O zaman da kimse inanmamıştı...
Türk basınının duayen gazetecisi Savaş Ay Samatya'daki evinde hayatını kaybetti. Sabah gazetesi muhabiri Figen Yanık, 2010 yılında Savaş Ay'ı hastanede ziyaret ederek bir röportaj gerçekleştirmişti.
İşte Yanık'ın gerçekleştirdiği o röportaj;
Bir gece nefes alamayınca acile kaldırıldı, soluk borusunda açılan delikle yaşama tutundu. Doktorlar, 12 yıl önce kapısını çalan kanserin şakası olmadığını söyleyip, gırtlağını almayı önerdiler ama yine kabul etmedi. O, kemoterapiyi tercih etti. Ama Savaş Ay bu! Hastalığına meydan okuyor, "Deklanşöre basacak gücüm varsa, nefes alıyorsam, korkmayın," diyor
Gazetede "Savaş Ay ameliyat oldu, hastanede yatıyor," dediklerinde, "Tabii tabii," dedim, "Hastayım demiştir, ama kim bilir hangi haberin peşindedir yine o." "Yok, bu kez iş ciddiymiş," dediler. Çünkü 12 yıldır gırtlak kanseri gerçeğiyle yaşıyordu, ama hastalığı ne kendisi ne de biz ona yakıştırabildik. Yıllar önce kemoterapi gördü, sonra hayatına kaldığı yerden devam etti. Sadece sesi kısıldı. Onun için de artık televizyonda program yapmıyor. Ama maşallah Gaziantep'ten Diyarbakır'a, Urfa'dan Atina'ya durmadan haber peşinde koşup hem SABAH'a hem de Takvim'e haber yetiştiriyor, gençlere haber atlatıyor. Bir yerde cinayet mi var? Savaş Ay emniyette. Deprem mi oldu? Enkazın içinde. Bomba mı patladı? Yaralılarla ambulansta... "Gözümle görmeden inanmam,' dedim ve foto muhabir arkadaşım Erkan'la hastane yollarına düştük. Şiir sevdiğini bildiğim için yanıma bir de Can Yücel'in Gökyokuş kitabını aldım, yatıyorsa, sıkılır şimdi o diye. Odasına çıktık; kapısı açıktı, kırmızı tişörtü, mavi kepiyle yatağında gözleri kapalı, ama tebessüm ederek uzanmıştı. Bizi sevinçle kucakladı. Elindeki serumun bitmek üzere olduğunu, biter bitmez dik oturacağını söyledi. O zaman fark ettim boğazına, nefes alması için takılan aleti... "Korkuttun bizi, ama ben hâlâ şüpheleniyorum, söyleyin kimin peşindesiniz?" dedim. Güldü. Can Yücel'in kitabını görünce, sayfalara daldı, "Çok severdim, benim bir kitabımın önsözünü de yazmıştı," dedi. Serum bitince, hemşireyi çağırdı, eli temizlendi. Sonra hemen doğruldu ve "Gel şimdi hastanede ne yapıyorum, göstereyim," dedi. Çocukların yattığı bir odaya girdik ve başladı hepsiyle tek tek konuşup, annelerine moral vermeye. Dertli bir anneye, "Söylediğim doktorla konuştun mu?' dedi. Oradan başka odalara girdik, bütün hastalarla konuştu, hepsinin ne derdi var, bize ayrıntılarıyla anlattı. Sanki hastalığını unutmuş, her zamanki 'Savaş Abi' olmuş, röportaj yapmaya başlamıştı. Sonradan öğrendik; iki hafta önce bir gece nefesinin tıkandığını, komşusunun onu Taksim Hastanesi'nin aciline kaldırdığını, ardından da Bakırköy Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde iki-üç saat süren bir ameliyatla gırtlaktan oksijen almasının sağlandığını... Ona yakıştıramadığımız gırtlak kanserinin ikinci kez kapısını çaldığını, ama onun gırtlağını aldırıp, boğazına mikrofon takılmasındansa, kemoterapi ve radyoterapiyi tercih ettiğini... Ama Savaş Ay bu! Korkar, biraz durulur zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Zaten hastaneye geldiği ilk günden itibaren, hastaların derdini dinlemeye başlamış. "Hastanenin muhtarı gibi oldum," diyor ve ekliyor; "Ne bugün ne de ileride ölmeye niyetim var, korkmayın." Korkmuyoruz Savaş Ay, ama unutma bir ikinci 'Savaş Abi' daha yok! Bizi seviyorsanız, şu sigaraya bir daha elinizi bile sürmeyin ve biraz da temponuzu yavaşlatın!
