'Kendi kendilerini sansürlüyorlar'
Guardian'dan çarpıcı yorum
Guardian'daki bir makalede, hükümetin BBC Türkçe'den Selin Girit'e karşı başlattığı kampanya üzerinden, Türk basınındaki otosansür sorgulanıyor.
'Gazetecilerin kendilerini sansürlemeyi öğrendiği yer' başlıklı, Constanze Letzch imzalı makale şu satırlarla başlıyor;
'BBC Türkçe sunucusu Selin Girit Londra'da çalışıyor ve kendi ülkesinde çok az tanınıyordu. Ama bütün bunlar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümet karşıtı protestolarla ilgili yaptığı yayınlar nedeniyle, Girit'i kendi ülkesine karşı bir komplonun içinde olmakla suçlamasıyla değişti. Saldırı, sürekli medyayı protestoları alevlendirmekle suçlayan Erdoğan'ın tüm muhalefeti bastırma niyetinde olduğuna inanan diğer gazetecilere korku saldı."
'Sıradaki siz olabilirsiniz'
Girit'e karşı kampanyanın geçen hafta sonu Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in saldırgan twitter mesajlarıyla başlatıldığını yazan Letczch, BBC'nin 'hükümetin göz korkutması' diye tanımladığı kampanyaya karşı sert bir protesto mesajı yayımladığını söylüyor ve şöyle devam ediyor;
"Erdoğan'ın bundan pek etkilenmediği açık. Bir gün sonra parlamentoda konuşan Erdoğan 'Girit'in kendi ülkesine karşı komplonun bir parçası' olduğunu söyledi. Türk gazeteciler Girit'e yapılanın hepsine karşı bir uyarı, hepsini korkutup boyun eğmeye zorlayacak bir örnek olarak görüyorlar. Büyük bir Türk haber kuruluşunun editörü Serdar Korucu 'Başbakan bize ne dediğinize, ne yaptığınıza dikkat edin. Sıradaki siz olabilirsiniz' dedi' şeklinde konuşuyor."
Türk medyasında otosansür
Ana akım Türk medyasının protestoların büyük bölümünü görmezden geldiğini belirten Constanze Letzch CNNTürk televizyonunun, İstanbul'un merkezinde Erdoğan'ın 10 yıllık iktidarında görülmemiş protestolar yapılırken, penguen belgeseli yayımladığını hatırlatıyor. Letzch, halkın bu duruma öfkelendiğini ve haber kanallarının önünde gösteriler düzenlendiğini belirtiyor.
Yazar, pekçok gazetecinin bu duruma şaşırmadığını kaydediyor. Yazıda daha sonra Today's Zaman gazetesinin editörlerinden Fatma Demirelli'nin şu sözlerine yer veriyor;
"Gazeteciler şimdi kafalarında bir tür bölünme yaşıyor. Bir yandan haberi görüyorsunuz, ama öte yandan derhal kimsenin ayağına basmadan nasıl bu haberi yaparım diye düşünüyorsunuz. Otosansür bir otomatik refleks oldu"
Constanze Letzch, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'ne göre 67 gazetecinin hapiste olduğu Türkiye'de otosansürün yeni bir durum olmadığını, ancak Gezi Parkı eylemleriyle daha çok dikkat çektiğini vurguluyor.
Yazıda görüşlerine yer verilen Uluslararası Af Örgütü Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner da, 'Son olaylardaki önemli fark, sansürün halkın farklı bir kesimini, örneğin sık sık sansüre uğrayan Kürt hakları savunucularını değil, orta sınıf Türkleri etkiledi. Bir başka önemli fark da, olayların uluslararası medyada geniş bir şekilde işlenmesiyle, ana akım Türk medyasındaki sansürün daha bir görünür olmasıydı' diyor.
Gazetecilere tehdit ve dayak
Guardian yazarı, sansür ve denetim bir yana, olayları izleyen gazetecilere karşı keyfi tehditlerin ve şiddetin de arttığını söylüyor. Letzch, Gazetecileri Koruma Komitesi'nin protestolar sırasında basına karşı çok sayıda fiziksel saldırı, gözaltı, tehdit, malzemelerine ve koruyucu ekipmanlarına kanunsuz şekilde el konulması olayını belgelediğini söylüyor. Bazı Türk ve yabancı gazetecilerin de polis dayağı ve plastik mermilerle yaralandığını kaydediyor.
'Bir şey buluruz korkusu'
Gazetecileri Koruma Komitesi'nin Türkiye'de çalışan gazetecilere karşı en büyük tehdidin polis şiddeti olduğu tespitini aktaran yazar, protestolar sırasında polisten daya yiyen gazeteci Alpbuğra Bahadır Gültekin'in, 'Onlara basın mensubu olduğumu söyledim. Ama önce hakaret ettiler, sonra da dövmeye başladılar. Yere düştükten sonra birkaç polis dövmeye, tekmelemeye devam etti' dediğini aktarıyor.
