Simone de Beauvoir 'doodle' oldu
Bugün arama motoru google'a girenleri Simone de Beauvoir görseli karşılıyor. Fransız felsefeciye 'feminizin icatçısı' gözüyle bakılıyor. İşte hayatı
Simone de Beauvoir 9 Ocak 1908’de Paris’te Georges Bertrand ve Françoise (Brasseur) de Beauvoir çiftinin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Ataerkil bir ailede büyümüştür. Kişiliğinin koyu katolik annesinin ve bilinemezci babasının karşıtı olarak şekillendiği söylenebilir.
Katolik Enstitüsü’nde matematik öğrenimi ve Saınte Marie Enstitüsünde yabancı dillerde yazın eğitimi gördü. Daha sonra Sobone’da felsefe eğitimi aldı.
SARTRE'LA TANIŞMA VE TUTKULU İLİŞKİ
1929’da seçkin Ecole Normale Superieure’ye kayıt olan ve Sabone’da kurs almakta olan Jean-Paul Sartre ile tanıştı. 1929’da felsefede Agregation başaran en genç öğrenci olur. Jean-Paul Sartre o yıl birinci olur, Simone ise ikinci. Ancak herkes bilir ki de Simone de Beauvoir felsefede en iyi idi. Jean-Paul Sartre’a birincilik erkek olduğu için verilmiştir.
İlk karşılaşmalarından çok kısa süre sonra Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir ayrılmaz bir ikili olur. Yaşam boyu süren bu macera ve tutku doludur. Başka erkek ve kadınların da müdahil olduğu ilişkileri sarsılmaz bir nitelik kazanmıştır.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra Modern Zamanlar isimli politik gazetede çalışır ve ölene dek bu gazetede editör olarak hayatına devam eder. 14 Nisan 1986'da vefat eder. 1981’de Sartre’ın acı dolu son yıllarını anlattığı Veda Töreni’ni (Cérémonie Des Adieux) yazar. Kendisi de Paris’de Cimetière du Montparnasse Mezarlığına Sartre’ın yanına gömülür. Mezar taşında isimleri alt alta yazılır.
En önemli eserleri
1943 yılında Simone de Beauvoir, Konuk Kız (L'Invitée) adlı Rouen okulundaki öğrencilerinden Olga Kosakiewicz ile olan kronik lezbiyen ilişkisinin öyküsünü yayınladı. Bu öykü aynı zamanda de Beauvoir ile Sartre arasındaki karmaşık ilişkiyi ve ilişkinin bu üçlü ilişkiden nasıl zarar gördüğünü anlatır.
En önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelenmesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu İkinci Cins (Le Deuxième Sexe) adlı eseridir.
Freudcu yönleri ağır basan feminist bir varoluşçuluğun göze çarptığı kitapta Varoluşçulukta olduğu gibi temel prensip olarak var oluşun özden önce geldiğini kabul eder ve “Kadın doğulmaz kadın olunur.” prensibine ulaşır.