- Nefes alamaz hale gelip, acile kaldırılana kadar durumunuzun nasıl farkına varmadınız?
- Acı eşiğim yüksek. Ben biraz da tevekküllü adamım, kaderciyim. Yazılmışsa, bozamazsın.
- Gırtlak kanseri tanısı koyulduktan sonra birtakım otlarla, ballarla beslendiğinizi söylediniz, ama sigarayı elinizden düşüremediniz. Niye bırakamıyorsunuz?
- (Suçlu çocuklar gibi gözlerini başka yere çeviriyor) Ne bileyim, bırakamıyorum. Onu da bırakırsam, kafayı yerdik. Sigara uyuşturucu gibi. Ama alkol almam, sosyal içiciyim yani. Hiç madde almadım. Merak bile etmedim. Bir tek sigaram var.
- Kaç paket içiyordunuz?
- Üç paket içiyordum, ikiye indirdim.
- İnanamıyorum, hastalığı bildiğiniz halde o kadar çok mu içiyordunuz?
- Bundan sonra içmem artık.
- Kız arkadaşınız, sevgiliniz var mı?
- Var tabii ki... (Başucuna koyduğu resmi gösteriyor) Seray'la dört buçuk yıldır birlikteyiz. Ameliyata inerken makineyle çekim yapmaya başladım. Doktora da tembih ettim; 'Bilincimi kaybedince, sen devam et,' dedim. Ben bilincimi kaybedince onlar ameliyata dalmış tabii ki... Uyandığımda kız arkadaşım, doktor kılığında çekime devam ediyordu. O da bizden.
- Yalnız olmadığınıza sevindim. Çünkü ya Diyarbakır'dasınız, ya Gaziantep'te... Özel hayatınız yok gibi. Ne zaman dinleneceksiniz?
- Benim özel hayatım gazetecilik, başka bir hayatı reddediyorum. Diyarbakır da benim özel hayatım gibi. Orada özel yemekler yiyorum, mağaralara giriyorum, hastanelere gidiyorum, onlarla dertleşiyorum. Beş yılbaşını Diyarbakır'da geçirdim. Doktor, 'Herhalde son bir aydır yerinizden kıpırdayamıyordunuz. Çünkü damarlar daralmış,' dedi. 'Biraz dolaştım,' dedim. 'Nereye gittiniz?' dedi. '5 bin 500 kilometre yaptım,' dedim. En son, ameliyattan üç gün önce ben Tunceli'de Nazimiye'nin Ballıca Köyü'nde Kemal Kılıçdaroğlu'nun doğduğu evin fotoğrafını çekip, amcasıyla röportaj yaptım. Ondan önce Urfa'dan Atina'ya, olayların ortasına gittim. Tekrar döndüm, bu kez gezime devam ettim: Adıyaman, Erzincan, Malatya, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Batman, Elazığ, Tunceli... Sonra İstanbul'a geldim, bir gece kriz geldi, hiç nefes alamadım. Sabaha karşı son bir gayretle, telefonla komşumu çağırdım. O beni Taksim Hastanesi'nin aciline kaldırdı. Hava desteğiyle kortizon verdiler. Ertesi gün Esra Tüzün'ün (SABAH Sağlık Editörü) kollarına teslim oldum.
