Kadın sivil toplum kuruluşlarını da teyakkuza geçiren konu üzerinde henüz bir uzlaşıya varılabilmiş değil. 26 yıldır kadın ve toplum üzerine çalışmalar yapan Hazar Derneği olarak, toplumun kültürel ve sosyolojik kodlarını hesaba katarak hazırladığımız nafaka raporu, 21 sivil toplum örgütü tarafından desteklenmektedir.
Sosyolojik, psikolojik ve hukuki arka planıyla; sivil toplum kuruluşu temsilcileri, hukukçular, milletvekilleri, sosyal hizmet uzmanlarının görüşlerine başvurarak hazırlanan raporda kadının ailede ve toplumda birey olarak pozisyonuna ve ekonomik güçsüzlüğüne dikkat çekiliyor.
Yasa değişikliği tartışmalarında dillendirilen boşanma sonrası kadının çalışması ve ayakları üzerinde durması önerisinin, evlilik süresince aynı tonda dillendirilmemesi kadın meselelerindeki ikircikli tutumun bir göstergesi olarak ifşa ediliyor.
Gerek pozitif hukukta gerekse devlet politikalarında, kadına pozitif ayrımcılık ilkesinin toplum için bir kazanım olduğunu, kadının dezavantajlı durumu düzeltilmeden bir yasa değişikliğine gidilmesinin doğru olmadığı ifade ediliyor.Bu umdeler ışığında Hazar Derneği olarak, yasanın değiştirilmesini doğru ve hakkaniyetli bulmadığımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz.
İŞTE HAZAR DERNEĞİ'NİN HAZIRLADIĞI RAPORUN TAM METNi:
Süresiz yoksulluk nafakasının oluşturduğu iddia edilen mağduriyetler uzun zamandır kamuoyunun gündemindedir. Özellikle sosyal medya ve yazılı basında bu mağduriyetlere dair oldukça fazla hikayeyle karşılaşmaktayız. Somut hikayeler özelinde bakıldığında, yargı kararlarını rızayla karşılamayan bir kitle olduğu görülmektedir. Süresiz yoksulluk nafakası uygulamasından kaynaklı mağduriyet iddiası yanında bir diğer sıkıntı ise bu uygulamanın nafaka alacaklısını kayıt dışı çalışma ve evliliğe ittiği iddiasıdır. Meclis boşanma komisyonunun raporu bunu doğrulamaktadır. Bu yönüyle mesele yasama ve yürütme açısından da kritik bir çizgiye gelmiştir. Kayıt dışılık ve mağduriyetlerin yasadan mı yoksa yargısal süreçlerden mi kaynaklandığını açığa kavuşturmak üzere çeşitli platformlarda mesele değerlendirilmeye alınmıştır. Bu iki sorun neticesinde yürürlükteki yasanın değişmesi gündeme gelmiştir. Konu çözüme kavuşturulmak üzere hükümetin yüz günlük eylem planına alınmıştır. Hazar Derneği olarak kadın meselelerinde edindiğimiz yılların tecrübesiyle sosyal duyarlılık ve adalet perspektifinden meseleyi ele alıyoruz. Başta Bakanlığın Süresiz Yoksulluk Nafaka Sistemi toplantısı olmak üzere çeşitli toplantılara katıldık. Araştırma sonuçları ve vaka analizlerini değerlendirdiğimiz toplantılar ve çalıştaylar düzenledik. Hukuki, sosyolojik, toplumsal cinsiyet ve insan merkezli yaklaşımlarla konuya çok yönlü bakmaya gayret ettik. Eşitlik ilkesi ve kadına pozitif ayrımcılık kriterlerini özellikle dikkate aldık. Adalet terazisini işletirken toplumun gerçeklerini göz önünde bulundurmanın önemine binaen kadın yoksulluğunun toplumun bir gerçeği olduğunu göz önünde bulundurduk. Gerek pozitif hukukta gerekse devlet politikalarında, kadına pozitif ayrımcılık ilkesinin toplum için bir kazanım olduğunu yadsımadan meseleyi değerlendiriyoruz. Yasa değişikliği talepleri etrafında gerçekleşen tartışmalar ve çözüm önerileri bahsi geçen prensiplerimiz doğrultusunda raporda ifade edilecektir.
