Kılıçdaroğlu'ndan flaş iddia! 'İstihbarat biliyordu'
CHP Genel Başkanlığı koltuğunu devraldığı günden bu yana üç olağanüstü, bir olağan kurultay geçiren; üç genel seçim, bir yerel seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimi, bir kez de anayasa referandumunda partinin başında yer alan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu yarın başlayacak olan partinin 35. Olağan Kurultayı’na hazır.
Serpil Çevikcan / MİLLİYET
Kılıçdaroğlu ile “Demokrasi, değişim ve kardeşlik” adını verdiği kurultay öncesinde sohbet olanağı buldum. CHP liderinin açıklamaları şöyle:
BEN DEĞİŞTİM CHP DE DEĞİŞMELİ
Bu kurultayın adı, demokrasi, değişim ve kardeşlik kurultayıdır. Değişmeyen tek şey aslında değişimin kendisidir. Dünyada her şey değişiyor. CHP’nin de bu değişime ayak uydurması lazım. (Siz genel başkan olduktan sonra değiştiniz mi?) Elbette. Dünyaya, olaylara bakışınız, çözüm üretmeniz, bir araya gelip tartışmanız, yeni şeyler öğrenmeniz; bunların hepsi değişimin parametreleri. CHP öteden beri AKP tarafından, ‘Değişime direnir, statükocudur’ diye eleştirilirdi. Şimdi statükocu parti AKP’dir. 21. yüzyıl Türkiyesinde eğer baskının dozu giderek artıyorsa, aydınlar, insanlar giderek nefes alamaz hale geliyorlarsa bunlara cesaret verecek, bunların yanında duracak bir dil geliştirmek CHP’nin görevidir. Kurultayda ağırlıklı olarak şunu söyleyeceğim: ‘Birinci sınıf demokrasiyi getireceğiz’. Alt alta nelerin olması gerektiğini açıklayacağız. Hep beraber cumhuriyeti kurduk. Çok partili hayata geçtik, sonra bu ülkeye sosyal demokrasiyi getirdik ama bu ülkeye birinci sınıf demokrasiyi henüz getirmiş değiliz. CHP, bu dördüncü büyük adımı atmak zorundadır. O da çağdaş, katılımcı, çoğulcu demokrasi. Bunu kendi içimizden de başlayarak bütün Türkiye’ye göstermek istiyoruz.
TABAN YÖNETİMDE DEĞİŞİM İSTİYOR, OLACAK
(Bu iddiayı CHP’deki mevcut yönetim yapısıyla gerçekleştirmek mümkün mü? Bu kurultayda ciddi bir yönetim değişikliği görecek miyiz?) Evet. Örgüt, taban, parti yönetiminde bir ciddi değişim istiyor. Sadece yönetim bağlamında bunu ele almak doğru değil. Türkiye’nin 81 ilinde ve bütün ilçelerindeki örgütlerimizle beraber yapmak zorundayız. Sandık çevresi sorumlusu uygulamasını güçlendirerek devam ettireceğiz. Her sandık çevresinin en az iki sorumlusu olacak. Bu sandık çevresinde oturan hanelerin sayısı en fazla 350. Sandık çevre sorumlusu, sorumlu olduğu alanla çok yakın insani ilişkiler kuracak. Yani evlere gireceğiz. Ayrıca evlere girilecekse, kadın kollarının mutlaka daha güçlü olması lazım. Daha sağlıklı, daha tutarlı, daha insani diyalog kurması lazım.
KEŞKE TEK ADAY ÇIKMASAYDIM
Mustafa Balbay’ın genel başkanlığa aday olmak için gerekli sayıya ulaşmasını isterim. O da aday olur. Böylece belki biraz daha renkli olur kurultayımız. Düşüncelerini söyler. Rakibin olması her zaman iyidir. Partiye dinamizm katar. Yeni düşünceler, söylemler partiye güç verir. Keşke tek aday olarak çıkmasaydım.
