Genç sivillerin isyanı!
Kürtler ve Türkler de bir arada yaşayamayacaksa batsın bu dünya!
Binlerce yıldır bir arada barış içinde yaşamayı becermiş iki halk şimdi bıçak sırtında... Güneydoğu’da patlayan her mayın, yapılan her karakol baskını, bu adı konmamış barışı tehdit ediyor. Burası Anadolu değil de Avrupa’nın herhangi bir ülkesi olsaydı eğer, çoktan iki halk boğaz boğaza gelir, kan gövdeyi götürürdü. Neyse ki bu ülkede vicdan her zaman hüküm sürmüş, en zor anlarda bile yeniden filiz verebilmiş. İşte bu filizlerden biri de ’Genç Siviller’... Sanmayın ki, bazı oluşumlar gibi siyasete bir yerden eklenip, şan şöhret peşinde koşuyorlar. Tek dertleri var, Türkiye’nin yakıcı sorunlarına vicdanlarını dinleyerek çözüm üretmek. Hırant Dink’in katillerinin bulunması için, Kürtler’in mağduriyetlerinin giderilmesi için, başörtülülere yapılan zenci muamelesinin son bulması için bir aradalar... Yerli ve namuslu bir demokratik duruş inşa etmenin imkanlarını arıyorlar. Kimsenin üniformasını giymeden, kimsenin adamı olmadan, güçlü bağlarla bir kimliğe ya da ideolojiye bağlı olmadan, özgür ve sivil olabilmek bütün amaçları... İşte bu yüzden Converse’ten bozma bir bez ayakkabıyı simge seçmişler kendilerine... Çankaya’ya bile öyle çıkmışlar, yanlarında 43 numara vişneçürüğü bir çift Converse’i de Cumhurbaşkanı’na hediye götürerek...
Kürt meselesini konuştum onlardan beşiyle... Dördü Kürt, biri Türk... Bir arada bir çözüm peşinde olan... Ne Kürtlük çıktı ön plana, ne de Türklük... Öylesine içtenler ki, bir türlü anlam veremiyorlar bu kavgaya. Hep bir ağızdan en zor olanı nasıl becerdiğimizi soruyorlar, cevabını da en içten sekilde vererek: “Eğer bu dünyada Türkler ile Kürtler de bir arada yaşayamayacaksa... Zaten artık batsın bu dünya!” Dahası var mı? Hepsi bu ülkenin gençleri, Orhan Gencebay’la Kürt meselesine çözüm getirecek kadar samimi...
Son sözü Genç Kürt Siviller söylesin, Kürt meselesinin çözümünün bu denli zor olup olmadığına da siz karar verin... “Biz bu coğrafyanın Kürt gençleriyiz. Şiddetle tek ilgimiz, onun mağdurları olmamız. Türk gençlerden tek farkımız, onlardan ayrı olarak sadece okuma yazmayı değil, Türkçe konuşmayı da ilkokulda öğrenmemiz. Yoksa ne kadar yoksulluğu varsa bu memleketin biz de çektik. Biz de Sezen Aksu’ya, Neşet Ertaş’a ağladık. Farkımız Şivan Perwer’e, Aynur Doğan’a da ağlamamız... ”
Genç Siviller kimler? Aslında kitapta çok da güzel anlatmışsınız ama...
