Gazete Vatan Logo

"Hak etmedikleri bir refah seviyesi var"

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, şu anda Avrupa'da risk göstergelerinin yükseldiğini ve Türkiye'nin risk priminin 15 AB ülkesinden daha düşük durumda olduğunu bildirdi. Pek çok Avrupa ülkesinde hak etmedikleri bir refah seviyesi olduğunu belirten Babacan, "Borçlanarak yaşadıkları bir suni refah var. Bu refah seviyesinin bir miktar düşmesi gerekiyor" dedi.

Babacan, Türkiye olarak, temmuz ayından itibaren Avrupayla ilgili uyarıları daha yüksek sesle yapmaya başladıklarını ifade ederek, tabloyu Türkiye açısından ve küresel ekonomi açısından endişe verici bir tablo olarak değerlendirdiklerini, her seviyede ve uluslararası bütün ortamlarda açıkça dillendirdiklerini söyledi.
Hükümet değişikleriyle, teknokrat hükümetlerinin eliyle bu işin yapılmasını pek gerçekçi görmediklerini kaydeden Babacan, “Çünkü parlamento aynı, tamamen dışarıdan gelen teknisyenler o parlamentoyu ikna edip yasaları çıkaracaklar. Bunu açıkçası çok kolay görmüyoruz” dedi.

Babacan Kanal 24'de katıldığı bir programda, yasalar çıksa bile uygulama aşamasında problemlerin olacağını öngördüklerini belirterek, özellikle maliye politikası ile ilgili tedbirlerin pek çok ülkede gerekli olan adımlar olduğunu, ancak bu adımların iyi anlatılamaması, geniş kitleler tarafından benimsenememesi durumunda atılan adımların, şöyle ya da böyle uygulama safhasında problemli olacağını söyledi.ü

"BORÇLANARAK YAŞIYORLAR"

Önemli olanın seçimin ardından işin başına gelecek hükümetlerin hızlı reform adımlarıyla, bir yandan yapısal sorunlarını hallederken, bir yandan da bütçeleri ile ilgili problemleri çözecek, acı reçete diye adlandırılabilecek tedbirleri almak olduğunu kaydeden Babacan, şöyle konuştu:

“Pek çok Avrupa ülkesinde hak etmedikleri bir refah seviyesi var. Borçlanarak yaşadıkları bir suni refah var. Bu refah seviyesinin bir miktar düşmesi gerekiyor. Ya kontrollü bir şekilde bu refah seviyesi aşağı inecek ya da tamamen kontrolsüz, şokla, ciddi krizle, çok daha sert, kötü olacak bir tabloyla karşı karşıya kalacaklar. İkisi arasında tercih yapacaklar. Önümüzdeki 10 gün önemli, arka arkaya toplantılar var.

Öncelikle ülkelerin ev ödevlerini yapmaları gerekiyor. Adımların koordineli şekilde atılması gerekiyor. Avrupa Merkez Bankası'nın finansal istikrarı koruyacak adımları atması gerekiyor. Bir yandan Avrupa Merkez Bankası likidite açısından destek olmalı. Ama bunun süresi sınırlı ve tanımlı olmalı, öte yandan da bu ülkeler bütçelerine çeki düzen verip, yapısal sorunlarını çözecek adımları atmaları gerekiyor. Hepsi paralel olmalı.”

"UMARIM BERABER ÇÖKÜŞE GİRECEKLERİNİN FARKINDADIRLAR"

Başbakan Yardımcısı Babacan, sözlerine şöyle devam etti:

“Kendi paralarıyla borçlanırken ki risk primleri, bizim onların parasıyla borçlanmamızdan daha fazla. 15 AB ülkesi bizden daha riskli görünüyor dün akşam itibariyle. Biz daha çok İspanya, İtalya diyorduk risklerden bahsederken, şimdi bakıyoruz Fransa'da da risk göstergeleri çok ciddi şekilde arttı. Dolayısıyla durum çok çok ciddi. Ama bu ciddiyetin umarız ki Avrupalılar farkındadır, umarız ki bu adımları atmadığı takdirde hep beraber bir çöküşe girebileceklerinin de farkındadırlar. Biz uyarılarımızı yapıyoruz. Ümidi kaybetmemek lazım, Avrupada bir uzlaşma kültürü var.

Kendi aralarında bir uzlaşma zemini yakalayıp doğruları yapma ihtimali var. Dolayısıyla durum ümitsiz diye bir tutum içine girmemek lazım. Bir görelim bakalım, son dakikada yapabilirlerse toparlanabilirler, ama adım atmazlarsa işler daha kötüye gidebilir. Bu problemin çözülmesi için güçlü siyasi irade lazım, cesaret lazım, kararlılık lazım.Bizim hükümetimizin sahip olduğu bu kararlılık, bu güçlü irade, herhangi bir Avrupa hükümetinde olsa, bizim hükümetimiz yapısında herhangi bir Avrupa ülkesine getirseniz koysanız, 3 ayda çözüm yoluna girer işler. Çünkü piyasalara bir perspektif vermek zorundasınız, güzel bir program, güvenilir bir program yapılacakların açık açık anlatılması. Açık olmak lazım.”

