Türk Rönesansı başlatacak
´Anadolu Müslümanlığı Türk Rönesansı başlatacak´
Prof. Dr. Doğu Ergil, Timaş'tan yayımlanan "100 Soruda
Fethullah Gülen ve Hareketi" kitabında Gülen hareketini
etraflıca inceliyor ve Türkiye'nin ve dünyanın içinden geçtiğibu karmaşık günlerde umut olabilecek, çarpıcı bir tespit yapıyor: "Gülen'in Anadolu Müslümanlığı,
Türk Rönesansı ile dünyada ve İslam dünyasında yeni bir
dönem başlatacak!" Bu tespiti Doğu Ergil, akademisyenler
ve entelektüeller Yeni Aktüel'e değerlendirdi; ortaya çıkan
tabloda umut da var, eleştiri de...
Tam iki yıl önce Almanya'nın Penzberg şehrinde yaşayan Müslümanların kurduğu "İslamî Birlik"i tanımak için Almanya'ya gittiğimde, birliğin başkanı ve caminin imamı, Üsküp doğumlu Bünyamin İdris'ten etkilemiştim. Özellikle bizzat izlediğim, "İslam ve Akıl" başlıklı Cuma vaazında söylediklerinden: "İslam'da asırlardan beri içtihat kapısının kapatılması, siyasetin dine, dinin siyasete alet edilmesi ve aklın dondurulması neticesinde İslam kesin şablonlara sokuldu. Şimdi Avrupalı Müslümanlara içtihat müessesesini harekete geçirerek, aklı yeniden devreye sokup, kafalarda soru işareti doğuran bazı metinleri açıklığa kavuşturma şansı doğmuştur. Avrupa bir 'İslam Rönesansı' yapacak ortam sunmaktadır."
Prof. Dr. Doğu Ergil'in yeni çıkan kitabı vesilesiyle Taraf gazetesinde Neşe Düzel'e verdiği, 14-15 Haziran 2010'da yayımlanan röportajı okuyunca bu söylem daha da ilginçleşiyordu. Ergil'e göre Fethullah Gülen'in Anadolu İslamı, Türk Rönesansı ile dünyada yeni bir dönemi başlatmak istiyordu. Penzberg'den İdris'in sözleri elbette özelde Almanya, genelde Avrupa'daki Müslümanları kapsıyor.
Yine de İslam'ın Batı dünyasındaki yolculuğunun vardığı durağa dair önemli ipuçları sunuyor. Fethullah Gülen'in takipçilerinin sadece Avrupa ve Amerika kıtasında değil, tüm dünyada kurduğu okullar, küresel dünyada İslam'ı yaşamak konusundaki özgün duruşları tam da bu noktada anlam kazanıyor. Gülen'in milyonlarca insanı derinden etkileyen inanç ve düşünsel dünya tasavvuru, bu hareketin sadece Türkiye'de değil tüm dünyada İslam'ın geleceğinde büyük rol oynayacağının sinyallerini veriyor.
Nilüfer Göle, Yeni Şafak'tan Mehmet Gündem'e 14 Haziran 2010'da hareketin farkını şöyle ifade etmişti: "İslamî ama İslamcı değil. İslamı siyasallaştırmıyor, onlar bugünkü seküler dünyanın içine nüfuz ediyor, rahatlıkla giriyor, çatışmaya girmeden... Muhafazakâr ve dindar
bir hareket, Türk okullarıyla birlikte, dünyaya en açık, küreselleşmeyi kendine mekân edinen bir hareket olmaya başladı." Göle'ye göre Gülen cemaati "seccadeyi dünya haritası yapmış"; cemaatte iman kimlikte sıkışmıyor, aksine insanlığa hizmete dönüşüyor.
Yeni Aktüel'e konuşan Prof. Ergil, Gülen hareketinin gücünün, onu oluşturan bireylerin şahsi başarılarında ve birlikte hareket etme kabiliyetlerinde yattığını söylüyor. Ergil, Fethullah Gülen'in "ahlaklı, hoşgörülü ve âdil" bir toplumun, tarihte "kaçırdığı Rönesans'ı kendi bünyesinde, kendi şartlarında ve kendi zamanında gerçekleştirebileceği"ne vurgu yaptığını belirtiyor.