Yazı şöyle son eriyor;
"Korucu ve Demirelli Erdoğan'ın eleştirilemeyecek bir isim olduğu konusunda uzlaşıyor. Korucu, 'Haber kanalları, kendilerini sağlama almak için istenmeden Başbakan'ın dil sürçmelerini düzeltiyor." diyor. Korucu da 'Onu memnun etmek için kimse rahatsız edici sorular sormak istemiyor. Ama özgürce soru soramazsak, halkın ilgi duyduğu konuları nasıl anlamaya başlayabiliriz ki' şeklinde konuşuyor. Demirelli, 'Gazeteciler şimdi, gerçekten birşeyler buluruz korkusuyla, araştırmaktan korkuyor' diyor.
'Protestoların ilerleyişi'
Economist dergisinin bu haftaki kapak konusu, aralarında Türkiye ve Brezilya'nın da bulunduğu dünyanın pek çok noktasındaki protesto eylemleri
'Protestoların ilerleyişi' manşetini atan derginin kapağındaki karikatürde, 1789 Fransız Devrimi, 1968'deki protestolar, 1989'daki komünizm karşıtı eylemler ve son dönemdeki protestoları simgeleyen karakterler yer alıyor.
Son dönemdeki eylemleri sembolü olan kadın karakter, bir elinde kağıt kahve bardağı, diğerindeyse bir akıllı telefon tutuyor.
Farklı yerlerdeki protestoların farklı nedenleri olduğunu vurgulayan dergi, eylemlerin ortak noktalarını şöyle açıklıyor;
Ortak noktalar
"Son bir kaç haftadır, bir ülkeden diğerine protestocular hayret verici bir hızda harekete geçti. Demokrasilerde, diktatörlüklerden daha aktiftiler. Talepler listesi olan çeşitli lobilerden ziyade, sıradan, orta sınıf insanlardı. Şölenleri ve öfkeleri, yolsuzluğu, verimsizliği ve iktidardakilerin küstahlığını mahkum ediyordu.."
Eylemlerin ritminin teknoloji sayesinde hızlandığını belirten dergi, V for Vendetta filmindeki Guy Fawkes maskesinin hem Sao Pulo'dan, hem de İstanbul'da görüldüğünü söylüyor ve şöyle devam ediyor;
'Elinde akıllı telefonu olan herkes haberler yayıyor, ama bu haberler her zaman güvenilir olmuyor. Polis 31 Mayıs'ta İstanbul'daki Gezi Parkı'nda kurulan çadırları yaktığında, olanlar Twitter'da anında yayıldı. Türkler öfkelerini ifade etmek için sokağa çıktıklarında, polisin acımasız müdahalesinde göstericilerin öldüğü haberleri alevi körükledi. O ilk haberlerin yanlış olduğu ortaya çıksa da, artık protesto moda olmuştu."
Economist eylemlerin daha önceki gibi sendikalar ya da diğer çıkar grupları tarafından örgütlenmediğini söylüyor ama bu organizasyon eksikliğinin eylemlerin gündemini ve taleplerini kaçınılmaz olarak bulanıklaştırdığını belirtiyor.
Bu geniş tabanlı 'iyi hava eylemciliğinin' ortaya çıktığı hızda kaybolabileceğini de söyleyen dergi, 2011'deki İşgal eylemlerinin akıbetini hatırlatıyor. Ancak dergi bu kez eylemcileri derin bir hoşnutsuzluktan beslendiğini kaydediyor. Dergi bu noktada, geçen ay İsveç'te, 2011'de de İngiltere'de yaşanan gençlik isyanlarını hatırlatıyor.
'Genç orta sınıflar öfkeli'
Economist, özellikle kalkınmakta olan ülkelerde hızla büyüyen orta sınıfların siyasi beklentilerinin daha büyük bir güç olduğunu belirtiyor ve bu noktada Hindistan'da 23 yaşındaki bir kadının tecavüz edilip, öldürülmesine karşı yapılan eylemleri ve 2011'deki yolsuzluk karşıtı protestoları hatırlatıyor. Türkiye'de de üniversiteden mezun olanların sayısının 1995'ten bu yana her yıl yüzde 8 arttığını belirten dergi, "Bunun yarattığı genç orta sınıflar, büyük aileler ve alkole denetim isteyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, dinci muhafazakârlığına karşı öfkeli" diyor.
Economist'in başyazısı şu satırlarla sona eriyor;
'Demokratlar diktatörlerin gösterileri durdurma yeteneklerine imrenerek bakıyor olabilir. Çin çok sayıda yerel düzeyde gösterinin, bir ulusal harekete dönüşmesini engellemeyi başardı. Suudi Arabistan muhaliflere sessiz kalmaları için rüşvet verdi. Rusya, para cezası ve hapis tehditleriyle gözlerin korkuttu. Ama uzun vadede otokratlar daha büyük bir bedel ödeyebilir. Sultan Erdoğan'ın ileride görebileceği gibi, insanları sokaklardan uzaklaştırmak için güç kullanmak hükümetleri ölümcül derecede zayıflatabilir ve Arap hükümetlerinin iki yıl önce gördüğü gibi, diktatörlüklerde protestocuların öfkelerini yönlendirebileceği kurumlar pek bulunmuyor. 2013'te demokrasilerin sıkıntılar çektiğini gören Pekin, Moskova ve Riyad'daki liderler rahatsız hissediyor olmalı'
'Türkiye'nin geleceğiyle ilgili sorular'
Economist, 'Hala dışarıda, sokaklarda' başlıklı bir makalede Türkiye'deki eylemleri ele alıyor.
