Gazete Vatan Logo

Türban ayeti sakar çapkından sonra indi

Milli Görüş’ün kurucusu Abidin’in kızı anlatıyor...

12 buçuk yaşında, ilk adetinden sonra başını örttü, lise son sınıfta evlendi, 6 çocuk annesi ve 25 yıllık evliyken, başını açtı. Hayatı Almanya’da geçmiş, Katolik lisesi mezunu, Alman vatandaşı ve en önemlisi belki de Milli Görüş teşkilatının fikir babası ve kurucusu Zeynel Abidin Algan’ın kızı... Hürriyet gazetesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türban kararını ilan etmesinden iki gün sonra, 12 Kasım 2005 tarihli manşetiyle, dünyaya ‘haber’i duyurdu. Emel Abidin Algan, başını açmakla kalmamış, buna neden olan duygularını da cesurca söylemişti. Haber siyasi konjonktüre iliştirilerek “Siyasallaştı diye türbanını çıkardı” başlığıyla verilse de, söylediği açıktı: “Başımı açmamın sebebi türbanın siyasallaşması değil. Kendi gelişimimle ilgili...” Neydi bu gelişim? Bir başka erkeğe ‘yakınlık’ hissetmişti. Aralarında tensel hiçbir yakınlaşma olmadığı halde, kocasına durumu anlatmak zorunda hissetmişti kendini ve boşanmak istediğini söylemişti. Aşk değil, “yakınlaşma” dediği bu “tecrübe”, “ona kim olduğunu göstermişti.” Emel Abidin Algan, bu “ruhi sarsılma”nın etkisiyle hayatını, öğretilenleri sorgulamaya başlamış, türbanının yerine önce Alman bir modacıyla tasarladığı şapkaları takmış, İrlanda dansı kursuna başlamış, sonra da, 30 yıldır örttüğü başını tamamen açmıştı.



NTVMSNBC, türban tartışmasında keskin bir tarafın öncüleri arasında sayılırken, kendisini dinleyip, bu tartışmanın tamamen dışına çıkmayı başarabilen Emel Abidin Algan’la, annesini ziyaret için kısa süreliğine geldiği İstanbul’da konuştu. İrlanda müziğini ilk duyuşunu, bir erkekle yaşadığı ruhi sarsılmayı, şapkalarla dans edişini, başını açtıktan sonra ilk kez kuaföre gidişini, saçlarının ne kadar önemli olduğunu anlattı. Türkiye’deki türban tartışmalarıyla ilgili olarak; başı açık olanların, kapalı olanlara “Açıl” demesinin nasıl büyük bir haksızlık olduğunu, utandırdığını; diyalog ve tartışma ortamı yaratılırsa, her kadının kararını kendisinin vereceğini, belki örtünmeye devam edeceğini, belki açılacağını söyledi. Açılmanın ne kadar zor olduğunu anlatırken “Ben üşümüştüm” diyen Emel Abidin Algan, bir tartışma ortamı sağlamak için gönüllü ve hazır olduğunu duyuruyor. Kendisini Türkçe anlatmakta zaman zaman zorlanan Emel Abidin Algan’a sorularımız ve yanıtları şöyle:

KAPANMAKTAN DAHA TEHLİKELİ OLAN KONUŞMAMAK

Benim arzum insanların kendiliklerinden argüman oluşturarak diyaloğa girmeleri. Müslümanım diyen insanla diyaloğa girdiğim zaman, “Bu Kuran’da böyle yazıyor, bunu Peygamber efendimiz böyle yapmış” diyerek her şeyi kesip atmalarına razı değilim artık. Kolaya kaçıyorlar. Ben buna karşıyım. Diyalog kalitesinde bir değişim istiyorum. Bakın ilk defa ben ortaya çıktım, “Çok basit biçimde ‘esbab-ı nüzul’ varmış, böyleymiş. Bugün bu şartlar ortada yok. Tartışalım” diyorum. Kapanmaktan daha tehlikeli olan şey, konuşmamak. İnsanın fantazisinde birikimler oluyor; bunlar patlak verdiği zaman çok tehlikeli şekilde patlak verebilir.

KAPANMAYLA İLGİLİ İKİ AYET VAR

Bir kadın benim edindiğim gibi bilgi edinirse, “esvab-u nüzul”u bilirse, görüşü tamamen farklılaşacak. Ben tabii ilaveten, deneme de yaptım; eşarpsız bir dönem yaşadım, hâlâ da yaşıyorum. “O zaman geçerliydi, bugün geçerli değil” diyebilmem için, yaşadım da. Bu iki ayet, “Esvab-ı nüzul, o zamanki hayat şartlarını 1500 sene sonraya aktarırsak, kıyaslarsak, geçerli olabilir mi? Herkes artık başı açıklığa alışmış, başı açıklık normal hale gelmiş. Ben öyle bir erkekle karşılaşmadım, eşarbım yok saçlarım gözüküyor, diye rahatsız olsun. Yok!

HZ. ÖMER, SAUDA’YI TANIYOR

Örtünme ile ilgili ayetlerin günümüzün şartlarıyla uyuşmadığını söylüyorsunuz.
Tartışmaların içinde iki tane büyük eksiklik buldum. Kasten, insanların bir çözüme ulaşmaması için, bence çok önemli iki konu ortadan kaybolmuş gibi davranılıyor. Ben bunu keşfettim, öğrendim. Kıyaslama yapabildim. Örtünmeyle ilgili iki sure; biri Nur, diğeri de Ahzap suresi. “Esbab-ı nüzul” çok önemli bir mesele. Kuran 23 senede tamamlanmış, 6660 ayetten oluşuyor. Bunların içinde sadece 2 ayet kıyafetle, kapanmayla, vücutla ilgili. Bilinmesi gereken çok önemli diğer bir konu da şu: İki kapanma ayeti de Medine zamanında nüzul olmuş. Medine zamanı, İslamiyet’in ilerlemiş dönemi. Onu da bir düşünmek lazım. Zamanında neydi, şimdi ne oldu? Şimdi çok dengesiz bir hale gelmiş.