Fethullah Gülen'e göre İslam Anadolu'ya geldiğinde "Türk kültürü ile bütünleşmiş, Anadolu'nun sosyal gerçekliği ile etkileşmiş". Ergil bu açıdan Anadolu Müslümanlığını "Arap tarihi tecrübesi ile şekillenmemiş, Arap yorumu taşımayan, Fethullah Gülen ve birçok Müslüman'ın önemsediği peygamber ve dört halife dönemine vurgu yapan, insan ve Anadolu merkezli" olarak tanımlıyor.
Yeni Aktüel'e konuyla ilgili bilgi veren, Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplumbilimleri bölümü öğretim üyesi sosyolog Doç. Dr. Ergün Yıldırım, Anadolu Müslümanlığının "Doğu'da Selçukluların Sasani Uygarlığını İslam içinde yorumlaması, Osmanlıların Roma uygarlığını yine İslam içinde yorumlamaları ve Hitit, Frigya, Grek gibi uygarlık birikimlerinin" bileşiminden meydana geldiğini söylüyor. Yıldırım'a göre bu deneyimle Yunus Emre, Mevla-na, Hacı Bektaş-ı Veli ve Kınalızade gibi entelektüeller yetişmiş. Anadolu Müslümanlığının temel özellikleri ise, farklı İslam yorumlarının kendilerine yer bulabildikleri Mevlana'da somutlaşıyor. Yıldırım, "çoğul uygarlıklarından ortaya çıkan" ve "çoğul değerlere sahip" bu Müslümanlığın, küresel çatışmaların ve gerginliklerin giderilmesi açısından önemli bir tecrübe olabileceğine inanıyor.
Peki bu Müslümanlık bir "Türk Rönesansı" başlatabilir mi?
Yıldırım Osmanlı tecrübesi ile İslam dünyasının önderliğini yürüten Türklerin, Batı Rönesansı karşısında gerilemenin de öncüsü olduklarım, bu sebeple şimdi bunu aşmanın ve yeni bir Rönesans başlatmanın öncülüğünün de yine onlara düştüğünü söylüyor. Ancak bunun için artık "fazla devlet kurmakla öğünmeyi bırakıp, uygarlık temsilciliklerini öne çıkarmaları" gerekiyor Yıldırım'a göre. Yıldırım bu noktada "Rönesans'ın ilahiyatını, dinsel dilini" temsil eden Gülen Hareketi'nin Anadolu'nun çoğul uygarlık birikimini Müslümanlık aynasından bütün dünyaya, "cehaleti, karanlığı, geriliği, yoksulluğu ve çatışmaları yenmek için" yansıttığını ifade ediyor.
Nilüfer Göle, Gülen hareketinde "nefsin terbiyesi ve iman"m esas alındığını, "adanmıştık ruhu"nun belirgin olduğunu söylemiş, ancak harekette "hiyerarşiler"in önemli olduğuna dikkat çekmişti. Harekete ve yazının ana temasına dair diğer eleştirileri yandaki sütunlarda okuyabilirsiniz. En başta gelenine, özel olarak Gülen hareketinde, genel olarak ise cemaatlerde "birey"in varlığına dair Prof. Ergil şu değerlendirmeyi yapıyor: "Yerellikten ulusallığa, ulusallıktan uluslararasılığa yükselen insanların kapalı bir cemaatte yaşamaya devam etmeleri mümkün değildir."
Bu konuda Doç. Yıldırım, Rönesans ve modernizm paradigmasının temelinde "otonom birey"in çok önemli olduğunu, ancak İslam geleneğinde otonom bireyin olmadığını söylüyor: "Ancak daha filozofik anlamda 'insan-ı kâmil' söylemi bulunmakta. Bu söylem nedeniyle fedakâr, egoizmden uzak, ruhsal dünyasını zenginleştiren ve iradeye sahip insanlar yetişmiş. Ancak modern zamanların İslam dünyasında hem birey hem de özgür düşünce büyük yaralar almıştır. Bugün yeniden Müslümanlık tartışmaları başlamıştır. Yeni bir düşünürler kuşağı yetişmektedir. Özellikle Anadolu burada büyük bir öncülüğe sahiptir. Bu nedenle tıpatıp Batı Rönesansı gibi olmasa bile farklı bir aydınlanma biçimi ortaya çıkabilir."
Böyle bir aydınlanma biçiminin ortaya çıkması kuşkusuz ülkemizde herkese, belki de en çok çatışma ve gerginliklerden bunalan ve yara alan insanlara umut verebilir. Bunun ne kadar mümkün olduğunu ve Gülen hareketinin bu aydınlanmada nasıl bir rol alacağını ise zaman gösterecek.
