Afiş filmin vitrinidir!
Filmlerin en can alıcı kısımları fragmanları dışında afişleri de... Bir filme afişine bakarak gitmeye karar veren insanları düşününce yarattığı etkinin kuvveti kaçınılmaz. ‘Daire’ tam da bu noktada filmlere karakterini veren afişleri tasarlayarak filmin albenisini arttırıyor. Yaptıkları afişlerle şehirleri donatan Arda Aktaş ve Eren Erdem ile tasarım sürecini konuştuk
Afiş tasarlamaya başlamanızı sağlayan hangi filmin afişiydi?
Arda Aktaş: Grafik tasarım çocukluğumdan beri hep ilgimi çekmişti. Ortaokul yıllarında bile, o dönem dinlediğim müzik gruplarının isimlerini değişik şekillerde yazıp çizer, kendimce logolar yapardım. İlerleyen yıllarda, önce olmayan filmler için afişler tasarlamaya başladım ardından da arkadaşlarımın çektiği kısa filmler ve belgeseller için. Derken zaman içinde daha bilinçli ve profesyonel bir hal aldı işler. Gitmek istediğim yolu hep bilerek ve bugüne geleceğime inanarak ilerledim. O yüzden o olmayan filmlere yaptığım afişler diyebilirim sanırım.
Eren Erdem: Ben işin grafik tasarım kısmında olmadığım için o gözle bir şey diyemem ama sinema sektörüne çalışmak hatta Radyo-TV Sinema okumak adına o ilk tohumu düşüren afişiyle de dünyasıyla da Ghostbusters II (Hayalet Avcıları 2) olmuştu. Çocukken sinemada izlediğim ilk filmdi, büyülenmiştim.
Tasarıma başlamadan önce filmin senaryosunu okur musunuz?
Arda: Evet, genelde senaryoyu okuyarak başlıyoruz sürece. Kimi zaman yönetmenle bir araya geliyoruz, onun kafasındakini dinleyip, nasıl bir dünya yaratmak istediğini anlamaya çalışıyoruz. Bu sırada fikirler gelişmeye başlıyor. Bazı işlerde de son hali olmasa bile, kaba kurguları da izliyoruz. Hem tasarım süreci başlamadan önce hem de iş sırasında birçok toplantı yapılıp iş geliştiriliyor.
Erdem: Bizim çalışma anlayışımızda senaryo aşamasında işe başlamak önemli bir yer tutuyor. O zaman tüm süreç daha sağlıklı ilerliyor.
SEKTÖR HENÜZ EMEKLEME AŞAMASINDA
Türkiye’de afiş tasarımcılığı sizce sektör haline geldi mi? Kaliteyi nasıl görüyorsunuz?
Arda: Hollywood, ürünlerini tüm dünyaya satan, gelişmiş ve çok büyük bir endüstri. Bu endüstrinin ihtiyaçlarını karşılamak için de birçok yan sektör oluşmuş durumda. İşin tasarım kısmı da bunlardan biri. Ancak yapılan işi sadece afiş tasarımı olarak tanımlarsak eksik kalır. Daha genel olarak iletişim tasarımı demek doğru olur. Eskiye kıyasla çok daha yoğun ve çeşitli şekilde iletişim yapma ihtiyacı var. Amerika’da bu işi yapan yüzlerce ajans ve binlerce çalışan var. Bizde ise iyisi kötüsü, yenisi eskisi bir elin parmaklarını geçmez. Bu anlamda sektör henüz emekleme aşamasında.
Eren: Biz Daire’de işi sadece afiş tasarımından ibaret görmüyoruz. Büyük resmi görmek gerek. Evet, tasarım bu işin önemli bir parçası ama bir kampanya, bir algı oluşturmak gerekiyor. İşin sosyal medyası, teaser/fragman kısmı, tanıtımı, müzikleri kısacası pazarlamasına yönelik her şey için fikir üretiyoruz.