PARTİ İÇİNDE İKTİDARA HEP KARŞI ÇIKTIM
(Aday olmayacağını açıklayan Umut Oran’ın size yönelttiği; ‘Gerçeklerle yüzleşmek, özeleştiri yapmak, tabanın değişim taleplerini karşılamak yerine bahaneler uyduruyor. Parti içinde iktidar olmak için hukuksuzluk yapmayı tercih etti’ eleştirilerine yanıtınız nedir?) Keşke örnekleseydi daha mutlu olurdum. Bunlar asla yok. Bunlar ağır ithamlar. Tam tersine, ben parti içinde iktidar olmaya hep karşı çıktım. Parti içinde iktidar hevesim olsaydı genel başkan adayları için divanın huzurunda yüzde 20 imza verilmesi uygulamasını kaldırmazdım. Kimse o zaman gelip aday bile olamazdı. Tam tersine, herkesin önünü açtım, herkese fırsat verdim. Bütün illerde ve ilçelerde kongreler oldu. Adaylar gidip kendilerini anlatabilirlerdi, delegeleri ikna edebilirlerdi. Ben hiçbir zaman, ‘Bu geldiği zaman içeri almayın, konuşturmayın’ diye bir şey söylemedim. Sayın Oran da giderdi İstanbul, Ankara, İzmir, Adana kongrelerinde CHP’nin nasıl daha güçlü olabileceğini anlatabilirdi. Çok memnun olurdum, belki yararlanırdım.
BEN DE İNSANIM YANLIŞIM OLABİLİR
(Aday olmayacağını açıklayan Muharrem İnce sizin için ‘7 Haziran’dan sonra önemli bir fırsatı kaçırdı’ dedi.) Neymiş o fırsat, bilmiyorum. Bakış açılarımız farklı olabilir. Benim düşünceme göre, parti içinde kısır bir tartışmanın vatandaşa hiçbir yararı yok. Bir şey yapacaksanız, neyi yapacağınızı açık ortaya koymanız lazım. Olayı kişisel çekişme alanından çıkarmalıyız. Benim eksiğim olabilir, eleştirebilirim de. Bunları büyük bir hoşgörüyle kabul ederim. Ama siyaseti kişisel bir alana çekip bunun üzerinden siyaset yapmamın doğru olmadığına inanıyorum. Arkadaşlar, bana, ‘Şunu şöyle yapmanız daha uygun olabilir’ diye gelebilirler; kapım herkese açık. Bu süreç içinde eksiğimiz varsa eksiğimizi de tamamlarız. Sonuçta hepimiz insanız. Varsa bir yanlışımız süratle gidebiliriz.
BENİM YÖNETİMİMDE DELEGEYE BASKI OLMAZ
(Kongre sürecinde delegelerin tespitinde genel başkanın baskı uyguladığı yönündeki iddialar konusunda) Asla doğru değil. Benim yönetimimde böyle bir şey olamaz. Bir genel başkan, kendi genel başkanlığını delege nezdinde niye sorgulatsın? Ben bugüne kadar açıp da bir telefonla, ‘Şunu seçin, bunu seçmeyin, şunu atın, bunu atmayın’ diye bir şey söylemedim, söylemem. Onlar eskide kaldı. Eskinin devam ettiğini düşünüyorlar, yok öyle bir şey.
18 OCAK’TAN İTİBAREN SEÇİME HAZIRLANACAĞIZ
(Genel başkanlığınızla birlikte yeni CHP söylemi de başladı. Şimdi bu kurultayla ikinci yeni CHP dönemi mi başlıyor?) ‘CHP her şeye itiraz eder ve çözüm üretmez’ algısını yerle bir ettik. O kadar yerle bir ettik ki, bizim seçim bildirgemizi üç siyasi parti kopyaladı. Bu aynı zamanda, CHP’deki güçlü değişimi gösteren bir durum. Bu kadar güçlü bir değişimi geniş kitlelere yeteri kadar anlatamadık.