- O da sizi doktor Fatma Tülin Kayhan'la mı tanıştırdı?
- Evet, çok pozitif bir doktor. Burada da ameliyatla gırtlaktan oksijen almam sağlandı. Şimdi orayı kapatıp, Cerrahpaşa'da dokuz hafta kemoterapi, altı hafta da radyoterapi yapılacak. Arada bir hafta mola... (Bu sırada yanımıza gelen Doç. Dr. Fatma Tülin Kayhan'a 'Hocam arada seyahat yapabilir miyim? Uçağa binebilir miyim?' diye sormayı ihmal etmedi.)
- Kemoterapi sırasında çalışmazsınız artık herhalde...
- Çalışmamam lazım. Kemoterapi elden ayaktan düşürüyor. Bağışıklık sistemini düşürüyor, hemen mikrop kapabilirsin.
- En son ne zaman tatil yaptınız?
- Hayatımda vaki değil.
- Daha bugün yazınız vardı Takvim'de, hiç ara vermiyor musunuz?
- Her gün yazan tek yazarım: 365 gün. Yedek yazı bırakmıştım. Deklanşöre basacak gücüm varsa, nefes de alıyorsam, korkma. (Gülüyor)
- Yıllar önce de kemoterapi görmüştünüz. Sonra nasıl devam etti tedavi süreci?
- 10 yıl kadar ara verdim.
- Ciddiye almadınız yani...
- Dünyaya kazık kakmayacağız. Son nefesimi makinem elimde vermek isterim. Yoksa istersem emekliye ayrılıp, bir kenara çekilip, dinlenebilirim. İhtiyacımız yok Allah'a şükür. Ama benim her şeyim gazetecilik, başka bir hayatı reddediyorum. Muhabirler, foto muhabirleri, kameramanlar gerçekten bir ırktır. Ben vizörün arkasındaki insanların aynı anne babadan doğduğunu, kardeş olduğunu düşünüyorum. Biz bir ailedeniz. Onun için bunu çok da anlamaya gerek yok. O kadar çabuk anlaşılmasını da istemiyorum.
CERRAHİYLE BU HASTALIKTAN KURTULABİLİR
- Savaş Ay, nasıl bir hasta? Bizim gördüğümüz kadarıyla hastanede herkesin dert ortağı olmuş yine hemen...
- Ben başlarda kendi bu kadar çekinince, 'Odadan hiç çıkmayacak, sosyal hayatından da izole olacak, biraz o yüzden hastanede yatırıp, işi bitirip, kimse görmeden hastaneden yollarız,' diyordum. Ama daha ilk günden her yeri dolaşmış, hastalarla yakınlaşmış. Yüzleşmenin ötesine çok kolay geçti. Hastalar, genellikle bundan rahatsızlık duyar, yakınları görsün istemez ama Savaş Bey'de tam tersi oldu. Hastanemize çok iyi adapte oldu. Aslında doktorların korkulu rüyasıdır ama... (Gülerek...)
- Tedavi önerilerinize muhalefet ediyor mu?
- Hasta-doktor ilişkisi, güç eşitsizliğidir, güçler bizim elimizdedir, ama Savaş Bey ağırlıklı bir hasta, 'Şöyle, böyle olacak,' diyor. Hekimlik olarak bize düşen, hastalarımızı bilgilerdirme, hastanın da onayını almak. Biz hastalarımıza alternatifleri sunuyoruz, kabul ettiği alternatifi yapıyoruz. Eskiden doktorlar, dediğim dedikmiş. Ama artık hasta hakları ön plana çıktı. Olması gereken de bu.
- Ameliyatı çok uzun sürmüş, diye duyduk...
- İki saat kadar sürdü.
- Savaş Ay: Çok kanama oldu mu?