TURGAY: Genç Siviller isim olarak 2006 yılının 19 Mayıs’ında yayınladığımız Kürt sorunu üzerine bir bildiriyle ortaya çıktı. Ama Genç Siviller’i yaratan ekibin sivil toplum deneyimi daha eski tarihlere dayanıyor. Başta ODTÜ’de bir topluluktuk. 1999 Depremi’nde, Kaynaşlı’ya ilk gidenler biz olduk. Devlet baba ikonunun orada nasıl yıkıldığını gördük. Tüm siyasi ezberlerimiz bozuldu. Orada bir şeyler yapmak gerektiğini anladık. Önce kendi aramızda bir e-meal grubu oluşturduk. Sonra o gruba başka üniversitelerden insanlar katıldı... Derken ODTÜ İletişim Topluluğu’nun öncülüğünde, pek çok üniversiteden gençler olarak, henüz olağanüstü hal yaşayan Van’da 2000 yılı 19 Mayıs’ında alternatif bir gençlik bayramı etkinliği gerçekleştirdik. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi ev sahipliği yaptı bize. Ahmet İnsel’den Ertuğrul Günay’a, Sami Selçuk’tan rahmetli Recep Yazıcıoğlu’na pek çok konuşmacı vardı. 2000 yılından beri de her 19 Mayıs’ta Rize, Konya, Ankara gibi farklı şehirlerde bu buluşmaları devam ettiriyoruz.
Peki ‘Genç Siviller Rahatsız’ sözü nasıl ortaya çıktı?
Bu istemsiz ve kendiliğinden oldu açıkçası. 19 Mayıs 2003 tarihindeki buluşmamızı Meclis’te gerçekleştirdik. Açılışta okuduğumuz, “19 Mayıs’ları Stadyumlardan Kurtaralım” başlıklı bildirimizde, stadyum törenlerinin totaliter ülkelerde devam eden, modası geçmiş bir tören biçimi olduğunu ve bunun değiştirilmesi gerektiğini söylemiştik özetle. Bildiri ertesi gün pek çok gazetenin manşetindeydi. İki hafta boyunca çok sert eleştirilere maruz kaldık. Övgülere de aynı zamanda tabii... Bildiriden bir ay sonra Cumhuriyet Gazetesi, ’Genç Subaylar Rahatsız’ manşetiyle çıktı. Bu rahatsızlığın beş gerekçesinden biri olarak da 19 Mayıs bayram tartışması gösteriliyordu. İşte ‘Genç Siviller Rahatsız’ buraya bir atıf...
Sembolünüz de bir spor ayakkabı...
Evet. Gazetecilikte görsellik önemli. Bize de bir görsel lazımdı. Cumhuriyet’teki manşette bir çift postal kullanılmıştı. Bizim reklamcı arkadaşımız da gençliği ve tabii sivil olmayı simgeleyecek bir ayakkabı tasarladı. Bu bez ayakkabı hikâyesi de oradan geliyor.
Oradan geliyor diyorsunuz ama çok da eleştiri almışsınız; “Bu Converse’ler Amerikan malı” diye... Üstelik kendinizi anlatırken ‘Yerli ve namuslu bir demokratik duruş inşa etmenin imkanlarını arıyoruz’ diyorsunuz...
(Gülüyor) Dediğim gibi Genç Siviller profesyonel anlamda tasarlanmış, gelecek 50 yılı planlanmış bir politik hareket değil. Bu da biraz amatörce, biraz iyi niyetlerle yapılmış bir şey...
Ölmek değil yaşamak istiyoruz... Susmak değil konuşmak istiyoruz!
‘Genç Kürt Siviller Rahatsız’ diye bildiri yazdınız birkaç hafta önce. Çok da ses getirdi. Sizce bu noktaya nasıl geldik?
İLHAN: En önemli sorun konuşamamak. Sadece Kürt meselesinde değil, daha pek çok konuda belli sözleri, hatta belli cümle kalıplarını sarf etmeden dinlenme hakkına sahip değilsiniz. Gabar ve Dağlıca’daki olaylardan sonra yine kendimizi anlatamaz bir hale geldik. Türk askerlerin kaçırılmasıyla ‘PKK eşittir Kürt’ denklemi kuruldu. 1990 öncesine döndük sanki... ‘Kürt sorunu demokrasi sorunu’ ya da ‘Kuzey Irak’a girmeyelim’ dediğiniz anda vatan hainisiniz, düşmansınız. Aslında bizi bir dinleseler iki adım sonra ne istediğimizi söyleyeceğiz. Ama fırsat tanımıyorlar. Oysa biz daha fazla asker, insan ölmesin diye Kuzey Irak’a yapılacak bir operasyona karşıyız...
