Erdoğan 1 Mart'ta devlete yenildi!
Taraf Wikileaks Türkiye belgelerini yayınlamaya devam ediyor... 2003’te Irak tezkeresinin reddedilmesini değerlendiren ABD Büyükelçisi: En iyi dostumuz olduğunu söyleyen generaller bu sonuca katkıda bulundu. Tezkerenin reddinin ardından Ankara'nın tepkisini ise ABD'ye Müsteşar Uğur Ziyal iletmiş: Şoktayız...
Kimine göre, Türk-Amerikan ilişkileri tarihinde bir dönüm noktası; kimine göre Türkiye’de demokrasinin rüştünü ispatladığı gün. Öyle bir tarih ki, başka hiçbir konuda uzlaşamayan şahsiyetlere benzer yorumlar yaptırabiliyor; savaş karşıtlarıyla ulusalcıları, İslamcılarla laikçileri ortak duygularda buluşturabiliyor. Eski CHP lideri Deniz Baykal, örneğin, 23 Nisan 2010’da Meclis kürsüsünde konuşurken, TBMM’nin yakın tarihindeki iki “onurlu” kararın, 1974’teki Kıbrıs Harekâtı ve 1 Mart 2003’te AKP hükümetinin verdiği tezkerenin reddedilmesi olduğunu söylemişti. Baykal’la pek de anlaşmadığı bilinen bir isim, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise, 1 Mart 2003’te “TBMM Başkanı” sıfatıyla yönettiği oturumda alınan sonucu, iki yıl sonra, 26 Mayıs 2005’te Washington’u ziyareti sırasında değerlendirirken, “1 Mart, ABD ile yeni ama çok sağlıklı bir dönemi başlattı... 1 Mart hayırlara vesile oldu” diyecekti.
Tezkerenin Meclis’e gelmesinden üç ay önce, 3 Aralık 2002’de, güvenoyu alalı beş gün olan Başbakan Abdullah Gül ile ABD yetkilileri arasında yapılan Irak Savaşı pazarlığına ilişkin bir WikiLeaks belgesini geçen hafta yayımladık. Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi W. Robert Pearson’ın bu pazarlıkla ilgili notlarını Washington’a ayrıntılarıyla aktardığı gizli telgrafın tam metni Taraf ’ta çıkınca, Cumhurbaşkanı Gül, mesafeli bir açıklama yaptı: “Siz burada yaşıyorsunuz, o dönemi yaşadınız, hep beraber yaşadık. Dolayısıyla neticelere bakarsınız ona göre karar verirsiniz. Bunların bazıları doğru, bazıları yanlıştır. Bunlar rapor eden diplomatların bilgileri, anlayışları, algılamaları ve çaplarıyla ilgilidir.”
Gül’ün, “Neticelere bakarsınız” derken kastettiği gelişmelerden biri de, tezkerenin reddi miydi bilmiyoruz ama ABD ile yürütülen savaş pazarlığının “neticelendiği” gün o gündü. Biz de şimdi projektörlerimizi o güne çeviriyor ve Libya operasyonuyla ilgili tezkerenin Meclis’ten geçmesinin hemen ertesinde, sekiz yıl geriye, Irak tezkeresinin reddedildiği 1 Mart 2003’e uzanıyoruz: Amerikalı diplomatlar, Meclis’in kararını hangi tahminlerle beklediler ve sonucu nasıl değerlendirdiler? Türkler, Amerikalılara tezkerenin reddini nasıl açıkladı? ABD, bu sonucu gizli yazışmalarında nasıl yorumladı? “WikiLeaks Türkiye Belgeleri”ni bu sorulara cevap arayarak taradığımızda, çoğu “kişiye özel,” bir kısmı “gizli” ibareli ona yakın telgraf çıktı karşımıza. İşte o telgraflardan, öncesiyle sonrasıyla, bir günün hikâyesi...
Gönüllü olmaya gönülsüzdük...
Bush yönetimi, Irak’a savaş açmayı ve bunu da uluslararası destek alarak yapmayı kafasına koyduktan sonra, “coalition of the willing” (gönüllüler koalisyonu) kavramı, bir anda Amerikan diplomasi jargonunun merkezine yerleşti. Bu kavram, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına dayalı bir “barış gücü” operasyonunun mümkün olmadığı ve NATO gibi belli bir ittifakın üyeleriyle de sınırlanmayan bir askerî harekatta çeşitli ülkelerin biraraya gelmesini ifade etmek için icad edilmişti ve ilk olarak, 1994’te Başkan Clinton Kuzey Kore’ye müdahale ihtimali üzerinde durduğu zaman kullanılmış, daha sonra 1999’da Avustralya önderliğindeki Doğu Timor Gücü de böyle adlandırılmıştı. Bush yönetimi, savaşın hazırlıklarını yaparken, “tek başına” olmadığını hem Amerikan halkına hem dünya kamuoyuna anlatmak ve belki en önemlisi de, Saddam Hüseyin rejimine tehditkâr bir mesaj göndermek için, “gönüllüler koalisyonu”ndan söz edip duruyor; elli kadar ülkeyi bu koalisyonun üyeleri arasında sayıyordu. Amerikalılar, Ankara ile yürüttükleri savaş pazarlığının hedefini de, bir yandan Türkiye’nin bu “gönüllüler koalisyonu”na tam katılımını sağlamak olarak gösteriyorlardı ama bir yandan da, Washington’da yapılan açıklamalarda, Türkiye’nin adı çoktan “koalisyon üyesi” olarak anılmaya başlanmıştı. Bu esnada, Türkiye gibi “gönüllülerin” aslında ne kadar “gönüllü” olduğu, Amerikan basınında sorgulanıyordu; potansiyel savaş müttefikleri ile ABD yönetimi arasında devam eden para pazarlığı ise, İngilizce bir kelime oyunuyla, “coalition of the billing” (fatura kesenler koalisyonu) kavramının üretilmesine vesile olmuştu.
20 Şubat 2003 tarihinde, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde siyasi müsteşar olarak görev yapan John Kunstadter’in Washington’a yazdığı telgrafın başlığı da, dönemin propaganda ve mizah söylemi akılda tutulduğunda, daha anlamlı hale geliyor: “Irak konusunda Türkiye’nin tutumu: Gönüllüler koalisyonuna gönülsüzce yuvarlanmak.”
