'Zaten bir bölünme yaşanmış durumda'
Akil İnsan Mustafa Armağan'dan tartışma yaratacak açıklamalar...
Marmara Bölgesi yapı itibariyle aslında Türkiye’nin fotoğrafını çekiyor. Konu ne olursa olsun bu bölgenin hassasiyetleri aslında Türkiye’nin hassasiyetleri...
Öyle ya Türk siyasetinde söylenen “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” söyleminin haksız olmadığını yakın siyasi tarih bizlere gösteriyor.
Barış sürecinde de Marmara Bölgesi’nin göstereceği reaksiyon aslında tsunami etkisiyle diğer bölgeleri yönlendirecek bir kudrete sahip...
Yazı dizimizin bugünkü konuğu “Akil İnsanlar” Marmara Bölgesi heyetinde yer alan tarihçi, akademisyen yazar Mustafa Armağan...
Süreç öncesi alternatif tarihin önemini büyük harflerle yazan birinin süreçteki rolünü, etkileri, tepkileri ve tabi ki Marmara Bölgesi’nin barış sürecine bakışını konuştuk.
Süreç nasıl işliyor?
Temas ve toplantılarımız bütün hızıyla sürüyor. Toplumun farklı kesimleri kendi aralarında süreç konusunda bir kanaat sahibi olmuşlar elbette, fakat bir araya gelip farklı görüşleri dinleme, onlara cevap verme, böylece kafasındaki kanaati yeniden formüle etme imkanını bulamamışlar gibi görünüyor.
-Biz işte bu fırsatı sunuyoruz kendilerine. Kimseye bir şey dayatmıyoruz, bir şeye ikna da etmiyoruz. Sadece diyoruz ki, bu meselenin kan üzerinden çözülmesi mümkün değildir. Toplumsal aklın mayalanması için bir durup düşünme fırsatı çıktı karşımıza. Bunu iyi değerlendirelim diyoruz. Direnç var tabii ki. Ancak bu direncin kırılabileceğinin, farklı bir mantığın devreye girebileceğinin de işaretlerini alıyoruz.
Herkesin merak ettiği konu bölünecek miyiz tedirginliği sizin bölgenizde de mevcut mudur?
-Kuşkular var elbette. Bölüneceğiz kuşkusundan tutun da hükümet sizi başkanlık sistemini kurmak için kullanıyor iddiasına kadar pek çok kaygı mevcut.
Ancak bunların tek taraflı bir enformasyon akışı ve yönlendirmenin sonucu olduğunu düşünüyorum. Bu kaygıları da anlamalıyız diye düşünüyorum. Nasıl giderilebilir diye üzerinde düşünmeliyiz. Çünkü ciddiye alınacak ağırlıkta bir kesim bu görüşte. Sizin anlayacağınız, Sevr Sendromu hortlamış durumda bir kesimde. Oysa bana göre böyle bir tehlike yok. Ama olmadığını garanti edemem, çünkü ben olaya dışarıdan bakan biriyim.
Teminat verecek durumda değilim. Ne var ki, 1999'dan sonra PKK ve Apo'nun tavrının bağımsızlıktan üniter devlete doğru değiştiğini biliyoruz. Onlar da artık siyasetle halletmek istiyorlar sorunlarını. Bu açık. Lakin bu noktayı daha açık bir şekilde vurgulamaları gerekiyor yöneticilerin.
Bu paranoyayı aşmak için ne yapmalıyız peki?
-Bana sorarsanız asıl bu katılıkla devam edilirse bölüneceğiz. Zaten İslamiyet paydası dışında değerlerde tam bir bölünme yaşanmış durumda. Okul kitaplarında Şeyh Said'e hain diyorsunuz ama Diyarbakır'da o bir kahraman olarak görülüyor. Ruhuna Mevlit okutuluyor! Seyit Rıza'ya isyancı diyorsunuz, Tunceli'de heykelini dikiyorlar. Terörist dediklerinizin cenazeleri tıpkı buradaki şehit cenazelerindeki gibi alayişli törenlerle kaldırılıyor Yani zaten değer olarak büyük ölçüde bir ayrışma başlamış. Bu katılık devam ederse bölüneceğiz asıl. Biz diyoruz ki, gelin geç olmadan yeniden bir millet olmanın, toplumsal olarak bütünleşmenin yolunu yordamını bulalım, yoksa durum çok vahim.
Toplumdaki "Bayrak - Türklük" hassasiyeti sizin bölgenizde de aynı sertlikte mi gerçekleşiyor?
-Bizim bölgemiz Marmara tam bir Türkiye karması manzarası arz ediyor.
Türkiye'de ne kadar eğilim varsa hepsi burada ve ilginç tarafı, bunların çoğu örgütlenmiş durumda. İlçeler bazında ağırlık şu veya bu yönde olabilir ama her görüşün temsil edildiği bir bölgede çalışmanın zorluğu da var. Hepsini dinlemek isteriz ama ancak bir kısmına yetişebiliyoruz.
