Katil balinalar okyanusun ortasında teknelerini batırdı, 38 gün boyunca böyle hayatta kaldılar
Robertson ailesi üyeleri, elde avuçta ne varsa satıp 50 yıllık bir tekneyle dünya turuna çıkarken zorlanmayı bekliyordu belki ama bu kadarını onlar bile tahmin edemezdi. Kitaplara konu olacak hayatta kalma hikâyesini, başından sonuna kahramanı anlattı.
Sandy Robertson için 15 Haziran 1972 günü çok sakin başlamıştı.
Pasifik Okyanusu'nda bulunan Galapagos Adaları'nın 200 mil batısında bir teknede ailesiyle birlikteydi Sandy. Lucette isimli 13 metrelik yıllanmış ahşap guletin dümeni o sırada 12 yaşında olan Sandy'e emanetti. Ağabeyi Douglas da yanında dikiliyor, Sandy'e göz kulak oluyordu. Robertson ailesi tekneleriyle dünyayı dolaşıyordu. Özellikle o sabah keyifleri yerindeydi.
Bugün 64 yaşında olan Sandy, geçtiğimiz günlerde The Telegraph'a yaptığı açıklamada, "Hava çok iyiydi ve Lucette sorunsuz yol alıyordu. Herkes çok neşeliydi ve yolculuğumuzda mesafe kaydetmeyi umuyorduk" diye aktardı o yaz sabahını. Lucette, Fransız Polinezyası'na bağlu Marquesas Adaları'na doğru ilerliyordu.
Teknedeki diğer kişiler olan Sandy'nin ikiz kardeş Neil, anne ve babası Dougal ile Lyn ve 22 yaşındaki Gallerli istatistikçi Robin Williams, o esnada alt güvertede dinleniyordu.
"BİR ŞEYE ÇARPTIM VE BABAM BENİ ÖLDÜRECEK"
Ancak bu sakin dakikalar fazla uzun sürmeyecekti. Bir anda kulakları sağır edecek bir çarpışma sesi duyuldu. Sandy'nin elindeki kahve fincanı havaya fırladı. Bir eliyle hâlâ dümeni tutmakta olan Sandy, ayakta kalmayı başarsa da Douglas kendini yerde buldu.
Sandy, "Aman Tanrım, bir şeye çarptım ve şimdi babam beni öldürecek" diye geçirmişti içinden. Ancak aslında durum tam tersiydi. Bir şeyler onlara çarpmıştı; hem de üç kez...
Arkasına döndüğünde okyanusta yüzmekte olan katil balina sürüsünü fark eden Sandy, "Babamı çağırmak için makine dairesine baktığımda suyu görebiliyordum" dedi.
Lucette, orkaların saldırısına uğramıştı. Geminin arka tarafındaki kamarada ve baş tarafında tuvaletin bulunduğu kamarada delikler açılmıştı. Teknedeki herkes, batmakta olduklarını dehşet verici bir açıklıkla birkaç saniye içinde fark etti.
Sonraki 38 gün, Sandy ve ailesi için tam bir hayatta kalma mücadelesi oldu. Aradan yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen bugün halen önemli dersler içeren bu 38 gün, insan ruhunun yenilmezliğinin en harika göstergelerinden biri kabul ediliyor.
VARI YOĞU SATIP TEKNE ALDILAR
Aslına bakılırsa Sandy ve ailesi için her şey dört yıl önce başladı. Takvimler 1968 yılını gösterirken, Robertson'lar Staffordshire'da bulunan evlerinde oturup katıldığı yat yarışında Sör Robin Knox-Johnson'ı takip ediyordu. Bu yarış Sandy ve ailesine denize açılmak için gerekli ilhamı sağladı.
Dougal, daha önce donanmada görev yapmış ciddi bir çiftçiydi. Eşi Lyn ise ebelik yapıyordu. 1951'de evlenen çiftin dört çocuğu vardı. Ancak hayatları çok da kolay değildi. Hiç durmadan dünyayı dolaşan Sör Robin'i izlerken, Meerbrook'taki çiftliklerinden elde ettikleri gelirle kıt kanaat yaşamaktan bıktıklarını fark etti Dougal ve Lyn. Sonraki iki sene içinde ellerinde avuçlarında ne varsa satıp tüm paralarıyla 19 tonluk 50 yaşında bir gulet olan Lucette'i aldılar.