YOKSULLUK NAFAKASININ HUKUKTAKİ YERİ
4721 sayılı kanunun 175. Maddesinde açıkça ifade edildiği üzere süresiz yoksulluk nafakası tazminat değildir. Eşit kusur ya da az kusur halinde talep edilebilmesinden anlaşıldığı üzere öğreti de bu nafaka biçimini dayanışma ve yardımlaşma olarak görmektedir. Kanunda cinsiyet ifade edilmemiştir. Ancak toplumsal özelliklerimizden dolayı yoksulluk nafakası çoğunlukla kadına ödenir. Yoksulluk nafakası, evlilik yoluyla kurulan güven bağını evlilik sonrasına taşıyan bir yardımlaşma mekanizması olarak görülebilir. Tazminattan farkı nedeniyle yükümlünün daha fazla kusurlu olması aranmaz.
SÜRESİZ YOKSULLUK NAFAKASININ TOPTAN VE İRAT İLE ÖDENMESİ YOLLARI
Her vakanın kendi özelinde değerlendirilmesi gerçeğinden yola çıkarak hakimlerin boşanma davalarında geliştirdikleri farklı yöntemler, ara formüller olduğu görülmüştür. Madde 176’da geçen “toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir” lafzı, hakimlerin süresiz yoksulluk nafakasını zaman-zaman toptan ödemeye hükmetmelerine imkan tanımaktadır. Vaka özelinde temiz ayrılık ilkesince ve tarafların rızasına uygun olarak kanun maddesi, bir çeşit süreli uygulamaya imkan tanımaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere “süresiz” ibaresi mutlak bir süresizlik anlamına gelmemektedir. İrat yolu ile yoksulluk nafakası bağlamanın kadın yoksulluğuna destek vermek açısından önemi yadsınamaz.
Ancak hakimlerin mağduriyet oluşturabilecek vakalarda evlilik bağını tamamen kesmek niyetiyle, öngörülü davranıp toptan nafaka hükmetme imkanları bulunmaktadır. Nafakaya toptan hükmetmek ekonomik refahın olduğu durumlarda sorun teşkil etmemektedir. Yalnız ekonomik imkansızlıklarda parayı denkleştirmenin zorluğundan bahsedilmektedir. Evlilik söz konusu olduğunda gösterilen dayanışma gayreti toplumumuzda hala canlıdır. Ama maalesef boşanma esnasında toplumsal dayanışma mekanizmalarının işlemeyişi, sonuçta çoğunlukla nafaka talebinde bulunan kadını olumsuz etkilemektedir. Bu destek mekanizmalarının da gerektiğinde işleyebileceği hakimlerce göz önünde bulundurulmalıdır.
Borçlanma veya akraba desteği gibi imkanlar hesaba katılmalıdır. Hakimin mesleki tecrübesi, yasayı adalete hizmet edecek şekilde uygulama nosyonu, imkan alanı oluşturma kabiliyeti kıymetlidir. Belki de bu, hukukun yargıda tecellisinin en önde gelen unsurudur.
KANUN DEĞİŞİKLİĞİ Mİ İÇTİHAT DEĞİŞİKLİĞİ Mİ?
Hakimlerin boşanma davalarında yasanın imkan sınırları içerisinde evlilik süresini,
çocuk sayısını, tarafların yaşını, kısıtlılıklarını ve imkanlarını değerlendirdikleri görülmektedir. Yoksulluk nafakası yasasının değişmesi üzerine süren tartışmalarda yargı mensuplarının bilgi ve tecrübe birikimlerinden faydalanmak son derece önemlidir. Yargı mensuplarıyla yapılan görüşmeler ve çalıştaylar neticesinde ortaya konulmuştur ki; avukat ve hakimlerin adaleti tahakkuk ettirme yolundaki gayretleri her şeyin üstünde önem taşımaktadır.
Marazi güdülerle evlilik sonrasını karşı tarafa bir yük olarak yaşatma peşinde olanların istismarına yasa kurban edilmemelidir. Düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmuş, mahkeme başvuruyu bir aykırılık olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinden de anlaşılacağı üzere madde 176’nın imkan verdiği üzere yoksulluk nafakası iki tarafın da koşullarına göre değişebilmektedir. Bu durumda kanun, anayasanın adalet ve insan hakları ilkesine karşı bir ihlal oluşturmamaktadır.1 AYM’nin bu kararı nafakanın süreli tayinine engel değildir. Mahkeme sadece yasanın anayasaya aykırı olmadığını söylemiştir. Bir boşanma davasında dört yılla sınırlandırılmış yoksulluk nafakası kararını Yargıtay kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle bozmuştur. Yargıtay’ın bu kararının içtihat oluşturması bir talihsizliktir.