Türkiye’nin muhtemel savaşta oynayacağı rol ve Amerikan askerlerinin Türkiye topraklarından geçerek, Irak’ta bir Kuzey Cephesi açıp açamayacakları konusunda nihayet karar aşamasına gelinirken, bu telgraf da, Amerikalı diplomatların, “son düzlükteki” nabız yoklamasını yansıtıyordu. Kunstadter, o telgrafta aynen şöyle yazdı:
(1) ÖZET: Esasen, bütün meşreplerden muhataplarımız, Türk hükümetinin eninde sonunda, ABD güçlerinin Türkiye üzerinden konuşlanmasını kabul edeceğini varsıyorlar. Ancak Türk hükümetinin net bir kararı ufukta görünmüyor. Kemalist Devlet’in anahtar unsurlarına gelince, onlar kendi adına, Irak meselesini iç politika amaçları için –AK Parti hükümetini zayıflatmak için– kullanarak işi büsbütün geciktiriyorlar.
(2) 17-20 şubat tarihleri arasında yaptığımız görüşmelerde, AK Parti ve diğer partilerde uzun süredir irtibatta olduğumuz kişiler, gazeteciler, işadamları ve Türk Genelkurmayı’yla yakın bağları olan düşünce kuruluşlarındaki muhataplarımız bize Türklerin neden ayak sürüdüğünü izah ettiler. Esasen, irtibatta olduğumuz herkes, Türkiye’nin koalisyona katılacağını varsayıyor ancak bu kişilerin hepsi, AK Parti hükümeti ile AK Parti Meclis grubunun ve devlet bürokrasisinin, bu kişilerin çoğu ise, Genelkurmay’ın bu katılımı hızla gerçekleştirme konusundaki isteksizliğinin altını çiziyor. Muhataplarımızın yorumları,
1) ABD askerlerinin konuşlanması karşılığında ABD’den alınacak iktisadi yardımın alınamamasının iktisadi ve mali bedeli konusuna kamuoyunun kayıtsız kaldığı;
2) Hükümetin içinde ve dışında, Fransızların bizi engelleme gayretlerine sinsi bir hayranlık beslendiği bir ortamda yapılmıştır.
Partimizde çok muhalefet var
AK PARTİ
(3)Genellikle çok münakaşacı bir muhatap olan AK Parti’nin basından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı (Murat) Mercan, iktisadi paket ve asker konuşlandırma konusunda bir anlaşmaya varmamız gerektiğini tereddütsüz biçimde teslim ederken, kendisini görmeye alışık olmadığımız biçimde sakindi. Ancak, parti içindeki muhalefetin aşılamayacak kadar büyük olmasından o da endişe duyuyor.
Erdoğan kendini büyük görüyor
(4) Parlamento Dış İlişkiler Komisyonu Başkan Yardımcısı (Emin) Şirin hem açıkça, hem de özel olarak, borç şeklinde değil, ama Türkiye’nin dış borcunun 50 milyar dolarlık kısmının ertelenmesine dayalı daha büyük bir iktisadi paket için lobi yaptı. Ancak ABD ile asker konuşlandırma konusunda bir anlaşmaya varmanın, herşeyden daha önemli olduğunu kabul ederek, bundan kaygı duymamamız gerektiğini gayet doğal bir şekilde söyledi, çünkü AK Parti –bir noktada– gerekli konuşlandırma kararını parlamentodan geçirecekti. Şirin, sonra daha sinirli bir üslupla konuşarak, bu gecikmeyi, parti lideri Erdoğan’ın kendisini “fazla büyük” görmesine ve 9 martta, Siirt’teki genel seçim tekrarlandığında parlamentoya girme şansını engelleyecek hiçbir şey yapmamaya kararlı olmasına bağladı. Şirin, yarı şaka yarı ciddi bir üslupla, harekâtı o tarihten (Siirt’teki seçimden) sonraya bırakıp bırakamayacağımızı sordu. Şirin ayrıca, Başbakan Gül’ün ABD ile yapılan müzakerelerde gelinen nokta konusunda parlamento grubuna yeterince bilgi vermemesinden de şikâyet etti.
CHP
(5) CHP Parlamento Grup Başkanvekili (Mustafa) Özyürek, bize CHP’nin, ABD’nin asker konuşlandırmasına kesin bir şekilde karşı olduğunu teyid etti, çünkü parti, spesifik olarak kuvvet kullanmaya cevaz veren bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olmaksızın yapılacak bir operasyonun hiçbir uluslararası meşruiyet taşımayacağını düşünüyordu. Ancak Özyürek, ABD’nin asker konuşlandırmasına izin veren tezkerenin parlamentodan geçeceği varsayımında bulundu. Asker konuşlandırma izninin kanun yoluyla değil, parlamento kararıyla verilecek olması nedeniyle de, ikinci bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı gerektiğini kesin bir dille açıklayan Cumhurbaşkanı Sezer bunu veto edemeyecek ya da yürürlüğe girmesini başka bir yoldan önleyemeyecekti.
(6) Eski NATO büyükelçisi Onur Öymen de CHP’nin asıl endişesi –“ve de Sezer’in” diye aceleyle ekledi– dediği şey, yani uluslararası meşruiyetin olmayışı üzerinde durdu. Sonra, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1441 sayılı kararı ile ona dayanan diğer kararlarda meşruiyet zemini bulabileceğimiz yolundaki argümanımızla karşılaşınca, hemen geri adım atarak, uluslararası meşruiyetin Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın 51’inci maddesine (öz savunma konulu) dayandırılabileceğini kendiliğinden söyleyiverdi.
Genelkurmay isteksiz çünkü...
DÜŞÜNCE KURULUŞLARI
(7) Genelkurmay’daki daha radikal milliyetçi unsurlarla uzun zamandan beri yakın ilişki içindeki ASAM’ın (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanı Ümit Özdağ, Genelkurmay’ın isteksizliğini, ABD’nin Kuzey Irak’ta başka emelleri olduğu yönündeki inanca bağladı. Özdağ, ABD’nin bağımsız bir Kürt devletini hoşgörmeye hazır olduğu ve Irak Türkmenlerinin oradaki topraklardan ve petrolden “adil bir pay” alması yönündeki Türk taleplerine duyarsız kaldığı yönünde Genelkurmay’da derin kuşkular bulunduğunu söyledi. Özdağ, ayrıca, Türklerin ABD’ye katılma konusunda ihtiyatlı davrandıklarını çünkü bizim asıl amacımızın kitle imha silahlarından kurtulmak değil, Irak’ın petrol rezervlerini denetlemek olduğundan emin olduklarını da belirtti.