27 Ocak 1971'd hayatlarının yolculuğu için Falmouth Limanı'ndan demir aldıklarında hayalleri nihayet gerçek olmuştu. Kızları Anne 18, oğulları Douglas 17, ikizler Sandy ve Neil ise 11 yaşındaydı. Ailede hiç kimsenin yelkenli tekne idaresi konusunda tecrübesi yoktu.
Sandy, "Altı ay boyunca Falmouth'da teknede yaşadık ve hazırlık yaptık. Bu esnada babam bir kere bile yelken açıp da bizi denize çıkarmadı" dedi.
Öte yandan hazırlık sürecini fazlasıyla ciddiye alan Robertson ailesi üyeleri, yolculuk sırasında apandisit nedeniyle sorun yaşama ihtimaline karşı apandislerini bile aldırmıştı.
İLK GÜNLER OLDUKÇA KEYİFLİ GEÇİYORDU
Lizbon'a yapacakları 820 millik yolculuğun ilk ayağında Lucette güçlü rüzgârların etkisi altında kalınca Lyn, Anne ve ikizler deniz tutması nedeniyle kıpırdayamaz oldu. Ancak 11 günlük yolculuğun ardından Portekiz'e vardıklarında hepsi duruma alışmış teknede yaşamanın inceliklerini çoktan keşfetmişti.
Sonraki altı ay boyunca Lizbon'dan Kanarya Adaları'na ardından Karayipler'e limandan limana yolculuklar yaptılar. Bahamalar'a vardıklarında Anne genç bir adamla tanıştı ve âşık oldu. Bu genç adam da bir süreliğine Robertson'lara katıldı. Ancak birkaç durak sonra çift Nassau'ya dönmeye karar verirken ailenin geri kalanı yolculuğa devam etti.
Temmuz 1971'de Robertson'lar Miami'ye ulaştı. Burada tesadüfen tanıştıkları bir aile, Robertson'lara bir cankurtaran salı hediye etti. Dougal ayrıca bir okuldan 3 metrelik bir fiberglas bot satın aldı. Bu bota Lyn'in kardeşleri Edna ve Mary'e ithafla Ednamair adını verdiler.
Bahamalar'a yaptıkları kısa bir yolculuğun ardından, ekip Ocak 1972'de Miami'den ayrılıp Jamaika aracılığıyla Panama'ya doğru yola çıktı. Mart sonunda Colon'a vardıkran sonra Dougal, Ednamair'i yelkenli bir bota dönüştürmek için çalışmalara başladı. Birlikte seyahat ettikleri Gallerli istatistikçi Robin'le de burada tanıştılar.
Robin de tıpkı Robertson'lar gibi yelkenli yolculuklarının acemisiydi. Sırt çantasıyla dünyayı geziyor, özellikle Yeni Zelanda'ya gitmek istiyordu. Robertson'ların planlarını duyduktan sonra ikizlere matematik dersi verme karşılığında ekibe katılma ricasında bulunan Robin'e Dougal ve Lyn memnuniyetle 'evet' dedi.
KULAKLARI SAĞIR EDECEK BİR ÇATIRTI DUYULDU
Mayıs ortasında yeniden yola çıkan ekip 1 Haziran 1972 günü Galapagos Adaları'na ulaştı. Bu volkanik takım adaların doğası, 137 yıl önce Charles Darwin'i büyülediği gibi Robertson'ları da büyüledi.
Tabii sonraki altı hafta boyunca bir daha karaya ayak basamayacaklarından habersizlerdi.
Sandy, 13 Haziran 1972 günü Galapagos'tan demir aldıklarında teknede "her şeyin tıkır tıkır çalıştığını" söyledi. Ancak iki gün sonra felâket kapılarını çaldı; üç orka Lucette'e saldırdı.
Büyük bir şans eseri, Dougal saldırıdan sadece birkaç dakika önce başarısız bir balık tutma girişimini sonlandırmıştı. Teknede kurallara uyulması konusunda çok ısrarcı olan Dougal, normalde çocuklara hep işleri bitince oltayı dolaba kaldırmalarını öğütlerdi. Ancak bu kez oltayı kaldırmamış, ortalıkta bırakmışlardı.