- Hayır, çok değil.
- Savaş Ay: Çin filmlerindeki gibi değildi, yani...
- Hayır, Allah korusun o şah damarın yırtılmasıyla olan bir sonuç.
- Bu kez kemoterapilerinden sonra kontrollerini aksatmasına siz izin vermeyin bari...
- Savaş Bey, tedavi sonrası aylık düzenli kontrollerimizi yapalım. Geçen sefer siz çok ara verdiniz. Daha önceki meslektaşlarımız, bir yıl hiç aramadığınızı söylüyordu.
- Kemoterapi sırasında işine ara vermeli mi?
- O biraz da bünyesine bağlı. Bazı doktor arkadaşlar, hem kemoterapi görüp hem de hastalarını muayene etmeye devam ediyor.
- Yıllar önce bir ikinci şık olarak, gırtlağının alınması önerilmiş...
- O birinci şık hep. Biz de önerdik, ama hastamız kabul etmedi. (Savaş Ay, 'Bundan sonra Kurtlar Vadisi başladı,' diyerek, yanımızdan ayrıldı. Bu konudan hoşlanmadığı belli..)
- Gırtlağın niye alınması gerekiyor?
- Hastalıklı dokuyu almak gerekiyor. Çünkü orada devamlı büyür. Asıl uygun olan tedavi, cerrahidir. Ama Savaş Bey, gırtlağının alınıp, boğazına mikrofon takılmasını istemediği için cerrahi tedavi artı radyoterapi ve kemoterapiyi uygulayacağız. Ama tabii en ideali cerrahi. Cerrahi yaparsak, tamamen bu hastalıktan kurtulabilir. Bu uzatmalı tedavilerle hep bir sonraki aşamaya geliyoruz. Bizim önerdiğimiz, etkili olan tedavi bu değil.
- Sigara yasak değil mi?
- Kesinlikle içmemesi, dumanına bile maruz kalmaması gerekir. Hastalığı tetikleyen bir şey.
- Biz 'Biraz dinlenin' diyoruz, ama bizi dinlemiyor. Belki siz söylerseniz, uyar...
- Bu meslek değil; doktorluk da gazetecilik de... Bazı meslekler, meslek değil, hayat tarzı.
SEZEN AKSU 'TAMAS ERİĞİ YE' DİYOR
- Hastalığınızı falan unutup, 'Gazze'ye giden yardım filosunda niye ben yoktum?' diye üzülüyorsunuzdur şimdi bir de...
- Türkiye'de Gazze'ye gidecek, bu konuda yetişmiş üç kişiden biri benim. İsrail'e 21 kez giden tek adamım. Coşkun Aral, Ramazan Öztürk, Bengüç Özerdem o gemide olsaydı, durum böyle olmayacaktı. O gemiyle bütün yürekliliğiyle aslan parçası arkadaşlarımız gitti, ama şunu ayırt edemiyorlar: Polis muhabirliğiyle savaş muhabirliği aynı değildir.
- Sezen Aksu, yıllar önce hastalığınızı duyup elinde keten tohumu, ısırgan otuyla hastaneye gelmişti. Hâlâ sizi arayıp, 'Şunu ye, bunu yap,' diyor mu?
- Sezen 15 gün önce aradı, çocuk gibi şakıyordu. 'Savaş, yaşasın! Erzurumlu iki öğrenci çocuk gırtlak kanserine 'tamas eriği'nin iyi geldiğini araştırıp, TÜBİTAK'a sunmuş. TÜBİTAK da araştırıp, sonra çocuklara ödül vermiş. Bu eriği mutlaka bul!' dedi. Sezen böyle bir kadın. İki ayda bir arar. Sesim çıksa, Sezen'le düet yapacağız, sözüm var.
- Okurlara bir mesajınız var mı?
- Nâzım'ın dediği gibi: 'Gönül yine o gönül, kafa yine o kafa!'