Türk Rönesansı bütün dünyaya yeni bir bahar getirecek
Anadolu Müslümanlığımı nasıl tanımlarsınız?
Anadolu Müslümanlığı derken, bu topraklarda Ahmet Yesevi, Yunus, Mevlana çizgisinde, dinimizin hoşgörülü, sevgiyi, merhameti, şefkati, gönüllere girmeyi öne çıkaran özü kastediliyor. Bu kavramdan ırkî mülahazalarla, başka tartışmalar çıkarmak gereksiz. Maalesef bugün, farklı İslam coğrafyalarında farklı Müslümanlık algılamalarına neden olacak tavır ve yaklaşımlar görülüyor. Din, yani İslam bir tanedir, ama aynı dini anlama ve yaşamada pek çok farklılık vardır. Esaret altında yaşama, sömürge idarelerinin boyunduruğuna girme, dini yaşamada tepki hareketlerini öne çıkarmıştır. Anadolu'nun hiç esaret yüzü görmemesi, bir cihan devletine vatan olması da, Anadolu Müslümanlığını daha hoşgörülü, kucaklayıcı yapmıştır kanaatindeyim.
Türk Rönesansı İslam dünyasındayeni bir dönem başlatabilir mi?
Sevgi, diyalog ve hoşgörüyü hâkim kılarak, medeniyetler ittifakını sağlamaya çalışmak, çatışma yerine uzlaşmayı tercih etmek, evet bir Rönesans başlatabilir. Bu Rönesans'ın temelindeki eğitim anlayışı, kalp-kafa bütünlüğüdür. Müminler olarak, Allah'ın yarattığı kâinata koyduğu kanunların araştırılması, bilim ve teknolojide yeni hamlelerin yapılması, Müslümanları yeniden örnek insanlar hâline getirebilir. Bilim ve ahlak, madde ve ruh birlikte el ele yürüyebilir. Bilimle dinin çatışması, gereksiz ve anlamsızdır. Bu temel görüşe katılmayanlar, karşı çıkanlar olabilir. Bu bizim kabulümüzdür. Dünyanın 120 ülkesinde açılan Türk okulları, bu kabulün meyveleriyle doludur. İnsanî değerlerde buluşma, farklı kültür, inanç ve dünya görüşündeki gençleri insan kardeşleri yapmaktadır. Dayatma söz konusu değildir. Bu okullarda çalışanlar Müslümanlıklarını gizlememektedir. Dini de öne çıkarmamaktadırlar; yaşantılarıyla, örnek ahlaklarıyla bir temsil kahramanlığı yapmaktadırlar. Anadolu insanı bu Rönesans'ın gönüllü hizmetkârıdır.
Gülen cemaatinde sizce birey ve özgür düşünce var mıdır?
"Gülen Cemaati" denmesi, Sayın Gülen'i rahatsız etmektedir. Doğrusu, "Gönüllüler
Hareketi olmalıdır. Bu hareketin içinde birey elbette önemlidir, çünkü işin esası gönüllülüktür. Hangi insan, fikrini, kabiliyetini, aklını gider de gönüllü olarak ipotek altına sokar? Özgür düşünce, dinin özünde vardır. İslam'ın, peygamberimizin ve sahabelerin hayatlarının doğru anlaşılması bu gerçeğin teyidi için yeterdir. Bir dönem, bilimde, sanatta, askerlikte, mimaride Müslümanlar insanlığın öncüleriydi. Özgür düşünce olmasaydı, o seviye asla yakalanamazdı.
Sosyolog ve yazar Ali Bulaç: "Irk ve etnisite temelli bir Rönesans olmaz"
Sosyolog ve yazar Ali Bulaç, "Din Kent ve Cemaat" kitabında Gülen hareketini "Türkiye'nin küreselleşmeye verdiği tek cevap" olarak tanımlıyordu. Zaman gazetesindeki köşesinde, 29 Eylül 2007'de ise şöyle yazmıştı: "Türk Müslümanlığı veya Anadolu Müslümanlığı olarak empoze edilen dini anlayış, ibadetsiz/fıkıhsız bir din te-lakkisidir. Modelin üç sacayağı var:
a)Dinin bir kurum (Diyanet İşleri Başkanlığı) aracılığıyla kontrol altına alınması,
b)Dini hayatın Balkan Bektaşiliği ve Anadolu Aleviliği çerçevesinde tanımlanması,
c)Küresel sistemin öngördüğü hegemonya ile uyumlu bir dini telakkinin yerleşmesi.