YSM’nin (Ulusal güvenlik konusuna odaklanan ve Genelkurmay, Milli Güvenlik Kurulu ve Milli İstihbarat Teşkilatı ile sağlam bağlantıları olan Yüksek Strateji Merkezi) Başkan Yardımcısı (M. Faruk) Demir ve onun danışma kurulunun beş üyesi, bize 19 şubatta, AK Parti hükümetinin ABD’nin asker konuşlandırmasına rıza göstereceğinden emin olduklarını söylediler. Aynı zamanda, Türk Devleti’nin –Genelkurmay ve Cumhurbaşkanlığı itibariyle– Irak meselesini, AK Parti’nin hükümet etme yeteneğine zarar vermek için kullanmaya kararlı olduğunu ve bu amaçla, onlar (Devlet’in temsilcileri) ayak sürüyüp, AK Parti’ye yol göstermeyi reddederken, AK Parti hükümetinin bütün sorumluluğu sırtlamasını istediklerini vurguladılar. Aynı görüşü, AK Parti temsilcilerinden de –mesela siyasi işlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı (Dengir Mir Mehmet) Fırat, Erdoğan’ın dış politika danışmanları (Egemen) Bağış ve (Ömer) Çelik ve parlamento Dış İlişkiler Komisyonu Başkan yardımcısı Şirin’den– de işittik; Şirin bize dobraca “Ordu, bizi ceketi giymeye zorluyor” dedi. (Burada kullanılan “to wear the jacket” deyimi, elini taşının altına sokmak, zor durumda sorumluluk üstlenmek anlamına gelir.)
Demir’le, 20 şubatta tekrar konuştuğumuzda, zamanlama konusunda farklı bir değerlendirmede bulundu. Demir’e göre, ABD’nin yoluna devam ettiğinin ve daha fazla gecikilmesi halinde, AK Parti’nin, hem martta Erdoğan’ın seçimini hem de Nisan 2004’teki yerel seçimleri kazanmasına yardımcı olabilecek büyüklükte bir iktisadi paket elde etme şansının tehlikeye düşebileceğinin idrak edilmeye başlanması, AK Parti yönetiminin özgüvenini sarsmış ve ilk kez, seçim yenilgisi korkusunun ortaya çıkmasına neden olmuştu. AK Parti’nin ABD’yi test etmeye devam etmekten bir zarar görmeyeceği hissine yeniden kavuşmasına ya da yenilgiyi kabullenen ama yine de küstah bir tavra gömülmesine kadar en fazla bir iki gün daha bu fırsat penceresi açık kalacaktı.
TSK, Irak’ta kendi Vietnam’ını gördü
(8)Demir, Genelkurmay’daki küçük bir grubun, ABD’nin Türkiye üzerinden bir kuzey cephesi açmasına isteksiz olmasını, ABD güçlerinin, bu grubun Kuzey Irak’taki ve Türkiye’nin güneydoğusundaki Kürtlere sert bir darbe indirme yönündeki –Demir’in ifadesiyle– güçlü arzusunun önünde engel oluşturacağı korkusuna bağladı. Ancak Demir, Genelkurmay’daki asıl grubun, bu gecikmeyi AK Parti hükümetine daha fazla baskı yapabilmek için kullanmanın yanı sıra, Türk ordusunun, muhtemel savaşta, Kuzey Irak’ta kendi Vietnam’ına saplanacağından korktuğu için de ertelemeden yana çıktığı yorumunu yaptı.
Demir’in danışma kurulu üyelerinden, Gümrük Müsteşarı (Nevzat) Saygılıoğlu ise, ABD’nin daha önce, (Türkiye’ye) kesin son tarihler vermek suretiyle daha kararlı davranmamasından yakındı. ABD hükümetinin baskısı ve inandırıcı son tarihler olmaması, hem Türk hükümetini hem de Genelkurmay’ı bu işi erteleme imkânına sahip olduklarına inandırmıştı.
Asker tezkeresini Gül geciktiriyor
BASIN
12) Erdoğan ve Gül’e istisnai bir erişim imkânına sahip olan İslamî eğilimli gazeteci Akif Beki, Türk hükümetinin ABD’nin asker konuşlandırmasını onaylayacağını ısrarla belirtti. Beki, kararın ertelenmesini Başbakan Gül’ün, ABD’nin asker konuşlandırma talebini geciktirerek savaşı engelleyebileceğine inanmasından kaynaklandığını söyledi. Bu bağlamda, Gül en fazla iki kişiden etkileniyordu: 1) Kuzey Cephesi için Türk desteği olmadıkça, ABD’nin savaşa gitme gücünden yoksun kalacağını ısrarla savunup duran İslamî gazeteci Fehmi Koru ve 2) ABD’yi bir Türkİslam barış girişimi sürdürerek engellemenin ABD için de en iyisi olacağına Gül’ü ikna eden Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu.
(13) Beki, Türklerin ABD’nin vermeye hazır olduğundan daha büyük bir iktisadi pakette ısrar etmelerinin bir nedeninin de, Erdoğan ve Gül’ün, ABD’nin asıl hedefinin Irak’ın petrolünü denetlemek olduğuna, ve Davutoğlu’nun ve başkalarının Gül’e söylediği üzere, ABD’nin elde edeceği bu muazzam kârlardan Türkiye’nin de sıkı bir dilim pay hakkına sahip olması gerektiğine inanmaları olduğunu söyledi.
Erdoğan kabadayılık taslıyor, Gül sinirli
YORUM
(14) Esas itibariyle, bütün muhataplarımız asker konuşlandırma konusunda bir anlaşmaya varmanın kaçınılmaz olduğunu söyleseler de, onlardan hiçbiri bize açık ve ikna edici bir zaman çizelgesi vermedi. 18-20 şubat arasında, AK Parti Genel Başkanı Erdoğan ne anlama geldiği belirsiz bir kabadayılıkla konuştu ve giderek daha sinirli görünen Başbakan Gül de dış politika danışmanlarıyla telaşlı istişarelerde bulundu. Birçok muhatabımız, Gül’ün artan aktivitesini, bizim onu lobiciliğimizle yaylım ateşine tutmamızın biz sonucu olarak, AK Parti hükümetinin ABD’nin asker konuşlandırmasına razı olmamanın mali bedellerinin farkına varmaya başladığı ve bizim Irak’ı kitle imha silahlarından arındırmak konusunda ciddi olduğumuzu nihayet kabul ettiği şeklinde yorumluyorlar.