Bu ayetlerde örtünme nasıl tarif ediliyor peki?
Bir ayette, “Müslüman kadınlar, dışarı çıktıkları zaman cilbablarını geniş şekilde üstlerine örterek çıksınlar; ta ki tanınıp rahatsız edilmesinler” diyor. Cilbab kelimesiyle ilgili çok açıklamalar oldu, aslında önemli değil. “Üstlerine birşey örtüp öyle çıksınlar, ta ki tanınıp görünmesinler” diye, o kadar. Bu ayet bu kadar. Tabii tesfirleri de var, ama oraya hiç girmeyelim. Ben size “Esbab-ı nüzul”ü açıklayayım. Peygamber efendimizin hanımlarından bir tanesi, Sauda, bir akşamüstü evden çıkıp tuvaletini yapacak. Dışarı çıkıyor, Hz. Ömer onu görüyor ve diyor ki “Ya Sauda ben seni tanıdım, git örtün”. Hadise bu kadar. “Esvab-ı nüzul”, yani o ayeti gerektiren hadise bu.

BAŞÖRTÜM KİMLİĞİMMİŞ MEĞER

O zamanki insanların hayat şekline bakalım: Cariyeler var. Kadınların hepsi birbirine benzer şekilde giyiniyorlar, dışarıda geziyorlardı. Cariyeler ile diğer kadınlar arasında fark yok. Müslümanlık ilerlemiş ve kıyafet konusunda bir kısıtlama, şekillendirme henüz yok. Cariyelerle mümin kadınlar ayırt edilemediği için, erkekler mümin kadınları da rahatsız ediyorlar. Bu ayet bana göre, -ben normal bir insanım, kafam çalışıyor- Müslüman kadınlar cariyelerden ayırt edilebilsinler, rahatsız edilmesinler diye gelmiş. Ben bugün kapanmaya karşı değilim, demiyorum ki bütün kadınlar çıplak sokaklara dökülsünler. Herkes istediği gibi giyinsin. Nasıl bir ortam yaşamak istiyorsa öyle giyinsin. Çünkü her kıyafetimiz bir tepki çekiyor. Yani ben çeşit çeşit tecrübeler kazanmak istiyorsam, çeşit çeşit giyinirsem, o tepkileri yaşarsam... Bu ne demek biliyor musunuz? Kendimi tanıma yolunda mesafe katetmiş olacağım. Ben karar vereceğim. Hiç kimse beni, açılamazsın, diye zorlayamaz, kapanacaksın diye de zorlayamaz. O tepkiyi, o hali ben yaşayacağım. Bu, öğrenme demek. Neyi öğrenmek istediğime ben karar verebilirim. İster erkek, ister kadın olayım. Lütfen kusura bakmayın, bunu Allah’ın da yasak edecek hali yok. Aslında bu dar görüş, Allah’ı o kadar küçültüyor ki. Her şeyi yaratan Allah, beni engelleyecek mi, ben bu deneyi, bu şeyi yaşamak istiyorsam... Çok büyük saçmalık.

Örtünmenin saçlara odaklanması neden?
Bugün yaşadığımız problem ne biliyor musunuz? Başörtüsü her şeyi belirliyor. Başörtüsü benim bu grup insana ait olduğumu belirliyor. Zamanla bunu keşfettim. Başörtüm bu grup insana ait olduğumu belirliyormuş meğer.

Kimlik...
Başörtüsü çok iyi Müslüman-kötü Müslüman veyahut çok iyi-çok kötü insan yapmadı beni. O başörtüsünün hiçbir etkisi yoktu bana. Beni ancak kadınlığımda kısıtladı. Şimdi, sonradan onu görüyorum, anlıyorum.

ASLINDA BU İŞİN İÇİNDE MİZAH VAR

İkinci ayete gelelim. Uzun ayetin içinde bir cümle, “Mümin kadınların eşarp uçlarını göğüslerine çekmelerini” tavsiye ediyor. Bir olay oluyor. Sokakta bir erkek, bir kadının güzel süslenmiş gerdanına bakayım derken, bir yere çarpıyor; artık duvar mı, direk mi her neyse, burnu kırılıyor. Kanlı burunla Peygamber efendimize gelip diyor ki; “Efendimiz, bakın ne hallere girdim!..” Ondan sonra “Kadınlar sokakta gerdanlarını kapatıp, eşarplarının uçlarını bağlasınlar” diye ayet iniyor.

Kazara örtündük yani...
Çok hoş... Aslında bu işin içinde mizah var . O kadar çatışmamıza gerek var mı? Gülelim, kendi halimize de gülelim yani. Neydik, ne olmuşuz... O zaman kadınlar güzelliğe, süse kıymet veriyorlardı. Bakın, bu sözünü ettiğim Medine döneminden...

1500 yıl öncesinden...
O zaman erkeklerin başka işi de yoktu herhalde, içki de içiyorlardı zaten. Başka işleri de olmadığı için o süslere dalıyorlardı, süslü kadınlara dalıyorlardı herhalde. Eşarp konusu var ya, başlarındaki eşarp konusu. O zaman herkesin, kadının da erkeğin de başında eşarp vardı. Yahudisi, Hıristiyanı, Müslümanı, hepsinin... Eşarpların uçları arkaya atılırdı. Bir gruba veya bir din topluluğuna bağlılığın simgesi değil, çöl hayatının şartlarına uyum için kullanılan bir kıyafetti yani. Kuran’da da nasıl geçiyor, “Gerdanlarınızı eşarplarınızın uçlarıyla kapatın” sözü geçiyor. İlk ayette eşarp konusu yoktu.

ÖRTÜNMEYE GÖRE MESAFE KONULUYOR

Benim heyecanlanmamın nedeni, beni şok eden neydi biliyor musunuz? Bazı Müslüman arkadaşlarla buluşuyorum; kadın-erkek. Onlara, “Siz bu ‘esvab-ı nuzül’ü biliyor musunuz?” diye saf saf soruyorum. Bilmiyorlar. Bu beni şoka soktu. Kimse bilmiyor. Ayetle yetiniyorlar. Bu ne kadar cahillik! Bunu anlamak için alim olmak gerekmez. Bir insan başka bir insanı, “Bu seni ilgilendirmez” argümanıyla bilgiden mahrum edebilir mi? Bu nerede görülmüş? 2008 yılında yaşıyoruz.