Yasa süresiz yoksulluk nafakasının süreli hükmedilmesine de müsaittir.2 Kanunun anayasaya aykırı olmadığı gerçeği bir tarafa, üst derece mahkemelerine giden bozma taleplerinin toptancı ve ezberci bir yaklaşımla geri çevrilmesi asıl sorunu oluşturmaktadır. Yargıtay’ın esas değil usul denetimi yapması gerekliliğiyle, vakanın özelini yargılamayı yapan ve tarafların şartlarını daha iyi görebilecek İlk Derece Mahkemelerine bırakmaları adalete daha uygundur. Yukarıda bahsi geçtiği üzere ilk yargılamayı yapan hakimin yetkinliği ve özgüveni, içtihadın adaletten yana gelişmesine imkan verecektir. Kanun maddeleri, boşanma sürecinin ve tarafların şartlarına göre farklı kararların çıkmasına imkan tanımaktadır. Nafaka alacaklısının ve yükümlüsünün şartlarına göre yasa, süreli olarak da hükmetmeye uygundur. Bu yönde bir içtihat gelişmesinde yasa engel değildir. Ayrıca herhangi bir kanun maddesi değişikliğinde ne gibi yeni sorunlar doğacağını kestirmek de mümkün değildir. Her değişiklik yeni riskler taşımaktadır.
MAĞDURİYETLER ÜZERİNE
Süresiz yoksulluk nafakasının oluşturduğu iddia edilen mağduriyetlerle ilgili bir saha araştırmasının olmadığı, mağduriyet iddiasında bulunan bireylerin kişisel hikayelerinden yola çıkarak yıllar içerisinde olgunlaşmış bir yasanın değişikliği için yeterince güçlü bir gerekçe ortaya konulmadığı görülmüştür. Kaldırılması talep edilen “süresiz” ibaresi sadece kısa süren evliliklerdeki boşanmayı değil uzun süren evliliklerdeki boşanmayı da ilgilendirmektedir. Süresiz yoksulluk nafakası, evlilik bağıyla bağlanmış ve bütün yatırımını evlilik üzerine yapmış bir kişinin evliliğin bitmesi neticesinde düşeceği yoksulluğun bir güvencesi olarak yasaya girmiştir. Süresiz yoksulluk nafakası talebinden kişiyi mahrum bırakmanın ne gibi olası mağduriyetler doğuracağı öngörülememektedir.
KADIN YOKSULLUĞU
Yoksulluk nafakası tayini, nafaka yükümlüsünün maddi gücünün iyi olduğu durumlarda değil, özellikle yükümlünün de yoksul olduğu durumlarda zorlaşmaktadır. Boşanma sonucunda yükümlü tarafın iaşesini hesaba katarak yoksulluğa düşecek tarafa bir nafaka tayininde bulunmak oldukça güçleşmektedir. Adalet mekanizması paylaşımı adil yapmayı esas alır. Yoksulluğu ortadan kaldırmak maalesef yargının elinde değildir. Nafaka yükümlüsünün geliri üzerinden diğer tarafa bir pay tayin etmek, yoksulluk hallerinde oldukça güç olsa da yoksulluğa düşen tarafın şartları çok daha hazin olmaktadır. Süresiz yoksulluk nafakasını talep eden taraf, çoğunlukla hiçbir geliri ve mesleki deneyimi olmayan kadındır. Evlilik öncesi ve evlilik süresince yoksulluğu yöneten ve taşıyan kadın evliliğin sona ermesiyle daha da yoksullaşmaktadır. İçe içe geçen yoksullukla mücadele eden kadının durumu bütün sosyal araştırma verileriyle ortadadır.
Nafakasını zamanında alamayan ya da hiç alamayan kadın sayısı oldukça fazladır. Hatta boşanma ve mirasta mal kaçırma vakaları çoğunlukla kadın aleyhine gerçekleşmektedir. Bu örnekler maalesef kadın yoksulluğunu yeniden üreten bir mekanizmanın varlığını göstermektedir. Yasanın amacı kadının geçimini eş-altsoy-üstsoy bağlarına bağlamak değildir. Kadının evlilik içindeki sosyolojik pozisyonundan kaynaklı kötü şartları “süresiz olarak nafaka isteyebilir” lafzıyla iyileştirme imkanı sunmaktır.
TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ VE EVLİLİK
Yoksulluk nafakasına üst sınır getirilmesi savını öne sürenler, kadının çalışma hayatına katılımının gerekliliğinden bahsetmektedirler. Toplumsal cinsiyet rollerini hesaba katarak meseleye yaklaştığımızda, koşulların eşit olmadığı yerde eşit muamelenin adalet getirmeyeceğini söyleyebiliriz. Çalışma hayatından senelerce uzak kalmış ya da hiç çalışma hayatına katılmamış bir kadının evlilik sonrası kendini yoksulluktan koruyacak bir düzene geçmesinin zorluğu inkar edilemez. Evlilik kurumunun güvencesiyle emek ve mesaisini ev işleri, hastalıklar, çocuk bakımı, akraba-komşu ve diğer bir çok sosyal ilişki ağında sarf eden kadın; karşılığı tayin edilemeyen ve hakkı teslim edilmeyen bu emek gücünün takdirini kimden bekleyecektir?
Çoğunlukla nafaka talebinde bulunan kadın, toplum dinamikleri düşünüldüğünde iş dünyasında her zaman dezavantajlıdır. Bir kurumda kadro hakkı önceliği evi geçindirdiği gerekçesiyle çoğunlukla erkeğe verilmektedir. Tayin-atama durumlarında çoğunlukla kadın kocasının şartlarına uyum sağlamaktadır. Süresiz yoksulluk nafakası, boşanmadan kaynaklı yoksulluğa düşen kişinin evlilik süresince o ailenin geçimini sağlamış olan kaynaktan durumu düzelene kadar pay almaya devam etmesidir. Geleceğini garantilemek üzere kadını evliliğe iten sosyal gerçeklikten bağımsız bir şekilde evlilik sonrasını değerlendiremeyiz. Boşanma esnasında hakim, kadının tekrar evlenme olasılığına göre değerlendirme yapmak durumunda kalmaktadır.
Kadını evlilik içerisinde değerlendiren bu sosyolojik gerçeklikler, nafakanın süresi söz konusu olduğunda yok sayılmaktadır. Zihinlerdeki bu ikircikli yaklaşım sona ererse ancak meselelere daha sarih bir gözle bakabiliriz. Ayrıca boşanmış kadına biçilen toplumsal kimlik dayatmalarını da hesaba katmak gerekir. Kadının boşanma sürecinde ve sonucunda aldığı hasar erkeğin aldığı hasara oranla çok daha fazladır. Ayrıca boşanma sonrası iş bulma ve ikinci bir evlilik yapma olasılığı da erkeğe göre daha azdır. Meseleyi sosyolojik dinamiklerden bağımsız değerlendiremeyiz. Kadının boşanma sonrası ayakları üzerinde durabildiğini, kendi geçimini sağlayabildiğini görmek toplum olarak idealimiz olabilir. Ancak gerçekler bu idealle uyuşmamaktadır.
Kadını, evlilik öncesi ve evlilik süresince çalışma hayatından geri tutan ya da ikincil pozisyonda konumlandıran bir sosyolojide sadece boşanma sonrası kadının ayakları üzerinde durmasına destek veren bir zihniyetin “kadının güçlendirilmesi” mefhumunu doğru kavradığı söylenemez. Kadının becerileri, arzuları ya da maddi-manevi ihtiyaçları yönünde çalışmayı irade etmesi elbette olumludur. Kaldı ki boşanmayı kolaylaştırmak için kadını çalışmaya itmek insan merkezli bir yaklaşım değildir. Bu, erkeği önceleyen bir bakış açısıdır.
Kanun metni ve üst politikalar sosyolojik dinamikler ve anlamlı hedeflerle uyumlu geliştirilmiş uzun vadeli değersel stratejiler üzerine bina edilirse toplum lehine bir sonuca ulaştırır. Aile ve toplumsal cinsiyet odaklı değersel stratejileri oluştururken içinde bulunduğumuz coğrafyanın dinsel, kültürel, asri sorunlarını ve çatışmalarını tüm açıklığıyla ortaya koymalı ve bunları konuşabileceğimiz mecralar oluşturmalıyız.