(15) Ancak, Türk hükümeti ve parlamentonun liderliği, asker konuşlandırma tezkeresinin görüşülmesini 21 şubat sonrasına, yani 24 şubat haftasına bıraktılar; bizim ayrıca İsveç Büyükelçisi aracılığıyla AK Parti’den duyduğumuza göre, hükümetin tezkereyi ikiye ayırması da mümkün; bunlardan biri Türk askerlerinin Irak’ta konuşlanmasına ilişkin olacak (geçeceği kesin) ve diğeri de ABD askerlerinin Türkiye üzerinden konuşlanmasına yetki verecek ama biz iktisadi pakette, askerî operasyonlar konusundaki mutabakat zaptında ve Irak’ta savaş sonrası hedefler konusunda anlaşma sağlamadıkça bu tezkerenin sunulması mümkün değil.
Askerî mutabakat, 26 şubatta sağlandı
ABD Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Kunstadter’in yukarıdaki telgrafı, Washington’ın 20 şubat itibariyle, Ankara’daki havayı, “Türkler, Kuzey Cephesi’ni açmamıza büyük olasılıkla izin verecekler ama bunun ne zaman ve ne kadar yardım karşılığında olacağı hâlâ belli değil” şeklinde yorumladığını gösteriyor. 2003 şubatının son haftasına girildiğinde, bir yandan, Gül hükümetinin ve Meclis’in ne yapacağı konusundaki belirsizlik sürerken, bir yandan da iki tarafın askerî yetkilileri arasındaki müzakereler devam ediyordu. Nitekim, askerî operasyonlar konusundaki mutabakat zaptının metni üzerindeki pazarlık, bu telgrafın yazılmasından altı gün sonra, 26 şubatta yapılan yedi saatlik bir toplantıda anlaşmayla sonuçlandı. Gül hükümetinin, asker tezkeresini 1 martta Meclis’e sunmasını mümkün kılan da, büyük ölçüde bu anlaşmanın sağlanması oldu.
“WikiLeaks Türkiye Belgeleri” arasında yer alan 3 Mart 2003 tarihli ve “GİZLİ” ibareli telgraf, ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a asker sokmasına izin verilseydi, iki ülkenin bölgede nasıl bir askerî işbirliği planladıklarının ipuçlarını da içeriyor. Ama biz, bu belgeyi yayımlamayı daha ileri bir tarihe bırakıp, şimdilik, bu işbirliğini imkânsız kılan tezkere oylamasının hemen arefesine dönelim.
MGK’ya umut bağlayıp beklediler
2003 “artık” bir yıl değildi. 28 şubat ayın son günüydü ve Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 şubat toplantısı, Meclis’teki kritik oylamaya 24 saat kala gerçekleşiyordu. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin iki numarası Robert Deutsch, MGK toplantısının başladığı sıralarda, Washington’a, “Türk hükümeti ve parlamentosu ABD askerlerinin intikaline ilişkin karar öncesinde MGK toplantısını bekliyor” başlıklı bir telgraf yazdı.
Telgrafın başındaki kısacık “ÖZET” bölümü, Amerikalı diplomatların gerek alınacak sonuç, gerekse MGK’nın süreçte oynayacağı rol konusundaki “son dakika” tereddütlerini de ele veriyor:
Türk parlamentosu, AK Parti hükümetinin, ABD askerlerinin Türkiye üzerinden intikaline ve Türk askerlerinin Kuzey Irak’ta konuşlanmasına ilişkin tezkeresini tartışma ve muhtemelen de oylama tarihini 1 Mart –yani güçlü MGK’nın toplantısından bir gün sonrası– olarak değiştirdi. MGK’nın kararlı ifadelerle tavsiyede bulunması, asker konuşlandırma kararının dinamiklerini değiştirebilir, ama MGK, geçen ay (bu konudaki) resmî sorumluluğu hükümetin üzerine bırakmıştı.
Kemalist Sezer’le İslamcı Arınç elele
Deutsch’un telgrafında, hükümetin asker tezkeresinin karşılaştığı en son engelin, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, Anayasa’nın 92’nci maddesini gündeme getirmeleri olduğu üzerinde duruluyor. Bu madde, malûm, savaş hali ilanını “milletlerarası hukukun meşru saydığı haller” ile sınırlıyor. 28 Şubat 2003 tarihli Amerikan telgrafında, bu konu üzerinden tezkereye yapılan itiraz şöyle yorumlanmış:
Kemalist Sezer ile İslam-yönelimli Arınç arasındaki tuhaf ittifak, zaten yoğun olan son dakika belirsizliğini körüklüyor ve parlamentodaki tartışmanın hemen öncesinde, yeni bir erteleme ihtimalini ortaya çıkarıyor.
Aynı telgrafta, Arınç’ın 92’nci maddedeki koşulu karşılamayan bir tezkerenin oylanmasına karşı tutumunun, “AK Partinin parlamento grubunun büyük çoğunluğu arasında ses getirdiği” gözlemi de aktarılmış. Bütün bunlar, Amerikalıların 1 Mart oylamasından önceki son 24 saatte, sonuçtan hiç de emin olmadıklarının işareti.
“Kesin geçecek” diyenler çok ama...
Telgrafın devamında, bazı gözlemcilerin 1 mart oylamasına ilişkin tahminleri aktarılıyor. “İslamî yönelimli Kanal-7’nin kıdemli muhabiri” olarak tanıtılan Akif Beki, mesela, 28 Şubat günü, “MGK’nın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruma gerekliliği üzerinde durmak suretiyle, Türk hükümetinin elini bir şekilde güçlendireceği ve tezkerenin geçeceği” görüşünü ABD’li diplomatlara aktarmış.
Buna karşılık, eski Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir, MGK’nın ocak ayındaki kararının ötesine geçmeyeceğini ve böylelikle, kararın sorumluluğunu tamamen hükümetin ve parlamentonun üzerine bırakacağını öngörmüş; ancak Kandemir de, tezkerenin geçeceği tahmininde bulunuyor.
O sırada Tercüman’da yazan Hasan Celal Güzel ve MHP’li eski Devlet Bakanı Şevket Bülent Yahnici de, 26-27 Şubat günlerinde Amerikalılarla görüşüp “Tezkere geçer” diyenlerden...