Siz bunu kapalıyken bilmiyor muydunuz?
Böyle şeyler nasıl öğrenilir; yaşana yaşana öğrenilir. Kapanma Allah’ın emri, diyenler benim size söylediğim, bu öğrenme imkanlarını engelliyor, kısıtlıyor. Kapanmada bir de mesafe konusu var. Kapanıldığı zaman, karşındaki erkek belli bir mesafe alıyor. Kıyafet, mesafeyi belirliyor. Kıyafetin şekline göre mesafeyi de ayarlıyorsunuz. Erkeğe aslında kıyafetimle bir mesaj veriyorum. Kapanma, umumiyetle erkeğe bir mesaj veriyor: “Benden uzak dur!” Böyle kadınlar erkeklere, erkekler kadınlara karşı anlayış kazanamıyorlar. Oysa mesafe koymak öğrenilecek bir konu. Yani açık halimle de masafe koymayı becerebilmem lazım. Ama çok ciddi bir “öğrenme engellemesi” yaşıyoruz. Karşımızdakini insan özellikleriyle tanıyamıyoruz, öğrenemiyoruz. Bir de korku araya giriyor, korku aşılanıyor. Günah korkusu var. Kadınlar, erkeklerden korkutuyor. Erkeklerin nesinden korkulacak, onlar da normal insanlar... Ben bunları yaşadım hep. Dansa başladım, İrlanda dansına ve birdenbire erkeklerle temas etmeye başladım. Vücut kontağı da oldu. Ondan sonra spora başladım, aikido sporuna... İki senedir yapıyorum; karışık bir gruptayız. Anlatılanların, öğretilenlerin aslında hepsinin hata olduğunu keşfettim.

Ampul ne zaman aydınlandı?
Kaç ampul patlattım... Şimdi bakın, önemli olan, aslında bunu da herkese bildirmek istiyorum. Bu kadar sene tesettüre bürünmüş bir kadın, bugünden yarına kesinlikle açılamaz. Vücudunuza karşı belli hislerle yaşamışsınız; utanma hissi, namus hissi olsun... Çeşit çeşit hislerle biraraya gelmişsiniz. Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde. Ama bugün bir kadının saçları için utanmasını o kadar saçma buluyorum ki...

KAPALI KADINI, AÇIKKEN GÖRDÜNÜZ MÜ? BAMBAŞKA BİRİ

Ben şimdi hayasız mıyım, başım açık diye. Hayır, kesinlikle. Bu saçlar, çok tabii bir şey. Ve ben size bir şey söyleyeyim mi; bu saçlar kadını veya insanın şahsiyetini belirten bir şey aynı zamanda. Saçlar çok özel, herkesin saçları çok farklı. Rengi, dalgalı ya da düz olması... Peki ben başımı kapatmakla, bedenimin, şahsiyetimi belli eden çok önemli bir bölümünü kapatıyorum, karşımdakinden saklıyorum. Ve karşımdaki beni tam olarak tanıyamıyor, değerlendiremiyor. Karşımdakini aldatıyorum yani. Düşünün, iki kişi evlenecek. O erkek, o kadını sadece kapalı haliyle görüyor. Evlendikten sonra birdenbire kadın açılıyor. Erkek başka biriyle karşılaşıyor. Kapalı bir kadını, daha sonra açık haliyle gördünüz mü? İki değişik şahıs karşınıza çıkıyor. Ben bunu yaşadım. Onu görmek lazım. İki farklı şahıs.

Erkeklerin de kendilerini değiştirmeleri gerektiğinden söz ediyorsunuz...
Önce kaynak meselesini kapatalım. Başım açık diye beni rahatsız eden bir erkeğe rastlamadım.

Başınız açık olduğunda bundan rahatsız olduğunu hissettiren erkekler olmadı mı?
Hayır.

O zaman bundan rahatsız olan kadınlar mı?
Erkeklerle güzel bir diyaloğum var, dini konularda da... Benim problemim biraz kadınlarla.

Başınızı açtıktan sonra mı?
Örtülülerin çoğu mesafe koydu, çünkü bu kadınları zor bir duruma sokmuş oldum. Kaynakları araştırmaları ve kendilerini sorgulamaları gerektiği konusunda. Kadınlar o yüzden benden rahatsız oldular. Ama, başım açık olduğu için zarar verdiğim bir erkeğe rastlamadım. Güzelliğimle tahrik etmiş değilim, böyle olsa bile, ben bir erkeğin ilgisini çeksem bile, o durumla başetmeyi öğrenmişim...

Evliliğiniz başınızı açtıktan sonra mı bitti?
25 sene evlilik geçirdik. Aslında benim şikayet edecek bir halim de yoktu kadın olarak. 6 çocuğumuz oldu. Birçok cemiyet işimiz beraber oldu, güzel bir zaman geçirdim aslında. Ama benim için çerçevesi çizilmiş hayatın içinde. Boşanma kararı vermemin nedeni, 3-4 sene evvel bir erkekle tanışmam oldu. Bir aşk yaşamamız, bir cinsellik olmadı. Arkadaşça karşılaşmamız oldu, fakat bu beni acayip biçimde sarstı. Etkilendim, diyebilirim ki iki ruh karşılaştı. O şahsın davranışları bana, 22 sene evvel rahmetli olmuş babamı çok andırdı. Hayatımda böyle bir şey yaşamamıştım; yakınlık ve güven hissi. Ayna tutar da kendinizi görürsünüz ya... O aslında bana kim olduğumu gösterdi. Müslüman değil, başka bir milletten.