BANKACILIK VE KAMU MALİYESİNDE GÜÇLÜYÜZ

AB ülkelerinin iç pazarlarının Türkiye'nin ihracatı açısından önemli olduğunu belirten Babacan, Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 45'ini AB'ye, yüzde 55'ini de AB ülkeleri dışındaki ülkelere yaptığını söyledi. Yüzde 55'lik ihracatın hızlı bir şekilde arttığına işaret eden Babacan, “Toplamda baktığımızda, hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin, 2012 yılında ihracatımızın toplamda belli oranlarda artacağını düşünüyoruz. Çok ciddi bir problem yaşayacağımızı düşünmüyoruz” dedi.

Babacan, Avrupadaki problemin temelinde bankacılık ve kamu maliyesinde sorunlar bulunduğunu kaydederek, Türkiye'nin her iki alanda da çok güçlü olduğunu kaydederek, “Türkiye'nin bankacılık sistemi çok güçlü. BDDK Başkanımızın da açıklamaları oldu. Öte yandan, bütçe açığı ve kamu borç stoğu açısından çok sağlam durumundayız. Sorunun temeline inip baktığımızda Avrupa'daki sorunun temelindeki iki ana problem kaynağı Türkiye'nin en güçlü olduğu alanlar. Dolayısıyla yapı ve oturduğumuz zemin çok çok farklı” diye konuştu.

TÜRKİYE-SURİYE MESELESİ DEĞİL

Başbakan Yardımcısı Babacan, Suriye ile ilgili Türkiye'nin uzun süredir üzerinde çalıştığı bir tedbir paketi bulunduğunu, meseleyi, Türkiye-Suriye meselesi yapmaktan öte, oldukça geniş bir mutabakat zemininde, mümkün olduğunca çok sayıda ülke ile hareket ederek adımların atıldığını söyledi.

“Bunun sadece Türkiye meselesi değil, bölgesel, hatta küresel bir mesele olduğunu her fırsatta vurguluyoruz” diyen Babacan, Türkiye'nin Suriye halkının günlük hayatını etkileyecek hiçbir tedbir almak istemediğini, su konusunun da yaptırım paketinin hiçbir zaman bir parçası olmaması gerektiğini söylediğini ifade etti. Babacan, şöyle devam etti:

“Nasıl İsrail'in Gazze üzerinde yaptığı kısıtlamalar, direkt halkın günlük hayatına yönelik yaptırımlarsa ve Türkiye olarak karşıysak, Suriye'de de
buna dikkat etmemiz lazım. Direk rejimi hedefleyen, orada bazı kişileri etkileyen tedbirlerle bu işin yapılması gerekiyor. Bundan sonraki aşamada bir isim listesi üzerinde çalışılıyor. Hem yönetimde, hem de yönetimle ilişkilerinde yakın olan iş adamlarının hem seyahat yasağının konulması, hem de Suriye dışındaki mal varlığına el konulması ile ilgili bir çalışma var. Mümkün olduğunca yapılan katliamlarda direkt sorumluluk taşıyan kişilerin hedeflenmesi gerektiğini düşünüyoruz. AB'nin, Arap Ligi'nin farklı perspektifleri var. Ama sonunda oturacağız, karşılaştıracağız, sonra böyle bir adım atılacak gibi görünüyor.

Suriye'deki karışıklıklar, Suriye'de istikrarın kaybolması, Suriye'deki güvenlik problemleri, zaten Suriye ekonomisini ciddi oranda yavaşlattı. Biz yaptırımları uygulamasak dahi bizim Suriye'ye olan ihracatımız azalma trendine girmişti. Sadece bizim değil Suriye'nin dünya ile olan ticareti azalıyor. Dolayısıyla, biz halkın günlük ihtiyacı ile ilgili herhangi bir kısıtlamaya gitmediğimiz için ihracatı azaltıcı tedbir yok. Türkiye üzerinden geçen askeri malzemeler gibi erteliyoruz, direkt silah satışı yapılmaması gerekiyor. Ama ihracatın kompozisyonuna baktığımızda, ihracatın ağırlıklı olarak halkın günlük ihtiyacına yönelik. Dolayısıyla, yaptırımlar sebebiyle Türkiye'nin ilave bir zararının olacağını düşünmüyorum. Hesabımız kitabımız bu şekilde. Bundan sonra Suriye ne yapacak, gelişmeler, trendler ne olacak. Finans kanallarıyla ilgili tedbirler var.”

Öte yandan Babacan, önümüzdeki hafta Japonya, Hong Kong ve Singapur'u içeren bir programının olacağını, daha sonra bir gün Türkiye'de kalacağını ve ardından New York'taki BM'nin Küresel Sürdürülebilir Paneli'ne katılacağını da söyledi.