CHP’nin tutumunu çok iyi biliyoruz
CHP’nin tezkere konusundaki tutumunun ABD nezdinde gayet net olduğu da telgraftan anlaşılıyor:
Muhalefetteki CHP, Sezer’in Kemalist bakışını paylaşıyor ve blok olarak, hükümetin tezkeresine karşı oy kullanma taahhüdünde bulunuyor. Temsili bir görüş sunan emekli diplomat ve şimdinin CHP milletvekili Şükrü Elekdağ, kendisinin ve partidaşlarının Irak’a karşı “Amerika’nn kirli savaşı”nı desteklemeyeceklerini kamuoyuna açıkladı. Elekdağ aynı zamanda, AK Parti içinde Arınç’ın liderliğindeki savaş-karşıtı fraksiyona sempati ve destek de bildirdi. Elekdağ’ın kamuoyuna yaptığı açıklamalar kendisinin ve emekli büyükelçiler Onur Öymen ve İnal Batu gibi diğer üst düzey CHP’lilerin bize son bir ay içinde özel konuşmalarda yaptıkları yorumlardan biraz daha sivri ama farklı değil.
Merkez Bankası sonuçtan endişeli
ABD’li diplomatların 1 Mart 2003’ün arefesinde, oylamaya ilişkin kuşkular taşıdıklarını ve daha önce basına yansıyan genel algının aksine “evet” oyunu “çantada keklik” görmediklerini yansıtması açısından öğretici bulduğumuz bu telgrafta, “AK Parti ve CHP milletvekillerinin ‘hayır’ oyu çıkması durumunda yaşanabilecek bir mali çöküntüden endişe etmedikleri” de özellikle vurgulanmış. Büyükelçi Pearson’ın şu notu dikkat çekici:
Merkez Bankası Başkanı (Süreyya) Serdengeçti, özellikle AK Parti’nin durumun ciddiyetini kavramadığını ve ABD yardımı ya da IMF programı olmadan da yoluna devam edebileceğini düşünür gibi göründüğünü bize çıtlattı. Serdengeçti, ‘Onların bu bilinç eksikliği beni korkutuyor’ dedi.
Yakış ve Büyükanıt Gül ve Özkök’e karşı
Telgrafta, “Fethullah Gülen-bağlantılı (İslamcı) İŞHAD işadamları derneğinin Genel Sekreteri ve (Abdullah) Gül ile yakın bağlantılı” diye tanıtılan Mustafa Günay’a atfen şu görüş de yer alıyor:
Türk Devleti ve Hükümeti, söz konusu iktisadi bedellerin bütünüyle farkında ama Türk hükümeti, her şeyden ziyade, Saddam sonrası Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmayacağı yönündeki ABD hükümetinin taahhütlerini zayıf bulmaktan rahatsız.
“Günay’a göre,” diye yazmış Amerikalı diplomat Deutsch, “Gül ve Genelkurmay Başkanı Özkök daha uzlaşmacı (ABD yanlısı) bir görüşü paylaşıyorlar ama 1) Genelkurmay İkinci Başkanı Büyükanıt dahil askeriyenin yönetimindeki katı tutumlular ve 2) Türk devletinin ABD konusundaki geleneksel kuşkularını paylaşan Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış tarafından engelleniyorlar.”
İktidar mücadelesi her şeyi etkiliyor
Nihayet, telgrafın sonundaki “YORUM” paragrafında, ABD’lilerin tezkereyle ilgili sıkıntı konusunda belli bir farkındalığa sahip olmakla birlikte, muhtemel bir “hayır” kararına hazırlıklı olmadıkları da anlaşılıyor:
1 mart oturumunun oylamayla mı yoksa yine bir ertelemeyle mi sonuçlanacağını daha iyi değerlendirebilmek için, 28 şubat akşamı çıkacak olan MGK kararını beklemek zorundayız. İrtibatta olduğumuz kişilerin ifade ettiği gibi, nihayetinde, bu gecikmenin nedeni, 1) Türk Devleti’nin, ABD hükümetinin kuzey Irak’taki niyetleri konusundaki korkuları; 2) AK Parti’nin iktidar mücadelesinin iç dinamikleridir.
Tezkerenin reddi hükümeti zorladı
1Mart 2003 günü, saat 20:25’te Ankara’dan ABD’nin Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları, Genelkurmayı ve Hazinesi’nin tepe yöneticileriyle, Beyaz Ev Ulusal Güvenlik Konseyi’ne giden “kişiye özel” telgrafın başlığı: “Irak: Türk Parlamentosu ABD’nin asker konuşlandırmasını reddetti.”
ABD Büyükelçisi W. Robert Pearson, Meclis’teki oylamaya katılan 533 vekilden 264’ünün tezkere lehinde, 250’sinin karşı oy kullandığını ve bunun Anayasa’nın 96’ncı maddesi gereği, tezkerenin kabulü için gereken mutlak çoğunluğu karşılamadığını aktardıktan sonra, hükümetin tezkereyi yeniden oya sunmasının “imkân dahilinde” olduğunu ama bunun olup olmayacağının, bu aşamada öngörülemeyeceğini yazmış.
Telgrafın son paragrafı ise oylamanın “siyasi” anlamı üzerinde duruyor:
Tezkereyi geçirmek için gerekli oyları sağlayamaması, AK Parti hükümetine –özellikle de, parti lideri olarak bu tezkeresinin arkasına kendi prestijini koyan AK Parti lideri R. Tayyip Erdoğan’a– ciddi bir darbedir. Oylamadan önce, muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi, kendi milletvekillerinin blok halinde tezkereye karşı oy kullanacaklarını açıklamıştı. CHP’nin parlamentoda 177 üyesi var; AK Parti’nin ise 363. Oylamaya katılmayan 16 milletvekilinin parti mensubiyetlerini henüz bilmiyoruz. Bununla birlikte, en az 90 AK Parti milletvekili ya da AK Parti parlamento grubunun yaklaşık yüzde 25’i hükümeti desteklemekten geri durmuştur.