"Protestolar azalsa da, Türkiye'nin siyasi geleceğiyle ilgili sorular havada' diyen dergi, '31 Mayıs'tan bu yana Türkiye'yi sarsan eylemler Recep Tayyip Erdoğan'ın geleceğiyle ilgili birçok soru gündeme getirdi. Başbakanın popülerliği tamir edilemeyecek derecede zarar gördü mü? Gelecek yıl yine de Cumhurbaşkanı seçilebilecek mi? Daha da kritik olanıysa, bu çalkantının uzun süredir devam eden Kürt sorununu çözmek için giriştiği cesur çabaların üzerindeki etkisi ne olacak?" diye devam ediyor.
Bu son soruya BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Milliyet gazetesine verdiği röportajda bir yanıt alındığını söyleyen dergi, Demirtaş'ın 'hükümet ve PKK lideri Abdullah Öcalan arasındaki görüşmeler kopma noktasına geldi' dediğini aktarıyor. Dergi şöyle devam ediyor;
Kürtler'in tutumu
"Erdoğan'ın Kürtler'e sırt çevireceği kaygıları, hükümet yanlısı mitinglerde milliyetçi klişelere geri dönmesiyle büyüdü. Ankara'daki evine Türk bayrağı astıran Erdoğan, taraftarlarına da aynı çağrıda bulundu ve Öcalan'a yine 'terörist' dedi. Erdoğan'ı kızdırmaktan çekinen BDP, başta gösterilerde genel olarak sembolik bir tutum takındı. Hatta Demirtaş, hükümetin gösterilerden 'darbeciler ve aşırı milliyetçiler sorumlu' şeklindeki görüşünü tekrarladı. Çok sayıda Kürt, biber gazı, basınçlı su ve plastik mermi kullanılmasıyla dört eylemcinin ölmesi, 11'inin kör olması, 8 bininin de yaralanmasından fazla etkilenmedi. Pek çoğu, ilk kez ayaklanan 'Beyaz Türklere' 'Biz gerçek mermilerle öldürülürken neredeydiniz' diye sordular.'
Ancak dergi, kamuoyunda öfke büyüdükçe Kürtler'in eylemcilere destek vermeye başladığını, PKK yöneticilerinden Murat Karayılan'ın Türkiye'nin 'savaşa hazırlandığını' söyleyerek, üç aydır devam eden ateşkesi sonlandırmaktan bahsedecek kadar ileriye gittiğini belirtiyor. Dergi şöyle devam ediyor;
"Protestolar artık Kürtler'in seslerini duyurmak için silaha ihtiyacı olmadığını gösterdi. Kürt araştırmacı Mahmut Kaya'nın söylediği gibi 'Sokak eylemlerinin alasını yapabilirler'. Kürtler'in Türk protestocularla güçlerini birleştirebileceği kaygısı, Erdoğan'ı harekete geçmeye zorladı. Demirtaş hükümetin bir dizi reform açıklayacağını, terörle mücadele yasalarında değişiklikler yapacağını ve Öcalan'ın mahkûmiyet koşullarının iyileştirileceğini söyledi. Böylece barış görüşmeler kurtuldu."
Dergi, yeni müzakere başlıkları açılması konusunda, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkan Almanya Başbakanı Angela Merkel'in kışkırttığı Avrupa Birliği'yle olası bir krizin de 25 Haziran'daki uzlaşmayla aşıldığını belirtiyor. Yazı şu satırlarla sona eriyor;
'Hoşgörü dersi alındı mı?'
'Ama bunların hiç biri Ankara'daki protestolar sırasında bir polis tarafından vurularak öldürülen Ethem Sarısülük'ün annesi Sayfi Sarısülük'ü teskin etmiyor. Oğlunun ölümünden Erdoğan'ı sorumlu tutuyor. Sarısülük'ün vurulma anını gösteren görüntülerin ortaya çıkmasıyla, sokaklara daha çok sayıda eylemci çıktı. Mahkemenin nefsi müdafaada bulunduğu gerekçesiyle şüpheli polisi serbest bırakması öfkelerini büyüttü. Erdoğan da bir konuşmasında 'polisin destan yazdığını' söyleyerek ateşin üzerine benzinle gitti. Hükümet şimdi, 'Büyük Oyun' başlıklı bir videoyla olaylara kendi bakışını dolaşıma soktu. Videoda Erdoğan'ın kendisine karşı küresel bir komplo yapıldığı söylemine destek verilmeye çalışılıyor. 25 Haziran'da binlerce eylemci, polisin bakışları altında yine Taksim Meydanı'nda toplandı. Göz yaşartıcı gaz, plastik mermi ve biber gazı yoktu. Bir hoşgörü dersi alındı mı acaba?"