Sandy, "Saat 9.55'ti ve biri bana bir fincan kahve getirmişti. Ardından aniden kulakları sağır edecek bir çatırtı duyuldu ve kahve fincanı havaya uçtu. Douglas, 'Balinalar! Balinalar!' diye bağırıyordu" sözleriyle anlattı felâket anını.
KUCAĞINDA SOĞANLARLA DENİZE ATLADI
Lucette hızla su alıyor, Douglas orkaların açtığı deliklerden birini bir yastıkla tıkamaya çalışıyordu. Ancak çabalarının fayda sağlamayacağını fark edince gemiyi terk etme komutu verip birbirlerine bağlı olan şişme botla Ednamair'i çözmeye başladı.
İki dakika içinde Robertson'lar ve Robin toplayabildikleri her şeyi kucaklarına alıp tekneden denize atladı.
Sandy, "Annem bir torba dolusu kuru soğan tutuşturmuştu elime. Tekneden atlayıp soğanları göğsümde tutarak sırt üstü suya indim" dedi.
Panik içindeki ekip birer birer cankurtaran salına biniyordu. Hepsinin ayakları çıplaktı; üstlerine birer şort ve tişört geçirmişlerdi. Kendilerini toparladıklarında Lucette'i terk etmeden önce yanlarına aldıklarını gözden geçirdiler: Lyn'in dikiş seti, Sandy'nin taşıdığı, 10 adet portakal, 6 adet limon ve dolaba kaldırmayıp ortalıkta bıraktıkları olta.
2'ye 2,5 metre büyüklüğündeki cankurtaran salında 10 kişiye bir gün boyunca yetecek kadar yiyecek ve su, işaret fişekleri ve sağlam bir bıçak da içeren bir hayatta kalma çantası vardı.
Sandy, "Lucette'in direğinin suyun altında kaybolduğunu gördüm. Ardından Neil ağlamaya başladı. Annem onu teselli etmeye çalışırken, 'Cankurtaran salında olduğumuz için ağlamıyorum. Lucette'i kaybettiğimiz için ağlıyorum' diyordu" diye konuştu.
İÇME SUYU İÇİN YAĞMURA İHTİYAÇLARI VARDI
Hayatta kalma mücadelesinden önce aile içi tartışmalar başladı. Ufukta yardım edebilecek kimse görünmüyordu, haritaları ve pusulaları yoktu, hiç kimse durumdan haberdar değildi.
Sandy, "Herkes birbirini suçluyordu. Annem, babama bizi riske attığı için kızıyordu. Douglas, ikisine de çenelerini kapatmalarını ve işimize bakmamızı söyledi" ifadelerini kullandı.
Harekete geçen Dougal, ailesine hep birlikte sağ salim karaya çıkacaklarının sözünü verdi. Planı kuzeye, Ekvator civarında bulunan sakin bölgelere doğru gitmekti. Zira kuzeydoğu ve güneydoğu rüzgârlarının birleştiği ve neredeyse sürekli yağmur yağan bu bölgede içme suyu biriktirmeleri çok daha kolay olacaktı.
Ancak sakin bölgelere erişmek için 2 haftadan fazla yolculuk yapmaları gerekiyordu. Bu da salda topladıkları az miktardaki yağmur suyuyla idare etmek zorunda oldukları anlamına geliyordu. Bir noktada suları o kadar azalmıştı ki günde bir ağız dolusu suyla yetiniyorlardı.
Yiyecek depoları da hızla boşalıyordu. Altı gün sonra glikoz şekerlerinin ve yüksek proteinli bisküvilerinin neredeyse tamamı tükenmişti. Sandy, "Bisküvilerin hepsini tek seferde yiyip sonraki üç saatte ağzıma geri çıkarıyor, sonra hiçbir şey kalmayana dek yeniden yiyordum" dedi.
Lucette'i, terk ettikten bir hafta kadar sonra 1 mil uzaktan geçen kargo gemisi ilk umutları oldu. Ne var ki Dougal işaret fişeklerini yaksa da gemidekiler onları fark etmeden geçip gitti.
"BİR YUDUM ALIP KAVANOZU ELDEN ELE DOLAŞTIRIYORDUK"
Aynı gün ilk kaplumbağalarını avlamayı başardılar. Birkaç gün önce yine bir kaplumbağa avlamaya çalışmış ancak tırnaklarıyla az daha salı parçalayan hayvanı denize geri göndermek zorunda kalmışlardı.