Bu anlayışın 75 milyon tarafından genel kabul görmesi mümkün değildir." Yeni Aktüel'e değerlendirmede bulunan Bulaç, "Anadolu Müslümanlığı" tabirini doğru bulmadığının altını yine çiziyor: "İslam dünyasının Kuran ve peygambere bakışı aynıdır. İslam düşüncesini inşa eden, İmam Gazali, İbni Sina gibi âlimleri bütün İslam dünyası kabul eder. Geriye mahalli/örfi farklılıklar kalır ancak bunlardan farklı Müslümanlıklar çıkarmak doğru değildir, meşru da değildir." Bulaç'a göre bu, politik bir konu ve İslamî veya kabul edilebilir meşru bir temeli yok. Bulaç ayrıca Türkiye'deki demokrasinin yarım olduğunu ve İslamiyet'i kamusal alandan dışladığını, bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin İslam dünyasına örnek oluşturamayacağını söylüyor: "Türkiye İslam dünyasına örnek olursa İslam dünyasına felaket getirir. Örneğin İslam dünyasının genelinde kadınların yüzde 95'inin başı örtülüdür. Türkiye örnek olursa bu kadınlara zorla başlarının açtırılması gerekir. Türkiye, İslam dünyasındaki geleneksel aileyi çözen bir model teşkil eder. Arap dünyasında Türk dizileri çok popüler ancak bu dizilerin seyredilmemesi gerektiğine dair fetvalar yayımlanıyor."
Anadolu Müslümanlığını "Batı'nın geliştirdiği bir kavramsallaştırma" olarak gören ve Türkiye'deki laiklerin de hoşuna gittiğini belirten Bulaç, Türk Rönesansını da mümkün bulmuyor: "Irk ve etnisite temelli bir Rönesans olmaz. İslam dünyasında Rönesans olacaksa, Türk, Arap ve Fars kültürlerini kapsayan bir Rönesans olması gerekir, ortak bir çaba söz konusu olmalıdır. Kaldı ki İslam'da Rönesans olacaksa, bu Batı Rönesansı olmayacaktır. Batı ile İslam birbirinden etkilenir ancak ayrı dünyalardır. İslam ve Batı nasıl barış içinde, diyalog kurarak yaşayacak, önemli olan budur."
İlahiyatçı Prof. Dr. İhsan Eliaçık: İslam dünyası kapitalizme abdest aldırarak Rönesans yapamaz"
"Anadolu Müslümanlığı"™ nasıl tanımlarsınız? Bu kavramın içinde Anadolu Aleviliği ve Bektaşiliğinin yeri nedir?
İslam dil, tarih, kültür ve coğrafya evreninden ayrı kendi başına Anadolu Müslümanlığı diye bir şey yoktur. Anadolu'da 12-13. Yüzyıllarda görülen Vefaîlik, Babaîlik, Ahîlik, Bektaşîlik gibi akımlar, merkezî Abbasî İmparatorluğuna Irak, Suriye ve Aşağı Mezopotamya'da karşı muhalefeti temsil eden Zenc, Karmatî, İsmailîve Nizarîliktürü hareketlerin Anadolu'daki devamıdırlar. Ortak yönleri merkezi iktidara karşı ezilen halk kitlelerinin sesi olmalarıdır. Emevî, Abbasî, Selçuklu ve Osmanlı saraylarına karşı bu türden hareketler tarih boyunca daima olmuştur. Anadolu Selçukluları, Alevî/ Bektaşiliğin kökenini oluşturan Babaîler isyanını Kırşehir'de Frenk paralı askerlerinin desteği ile 1248'lerde bastırmıştır. Daha sonra bunlar bir uç beyliği olan Osmanlı'ya sığınmışlar ve orada Bektaşîliğe dönüşerek Osmanlı bünyesinde devam etmişlerdir. Genel bir bakışla tarih boyunca 'Sünnîlik İslam'ın klasik aklını, Alevîlik ise ruhunu temsil eder' diyebiliriz. Kaldı ki Anadolu Müslümanlığımdan ne kastedildiği açık değildir. Bundan İslam'ın Anadolu'daki yorumu kastedili-yorsa bu da yeni bir şey değildir. Mevlana'nın Mesnevi'si örneğin Farsçadır. Anadolu'ya su-fizm İran ve Horasan'dan gelmiştir. Mevlana'nın hoca Şems bir Alamut dâisidir ve görevli olarak Anadolu'ya (Diyar-ı Rum) gönderilmiştir.