Üst yapıdaki bu değişimin CHP’deki alt yapıya da yansıması lazım. Onun için de örgütlerin eğitilmesi, ortak dil kullanması lazım. Bu süreçte de ağırlıklı olarak bunu yapacağız. 16-17 Ocak’ta kurultayımız var, 18 Ocak’tan itibaren CHP seçime hazırlık yapacak. Yeni bir yönetimle, yeni bir anlayışla olayları çok iyi bilen kavrayan yeni bir örgütle yolumuza devam edeceğiz.
‘AKADEMİSYENLER UYGUN ÜSLUPLA UYARILABİLİRDİ’
(Akademisyenlerin bildirisi) İçerikten bağımsız olarak aydınların kendi düşüncelerini açıklamalarını doğal kabul etmemiz lazım. İçeriği eleştirebilirsiniz ama ‘Asarız, keseriz, siz karanlık adamlarsınız’ gibi cumhurbaşkanlığı makamının ağırlığına uygun olmayan bir dil kullanırsanız sadece kendinizi küçültürsünüz. Bu bildiriyi, ‘Bunu görüyordunuz da PKK’nın yaptığı silahlı eylemleri niye görmüyorsunuz?’ diye eleştirebilirsiniz. Ama, ‘Asarım, keserim’ dediğiniz andan bir başka mecraya gidiyor ve sonra da bir mafya lideri çıkıp, ‘Kanlarınızı akıtacağız, o kanla banyo yapacağız’ diyor. Kan içenler neydi, yarasa mıydı, vampir miydi?
‘BİZ KENDİMİZİ BAĞLAYACAĞIZ HDP VE MHP DE SAMİMİ OLSUN’
(HDP’nin özerklik karşılığında başkanlık meselesinde Ak Parti ile bir dirsek teması içinde olduğunu iddia ettiniz. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da, ‘MHP ile AKP başkanlık konusunda anlaştı’ diyor. Muhalefetin birbirine başkanlık konusunda güvenmediği manzarada anayasa masasına nasıl oturulacak?) Tavrımızı gayet açık, net söylüyoruz. Başkanlık sistemine karşıyız, parlamenter sistemi savunuyoruz. Parlamenter sistemin aksayan yönleri neyse süratli bir şekilde düzeltelim. HDP’nin de MHP’nin de bu kadar açık ve net söylemesi lazım. Yöntemi çok basit. Komisyon üyeleri bir araya geldiğinde, önce komisyonun nasıl çalışacağına ilişkin bir yönerge hazırlıyorlar. Bizim arkadaşlarımız o çalışma sırasında kendi düşüncelerini tartışmaya yer bırakmayacak sadelikte anlatacaklar ve tutanaklara girmesini isteyecekler. Kabul ederlerse bir mesele yok. Diğerlerini de göreceğiz. Kendimizi baştan bağlıyoruz. Onlar da bağlamalılar. CHP samimidir. HDP ve MHP de samimi olmalı.
MECLİS BAŞKANI BİLSİN DİYE ÖRNEK VERDİM
Uzlaşma komisyonunu bir Anayasa Komisyonu olarak görmüyoruz, Türkiye’yi darbe hukukundan arındırma komisyonu olarak görüyoruz. Meclis Başkanı’na gönderdiğim yazıda bunu yazdım. Davutoğlu ile vardığımız mutabakatı anlattım. Yasama organının yürütme organının arka bahçesine dönüşmesi, lider sultası var. Şu örneği verdim: Parlamento, Sayıştay’ın mali raporu gelmeden bütçeyi onaylıyor. Böyle bir ayıbın altına parlamento imza attı. Meclis Başkanı’na bu örneği verdim ki darbe hukukunun ne kadar vahim bir sonuca yol açtığını, bunun Anayasa’dan değil yürürlükteki yasalardan kaynaklandığını bilsin diye.