MÜZİK, DANS VE RUHİ SARSILMA

Bu olay çok sarstı beni. İlk defa başıma geldi. Başkalarının 17-18 yaşında yaşadığı olayı ben 43 yaşımda yaşadım. Bir ruhi sarsılmaydı. İrlanda müziği dinlediniz mi hiç, çok hoş bir şey. Elime bir CD geçmişti, İrlanda müziği; o da beni etkiledi. İrlanda halk dansı kursuna başladım. Dansta inanın vücut harekete geçiyor. Oysa örtünme, kapanma dünyası, kontrol demek. Devamlı kendinizi dini kurallara göre kontrol altında tutma mecburiyeti duyuyorsunuz. Dansta ise bir rahatlama var. Daha başımı açmamıştım, kapalıydım. Tasarladığımız şapkalar başımdaydı. Kimse frenleyemedi beni... Hepsi bir senenin içinde oldu. Cinsel anlamda kesinlikle bir şey olmadı. Bu ruhi yaklaşma ve benim çocukluğumda babamla yaşadığım yakınlaşmayı hatırlatması beni sarstı. O bir sebep oldu, bana bir güç kaynağı oldu. O yakınlaşma, şehvetten, cinsellikten çok farklı, çok daha güçlü bir şey. Ve insanı sarsabilen bir şey de. Ona da hazırlıklı olmak lazım. Aşkla, sevgiyle karşılaşabilmek için hazırlıklı olmak lazım.

Siz hazır mıydınız?
Beni hayat hazırlamış meğerse.

Aşk mı?
Aşk demeyelim, yakınlık diyelim. Böyle bir yakınlığı daha önce beynimle yaşamamışım meğer. 25 sene evli olmamıza rağmen. Evliliğimi yargılamaya, bu beyi tanıdıktan sonra kıyaslama yaparak başladım. Kendi dünyanda kaldığında, kıyaslama imkanı ve fırsatlar olmadığı zaman hiçbir şey değişmez ki. Engelleniyor...

Bu da erkeklerin işine geliyor değil mi?
Aslında erkekleri de devamlı suçlamak hiç hoşuma gitmiyor. Bakın benim de beş oğlum var. Kadınlar da bu hususta biraz sorumlular. Çünkü hiçkimse onları mecbur tutmuyor.

Olaya çok bireysel bakıyorsunuz...
Dirensinler ya!

Direnebilmeleri için kendi ayakları üzerinde durabilecek ekonomik güçlerinin olması gerekiyor. 3-5 yaşında başı örtülen birinin kendi hayatı için tavır koyması?..

Ben de diyorum ki üç yaşındaki çocuğun başının kapatılması saçma. Dinimizde de böyle bir şey yok.

Ama kapatıyorlar.
Müslümanım diyen insanlar, niye kalkıp bunun bizim dinimizle alakamız yok, demiyorlar. Niye İslamiyet’i lekeliyorsunuz, demiyorlar? Camilerde bu kadar hocalar, alimler var, Diyanet İşleri Başkanı var. Niye bunlar meydana çıkıp da engellemiyor?

“Şartlar değişti, o günün şartları bugüne uymuyor” diyorsunuz ama İslam coğrafyasının tutumu da ortada.
Onlar tanrı sözünün onbin yıl geçse değişmeyeceğini söylüyor. Ben de diyorum ki, şahsen yorum yapmak için kabiliyetim var. İslamiyet’le alakanız olmasa bile benim size anlattığım bu ayetleri, anlamaya, yorum çıkarmaya mantığınız yok mu yani? Var.

Belirli tarikatlar, topluluklar var. Herkes bireysel bir tercihin sonunda kapanmıyor ki!
Ama bakın, bunlar neyi destekliyor biliyor musunuz? Taklit etmek. İslamiyet’te taklit mantalitesi yok. Taklit mantalitesi ne demek biliyor musunuz?

BABAMIN KURDUĞU MİLLİ GÖRÜŞ BAŞKAYDI

Belirli topluluklara ait örtünme, baş bağlama şekilleri kullanıldığını biliyoruz.
Bunlar gruplaşmayı belirtiyor, bunun İslamiyet’le alakası yok ki.

Anladığım kadarıyla siz hiçbir gruba angaje değilsiniz. Kendi bireysel tercihinizi yaşıyorsunuz. Fakat babanız Almanya’da Milli Görüş Teşkilatı’nın kurucusuydu.
1976’da kurucusuydu. Fakat 10-20-30 yıl sonra başka bir hale getirdiler o kuruluşları. Müslüman Kardeşler için de, Milli Görüş için de, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet için de söylenebilir; neydi ne oldu, diye. Kurucularla, kuruluşların sonraki durumlarını aynı değerlendirmeye tabi tutmamak lazım. Babam Almanya’da ilk defa bir Müslüman dernek kuruyor. Müslümanların menfaatlerini temsil eden bir kuruluş kuruyor. O kuruluş ile Müslümanlar ciddiye alınsın diye.

Babanızın sizin üzerinizdeki etkisi nasıl oldu? İbadet konusunda?
O zaman Katolik kilisesinin okuluna gidiyordum. Benden üç yaş küçük kızkardeşim vardı. O küçük şehirde Türk bile, Müslüman bile yoktu. Ben katolik lisesinden mezunum.

Dini eğitim mi aldınız?
Ben hiçbir dini eğitim almadım. Hatta evde de almadım. Babam umumiyetle bize karşı, özellikle bana karşı, nasıl diyeyim... Doktordu, cerrahtı, insanları seven biriydi. Bizim menfaatlerimizi düşünen bir babaydı. Biz fazla konuşmadan da anlaşıyorduk. Annemle öyle değildim, hâlâ öyle değilim.

Başınızı açmadan önce, namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetleri yerine getiriyor muydunuz?
Bakın, aslında ibadet konusu da kontrol şekline dönmüş. Millet zannediyor ki, namaz kılarsak ya da namaz kıldığımızı gösterirsek bizi Müslüman zannederler. Yani yüzde 80 Müslüman gösteriş niyetiyle namaz kılıyor. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu nereden kaynaklanıyor biliyor musunuz; taklit mentalitesinden. Kendi dindarlıklarını geliştirmelerine fırsat verilmiyor. Her şey kurallara dayandırılmış. Sanki İslamiyet kural dini. Değil, kesinlikle değil. İslamiyet benim için ne demek biliyor musunuz? Kelime-i Şehadet. Çok basit, çok evrensel. Kelime-i Şehadet’i söyleyen Müslümandır. Benim için din aslında çok evrensel bir şey. Her zaman için geçerli ve bütün insanlar için geçerli bir olay. Bugün yaşadığımız ve Müslümanların yaşadığı İslamiyet’te, evrenselliğin hakkını vermiyorlar. Peygamber efendimizin yaşadığı dönemde bir İslamiyet var, bir de vefatından sonra yaşanan bir İslamiyet var; ulemaların İslamiyeti. Ulemaların karar aldıkları, şekillendirdiği bir İslamiyet var.