Başbakan çok çalıştı ama olmadı
Büyükelçi Pearson, yukarıdaki telgraftan tam elli beş dakika sonra, 1 Mart günü saat 21:20’de yine aynı adreslere çok daha kapsamlı bir telgraf göndermiş. “Türkiye: Parlamento Oylamasının Ardından Post- Mortem (Latince “ölüm sonrası” anlamına gelen bu söz, bir tür mecazi otopsi anlamında kullanılır ve herhangi bir işlem sonrası yapılan muhasebeyi anlatır)” başlıklı telgrafın tam metnini sunuyoruz:
(1) ÖZET: Dışişleri Müsteşarı (Büyükelçi Uğur Ziyal) 1 martta, Büyükelçi’ye (Pearson kendisini kastediyor), ABD ve Türk askerlerinin konuşlanmasına ilişkin Meclis tezkeresinin reddedilmesinin ardından, Türk sisteminin şok halinde olduğunu söyledi. Başbakan ve hükümet, parlamenterleri ikna etmek için çok çalışmışlardı, ancak gayretlerinin yeterince anlaşılmadığını hissediyorlardı. Türkiye, ABD ile stratejik ortaklığa bağlı olmayı sürdürüyor ve geniş bir yelpazedeki çeşitli konular üzerinde (birlikte) çalışmaya hazır. Hükümetin kendisini nasıl toparlayacağı ve Irak konusunda bundan sonra nasıl ilerleneceği bu noktada cevapsız bir soru olmayı sürdürüyor. Ziyal, piyasalarda potansiyel bir çöküntüyü ve provokatif bir Kürt tepkisini kontrol altına almaya yardımcı olmak için, ABD’nin destek açıklamaları yapmasını istedi. ÖZETİN SONU.
(2) 1 martta, asker konuşlandırmaları konusundaki parlamento oylamasının kaybedilmesi ardından, Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal, Büyükelçi’ye bir durum değerlendirmesi yaptı. Hazırlanmış bir metne bakarak konuşan Ziyal, alınan sonucun hükümeti, AK Parti’yi ve bürokrasiyi şoka uğrattığını söyledi. Parlamento uzun ve ateşli bir tartışma gerçekleştirmişti. Hükümet, parlamentoyu lehte oy kullanmaya ikna etmek için mümkün olan her şeyi yapmıştı. Hükümet tezkere lehine basit bir çoğunluk elde etmişti ama bu, o sıradaki toplam vekil sayısının çoğunluğunun sağlanmasını öngören anayasal gerekliliği karşılamamış, üç oy eksik kalmıştı. (264 evet oyu verilmişti ama onay için, oy kullanan 533 vekilden 267’sinin oyu gerekiyordu.) Hükümet, hâlâ metinler üzerinde tam bir anlaşma sağlanamamış da olsa, bütün mutabakat zaptlarının (askerî, iktisadi ve siyasi) yerli yerinde olduğunu parlamentoya bildirmişti.
Halk da, ABD de hep yanlış anladı
(3) Ziyal, hükümetin, parlamentonun onayını almanın zorlukları konusunda ABD’yi önceden bilgilendirdiğini söyledi. Washington, bu zorluğu anlamamıştı. Başbakan’ın zemini hazırlamak için zamana ihtiyacı varken, gecikmeler ayak sürümek olarak görülmüştü. Yetkililer, ABD’nin taleplerine erken bir cevap alma ihtiyacını anlayışla karşılamışlardı ama kamuoyu, ABD’nin bu yaklaşımını Türkiye’ye baskı yapmak olarak algılamıştı. Türkiye, parlamentoyu işbirliğinin yararına ikna etmek için siyasi, askerî ve iktisadi alanlarda anlaşmalar hazırlamaya çalışmıştı ama bu süreç, pazarlık olarak algılanmıştı. Türkiye, ABD basınının doğru yönlendirilmesini istemiş, bunun yerine Türkiye’nin yaşadığı zorluklar alay konusu edilmişti. Son, fakat aynı derecede önemli olarak, parlamentodaki görüşmeyle hemen hemen aynı gün, Irak muhalefet konferansında alınan bir kararla Türkmenler başkanlık komitesinin dışında bırakılmıştı. Parlamentodaki tartışmada, bu konu doğrudan gündeme getirilmişti.
Amerikan dostluğu için istikbaliyle oynadı
(4) Ziyal, Başbakan’ın ve hükümetin Amerikan dostluğundan yana çıkabilmek için, siyasi istikballerini riske attıklarını söyledi. AK Parti’nin, sonucu değerlendirmek ve hükümetin bundan sonra ne yapacağına karar vermek amacıyla pazar sabahı toplanacağını da belirtti. Tezkereyi geçirememesine rağmen, Türkiye’nin stratejik ortaklığa olan bağlılığı sürmekteydi ve Ziyal, ABD’nin bunu anlayacağını, devam eden stratejik ortaklık gibi, bu çabanın da değerini bileceğini ümit ediyordu. Ziyal, bizim dostluğumuzun tek konuluk bir dostluk olmadığını ama birlikte uğraştığımız birçok şeyi ilgilendirdiğini sözlerine ekledi. Türkiye, bütün bu konularda ABD ile birlikte çalışmaya hazırdı.
(5) Ziyal, oylamanın hemen sonrasındaki dönem için, iki önemli endişesi olduğunu söyledi. İlki, pazartesi günü mali piyasaların vereceği reaksiyon; ikincisi de, Irak Kürtlerinin tepkisiydi. Büyükelçiliğin oylamadan hemen sonraki sakin tepkisinin kendilerine yardımcı olduğunu ve ABD’nin genel olarak bu gelişmelere ölçülü bir karşılık vermesinin, bu iki cephede doğabilecek güçlükleri sınırlamak açısından önemli olacağını belirtti.
Tezkere bir daha gelebilir mi dersiniz
(6) Büyükelçi, ABD’nin, hükümetin lehte bir karar çıkarmaya çalışma gayretinin değerini bildiğini söyledi. Görüş açıklayanların nisbî çoğunluğunun tezkerenin geçmesinden yana olduğunu kaydetti. ABD’nin bundan sonraki adımlarının ne olacağını değerlendirirken, pratik bazı bilgilere ihtiyaç duyacağını bildirdi. Hükümetin tezkere konusunu yeniden parlamentoya getirip getirmeyeceğini ve bunun ne şekilde olabileceğini, mümkün olan en kısa zaman içinde bilmemiz gerekiyordu. Büyükelçi, (AK Parti’nin) yönetim toplantısı ardından, hükümetin kafasındaki opsiyonlar ve bunların zamanlaması konusunda bize mümkün olan en kısa sürede bir fikir verebileceğini umduğumuzu ifade etti. Ziyal, bu aşamada öngörüde bulunmanın imkânsız olduğu ama Türk hükümeti gideceği yolu belirlemeye başlarken, ABD’nin ne düşündüğünü bilmenin de ziyadesiyle önem taşıyacağı cevabını verdi. Ziyal, birlikte çalışmaya devam ederken, ABD ile Türkiye’nin geri adım atamayacağı ani eylemlerde bulunmamasının önemi konusunda hemfikir oldu.