Sanatçılar, yönetmenler ve yapımcılar fikirlere yeterince açık mı? Eren: Fikirlere açık olanı da var keskin çizgileri olanı da ama o konuda da epey yol kat ettik.
En beğendiğiniz tasarımlarınız neler?
Arda: Ticari anlamda yaptığım ilk sinema işi Cem Yılmaz’ın Yahşi Batı filmiydi. Hem piyasaya o denli büyük bir işle giriş yaptığımdan hem de hala en iyi işlerimden biri olduğunu düşündüğümden, benim için farklı bir yeri vardır. Amerika’ya gittiğimde çalıştığım ilk iş ise Charlie Sheen’in başrolünde olduğu Anger Management dizisi olmuştu. Resmi logosu, kendi el yazımla yaptığım bir tasarımdı.
Eren: Benim için de yapmak istediğimiz kampanya modeline en yakın örnek olduğu için “Yok Artık!”. Sadece afiş için değil filmin birçok aşamasında fikir çalışmaları yaptık.
AFİŞTE NASIL OLDUKLARINA BAKIYORLAR
Türk film afişlerinde sanatçılar gereğinden fazla deformasyon yaşıyormuş gibi geliyor. Hep aynı dümdüz suratlar. Siz nelere dikkat ediyorsunuz bir afişi tasarlarken?
Arda: Film afişi Hollywood’da “anahtar görsel” olarak tanımlanır. Afiş filmin vitrinidir. Bir albenisi olması gerekir. Bazen filmin kendisinden çok, nasıl bir afiş çıkacağı beklenir takip edenleri tarafından da. Yayınlandığında ayrı bir haber olur. Oyuncular bile bütün bir film nasıl göründüğünden çok, afişte nasıl olduğuyla daha ilgili olabiliyorlar. Çünkü film başlıyor bitiyor, sahneler akıyor ancak afiş hep orada sabit. Böyle bir durum varken, her filme tek kalıptan çıkmış gibi aynı afişlerin ve hele ki uygulamasının da özensizce yapılması üzücü bir şey. Ben yaptığım afişlerde mümkün olduğunca, o filme ait bir fikir ve duygu barındırmasına kafa yoruyorum ve çok iyi uygulanmış olmasına dikkat ediyorum. Detaylar hep çok önemli. Görsellerdeki ince işçilikten, renklerin doygunluğuna, üstündeki en küçük yazının bile karakterine ve hizasına kadar her aşaması tamam olmalı.
Eren: Oyuncunun kendisi gibi değil de filmdeki/dizideki karakteri gibi görünmesine çaba harcamak, işin dünyasını ve duygusunu yansıtmak bizim için öne çıkıyor, pazarlama kısmının elini güçlendirmek için de bu daha doğru.
EZBERLERİNİZİ BOZMALISINIZ
Afişlerinizi şehrin birçok yerinde billboardlarda görmek nasıl hissettiriyor?
Arda: Üzerinde aylarca çalıştığım bir işi, geçtiğimiz her yerde görmek tabii ki çok güzel. Ama asıl ilk sunum çok daha önemli bence. İşin sahibinin, filmi için yapılan afişleri ilk gördüğü anki heyecanına tanık olmak çok ayrı bir keyif. Çünkü afişler ortaya çıkınca çekilen ya da çekilecek film daha somut bir hal alıyor ve şöyle bir his oluşuyor sanırım, ‘Tamam, bu gerçekten bir film artık!’. Afişleri görmek yönetmende yapımcıda, oyuncuda apayrı bir motivasyon yaratıyor. Tüm ticari unsurlarının yanında böyle duygusal bir gücü de var galiba afişin. Buna aracı olmak da işin en güzel taraflarından biri.
Bu mesleği yapmak için yola yeni çıkanlara tavsiyeleriniz neler?
Arda: Her zaman önce kendi ezberlerini bozsunlar.
Eren: Ne olursa olsun işin kolayına kaçmasınlar, onlardan zaten çok var.