KEŞKE TEPKİ OLSA DA, TARTIŞABİLSEK

“Kapanma İslamiyet’tir, Allah’ın emridir, dinin gerekçesidir” diyenler neye dayanıyor aslında biliyor musunuz? Kuran ayetlerine değil, Peygamber efendimizin vefatından sonra ulemaların biraraya gelip, “Tesettür nedir, erkekte avret mahalli, kadında avret mahalli nedir?” diye sorup, kararlaştıran ulemaların kararlarına dayanıyorlar. Nasıl karar alıyorlar biliyor musunuz? Sözde kaynaklara dayanarak tabii. Kadınların bütün vücudu avret mahalli; sadece elleri ve yüzü değil. Erkeklerin ise göbek ve diz kapağının arası örtülmeli, diğer yerleri gerekmez. Bu bir karar, alınmış bir karar. Ona dayanılıyor şimdi, düşünebiliyor musunuz? Bu İslamiyet mi? Ağırlıkları o kadar değiştirmişler ki! Bunu her kadının bilmesini istiyorum. Bildikten sonra ne yapacaklarına karar versinler. Bunlar basit bilgiler.

Sizin basit dediğiniz bu bilgiler için büyük gürültüler, kavgalar kopuyor ama...
Evet, ama bu kullanıldığı için. Türkçe’ye çevrilmiş bu yazım var ya. Aslında çok kolay okunacak bir yazı.

“Kuran, kanun kitabı değil, nasihat kitabı olarak değerlendirilmeli” demişsiniz bir söyleşide.
Evet.

Söylediklerinizden, yazdıklarınızdan dolayı hiç tepki aldınız mı?
Maalesef, maalesef... Keşke, keşke böyle tepkiyle karşılaşsam da bir tartışmaya girebilsek.

Neden tepkiyle karşılaşmadınız?
Ben herhalde ciddiye alınmıyorum. Öğrenilmiş ki, böyle konuları sadece ilim adamları konuşabilir. İlahiyet mezunu, fıkıh okumuş birisinin bu konuları ele alabileceğini düşünüyorlar. Ben kimim ki, bu konuları ele alıyorum... Fakat o kadar basit konular ki. Ben düşüncem, aklım ve irademle bunları buldum. Allah’ın verdiği akılla, cesaretimle ve olayları yaşamamla.

Çok yalın ve basit bulduğunuz doğruların başkalarınca da kabul edilmesi için, ilahiyat fakültesine gidip diploma alayım, diye düşündüğünüz oluyor mu?
Hayır, kesinlikle. Yaşım 47. Böyle bir okumanın altına girersem zorlanırım. Ben şu anda kaynak bilgilerle yetiniyorum. Benim arzum insanların kendiliklerinden argüman oluşturarak diyaloğa girmeleri. Müslümanım diyen insanla diyaloğa girdiğim zaman, “Bu Kuran’da böyle yazıyor, bunu Peygamber efendimiz böyle yapmış” diyerek her şeyi kesip atmalarına razı değilim artık. Kolaya kaçıyorlar. Ben buna karşıyım. Diyalog kalitesinde bir değişim istiyorum. Benim elimde olanlar yeterli.

BENİ YOK SAYIYORLAR, DIŞLIYORLAR

Diyalog konusuna tekrar döneriz. Siz Türkiye’deki gündemi ne kadar yakından takip ediyorsunuz?
Berlin’de çok Türk var. Türkçe radyomuz da var. Gazeteleri takip ediyorum. Mecmuaları takip ediyorum. Kuruluşlarla ve yetkili insanlarla bu konuyla ilgili diyalogdayım zaten. Almanya’da beni konferanslara çağırıyorlar.

Talep Türklerden mi geliyor?
Müslüman olmayan Almanlar’dan geliyor. Müslümanlar’dan hiç talep yok.

Yabancılar nezdinde kimi temsil etmiş oluyorsunuz?
Hep söylüyorum, kendimi temsil ediyorum diye. Demin “Tehditler falan var mı” diye sordunuz ya. Tehdit ne şekilde biliyor musunuz? Beni dışlıyorlar. Hiç yokmuşum gibi davranıyorlar bana. Bir gün buna da son vereceğim.

“Kasten, insanların bir çözüme ulaşmaması için çok önemli iki konu ortadan kaybolmuş gibi davranılıyor” demiştiniz...
Yarım bilgi veriliyor.

Apolitik bir duruşunuz da var. Kasıtlı, çözümü engelleyen davranışı sergileyen kim? Bu doğruların anlaşılmamasından yarar umanlar kimler?
Bir grubu ya da bir kişiyi işaret edemem şimdi. Hepsi birbirine bağlı. Erkekler baskı yapıyorlarsa kadınlar kendilerini savunsunlar. “Hayır”, desinler. Bu kaostan kadınlar da sorumlular. Bakın ilk defa ben ortaya çıktım, çok basit biçimde “Esvab-ı nüzul varmış, böyleymiş. Tartışalım” diyorum. Benden yararlansınlar. Beni örnek olarak kullansınlar. Kapanmaktan daha tehlikeli olan şey, konuşmamak. İnsanın fantazisinde birikimler oluyor; bunlar patlak verdiği zaman çok tehlikeli olabilir. Önemli olan bu diyaloğu engellemesinler istiyorum.