Kaplumbağanın neredeyse tüm parçalarını yediklerini söyleyen Sandy, "Babam kanı bir kavanoza akıttı. Bir yudum alıp kavanozu elden ele dolaştırıyorduk. Sona kaldıysanız kanın serumu ayrıştığından parmağınızı içine sokup karıştırmanız gerekiyordu. Gözlerini de ağzımıza atar saatlerce çevirirdik. Nihayet zar eridiğinde gözler patlardı. Tuzlu bir tadı vardı" diye konuştu.
Lucette'ten aldıkları tüm yiyecekleri de tüketmişlerdi. Portakalların çekirdekleri, soğanların kabukları... Hiçbir şeyi israf etmiyorlardı. Sandy, "Şu an ne zaman bir portakal ya da soğan yesem kendimi o cankurtaran salında hissederim" ifadelerini kullandı.
Lyn, diğerlerini rahat ettirmek için uğraşıyor, yelken parçalarından yatak yapıyor, geceleri buz gibi soğukta üşümemeleri için derilerine kaplumbağa yağı sürüyordu. Ancak ne yaparsa yapsın, durum gittikçe kötüleşiyordu. Teknenin dibinde oluşan tuzlu su, insan dışkısı ve kaplumbağanın iç organlarını içeren birikinti nedeniyle hepsinin vücutlarında çıbanlar çıkmaya başlamıştı.
Bir keresinde Lyn, vücutlarının susuz kalmasını önlemek için herkese lavman yapmak zorunda kaldı. Robin bu müdahaleyi kabul etmese de Dougal, ikizler ve Douglas, hayatta kalmaları için tedavinin gerekli olduğunun farkındaydı. Ancak lavman sonucu salın içindeki insan dışkısı miktarını artması, yaşam koşullarını daha da iğrenç hale getirmişti.
SAATLERCE YEMEK KONUŞUYORLARDI
15'inci günde nihayet Ekvator yakınlarındaki sakin bölgelere ulaştılar. Ancak 48 saat içinde yeni bir sorun baş gösterdi. Salın dikişleri aşınmaya ve su almaya başlamıştı. Su seviyesinin göğüslerine kadar yükseldiğini söyleyen Sandy, "Uykuya dalıyordunuz, kafanız suya çarpıyordu ve uyanıyordunuz" dedi.
Salın dışındaki durum da endişe vericiydi. Avladıkları küçük balıklar, büyük balıkları ve köpekbalıklarını da oraya çekiyordu. Köpekbalıkları etraflarında dolanıp ara sıra salı ittiriyordu.
Bu noktada cankurtaran salını terk edip Ednamair'e geçmeye karar verdiler ve hayatta kalma stratejilerini bir kez daha duruma uydurdular. Yakaladıkları balıkları direğe asıp kurutuyor, bu sayede daha dayanıklı olmalarını sağlıyorlardı.
Sandy, "Teknede yediğimiz en güzel şeylerden biri daha büyük bir balığın karnından çıkan bir kırlangıç balığıydı. Marine edilmiş gibi bir tadı vardı ve tüm pulları dökülmüştü. En lezzetli et de yeşermiş, çürümeye yakın olanlardı. Yumuşak ve lezzetli oluyordu" dedi.
Sık sık balık avlayıp yemelerine karşın hızla kilo veriyorlardı. Saatlerce yemek konuşuyor, birbirlerine karaya ayak bastıklarında ne yemeyi hayal ettiklerini anlatıyorlardı.
Sandy, "Benimki biftek, yumurta, patates kızartması ve kolaydı. Bir de 'Dougal'ın Yeri' diye bir kafe uydurmuştuk. Sırayla menü icat ediyorduk" ifadelerini kullandı. Vakit geçirmek oynadıkları birçok başka oyun vardı.
Lucette'in batışının 20'nci günü olan 4 Temmuz'da Lyn'in doğum gününü kaplumbağa eti ve kurutulmuş mahi-mahi balığıyla kutladılar.
VÜCUTLARINI YARALAR KAPLAMIŞTI
Neşeleri genel olarak yerinde olsa da lojistik sorunlar kaçınılmazdı. Altı kişinin 3 metrelik bir tekneye sığması için sürekli kucak kucağa oturmaları gerekiyordu. Dahası tekne suyun üzerinden sadece 10 santimetre yukarıda olduğu için tekneyi batırma tehlikeleri olduğundan tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için denize atlayamıyorlardı. Sandy, "Tuvaletimizi olduğumuz yerde yapmak zorunda kalıyorduk ve herkesin üstüne bulaşıyordu" dedi.