Peki siz de Öcalan’ı halk önderi olarak görüyor musunuz?
İLHAN: Bu konuda ben hiçbir kimsenin bir milletin iradesi olamayacağı kanaatindeyim. Ne Kürtlerin iradeye ihtiyacı var, ne de Öcalan bunu yerine getirebilecek biri. Fakat 3 milyon insan ‘Biz Öcalan’ı Kürt halkının önderi olarak görüyoruz’ diye imza veriyorsa bunu da düşünmek lazım.
TURGAY: Bir de ‘Hadi, PKK terör örgütüdür deyin! Hele Sırat Köprüsü’nden bir geçin, ondan sonra konuşalım’ diye diretilmesi de rahatsız edici. Ben, ’PKK tabii ki terör örgütüdür’ diyorum. Onları lanetliyorum. Ama benim tanıdığım hiç PKK’lı yok. Peki ya İdris’in, İlhan’ın, Erkan’ın yok mu? Çünkü onlar tüm o acıları yaşayarak buraya gelmiş insanlar...
Var mı?
İLHAN, ERKAN, İDRİS: Var...
ERKAN: Benim mahallemdeki Türk arkadaşım Güneydoğu’da asker. Benim dağa çıkmış arkadaşlarım da var. Şimdi ben hangisinin ölümüne daha çok üzüleyim? Muhtemelen aynı yerde çarpışacaklar. Dağdakinden haberim yok; Gabar’da mı, nerede bilmiyorum. Ama diğeri Şırnak’ta... Devlet bana bir tek askere üzülmemi dayatıyor. Ama ben ikisine de çok üzülüyorum. Ne yapayım? İkisi de arkadaşım...
TURGAY: Kürtler bütün bu kötü hadiseler karşısında bizden bin kat daha fazla üzülüyorlar. Bir taraftan tıpkı bizim gibi gencecik çocukların şehit olmasına, onların ailelerinin gözyaşı dökmesine üzülüyorlar, diğer taraftan da tanıdıkları, bildikleri insanların, yani dağdakilerin hayatlarının böyle bir kaderle sonlanmasına üzülüyorlar. Kendileri bile böyle bir yola değil de o yola sapabilirlerdi. Dağa çıkanların hepsi en kötü Kürtler değiller ki! Erol Taş değiller ki! Bu bir kader. Bir şekilde hayat onları oraya sevketmiş. İşte bu yüzden Kürtlere, ‘Siz önce bir şunu söyleyin’ demek bu meseleyi tıkanmaya götürüyor. Bu olursa, yani ’Tamam PKK terör örgütüdür’ deseler, bu sefer de ‘Küfür et’ diyecekler belki. Küfür edince, ‘Şimdi de tükür diyecekler.’ Bu böyle bir şey. Sonu yok. Bugün ‘PKK terör örgütüdür’ desek ne olur, demesek ne olur...
ERKAN: Bu ikisinin arasında onlarca söylenecek şey var. O yüzden kelimeler ve semboller üzerinde gitmek yerine evet ve hayır arasında kalan şeyleri konuşmak gerekiyor. Çünkü çözüm de oradan gelecek.
Yani?
ERKAN: Kürt kimliğini öncelliyen, ağırlıklı olarak bölgeden oy almış bir parti var Meclis’te. Diğer taraftan iktidar partisi de bölgede büyük güç elde etmiş, AKP içinde 100’e yakın Kürt milletvekili var. Erdoğan’ın ‘Kürt realitesini tanıyorum’ ya da ‘Devletin hataları var. Büyük devletler özür diler’ söyleminden ötürü milyonlarca Kürt AKP’ye oy vermiş. Üstelik 23 yıldır da görüyoruz, şiddetle bir yere varılmıyor. Demek ki evet ve hayır arasında parlamento var. Yani sorun parlamentoda çözülmeli.