TÜRBANA İLİŞKİN KORKULARIN HEPSİ FANTEZİ

Türkiye’de ilk kez bir Cumhurbaşkanı’nın eşinin türbanlı olmasıyla ilgili tartışmaları nasıl karşıladınız?
Çok üzüldüm, acayip şekilde üzüldüm ve utandım. Türkiye için utandım. Bir kadın, kendisine göre bir dünyası var ve kapanmayı seçmiş birisi. Ve önemli birinin hanımı. Cumhurbaşkanı yemin törenine, hanımı olduğu halde katılamaması çok ayıp birşey. Benim görüşüme göre bu çok gerici bir davranış. Bu olayla kapalı insanların kafasındaki önyargı pekişti. Karşı tarafa ilişkin “Müslüman düşmanı” önyargısı, tasdik edilmiş oldu. Önyargıları desteklemeyecek şekilde hareket etmek, akıllıca bir davranış olurdu. İşi daha da zorlaştıran ve diyaloğu engelleyen bir davranış oldu. Tamam görüntü biraz acayip. Yanlış örnek olur, korkusu vardı belki. Oysa korkular da, ihtimaller de hepsi fantezi. Olabilir de, olmayabilir de. Olmaması için akıllıca davranmak gerekir.

Benden yararlansınlar, diyorsunuz ama sizden yararlananların Müslümanlar değil, Hıristiyanlar olduğunu söylüyorsunuz.
Önyargılarından dolayı maalesef. Halbuki anlatacak çok şeyim var.

Kitap yazmayı düşünmüyor musunuz?
O da sırada, ama birlikte yazacak birini arıyorum. Bir senedir bulamadım. Çok değişik bir kitap olacak. Artık kimse Emel Abidin Algan yoktur, diyemeyecek. Türkçe’ye de çevireceğiz. 3 sene içinde o kadar değişimler yaşadım ki... 30 küsur yıl kapalı kalmışsa bir kadın hemen açılamaz. Ben 1,5 senede açılmışım.

ALLAH’LA ARAMI BULDUM

Sonucu öngörerek mi?
Hayır. Geriye baktığım zaman bunu analiz edebiliyorum. Benim için bu kadar uzun sürdü, yavaş yavaş, adım adım. Dans bir ışık oldu, rahatladım. Dansa gittiğimde çeşitli modellerde şapkalar vardı başımda. Dans etmek acayip hoşuma gitti. O kadar neşelendirdi, canlandırdı ki beni. Buna devam edeceğim, dedim. Beyimin hoşuna gitmedi tabii. Bir de, bir başka erkekle karşılaşma oldu. Bu ışıklar böyle yandı. Ama hepsi yavaş yavaş, zamanla. Tabii bir gelişimin içine girdim ben. Ve halen gelişimin içindeyim.

Bu gelişimin sizi nereye götüreceğine ilişkin bir öngörünüz var mı, örneğin ateizme...
Hayır, öyle bir şeye ihtiyacım yok. Ben kendimi buldum, Allah’la aramı buldum. Hiçbir gruba bağlı olma ihtiyacı hissetmiyorum.

Tanımlamalar, genellemeler anlamayı kolaylaştırır. Siz kendinizi nereye yakın hissediyorsunuz?
Kendimi hümanistlere yakın hissediyorum. Hümanistler çok bağımsız insanlar. Hayat öğrenme süreci ise hepsi olabilir. Hiçbiri yasak olamaz. Ben iki-üç sene komünist de olurum, üç-dört sene anarşist de olurum, bilmem ne tarikatına girerim çıkarım; istediğimi yaparım. Her bir yeni dünyaya girip çıkmakla yeni şeyler öğrenirim. Ne öğrenirim? Kendimi tanırım. Bir Müslüman’ın hayat hedefi Allah’ı tanımaksa, bu hayat, bu dünya en güzel fırsat. Hadisi kutsiler var, ilahi hadisler. Allah kendisini tanıtıyor, “Ben bir gizli hazineyim, ben yaratıklarımı yarattım, ta ki beni tanısınlar” diye. O kadar güzel ki. Bir hayatın manası, Allah’ın bu isteğini yerine getirmek, Allah’ı tanımak. Bütün yaratıklar Allah’ı tanıyalım diye yaratılmış.

HİÇBİR GRUPTA DEĞİLİM. ALLAH’A İNANMAK YETMİYOR MU?

Sizi tanımlamak için Müslüman deyimi mi, hümanist deyimi mi daha doğru olur?
Hümanistim demedim, hümanistlere yakınım dedim. Tarif ettiğim Müslümanlık da Allah’ı tanımak, Kelime-i Şahadet’i manasıyla söylemek; benim için Müslümanlık bu. 18 yaşındaki oğlum bana ne dedi biliyor musunuz? “Anne, sen aslında Müslüman değilsin, sen sadece Allah’a inanıyorsun”. Diline sağlık olsun oğlumun. Durumu anladı. Ne kadar akıllı çocuğum varmış. Allah’a inanmak yetmiyor mu? Bu Müslümanlar Allah’ın önündeler mi? Allah korkudan, baskıdan kaybolmuş. Kim ilgileniyor Allah’la? Allah diyor ki, “Beni tanıyın. Ben sizleri yarattım, beni tanıyasınız diye”. Kim o yolda gidiyor ki? Benim Allah’ı tanıyabilmem için Allah’ın yarattıklarına bakmam lazım. Evrensel bir olaysa İslamiyet, bu her yerde yaşanabilir. Herkes Arapça bilmiyor ki, Kuran’ı bilmiyor ki.

KIZIM KAPALI, ANNEM DE KAPALI

Rahmetli babam, bizi hocaya camiye göndermiş değildi. Bize iki şey verdi. En güzel eğitim örnek hayat zaten. İki şey öğretti bize. Kuran surelerini ezberletti. O da arabanın içinde okuldan eve, evden okula giderken veya arabayla yolculuk ederken. Kendisi Kerkük Türklerindendi ve ana lisanı Arapçaydı. İkinci olarak da Kuran okumayı öğretti. Kuran’ı açıp, harfleri ve birbirine bağlamayı öğretti bize. O kadar. Konulara girmedik hiç. Kuran’da böyle yazıyordur, diye o konulara hiç girmedik biz.

Ailenizde kimler kapalı?
Kızım var kapalı. Annem adet üzerine kapanıyor, birkaç defa umreye gitti.

AİLEM “CEHENNEME GİDERSİN” DİYE TEPKİ GÖSTERDİ

Çocuklarınızdan size karşı bir tepki, dışlama oldu mu?
Hayır. Sadece evdeki büyüklerle sorun çıktı. Çocuklarım Almanya’nın eğitimini görmüş insanlar. Almanya’nın eğitimini biliyorsunuz. Türkiye’ye nazaran insanları sorgulamaya, araştırmaya, fikir oluşturmaya alıştırıyor. Aileden sadece günah işliyorsun tepkisi gördüm; Allah seni cezalandırır, cehenneme gidersin gibi...