Uykusuzluk durumu daha da kötüleştiriyordu. Geceleri çok soğuk olduğundan sırayla ortadaki tahtaya oturup ısınmaya çalıştıklarını belirten Sandy, denizde zatürre kaptığını söyledi.
Ölüm ihtimalini de ara sıra konuşuyorlardı. Lyn, Sandy'e "Sen ölürsen ben de denize atlar, seninle birlikte ölürüm" demişti. Vücutlarındaki çıbanlar ve yaralar çok acı vericiydi. Deniz suyundaki tuz da yaralarını daha da acı verici hale getiriyordu.
28'inci günde 6 metreye yükselen dalgalar, Ednamair'e sık sık alabora tehlikesi yaşatıyordu. Bu nedenle kuzeybatıya doğru ilerlemeye devam etme kararı aldılar ve Douglas'ın yıldızlara bakarak yaptığı yorumlara göre, iki gün içinde Ekvator'u aşıp Kuzey Yarımküre'ye ulaştılar.
KÖPEKBALIKLARI ETRAFLARINDA DOLANIYORDU
Burada deniz en azından birkaç günlüğüne daha sakindi. Ama tüm tehlikeler atlatılmış değildi.
Sandy, "Bir gün elimi denize uzatmış suyla oynarken, beyaz uçlu bir köpekbalığı yüzgeci yüzeye çıktı. Muhtemelen günlerdir peşimizden geliyor ve suya attığımız kaplumbağa kabuklarıyla ve diğer atıklarla besleniyordu. Teknemizden daha büyüktü. Eğer bize çarpsaydı kesinlikle alabora olurduk" diye konuştu.
Orkaların Lucette'i sulara gömmesinden 38 gün sonra 23 Temmuz 1972 günü tünelin ucundaki ışık göründü.
Ufukta bir gemi olduğunu fark eden Dougal hemen işaret fişeklerini istedi. Sandy, "Babam ilkini ateşleyip bekledi ama bir şey olmadı. İkinci fişek zaten yanmadı. Ardından üçüncü fişeği yakıp teknenin ortasında ayağa kalkan babam yelkeni ateşe verdi. Parmaklarının ucu yanana kadar o fişeği elinden bırakmadı" ifadelerini kullandı.
Dougal'ın gördüğü gemi, Toka Maru II isimli Japonya bandıralı bir balıkçı gemisiydi. Panama Kanalı'na doğru yol alan Toka Maru II'nin gözcüsü, Dougal'ın yaktığı işaret fişeğinin bıraktığı kırmızı izi fark etti.
Sandy, "Yanımıza yaklaştılar ama İngilizce bilmiyorlardı" dedi. Ednamair'in etrafı köpekbalıklarıyla çevrili olduğundan hızlı hareket etmeleri gerekiyordu. Hemen suya bir ip merdiven sarkıttılar. Önce Sandy'yle ikizini ardından da ekibin geri kalanını gemiye çektiler.
Sandy, "Merdiveni tırmandıktan sonra Neil'ın yerde yattığını gördüm. Sorununun ne olduğunu merak ettim. Ama ayağa kalkmaya çalıştığımda ben de yere yıkıldım. Bileklerimiz o kadar zayıflamıştı ki ayağa kalkamıyorduk" ifadelerini kullandı.
EDNAMAIR'İ DE KURTARDILAR
Hepsi gemiye çıktıktan sonra Dougal'ın ricası üzerine Toka Maru II'nin mürettebatı Ednamair'i de gemiye çıkardı. Tekne şu an Cornwall'un Falmouth şehrinde bulunan Ulusal Denizcilik Müzesi'nde sergileniyor.
Ekmek, tereyağı ve şekersiz kahveden oluşan ufak bir yemekten sonra, Japon gemiciler ekibi duşlara gönderdi. Sandy, "Tabiri caizse bir yüzen mezbahadan çıkmıştık. Her tarafımız yaralarla, çıbanlarla ve dışkıyla kaplıydı. Parmaklarımızın derileri soyuluyordu. Nasıl koktuğumuza dair en ufak bir fikrim bile yoktu" ifadelerini kullandı.