YORUM
(7) Parlamentodaki tezkere konusunda müspet bir sonuç almayı başaramayan AK Parti, yarından itibaren durumunu gözden geçirmek zorunda kalacak. AK Parti, Ziyal’in de endişelendiği gibi, özellikle piyasaların ayıltıcı tepkileriyle karşılaşacaktır. İleri gitmenin bir yolu, yeni bir tezkerenin yeniden parlamentoya sunulması olabilir ama bunun, Erdoğan’ın gelecek pazarki (9 mart) ara seçimlerde kazanması beklenen ve partinin kendini toparlamaya başlamasına yardım edecek bir zaferden sonra olması akla daha uygun geliyor.
AKP’ye diz çöktürmek istedikleri için oldu
ABD tarafının Kuzey Cephesi’nden hâlâ bütünüyle ümit kesmek istemediğinin, Türk tarafının ise ilişkilerde keskin bir kötüleşmeyi önlemeye çalıştığının işaretlerini içinde barındıran Ziyal-Pearson görüşmesinden iki gün sonra, Washington’a 1 martta alınan sonucu değerlendiren bir telgraf daha gitti. Doğrudan Pearson’ın kaleme aldığı telgrafın başlangıcındaki özet bölümünde, tezkerenin reddedilmesi üç ana nedene bağlanıyor:
(1) Laik Türk Devleti’nin ABD hükümetinin Irak’taki niyetlerine ilişkin korkuları, (2) İslamî eğilimli AK Parti’yi dizlerinin üstüne çöktürme yönündeki güçlü arzu, (3) AK Parti’nin içindeki siyasi dinamikler, iç rekabet ve partinin acemiliği.
Pearson, aynı bölümde, tezkerenin reddedilişinin siyasi sonucunu da şöyle değerlendiriyor:
AK Parti hükümeti şimdi kötü sarsıldı; AK Parti lideri Erdoğan ve Başbakan Gül küçük düştüler ve ABD-Türkiye ilişkileri ciddi bir stres altında. Erdoğan, reddedilen tezkerenin yeniden canlandırılmayacağının işaretini 2 martta kamuoyuna verdi ama hükümet, adı konulmayan başka alternatifler üzerinde duruyor.
Telgrafın bundan sonraki kısmında, 1 mart yenilgisine ilişkin Amerikan resmî değerlendirmesinin iyi bir özeti var; bu kısmı aktarıyoruz:
“DÜŞMAN”
(2) AK Parti ve Kamuoyu: Türk kamuoyuna ve medyasına, güçlü savaş-karşıtı görüşler egemendi ve parlamentodaki her iki kanadı da (AK Parti dahil) tesir altında bıraktı; bu da, tecrübesiz AK Parti ve hükümeti için idare edilemeyecek bir hal aldı. AK Parti lideri Erdoğan, o övündüğü kararlı liderliğini çok az gösterdi; seçmenleri ve parlamento grubunu etkilemek için çok geç bir zamanda, çok az şey yaptı. Başbakan Gül’ün krize “barışçı bir çözüm” bulmak için yüksek profilli bölgesel diplomatik çabaları, seçmenlerin AK Parti’ye bravo demesini sağladı ama aynı zamanda kamuoyundaki, Türk Devleti’ndeki ve AK Parti’nin kendi içindeki savaş karşıtı seslerin kararlılığını güçlendirdi. Yelpazenin her yanından bir dizi entelektüel, Türkiye’nin “hayır” oyu ile ABD’nin savaş çabasını engelleyebileceğini savundular. Sonunda da, alınan neticeyi demokrasinin zaferi olarak ilan ettiler.
Arınç’ın liderliği ve Erbakan’ın mesajı
(3) Erdoğan, Gül ve AK Parti Parlamentosu: C referanslı belge (bu belge telgraf metninde yer almıyor), parlamentonun, AK Parti’nin ağır topu ve Erdoğan ile Gül’ün rakibi olan Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın liderliğinde yarı-bağımsız bir dış politika karar noktası haline yükseldiğini anlatıyor. Arınç’ın hem Cumhurbaşkanı Sezer hem de muhalefetteki CHP’yle –bütün olarak ret oyu verdiler– açıkça işbirliği yapması, AK Parti’deki disiplinin altını oydu ve çekimser kalanları parti yönetimine karşı saf tutma konusunda cesaretlendirdi. Oylamadan dakikalar sonra, üst düzey bir AK Parti üyesi ve eski MGK personelinden, çevresi geniş bir isim, özel bir görüşmede, İslamcı eski Başbakan Erbakan’ın AK Parti kadroları içindeki eski takipçilerine ve sempatizanlarına yaptığı retçi çağrının bazı AK Parti üyelerini ürkütmekte etkili olduğunu bize anlattı.
Önder Sav, gemilerimiz için “düşman” dedi
Atatürk’ün partisi adına konuşan, üst -düzey CHP yetkilisi Önder Sav –ki Arınç ona kapsamlı konular üzerine konuşması için usulen doğruluğu tartışmalı olacak kadar geniş bir imkan tanıdı– ABD hükümetini “iğrenç ve utanç verici bir savaşa” girmekle itham etti ve İskenderun açıklarındaki gemilerin “düşman” gemileri olduğunu söyledi.
Erdoğan ve Gül yanlış bir hesap yaptılar
Oylamadan hemen önce Meclis Genel Kurulu’nu ziyaret eden eski bir parlamenter, sonrasında bize, kamuoyundaki ve AK Parti içindeki hassasiyetlerin gayet iyi farkında olan ve parlamentodaki ve Türk Devleti’ndeki rakiplerini etkisiz kılabilmeyi uman Erdoğan ile Gül’ün, bazı partidaşlarının muhalefetle birlikte hareket etmesine izin vererek, az farklı ama başarılı bir oylama sonucu üretmeye çalıştıklarını söyledi. “Yanlış hesap yaptılar” dedi.
AK Parti içinden ve diğer yerlerden irtibatta olduğumuz kişiler AK Parti grubunun şimdi gerilimden harap düşmüş bir halde ve en azından şimdilik Erdoğan-Gül cephesi ile Arınç arasında bölünmüş durumda olduğunu kaydediyorlar. Gözlemciler, bu durumun nihai olarak AK Parti’nin parçalanması sonucunu vermese bile, özellikle Erdoğan için ciddi bir idare sorunu oluşturacağını söylüyorlar.