Hâlâ aynı görüşteler mi?
Biraz değiştirdiler. Ama tam değişemiyorlar. Değişmeye başlasalar benim yaptığımı yapacaklar bu sefer. Sorgulamaya başlayacaklar. Benim yaşadığıma da cesaret ve güç lazım. O erkekle karşılaşmam beni sarstı. Sarsıldığı zaman insan güçleniyor da.

Hayatınızda böyle bir etkilenme olmasaydı...
Onu bilemem. Ben başka şeylerle karşılaşmasaydım herhalde eski halimde kalacaktım.

Daha önce hayatınızı hiç sorgulamamış mıydınız?
Çok rahattım. Tepki de görmedim ki. Alman halkı soru sormuyor, dışlanmadım da.

GÜL’ÜN HANIMINA TEKLİF ETTİM AMA...

Başörtüsü modelleri tartışılırken, size başvuran oldu mu?
Hayır, maalesef. Sadece iki sene evvel eski İstanbul Belediye Başkanı Müfit Gürtuna’nın eşi aramıştı. Benim modellerimle ilgili bilgi edinmek istediğini söylemişti. Aslında benim bu modellerimin bir kısmı müzeye gitti, 31 Mart 2006’da. Bir kısmı da evde duruyor. Aslında onları buraya getirip Abdullah Gül’ün hanımına teklif edecektim. Çünkü hakikaten görüntüsü çok hoş.

Niye getirmediniz?
Onların ahbapları olan, aynı zamanda benim de ahbaplarım olan ailenin aracılığı ile haber gönderdim. “e-posta adresimi verin, istiyorlarsa irtibat kuralım” demiştim. Cevap gelmedi. Faydalanın benden, diyorum ama zorla olmaz ki bu iş.

Kapalı olduğunuz dönemde açık olanları nasıl algılıyordunuz, örtünüzü çıkardıktan sonraki bakışınız nasıl oldu?
Çok ilginç bir şeyi kendimde keşfettim. Ben kapalı iken, kendimi Müslüman denilen gruba ait görürken, her sabah evden çıkmadan evvel başımı kapatırken, o eşarp bana “Sen Müslümansın” diye hatırlatıyordu.

ARTIK MÜSLÜMAN VEYA DEĞİL, İNSAN GÖRÜYORUM

Ben kendimi o halimle Müslüman olarak gördüğüm için, karşımdakini nasıl görürdüm biliyor musunuz; Müslüman olmayan biri olarak görüyordum. Düşünebiliyor musunuz? Kendimde bunu tespit ettim ve ürktüm. Şimdi de kendimi insan olarak görüyorum ve karşımdakini de insan olarak görüyorum. O karşımdaki hangi dine bağlı olursa olsun beni ilgilindirmez, görmüyorum çünkü. Fakat eşarp bana her gün, “Müslümansın” ve “Müslümanların grubuna aitsin” diye hatırlatıyordu. Ben bunu doğru bulmuyorum. İstiyorum ki insanlara, insan olarak yaklaşsınlar. Bir Müslüman-Müslüman olmayan; erkek-kadın diye değil. İnsan olarak kendilerini görsünler. Ta ki, Allah’ın yarattığı olduğunu anlayabilsinler...

Erkeklerin kendilerini değiştirmesi ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
“Esbab-ı nüzul” konusu açıklanmıyor, insanlar bu konuda bilgilendirilmiyor. İkinci eksiklik de, bugünkü erkeklere soru sorulmuyor. Bugünkü erkeklere sormak istiyorum: “Sizin ihtiyacınız var mı bu tesettüre?” Çünkü zamanında bu erkeklerin ihtiyacı, zamanın bir gereğiydi: Kadınları rahatsız etmekten vazgeçsinler ve konsantrasyonları dağılmasın diye... Ve erkeklerle kadınlar arasındaki iletişimi devam ettirebilmek için gerekliydi. Şimdi benim soracağım soru şu: Bugün kimin tesettüre ihtiyacı var? Erkeklerin mi, kadınların mı? “Evet” diyorlarsa neden, “hayır” diyorlarsa neden?

SADECE KADINLARIN DEĞİL, ERKEKLERİN DE CAZİBESİ VAR

“Evet” derlerse, o zaman onu ele alacağız. Analiz edeceğiz bunu. Böyleyse bu eksiklik neden oldu? Berlin’den tanıdığım bir arkadaşımın 17 yaşındaki kızı, “İki mahalle yalnız başıma yürüyemiyorum” diyor. Bu şimdi üzücü değil mi? Güzelliğin için cezalandırılıyorsun demektir bu. Bu durumları değiştirmeye ihtiyaç yok mu? Bu hürriyet mi demek? Ayrıca sadece kadınların cazibesi yok, erkeklerin de cazibesi var. Ben mesela erkeklere şimdi bambaşka bakışla, açık bir bakışla bakıyorum. Tabii açık bakışla baktığımda güzellik de görüyorum. Allah’ın yarattığı çirkin olur mu, güzel tabii. Hoşuma gidenler de oluyor. Ben saldırıyor muyum, hayır. Bununla medeni bir şekilde başetmeyi öğrenmişim. Öğrenmişim tabii ama bana fırsat verildiği için. Diyelim ki kadınların kapandığı gibi bir grup erkek de kapansın. Bir grup da normal kıyafetle. Benim kadın olarak gözüm nereye kayacak?

Kapalı olana bence.
Benimki açık olana kayacak. Neden biliyor musunuz? Çünkü o açık olan güzelliğini sergiliyor. Güzellik görmek istiyorum ben. Allah’ın yarattığı güzelliği niye göstermeyeyim ya? Bu kapanma kalksa, kadınlar da erkekler gibi aynı şekilde normal kıyafette olsa, bu dengesizlik kaybolacak.