Ardından Robertson'lara ve Robin'e biraz sushi ve noodle ikram edildi. Sandy, "Yediğimi yutup çıkardıktan sonra yeniden yutmaya devam ettiğimi hatırlıyorum. Babam ne yaptığımı sordu. Bunu yaptığımı daha önce fark etmemişti" dedi.
Japonlar tarafından kurtarıldıklarında Sandy ve ailesi Kosta Rika'nın 300 mil batısında sürükleniyorlardı. Cankurtaran salı ve botla toplam 750 mil yol yapmışlardı.
Toka Maru, ekibi Panama City'e götürdü. Burada dünya basını kazazedeleri bekliyordu. Nihayet 27 Temmuz 1972'de karaya ayak bastılar. Robin ve Robertson'lar sağlık görevlileri tarafından hemen muayene edildi. Beyaz balgam tüküren Sandy'ye akciğer enfeksiyonu teşhisi kondu ve hemen antibiyotik tedavisine başlandı. Üstelik en fazla veren 13 kilo olmak üzere hepsi epey kilo kaybetmişti.
YENİDEN DÜZEN KURMAKTA ZORLANDILAR
Ekip Panama'da 1 ay dinlendikten sonra MV Port Auckland gemisiyle İngiltere'ye doğru yola çıktı. Sandy, "Liverpool'daki evimize dönebilmek için devletten kredi almamız gerekti" diye konuştu.
Liverpool'da Anne onları bekliyordu. Ancak normal hayata ayak uydurma hiç kolay olmayacaktı. Sandy, özellikle sıkıcı matematik derslerinde ve dakikası dakikasına planlanmış çay saatlerinde, Pasifik'te olmayı dilediğini belirterek, "Okuldaki ilk günümde sala dönmek istedim. Korkunçtu. Pasifik'in ortasındayken şikâyet edeceğim hiçbir şey yoktu" ifadelerini kullandı.
Bugünden geriye baktığında, Japon gemisi gelmese bile babalarının kararlılığı sayesinde kurtulacaklarına inandığını söyleyen Sandy, İngiltere'ye döndükten sonra düzen kurmakta bocaladıklarını, bir dönem kuzenleriyle, ardından bir otelde, bir karavanda ve sonrasında kiraladıkları bir yerde kaldıklarını anlattı.
Bu durum Lyn ve Dougal'ın evliliğine zarar verdi. Sandy, "Babam Yunanistan'a taşınıp 'Survive the Savage Sea' kitabını yazdı. Okul tatillerinde onun yanına gidiyorduk. Babam daha sonra Fransa'ya yerleşti" dedi.
Ancak ilerleyen dönemde Dougal ölümcül hastalığa yakalanınca, Lyn yeniden eşinin yanına taşındı. 1991'de hayatını kaybedene kadar Dougal'ın yanından ayrılmayan Lyn de 7 yıl sonra hayatını kaybetti ve eşinin yanına defnedildi.
"HERKESİN İÇİNDE BİR SAVAŞÇI VAR"
Sandy, okullarını bitirip makine mühendisi oldu. İlerleyen yıllarda da yelkenliyle denize açılmaya devam eden Sandy, kendi çocuklarına da aynı zevki aşıladı.
Erkek kardeşleriyle ve Robin'le de halen yakın olduklarını ifade eden Sandy, kendilerini kurtaran geminin kaptanıyla tanışmak için Japonya'ya gittiğini belirtti ve ekledi: "Mürettebatın bir kısmıyla da tanıştım. Çok duygusal ve tatmin edici bir yolculuktu."
Yarım asır önce yaşadığı tecrübelerin o günden bu yana kendisini şekillendirdiğini de sözlerine ekleyen Sandy, "Bu sayede direnç ve öz yeterlilik hissim gelişti. Herkesin içinde bir savaşçı var. İnsan bir avcıdır. İçinizde hayatta kalmak için bir dürtü vardır. Şu an benim yaklaşımım yap ya da öl. Zaten karada durum ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın en kötü şeyler hep denizde olur" ifadelerini kullandı.
The Telegraph'ın "I survived on turtle blood for 38 days in the Pacific Ocean after killer whales sank our boat" başlıklı haberinden derlenmiştir.