Sorunlarımızın beraberinde gelen soruları sorabilmeliyiz. Kadın ve erkek modellerimiz nelerdir? Modern çağın sorunlarıyla başa çıkabilecek bir aile modelimiz var mıdır? Kadının güçlendirilmesi ne demektir? Erken yaş evliliklerle yeterince yüzleşebiliyor muyuz? Kadına yönelik şiddeti gerçekçi bir düzlemde konuşabiliyor muyuz? Eğitim, iş, siyasal katılım ve gelir paylaşımında cinsiyet eşitliğinden yana mıyız? Ailenin sorumluluğu eşler arasında eşit paylaşılıyor mu? Annelik önemli, ya babalık? Bütün bu soruların irdelendiği bir düzlemde boşanma sonrası kadın ve erkeği bekleyen süreçleri daha sağlıklı tahlil edebiliriz. Yoksa boşanma sonrası erkek hayatına rahat bir şekilde devam edebilsin diye yapılacak herhangi bir kanun değişikliğinin nelere mal olacağını kestiremeyiz.
SÜRESİZLİK İBARESİ VE TEMİZ AYRILIK İLKESİ
Anglosakson hukukundan benimsenmiş temiz ayrılık ilkesi, boşanan tarafların hayatlarına evlilik bağından tamamen azade olarak devam etmelerini desteklemektedir. Yoksulluk nafakasının gerekçesini oluşturan kişisel sorumluluk ve dayanışma ilkesi temiz ayrılık ilkesiyle çelişmemektedir. Çünkü madde 176 hal ve koşullar değiştikçe nafakada azalmaartma olabileceği gibi kesilme de olabileceğini söylemektedir. Bu durumda ayrılığın bütün şartlarıyla gerçekleşmesi ve tarafların hayatlarına eski evliliklerinin yüklerini taşımadan devam etmeleri her iki tarafın da koşullarının birlikte iyileştirilmesi esasını getirmiştir. Taraflardan maddi durumu iyi olan arkasına bakmadan yoluna devam edebilecekken, diğer tarafın içine düştüğü yoksullukla baş etmede yalnız bırakılması adalete uygun değildir. Temiz ayrılık ilkesi çok önemli olmakla birlikte boşanmanın sosyolojik ve psikolojik tesirlerinden bağımsız değerlendirilemez. Clean break ilkesince taraflar kendi kaderlerine terk edilemeyeceği gibi, boşanmadan doğan koşullar iyileştiğinde ayrılık tam anlamıyla gerçekleşebilir
YOKSULLUK NAFAKASI VE SOSYAL DEVLET İLİŞKİSİ
Boşanma sebebiyle oluşacak yoksulluğu devletin üstlenmesi gereğine dair yorumlar yapılmaktadır. Devletimiz sosyal devlet olmanın gereklerine uygun pek çok uygulamayı hayata geçirmiştir ancak ihtiyaçlar devam etmektedir. Son yıllarda sosyal politikalar alanında yaptığı atılımlarla dezavantajlı gruplara hazineden yardımlar oldukça artmıştır. Yoksullukla mücadelede çok önemli mesafeler katedilmiştir.
Evde bakımın ücretlendirilmesi, çocuk yardım parası, dul ve yetim aylığı gibi bir çok uygulama sivil toplumun yükünü devlete aktarmıştır. Ancak boşanma nedeniyle oluşan yoksulluğu devletin üstlenmesi, evlilik müessesine dahil olmamış kişilerin yoksulluğuna karşın anlamsız bir avantajdır. İki kişinin hukukundan doğan bu yüke vergi mükelleflerinin rıza göstermesi de beklenemez.
Devletin boşanma sonrasını iyileştirici tedbirler alması ve mekanizmalar geliştirmesi sağlanabilir. Arabuluculuk bunların en başında zikredilmektedir. Arabuluculuk mekanizması aldatma ve şiddet olmayan evliliklerde anlaşmazlıkların çözümü ve adil bir karar yolunda boşanma sürecini yönetebilir hale getirmektedir.
Ekonomik ve sosyal durum araştırma ve takibi yapacak bir devlet kurumu kurulmalıdır. Nafakanın tayininde, azaltılma, artırılma ve kesilmesinde bu kurumun takibi dikkate alınmalıdır. Taraflar hafiyelik yapmak pozisyonunda bırakılmamalıdır. Kayıt dışılığın önüne de ancak bu şekilde geçilebilir. Nafaka alacaklısının nafakaya ne derece ihtiyaç duyduğu, çalışıp çalışmadığı, ne derece bir yoksulluk içinde olduğu ya da nafaka yükümlüsünün şartları bu kurum tarafından takip edilmelidir. Nafaka tayininden sonra devlet nafakanın garantörlüğünü yapmalıdır. Nafaka alacaklısı karara bağlanmış nafakayı devletten almalı, nafaka yükümlüsü ödemeyi devlete yapmalıdır. Böylece nafaka alacaklısı kesintiye uğramadan nafakasını alabilecek; borç ilişkisi devletle nafaka yükümlüsü arasında olacaktır.