TSK, AKP ve ABD’ye karşı ikili oynadı
BİR TAŞLA İKİ KUŞ VURMAK
(4) Türk MGK’sı, muhataplarımızın ifadesine göre, AK Parti hükümetini ve parlamentoyu ABD hükümetine destek yönünde kapsayıcı bir “Devlet” taahhüdünün siperinden mahrum kılıp, onları zor durumda bırakacak şekilde tasarlanmış olan 28 şubat toplantısından sonra, tarafsız bir açıklama yayınladı. Dahası, referans E belgesinde aktarıldığı gibi (bu belge telgraf metninde yer almıyor), Türkiye’nin kudretli generalleri son günlerde, AK Parti hükümetinin oylamayı “aceleye getirmesinin” kendilerinde “endişe” yarattığı izleniminin yaygınlaşmasına izin verdiler; bu konuda bir yalanlama yayınladılarsa da, bu, AK Parti’nin Genelkurmay’ın harekete geçmesi için gerekli siyasi kararı almakta ayak sürüdüğü yönünde aylardır devam eden askerî eleştirilerin hemen sonrasında gerçekleşti. Esasen, askeriye aynı anda hem hükümeti ABD’den azami taleplerde bulunması için teşvik etti hem de tesislerdeki hazırlık sürecinin hayata geçmesini kasten zorlaştırarak, mevcut duruma daha fazla gerginlik ve baskı unsuru katmış oldu. MGK’yı yöneten Cumhurbaşkanı Sezer, AK Parti hükümetinin tezkeresinin anayasaya uygun olmadığı yönündeki görüşünü, son dakikada bir kez daha açıklayarak, meseleyi yasama organının gündemine sokmak için heveskâr Arınç ve CHP ile işbirliği yaptı.
Oylamadan sonraki görüşmelerimizde, muhataplarımız parlamentodaki tartışma öncesinde fark ettiğimiz şeyi bize teyid ettiler: Sezer ve generaller, AK Parti’nin Türkiye’yi halkın desteklemediği bir savaşa sürüklemesini önledikleri izlenimini yaratmaya çalışıyorlardı ve böylece AK Parti içindeki bazı unsurların tereddüdünü pekiştiriyorlardı. (Genelkurmay’da irtibatta olduğumuz general düzeyindeki subaylar bize aylardır, askeriyenin ABD’nin bütünüyle desteklenmesinin şart olduğunu düşündüğünü ama hükümetin de kendi sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini söylüyorlardı. Türk Genelkurmayı yanlış hesap yapmış görünüyor. İrtibatta olduğumuz subaylar 1 martta “evet” sonucu bekliyorlardı ve neticeye şaşırmış olmalılar.)
Kıdemli bir gazeteci, eski bir MGK personeli ve Erdoğan’a yakın bir AK Parti milletvekili bize, oylama öncesinde askeriyenin, asıl olarak Erdoğan’ın ve AK Parti’nin altını oymaya odaklandığını söylediler. Gazeteci, ordunun amacının “bir taşla iki kuş –yani hem AK Parti’yi hem ABD hükümetinin Irak politikasını– vurmak” olduğunu söyledi.
(5) Kürt sorunu da, yapılan hesaplamalarda ve askeriyenin, Türk Dışişleri’nin ve onun bürokratik müttefiklerinin üst düzey unsurlarının gizlice yürüttüğü siyasi çabada hep önem arzetti. ABD’nin Kürtlere yönelik politikasına ilişkin şüpheler –bu konudaki işbirliğimiz ve açıklamalarımız gözardı edilerek– askeriyenin ve bürokrasinin bizim çabalarımıza bakışını belirliyor; onlar, ABD hükümetinin Türkiye’ye karşı PKK ile işbirliği yaptığını öne süren bir kampanyanın yayılmasına izin verdiler. Türk güvenlik güçleriyle Türkiye’nin güneydoğusundaki etnik Kürtler arasındaki gerilimin tırmanması, birçok Kürde ve aralarında gelenekçi olmayan CHP’li vekillerin de bulunduğu başka muhataplarımıza göre, Türk ordusunun bölgedeki ayrılıkçılıktan duyduğu korkunun doğrudan bir sonucuydu. Burada, kendi kendini doğrulayan bir kehanet unsuru söz konusu; hem İslamî (AK Parti) hem de Kürt milliyetçi çevreleriyle bağları olan birkaç Kürt şahsiyet bizimle konuşurken, ABD hükümetinin politikasını “Kemalist Türkiye” yandaşı olmakla eleştirdi. Bu kişiler, tezkerenin geçmemiş olmasından ve böylece Türkler yerine, Iraklı Kürtlerle ABD hükümeti arasında daha fazla işbirliğinin yolunun açılmasından memnuniyet bidirdiler.
(Burada, telgrafın başlangıcındaki özette belirtilen unsarların tekrar eden çok kısa bir bölümünü atlıyoruz. Meraklısı, internet sitemizdeki orijinal metne bakabilir.)
TÜRK DOSTLARIMIZ
(7) Parlamentodaki yenilgi, Ankara’da yaygın olarak, bu sonuçla fena halde sarsılan hükümete karşı fiili bir güvensizlik oyu olarak algılanıyor. Kendi liderlik eksikliklerinin ve taktiksel beceriksizliklerinin kurbanı olsalar da, Erdoğan ve Gül, nihayetinde sorumluluğu üzerlerine aldılar ve ciddi bir riski göze alarak ABD hükümetinin desteklenmesi için gayret gösterdiler –sonunda, geleneksel Devlet ile siyasi rakiplerinin baskısına karşı koyamadılar ve bu süreçte kamuoyu önünde küçük düşmüş oldular. Bu rakiplerin çoğu, nicedir ABD hükümetinin Türkiye’deki en iyi dostları olduğunu iddia eden askeriyenin üst kademelerinde ve diğer resmî çevrelerde bulunuyor. Savaş karşıtı ittifak, ikili ilişkilere zarar verme riskini göze alarak taktik bir siyasi başarı kazandı. Bu zararın ve savrulmanın sınırlı tutulup tutulamayacağını ya da önünün alınıp alınamayacağını, bütün olarak Türk varlığının tüm unsurlarının –seçilmiş hükümet kadar seçilmemiş Devlet’in de– Türk tarihindeki bu önemli olaydan partizanca avantaj sağlamak yerine kendine gelip gelmeyeceği belirleyecek.