İDRİS: Oysa bizim bu Kürt meselesinde konuştuğumuz iki şey var; ölmek ve öldürmek. Yani onları öldürürsek sorun çözülecek. Yaşamak adına hiçbir şey konuşulmuyor. Askerleri nasıl yaşatabiliriz? Dağda olan gençleri nasıl yaşatabiliriz? Ama biz ne yapıyoruz? Bütün çözümü ölmek ve öldürmek üzerine kuruyoruz. O zaman da yanlış oluyor. Ama insanlar yaşamak istiyor.
TURGAY: O yüzden biz şimdiye kadar sarf edilmiş bütün kelimeleri bir tarafa bırakıp yeni kelimeler kullanmaya çalışıyoruz. Popüler, içimizden, her gün kullandığımız kelimelerle bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz. DTP’liler de büyük laflar ediyor, devletin ileri gelenleri de... Ama kalp kazanmak için, jest yapmak için kimse bir şey demiyor.
Mesela ne söylenebilir?
MAİDE: Kürtlerle Türkler bu ülkede bir arada yaşayamayacaksa batsın bu dünya denilebilir. Biz dedik...
Ne kadar güzel bir söz...
TURGAY: Mesela şunu söyledik bir de... İlle de beraber yaşayacağız! Çünkü biz biliyoruz ki, bu dünya ne Türklük’le ne Kürtlük’le geçer. İki tane güzel cümle. Bunları hep beraber söylersek mesele büyük ölçüde çözülür.
Bir de kitapları çıktı, kendileri kadar içten ve zeki
Genç Siviller, görüşlerini bir kitapta derleyip toparlamış. İçinde hiçbir reçete yok, sadece düşündürmeye yönelik çok içten bir bildiri bu, ki insanın bildiri demeye dili varmıyor. Diyelim ki Hayykitap’tan çıkan ’İçerde Eylem Var’ bir mektup... Size, bize, hepimize yazılmış. ’Bir de böyle düşünün’ dercesine... İçinde anılar da var, sorular da... İşte size kitabın ’Genç Siviller’in ele geçirdiği ÖSS soruları’ bölümünden bir test: “Türkiye’nin en büyük barajı aşağıdakilerden hangisidir? a) Atatürk Barajı b) Keban Barajı c) Çankaya Barajı d) Yüzde 10 Seçim Barajı” Doğru cetveline bakmanıza gerek yoksa, bu gençleri anlayacaksınız...
İdris Kardaş (26)
Diyarbakır’da doğup büyüdü. Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde burslu okuyor. Babası elektrikçi. Beş kardeşin ikincisi.
Maide Coşandal (21)
Urfa’da doğup büyüdü. Hem Arap hem Kürt hem de başörtülü... Açık Öğretim Lisesi’ni bitirdi. Bilgi Üniversitesi’nde mimarlık okuyor.
Erkan Şen (21)
Van’da doğup büyüdü. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyor. Babası emekli. Yedi kardeşin altıncısı.
İlhan DöĞüŞ (24)
Elbistanlı. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. Bilgi Üniversitesi Uluslararası Finans Bölümü’nde burslu okuyor. Sekiz kardeşin en küçüğü.
Turgay OĞur (33)
Rizeli. ODTÜ’de Siyaset Bilimi okudu. Mesut Yılmaz’ın başbakan olduğu dönemde, kısa bir süre Başbakanlık Basın Yayın Halkla İlişkiler Müşavirliği yaptı.
YARIN: Gül, kendisine hediye edilen 43 numara vişneçürüğü Conversler'i giymeye başladı mı?
Röportaj: Mine Şenocaklı
Fotoğraf: Barış Acarlı