Bu uygulama boşananlar arasında nafakadan kaynaklı çatışmayı engelleyeceği gibi taraflar arasındaki bağları da asgariye indirecektir. Ayrıca devlet ödeme yaptığı ve de tahsilatta bulunduğu tarafın ekonomik araştırmasını daha iyi takip edecektir. Bu da kayıt dışılığı önlemede etkin olacaktır. Evlilik boşanma aşamasına geldiğinde sorunlar derinleşmiş ve süreç çetrefil bir hale gelmiş bulunmaktadır.
Hukukçuların tabiriyle mahkeme esnasında hakimler bitmiş evliliğin cenazesini kaldırmaktadırlar. İşler bu noktaya gelmeden çiftlerin destek almaları gerekmektedir. Aile danışmanlığı hizmeti yaygınlaştırılmalı, aile hekimliği gibi kolay erişilebilir bir sisteme kavuşmalıdır. Aile danışmanlarının eğitimine daha çok önem verilmeli, ehil danışmanlar yetişmesi için kalite ve ödenek artırılmalıdır. Meslek edindirme kursları ve iş önceliği gibi avantajlar yoksullukla mücadele etmek isteyen her kadın için yaygınlaştırılmalıdır.
KUSUR
Maalesef ülkemizde boşanma tam anlamıyla gerçekleşememektedir. Evliliğe teşvik edici, boşanmayı telin edici toplum yapımızın da bunda etkisi var. Toplum olarak aile kurumunun mukaddes olduğuna inanıyoruz, ancak çok kıymetli aile fertlerinin sağlıksız ve mutsuz ortamda yaşamalarına göz yumuyoruz. Bu toplumsal gerçekler maalesef zaman-zaman boşanmayı zorlaştırıcı ve suça yol açıcı bir sürece götürüyor. Bazı boşanma davalarında tazminat almak ya da muaf olmak gayretiyle kusur araştırmak, boşanma sürecini sabote ediyor.
Nafaka tayini sonrasında da nafakanın iptali davalarında maalesef “haysiyetsiz yaşam” araştırması çoğu zaman özel hayata müdahaleye dönüşmektedir. Her ne kadar haysiyetsiz yaşam hakim tarafından karara bağlansa da deliller taraflarca mahkemeye sunulmaktadır. Bu da kişileri hafiyeliğe ve hukuk dışı davranışlara itmektedir. Bu durumda devlet sorumluluk almalı, önleyici ve caydırıcı mekanizmaları devreye sokmalıdır.
ZORLAMA HAPSİ
Zorlama hapsi, nafaka borcunun ödenmemesi halinde müracaat edilen çarelerden biridir. Kamuoyunda hapis cezası sebebiyle nafaka borçlusunun çalışamadığı veya işini kaybettiği iddiaları nedeniyle, zorlama hapsine karşı yapılan itirazlar gerçekçi değildir. Nafaka borcu durumunda borçlar kanunu işletilmektedir ve kaçınılmaz olarak nafaka yükümlüsüne kanunun gereği yapılmaktadır. Nafaka hükme bağlandıktan sonra iki kişi arasında borçlar hukukunun gereklerinin işlemesinde bir beis bulunmamaktadır. Hapis cezasından dolayı çalışamadığı için nafaka borcunu ödeyememek iddiası tüm diğer borçlar için de dile getirilebilecek bir argümandır.
YASA DEĞİŞİKLİĞİ İHTİMALİNDE ÖNGÖRÜLEN SORUNLAR
Kadına pozitif ayrımcılık ilkesince kadının talebi üzerine süresiz nafaka veriliyor olabilir ancak bu gereken özel durumlarda süreli hükmedilemeyecek anlamına gelmez. Kanun metnindeki “Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.” lafzı bir süreliliğe işaret etmesi açısından geniş bir yetkiye imkan tanımaktadır. Bu lafzı doğru okuyup her vaka özeline uygulamak yargı mensuplarının işidir. Daha önce defaatle görüldüğü üzere farklı bir kararla içtihat hızla değişebilecektir. Bu mümkündür. Kanunun değişmesi durumunda ortaya çıkabilecek yeni sorunları öngörebilmek imkansızdır.
