadı.
Beni bedenim üzerinden eksik olmakla yargıladılar
Hande Yener, Gülşen, Demet Akalın gibi isimlerin olduğu pop arenasında kendini nasıl konumlandırıyorsun?
Konumlandırmıyor, insanlara bırakıyorum. Benim konumlanmak istediğim yer kalplerinin içi.
Nasıl bir yerdesin?
‘Aydilge müziği’ yapan bir insanım. Popçu değilim, rock’çı da değilim. Alternatif müziğe yakınım ama anaakımda da şarkılarım çalınıyor. Ben değişik bir vakayım. Kendim de nerede olduğumu bilmiyorum. Ama böyle olması da güzel.
Neden?
Bir yere konumlandığında orası senin hapishanen oluyor. Dolayısıyla konumsuzluk bana özgürlük sağlıyor. Kendi sözlerini, bestelerini yapan bir kadın olmakla da gurur duyuyorum. Kadınlar kendi müziklerini yapmalı. Çünkü kadınların sesinin çıkması çok fazla onaylanmadığı için kadın sadece cinsel olarak öne çıkarılıyor. Çoğu zaman farkında bile olmadan seks objesi olarak konumlanabiliyoruz. Ama bir kadın söz yazıp beste yapmaya başladığında seks objesi olma hali geri planda kalıyor.
Peki senin karşılaştığın fiziksel önyargılar oldu mu?
Tabii, “Burnunun kenarı geniş biraz küçültsek mi?” ya da “Vitiligoların var, örtelim” diyenler bile oldu. Bedenim üzerinden eksik olmakla beni yargıladılar. Ama bunlar benim eksikliğim değil, rengim. Bunları çirkinlik olarak görmüyorum.
Yaşadığım korkuyu anlatamam, kolumu öyle sıkı tutuyordu ki...
Sen hiç şiddete maruz kaldın mı?
Evet. Daha önce anlatmadım ama belki okuyan genç kızlara bir faydası olur diye anlatmak istiyorum.
Ne zaman oldu bu olay?
16 yaşımdayken. Ailemle yazlığa gitmiştik. O sıralarda beni çok beğendiğini söyleyen bir çocukla sohbet etmeye başladım. İlk defa biriyle flört ettiğim için aşırı heyecanlanmıştım. Çocuk 18 yaşındaydı, akıllı, tatlı görünüyordu. Fakat bir gece sahilde otururken öpüşmek istedi, etrafta da kimse yoktu. Ben istemedim. İstemediğimi söyleyince bir daha zorladı.
Sonra ne oldu?
Ayağa kalkmak istedim. Bileğimi tutup “Sana kelebek göstereceğim” dedi. O kadar safım ki gerçekten kelebek gösterecek sandım. Geri oturdum. Cebinden kelebek denen o bıçaklardan çıkarıp salladı “İşte bu benim kelebeğim” diye. Yaşadığım korkuyu anlatamam. Kolumu öyle sıkı tutuyordu ki çırpınarak kaçmaya çalıştım. Sırtıma vurdu. Kopartacak gibi saçımı çekti. Sonra iki kişi yaklaşmaya başladı, onları görünce kolumu bıraktı. Koşarak kaçtım.
Sonra bir şey yapabildin mi?
İşin kötüsü o kadar korktum ki kimseye bir şey söyleyemedim. Annemler açık görüşlü olsa da kendi kendimi suçlayıp çocuğu şikâyet edemedim. Tecavüze uğrayanların yanında, yaşadığım çok hafif. Çok şanslıyım ama olmayabilirdim de...
Bu seni nasıl etkiledi?
Yıllarca erkek arkadaş edinmekten kaçındım. Hatta ilk öpüştüğümde kusacak gibi oldum. Kendimi iyileştirmem zaman aldı. Burada o çocuk kadar, o çocuğun bunu kendisine hak görmesini sağlayan sistemin de suçu var. Benim susmama neden olan da bu korkuydu. O yüzden kadınların susmaması, bedenlerine sahip çıkmaları, şiddeti hak etmediklerine ve eksik olmadıklarına inanmaları çok önemli.
Önce model sandım
“Reklam filminde Utku’yu görünce model sandım. Yanımdaki arkadaşıma ‘Modeli koymuşlar, kemancı diye bize yutturuyorlar’ dedim.”
Kendi kendine toplumun sanat güneşi olamazsın
“İbrahim Tatlıses’i neden sevmek zorundayız? Neden Türkiye’nin en büyük sesi olduğunu kabul etmek zorunda herkes? ‘Kadın dediğin dayak yemeli? Müzik ayrı, kişilik ayrı’ şeklinde bakmak zorundayız?” diye bir tweet attın ve çok konuşuldu...
Bu konuyu biraz daha uzatırsam “Prim mi yapıyor?” diyenleri haklı çıkarmış olurum. Söyleyeceğimi söyledim. Kadınların uğradığı şiddetle ilgili genel bir noktaya değinmek istemiştim. Ayrıca ikonlaşan isimleri, saygı çerçevesi içinde herkesin sevmek kadar sevmeme hakkının olduğunu, hakaret olmadığı sürece, ifade özgürlüğünün önemini anlattığım genel bir paylaşımdı. Konu kişisel bir şey değildi. Zaten asıl sorun, bazı sitelerin yazmadığım bir kelimeyi tık almak için uydurup “Nefret ediyorum” şeklinde başlık atmasından kaynaklandı ki tweet’e bakanlar öyle yazmadığımı görürler.
Şiddete karşısın. Halil Sezai ile bir düetin vardı. O da şiddet sebebiyle yargılandı. Şimdi olsa o düeti yapar mıydın?
O rahatlıkta yapamazdım. Herkesi çok çabuk yargılayıp linç ettiğimizi düşünüyorum. Ya da aşırı sevdiğimiz insanları çok çabuk affediyoruz. Bu yüzden önce Halil’le derinlemesine konuşup sonra kalbimin sesini dinlemem gerekir.
Bu hafta “Zeki Müren’in sesini sevmemek başka ama hokkabaz demek bambaşka...” diye bir paylaşım yaptın...
Evet, Zeki Müren’in özel hayatı eleştiriliyor. Olabilir ama ‘hokkabaz’ demek artık hakarete giriyor. Zeki Müren tekdüze, vasat müzik endüstrisinde bir yıldız olarak parlamış. Sınırları, kuralları ve rolleri esnetmiş. O kadar farklı kutupları bir araya getirmiş ki herkes ona saygı duymuş. Bir sanatçının yapabileceği en önemli şey, önyargıları kırabilmek, katı düşünceleri esnetmek, hemhal olmayı arttırabilmek. Alpay “Sanat güneşi yazdırdı, kendi kendine yaptı” demiş. Öyle kendi kendine bir sıfat yazdırmakla koca bir toplumun sanat güneşi olamazsın. Hakan Gence/Hürriyet