"CARİ AÇIĞIN ÇÖZÜMÜ ENERJİDE"

Cari açığı en çok tetikleyen kalemin ne olduğuna ilişkin soruya da Babacan, “enerji” cevabını verdi. Babacan, geçen sene çıkarttıkları yenilebilir enerji yasası, Rusya ile yaptıkları nükleer santral anlaşması ve önce Korelilerle daha sonra da Japonlarla başlattıkları nükleer santral çabalarının orta ve uzun vadede mutlaka bu sorunun çözümüne katkı sağlayacağını söyledi. Babacan, sorunun çözümünde enerjiyi daha verimli kullanabilmenin önemine de dikkat çekti.

"İMKB DÜNYANIN EN BÜYÜK 10 BORSASI ARASINA GİRECEK"

Babacan, İMKB'de değişiklikle ilgili soruyu cevaplarken, Türkiye'nin çok ciddi bir yapısal dönüşüm geçirdiğini ifade etti.

Ülkede son 10 yılda kişi başına gelirin 3'e, ihracatın 4'e katlandığını, borsadaki halka açık şirketlerin sayısında ise ancak yüzde 10 artış kaydedildiğine dikkat çeken Babacan, “Borsamız yerinde saymış. Dolayısıyla oraya bir müdahalenin kesinlikle şart olduğunu düşündük” dedi.

İMKB'yi dünyanın en büyük 10 borsasından biri yapmak istediklerini belirten Babacan, bunu yapmak için de öncelikle biraz yönetimde devlet olarak söz sahibi olacaklarını, yeni kurgularını yapacaklarını sonra da tekrar piyasa dengelerini İMKB'ye bırakacaklarını dile getirdi.

"İTHAL ÜRÜNLERİ TÜRKİYE'DE ÜRETEBİLMEK İÇİN ÇALIŞIYORUZ"

Ali Babacan, yeni teşvik programı ile ilgili soru üzerine de yeni teşvik programının en önemli farklılığının cari açık perspektifinin çok güçlü bir şekilde bu çalışmanın içinde yer alması olduğunu ifade etti.

Babacan, en çok ithal edilen ürünlerin Türkiye'de nasıl üretilebileceğine, Türkiye'nin ithal etmek durumunda olduğu ürünlerin ülkede üretilebilmesi için devlet olarak neler yapılabileceğine dair detaylı bir çalışma yaptıklarını bildirdi.

Babacan, “O zaman ar-ge yatırımlarını destekleyen bir paket mi geliyor” sorusuna karşılık da ar-ge ile ilgili desteklerin zaten olduğunu ama Türkiye'de kapasite oluşması gereken, Türkiye'nin bir üretim merkezi haline gelmesi gereken bazı sektörler olduğunu, bu sektörlerle ilgili biraz daha yoğunlaştırılmış teşvik uygulamalarının olacağını kaydetti.

Başbakan Yardımcısı, o sektörlerin hangileri olduğuna ilişkin soruya cevap verirken de şunları kaydetti:

“Çalışıyoruz. Sadece genel bir sektör değil de alt sektörlere inmemiz gerekiyor. Mesela otomobil dersek otomobil alt sektörlerini detaylı inceleyip o alt sektörlerde neler ithal ediyoruz ve Türkiye'nin o ürünlerle ilgili sürdürülebilir bir rekabet gücü var mı yok mu bu çok önemli. Çünkü herhangi bir üründe Türkiye'nin sürdürülebilir bir rekabet gücü yoksa o ürünlerin burada illa üretilsin derdi de olmamalı. Eğer bazı ülkeler bazı konularda gerçekten çok farklı birşey geliştirdilerse ve bizim devlet desteğiyle dahi o maliyet avantajını karşılama imkanımız yoksa biz diyeceğiz ki (o ürünleri alalım aynen kullanalım) ama uzun vadede rekabet gücümüzün olacağına inandığımız konular varsa da onun teşviğini verelim, o yatırımlar Türkiye'de yapılsın, bir ölçek ekonomisi yakalansın ve o ürünleri Türkiye'den başka ülkelere de satabilecek bir üretim gücüne ulaşabilelim. Bunun çok akıllıca çok dikkatlice yapılması gerekiyor. Çünkü hem devlet kaynaklarını israf etmemek gerekiyor hem de özel sektöre yanlış bir sinyal vermemek, yanlış alanlarda yatırımların birikmesine de yol açmamak gerekiyor. Devlet desteğinin yatırım aşamasında ve o toplu maliyetlerin bir miktar düşürülmesine yardımcı olacak cinsten olması lazım. İlk etapta biraz omuz vermek ama sonra da o sektörün kendi ayakları üzerinde yürüyebileceğini de önceden görebilmemiz gerekiyor.”

Haberin Devamı