Bu tartışmanın yapılmasına izin verirler mi?
İki saattir oturduk, bir meseleyi tartışıyoruz, çok normal bir şekilde tartışıyoruz. Siz soru soruyorsunuz, ben cevap veriyorum. İkimiz kafamızı çalıştırıyoruz. Ne siz bana saldırıyorsunuz, ne de ben size; karşılıklı fikir alışverişi yapıyoruz. Niye her yerde bunu yapmak mümkün olmasın?

BAŞI AÇIK OLANLARIN “AÇILIN” DEMEYE HAKKI YOK

Bundan 3 yıl önce, siz kapalıyken söyleşi için gelseydim, bana yaklaşımınız aynı mı olurdu?
Bilmiyorum işte, öbür dünyayı tanımamış olsaydım belki sizinle oturup konuşmazdım. İhtiyaç bile hissetmezdim.

Bazı şeyler için geç kaldığınızı düşünüyor musunuz?
Benim hayatımda diyeyim, genele yaymayayım; hayatımdaki her şeyin bir manası olduğuna inanıyorum. Bir şeyin öbür şeyi hazırladığını düşünüyorum. Şimdiye kadar yaşadıklarım olmasaydı bunları yapamazdım. Yaptıklarımı bilinçli bir şekilde yapıyorum. Benim 30 sene kapanmamın manası da şimdi çıktı. Benim arzu ettiğim yakınlaşmayı, insanların dünyaları arasındaki yakınlaşmayı desteklemek için. Almanya’da bazı Türk kadın politikacılar var. Hayatlarında hiç kapanmamışlar. Kapanmış kadınlara hitap ediyorlar; “Açılın” diye. Hakları yok. Ne konuştuklarını, kime hitap ettiklerini bilmiyorlar. Tanımıyorlar onları. Fakat ben iki dünyayı da tanıyorum. “Üniversiteye girebilmek için türbanı çıkaracaksın” denerek de baskı uygulanıyor o kadına. Beni biri baskı altına soksaydı psikolojik olarak çok fena hallere girerdim.

BEN İLK AÇILDIĞIMDA BAŞIM ÜŞÜMÜŞTÜ

Bir insanın utanma, haya duygularıyla da oynamamak lazım. Ben ilk açıldığımda üşümeye başladım mesela. Buralarım öyle üşüdü ki, (boynunu işaret ediyor), başım üşüdü yani. Ben önce bununla mücadele ettim. Üşümemek için alternatifler, çözümler bulmaya çalıştım. Hiç kapanmayan insan bunu hayal edemez, düşünemez. Bir çıplaklık, başımda eksiklik hissettim. İki-üç ay da bu duyguyu yaşadım. Ben bu işte adım adım değiştim. Saçlarım, örtünün altında saç değildi. Siz hiç yaşadınız mı, saçlarınızın devamlı kapalı olmasını? O saçlar eziliyor, çirkinleşiyor, felaket hale geliyor. Ya bu insanlar evliler, kocalarının hanımlarının güzel saçlarını görmeye hiç ihtiyaçları yok mu?

Kapalıyken bakım yapılamıyor mu saçlara?
Ama sokağa çıkamıyorsunuz bu sefer. İlk defa berbere gitmiştim.

Saçınız kapalıyken hiç berbere gitmediniz mi?
Onu da hatırlamıyorum. Çünkü berber konusu da tantana konusuydu. Berber salonlarında erkek de olduğu için. Ya özel olacak, ya bize gelecek. Hayat bu tesettürden dolayı zorlaşıyor. Önce saçlarımın şeklini buldum. Neyi yaşadım biliyor musunuz? Saçlarım her mevsimde farklı. Kışın başka, ilkbaharda, yazın başka. Onu yaşadım. Aslında saçlarımla ben yeni tanıştım.

KADINLARIN BAKIŞLARINDAN RAHATSIZ OLDUM

Erkeklerle tokalaşmıyor muydunuz?
Ona da çok dikkat ediyordum. Fakat tabii rol icabı, dernek başkanı olduğumda tokalaşıyordum. Şimdi Müslüman ailelerle karşılaştığım zaman dikkat ediyorum. Onun dışında temasta bir sorun yaşamıyorum. Çünkü çok normal. İki senedir karışık grupta aikido yapıyorum. Kadınların fitness salonuna girdim. Sırf kadınlar. Ayy, bu kadar değişmeden sonra ilk defa kadınların arasında kaldım. Çok acayibime gitti ve bakışlarından rahatsız oldum. Erkeklerle beraber olmanın ne kadar doğal olduğunu öğrenmişim meğerse, bu sefer kadınların arasında rahatsız oldum. Bunlar Müslüman değiller, bunların ne dertleri var da böyle ayrımcılıkla uğraşıyorlar diye düşündüm.

YA İYİLİKLE YAŞAYIN YA İYİLİKLE AYRILIN

Benim tek istediğim, insanların düşünmesi, birbirleriyle konuşması ve soru sorması; başka bir şey istemiyorum. Bazı şeylerin tartışılması, Tanrı kelamı kabul edildiği için en büyük günah sayılıyor... Kuran’da bir ayet var; “Ya iyilik içinde yaşayın veya iyilik içinde ayrılın” diye. Biz ona dayanarak (eşimle) ayrılmamızı ayarladık. Ayrılmak fena bir şey değil. Ayrılmak kurtuluş da olabilir. Baskılardan, belirli sorumluluklardan kurtuluş olabilir. Belli hayat şekillerini gerçekleştirmeye imkan verir ayrılık mesela.

Eşinize ayrılmak istediğinizi söylediğinizde tepkisi ne oldu? 6 çocuklu bir kadınsın, benim namusuma zarar vereceksin, demedi mi?
Bu sizin söylediğinizi İslamiyet’ten habersiz, adetine bağlı olan erkek söyler. Arap olsun, Türk olsun, Alman olsun, kim olursa olsun. Biz şimdiye kadar hayatımızda İslamiyet’i örnek olarak aldık. O da, ben de. Dediğim gibi Bakara suresinde de bu tavsiye var. “İyilik içinde yaşayın veya iyilik içinde boşanın” diye. Benim üzüldüğüm ve hayret ettiğim, bunu da kimsenin bilmemesi. Kime sorsam Müslüman erkek-kadın eşlere, bunu da bilmiyorlar.

Haberin Devamı