Ayrıca kanun değişikliği domino taşı etkisiyle yargıya çok ağır bir yük getirmektedir. Kanun metnindeki bir bağlacı değiştirmek bile inanılmaz bir iş yükü oluşturmaktadır. Kanunun geriye gitmesi ise tamamen kadının aleyhine olacaktır. Bundan kesinlikle kaçınılmalıdır. Mahkemeler ve Yargıtay içtihat yoluyla bu sorunu çözebilir. Toplumun değişen sosyolojisine ayak uydurabilmek ve daha hakkaniyetli kararlar verebilmeleri için hakimler düzenli olarak eğitim kamplarına alınmalıdır. Bu konuda daha fazla akademik üretim yapılmalı, hukuk sosyolojisi ve felsefesi alanında teorisyenler yetiştirilmelidir.
SONUÇ
Hazar Derneği olarak yukarıda detaylı olarak izah ettiğimiz üzere;
Konuya ilişkin yasanın değiştirilmesini ya da yeni bir ibare eklenmesini doğru bulmuyoruz. Yasa metni, sosyolojik ve kültürel dönüşümler göz önünde bulundurularak ve çağın gerekleri gözetilerek kaleme alınmıştır. Bu haliyle yasanın hakimlere geniş takdir yetkisi bıraktığını düşünüyoruz.
- Yasanın uygulanmasında oluşan içtihadın mutlak süresizlik yönünde gelişmiş olması bir talihsizliktir. Oluşturulacak yeni içtihatlarla konunun çözüme kavuşturulması mümkündür.
- Süresizlik kararının özellikle kısa süreli evliliklerde sorun oluşturduğu görüldüğünden kısa süreli evliliğin tanımlanması önem arz etmektedir. Toplumumuzdaki ortalama evlenme yaşının 25-30 aralığında olduğu düşünülürse, boşanma sonrası sosyal ve ekonomik hayata intibak 5 yıl süren evlilikler için hala geçerli olacak; iş, eğitim ve yeni bir aile kurma fırsatları yaşa bağlı olarak mümkün olabilecektir. Bu durumda 5 yıl ve altındaki evliliklere kısa süreli evlilikler diyebiliriz.
- Uzun süren boşanmalar tarafları mağdur etmekte ve çirkin ve telafisi mümkün olmayan gelişmelere kapı aralamaktadır. Sağlıklı ve hakkaniyetli bir boşanma için boşanma davalarına süre sınırı getirilmelidir.
- Devletin garantörlüğü, resmi kurumların sosyo-ekonomik durum takibi yapması, aldatma ve şiddet olmayan evlilikler için arabuluculuğun boşanmada etkin hale getirilmesi, aile danışmanlığının yaygınlaştırılması gibi mekanizmaların hayata geçirilmesi bir çok sorunu kökten çözecektir. Buna ilişkin çalışmalar ivedilikle gündeme alınmalıdır.
- Yargı mensuplarına, çalıştaylar ve eğitimlerle ezber ve şablon kararlardan kurtaracak formüllerin gösterilmesi gerekmektedir. Tecrübeli hakimlerin bulduğu ara formüller ve dava çeşitliliğinin paylaşıldığı bilgi platformları oluşturulmalıdır.
- Hukuk felsefesi ve hukuk sosyolojisi alanlarında teorisyenlerin yetişmesi hukuk fakültelerince teşvik edilmelidir. Toplumun gerçeklerini ve değişen sosyolojiyi yargı ve yasamaya taşıyacak uzman ve teorisyenler yetiştirilmelidir.
- Anayasaya da uygun olarak, boşanma kararlarında toplumumuzda hala dezavantajlı bulunan kadına pozitif ayrımcılık yapmak adaletin bir gereğidir. Bütün düzenlemeler ve uygulamalar bu perspektif kaçırılmadan yapılmalıdır. İstisnai durumlar toplumun geneli hesaba katılarak değerlendirilmelidir.
- Aile, toplum ve cinsiyet konusunda üst politikalar geliştirilirken değersel stratejiler göz önünde bulundurulmalı; bütünlük ve tutarlılık esas olmalıdır.