İslam'da Rönesans mümkün müdür?
Rönesans "yeniden doğuş" demektir. Reform da "formu yenileme". Biz buna "İslam'da dinî düşüncenin yeniden inşası" diyoruz. Bu anlamda İslam dünyasında Rönesans mümkündür tabii. Bunun adalet, eşitlik, kardeşlik, paylaşım gibi İslam'ın sosyal adalet değerlerine dönülerek mümkün olabileceği görüşündeyim. Kurucu akla, vicdana ve ruha ihtiyaç var. Bunu kim sahici anlamda hayata geçirir de iktidarın bozucu ve paçavraya çevirici karakterine yenik düşmezse, İslam dünyasının yeni reform dalgası oradan yükselir; Türk, Kürt, Acem, Arap fark etmez. Bu ise insanca ve hakça bir düzen; gönüllü birliktelik, devlet, anayasa, hukuk, toprak, üretim, paylaşım ve mülkiyet düzeni ile sağlanabilir. İslam dünyası kapitalizme abdest aldırarak Rönesans yapamaz. Batı'yı tekrar eder durur. »
Fethullah Gülen'in yorumlarının İslam dünyası için nasıl bir etkisi vardır?
Fethullah Gülen Hareketi kanımca inşacı değil; ihyacıdır. İçeriye yönelik sorgulama ve eleştiri yapmaz. Var olanı olduğu gibi diriltmeyi, ihya etmeyi esas alır. Risale-i Nur Hareketi'nin tabiatında bu vardır. Bu ise Emevî, Abbasî, Selçuklu ve Osmanlı saray uleması etrafında oluşan din anlayışını çağa taşımaktan başka bir şey değildir, önce bununla hesaplaşılması gerekir. Ne Said-i Nursi ne de Fethullah Gülen buna yanaşmadı, yanaşmıyor. Batı'da Rönesans kendi geçmişi ile hesaplaşma ile oldu. Fethullah Gülen hareketi dinî düşüncede çok tutucudur. Cemaat taassubu onları bitirecek. Bakın, İslam'da iki ekol var. Biri Mu-aviye diğeri Ebuzer ekolü. Muavi-ye tarzını İslam dünyası denedi ve sonuç ortada. Bu ikisi şu demek: Önce gücü ele geçirelim, en güçlü biz olalım.
Bunun için gerekirse dünyanın güçlülerine yanaşalım. Fethedelim, ele geçirelim... İslam dünyası Muaviye ile beraber başlayan süreçte bunu denedi. Dünyanın iki büyük imparoturluğunu yıktı; Sasani ve Bizans... Kanuni döneminde dünyada Osmanlı'dan güçlüsü yoktu. Ne oldu? Alternatif üretim ve paylaşım düzeni ya-ratılamadı. Ebuzer ekolü ise gücün sadece el değiştirmesini değil; alternatif mülkiyet düzeni yaratabilmeyi önceliyordu.
Hz. Ömer şöyle demişti: "Bizans'tan ele geçen topraklarda (Irak ve Suriye) öyle bir toprak ve mülkiyet düzeni kurmalıyım ki Irak'ın ve Suriye'nin dulları ve yetimleri bir daha ebediyen krallara muhtaç olmasınlar...
" Şu anki dinî zihin bu perspektiften çok uzak, sadece gücü/iktidarı ele geçirmeyi maharet sanıyor. Hele mülkiyet perspektifi çökmüş durumda. Böyle giderse İslam dünyasından Hz. Ömer'in veya Ebuzer'in bu perspektifine sahip bir cemaat çıkmayacak. Fethullah Gülen hareketi, Nurculuk, tarikatlar, AKP'cilik, Milli Görüşçülük, İhvan-ı Müslimîn, HA-MAS, Cemaati-i İslami, Mevdudîcilik, İran mollaları vb. dahil tamamı sonuçta kurdukları düzenle Muaviye'yi tekrar edip abdestli kapitalizm üretip duruyorlar.
Önce bu grupların kendini reformdan geçirmeleri gerekmektedir. (Yeni Aktüel)