Protestolarda belki Bayrak-Türklük vurgusu ağır basıyor görünüyor ama aslında hiç tahmin etmediğiniz kadar da destek var. Ancak destek yürüyüşleri öbürlerinki kadar ses getirmiyor, tek farkı bu. Dün Beyoğlu'nda Çözüme Evet mitingi vardı Beyaz Hareket'in, basında ne kadar az yer aldığını biliyorsunuz. Elbette Türklük kaygısının ağır bastığını anlıyoruz, bu bir vakıa. Ancak bunun da değişeceğine dair, 90 yıldır uygulanan Türkleştirme politikasının değişmek zorunda olduğuna inananların arttığına da tanık oluyoruz. Yeni bir Türkiye kuruluyor, Bu, Büyük Türkiye olacak, olmak zorunda. Aksi halde Küçük Türkiye olmak tehlikesi var çünkü.
Süreç başladı ama Devlet bunun karşılığında ne verdi sorusu size de soruluyor mu? Gerçekten de merak edildiği gibi Devlet bir şey verdi mi?
-Biz de sizin kadar biliyoruz sürecin adımlarını. Farklı bir bilgi verilmedi. Onu açıklanınca öğreneceğiz. Ancak o işin sonrası. Biz barışın tesisine çalışıyoruz, insanları dinliyor ve onların zihinlerindeki soruların giderilmesi için yardımcı oluyoruz.
Kürtlerin süreçten beklentisi ne?
-Kürtler ana dilleriyle eğitim hakkı istiyor, insanca muamele istiyor, itilip kakılmak istenmiyor. Türkler ise hangi hakkınızı kullanamıyorsunuz diye soruyorlar. Bahçelievler'de bayanlar arasında bir tartışma oldu, bir bayan gidip kızını okuldan alıp getirdi, ‘bakın çocuğum burada, okulda kendisine Doğulu diye terörist demişler, söyle kızım' diye tepkisini ortaya koydu. Şimdi hiç ayrımcılık olmadığını kimse söyleyemez. Diyarbakır'da insanlar, üzerlerine çevrili namluların altından gidip geliyor işlerine, gözlerimle görmesem inanmayacaktım. Derin bir yaralanmışlık var Kürtlerde. Değerlerine sahip çıkılmasını ve onları korkusuzca yaşamak istiyorlar. Biz vatandaşa zorla Türkçe konuşturursak bu sonuçta örgütün propagandasına dönüşüyor, haberimiz yok. Bir parka Berfin ismini koymuşlar, Diyarbakır İl Özel İdaresi koydurmamış, belediye de tabela asmış, ‘biz parka bu ismi koyduk, özel idare izin vermedi’ diye! Oldu mu size nurtopu gibi bir propaganda aracı. Ne gerek var bunlara? Halkı rahatlatmak için bazı basit adımlar atılması sürecin hızlanması ve toplumsal bütünleşme açısından yararlı olacaktır.
Abdullah Öcalan'ın söylemlerindeki İslami referansların varlığını neye bağlıyorsunuz?
-Türk ve Kürt kardeşlerimizin ortaklıkları aynı vatanda, aynı bayrak altında ve aynı din kapsamında yaşıyor olmalarından geliyor. Bizi birleştirecek motiv, İslamiyettir.
Bu dönemde Öcalan'ın da bu gerçeği görmüş olması benim kanaatime göre bir ilerlemedir. Dini kullanıyor mu? Yoksa samimi mi? Bilemem. Hem dini hangi siyasetçi kullanmamış ki? Atatürk mü kullanmamış? 1923 Şubatında verdiği Balıkesir hutbesinde 'Anayasamız Kur'an-ı Azimüşşan'daki emirlerdir' diyen Mustafa Kemal değil mi? Unutmayın: Öcalan da Atatürk kadar pragmatik bir lider.
Sürecin sonudaki resmi tasvirleyebilir misiniz?
-Ucu açık bir süreç bu. Bizim görevimiz 40 gün sonra raporlarımızı teslim edince bitecek. Sonrasında iş siyasetçilere ve örgüte kalacak. Ancak ben umutlu olmak istiyorum. toplumsal bir barışın ülkemize gelmesi için herkes elinden geleni yapmalı.
Ancak bu iş 62 kişinin ve bir iki ayın işi değil. Yapılacak daha çok şey var. Uzun Barışı kurmak uzun bir süre ister, çünkü yırtılmalar çok derine inmiş durumda. Ders kitaplarından başlayarak dilimizi değiştirmeye, bir barış dilini telaffuz etmeyi öğrenmeye kadar yapılacak çok iş var ve hepsini de devletten beklememiz gerekmiyor. Bizim de kendi çapımızda atacağımız barışcıl adımlar olabilir. Ben kendi alanımdan bakınca tarih ve edebiyat kitaplarında Kürtlerin neden yer almadığını ve ne zaman yer alacağını merak ediyorum. Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarının, Amasya protokolünün, Sivas Kadınlar Kongresi'nin beyannamesinin yeniden okunmasının, 1. Meclisin Türk-Kürt kardeşliğini korumakta ne kadar itinalı davrandığının okutulmasını istiyorum.
Aynı zamanda edebiyat derslerinde Yunan, İngiliz, Fransız, Rus edebiyatlarının okunup da Kürt edebiyatının okutulmamasını protesto ediyorum. En kısa zamanda Ahmet-i Hani, Mele Cezeri, Mehmed Uzun gibi isimlerin eserlerinin de Nedim, Şeyh Galip ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yanında edebiyat kitaplarımızda işlenmesini arzu ediyorum. Tünelin sonu ancak bu tür çalışmalarla aydınlık hale gelebilir.