‘ÖLEN HER SİVİLİN SORUMLUSU HÜKÜMET’
‘Terörü sonlandıracağım’ diye yola çıkanlar, üzülerek ifade edeyim terör örgütünün güçlenmesi için ellerinden gelen her türlü çabayı gösterdiler. Bugün çatışmaların sürdüğü 17 ilçede PKK silah yığınağı yaptı. Elemanlarını buraya yerleştirdi. Kent içinde nasıl mücadele edilir eğitiminin görüntüleri defalarca yayınlandı ama hükümet hiç ses çıkarmadı. Valilere, ‘Sakın ola ki dokunmayın’ diye talimat verdiler. Şimdi ortaya çıkan tablonun sorumlusu bu ülkeyi yönetenlerdir. ‘Terör örgütüyle niye mücadele ediyorsunuz’ diye bir suçlama yapmıyoruz. Terör örgütünün bu kadar güçlenmesine siz neden izin verdiniz ve neden bu siviller ölüyor? Ölen her sivilin sorumlusu bu hükümet. İktidara geldiklerinde 2002’de Türkiye’de terör yoktu. Bu yetmedi, bir de IŞİD belasını getirdiler.
EMNİYET İSTİHBARAT BİLİYORDU
Neden koskoca Türkiye Cumhuriyeti 80-90 yılda Ortadoğu’da bir işe bulaşmamaya özen gösterdi. Kendi tarihinden habersiz olan bir yönetim, Ortadoğu’ya bodoslama daldı, kendi ideallerini gerçekleştirmek için. Sandı ki bütün Araplar kucak açacak. Türkiye, bir taraftan PKK ile uğraşırken IŞİD’i Türkiye’ye ithal ettiler. 70 ilden IŞİD’e katılan var. Sınır güvenliği niye tam alınmıyor, IŞİD bu 70 ilde nasıl örgütlendi, taban buldu? Adım gibi eminim; Emniyet İstihbarat bunların tamamını biliyordu ama siyasi iktidar emniyetin önlem almasını engelliyordu.
IŞİD KONUSUNDA KAFALARI NET DEĞİL
Bakıyorsunuz Sultanahmet saldırısına, elini kolunu sallayarak Suriye’den geliyor, parmak izini veriyor, biyometrik kartını, hüviyetini alıyor. Bunu terörist olarak kimse görmüyor. Eylemi gerçekleştiriyor. Mülteci alımında kontrol noktasında da kesinlikle sorun var. Ama her şeyden önce hükümetin kafası net değil. Davutoğlu’nun kendisi, ‘Patlatmadığı sürece nasıl tutuklayacağız’ diyor. Terör örgütü olmak bizatihi tutuklanma, gözaltına alınma nedenidir ama IŞİD’e öyle bir yaklaşıyorlar ki gözaltına alma, tutuklama, onlarla ilgili operasyon yapma konusunda hükümet yeteri kadar bürokrasiye talimat vermedi. Sonunda böyle bir tablo çıktı ortaya. İstihbarat zafiyeti var. MİT, gerçekten özellikle son 6-7 yılda çok büyük bir güven kaybına uğradı.
ENFLASYON HEDEFİ GİBİ
Türkiye’nin yeniden yaşanabilir bir ülke olması, herkesin kendi mahallesinde, evinde yaşaması lazım. Önce güvenliğin insanileştirilmesi gerekiyor. ‘Güvenlik önlemi alacağım’ diye insanları evlerine hapsedemezsiniz, tecrit edemezsiniz. Hükümet terörü nasıl sonlandıracağı konusunda kafa yormadığı için geldi böyle bir bataklık alana muhatap oldu, hem Doğu’da hem de Türkiye’nin genelinde. Gerek güvenlik bürokrasisi, gerek sivil bürokrasi, gerek siyaset çözüm üretemedi. Şimdi süreler veriyorlar, ‘Şu kadar sürede bitecek’ diye. Bu sürelerin hiçbirisinin tutma dığını görüyoruz. Tıpkı Merkez Bankası’nın enflasyon hedefleri gibi. Devletin çivisi çıkmış. Doğu ve Güneydoğu’da akan her kan PKK’nın hanesine artı olarak yazılır. Bu mücadele akılla, geçmiş deneyimlerden de ders alınarak yapılmalı. Bizim önerilerimiz var. Meclis zemininde bu işin çözülmesi lazım. AKP bunu çözemez, çözme şansı da birikimi de bilgisi de iradesi de yoktur.