Doğu Akdeniz'de Türkiye'siz bir denklem mümkün değil!
Eski çağlardan günümüze askeri, ticari, kültürel önemini korumuş olan Doğu Akdeniz havzası, bugün enerji paylaşım mücadelesinin odağında yer alan bir bölge konumunda. Bir yanda 82 milyonluk nüfusuyla bölgesel bir güç olan Türkiye, diğer yanda Arap ülkeleri ve İsrail, öte yanda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan üzerinden bölgeyi etki alanına çekmiş olan Avrupa Birliği (AB), en nihayetinde ise ABD ve Rusya özelinde küresel güçlerin bayrak gösterdiği jeopolitik bir çekim merkezi olan Doğu Akdeniz 2000'li yılların başından itibaren zengin doğalgaz rezervleri ile gündemdeki yerini aldı.
ABD Enerji Bakanlığı verilerine göre toplam 9,8 trilyon metreküplük potansiyel doğalgaz kaynağına ev sahipliği yapan Nil ve Levant havzalarında İsrail ve Mısır’ın son yıllarda yaptıkları büyük ölçekli keşiflerle hem çevre ülkelerinin hem de küresel enerji firmalarının deniz-dibi enerji kaynaklarına yönelik ilgileri önemli ölçüde artmış bulunuyor. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olan her ülke, deniz-dibi kaynaklarına erişimi düzenleyen Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölgeleri (MEB), kısaca deniz yetki alanlarını belirleme, koruma ve kullanma hakkını giderek artan bir şekilde deniz gücü, strateji ve güvenliğin önemli birer öğesi olarak kabul etmektedir. Türkiye, bölgede en uzun sahil şeridine sahip ülke olarak Kıta Sahanlığı sınırlarını 2004 yılında belirlemiş ve 18 Mart 2019 tarihli mektubu ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne teyit etmiştir.
Bugün Kıbrıs adası çevresindeki deniz yetki alanları üzerinde yaşanan ihtilafa bakıldığında temelinde yatan nedenin AB desteğini arkasına alan GKRY-Yunanistan ikilisinin hakkaniyete aykırı tutumları olduğunu görmekteyiz. 1960 kurucu ortaklık anlaşmasına aykırı biçimde, GKRY 2004 yılında kendi MEB’ini ilan ederek hem Kıbrıs Türklerinin hem Türkiye’nin haklarını gasp etmiş, sırasıyla Mısır, Lübnan ve İsrail’le karşılıklı deniz sınırlandırma anlaşmaları imzalamıştır. Müteakiben, 2011 yılından itibaren çıktığı ihalelerle on üç parsele ayırdığı MEB sahasında uluslararası enerji firmalarına bu parsellerde arama, üretim ve işletme hakkı vermiş bulunmaktadır. Buna mukabil KKTC, Türkiye ile yaptığı 2011 tarihli Kıta Sahanlığı anlaşmasını müteakip Türkiye Petrolleri’ne (TPAO) belirtilen alanlarda arama ruhsatı vererek bir oldu-bittiye müsaade edilmeyeceğini dünyaya duyurmuş, Türk Deniz Kuvvetleri’nin desteğinde Yavuz ve Fatih sondaj gemileri ilan edilen sahalarda doğalgaz arama faaliyetleri icra etmeye başlamışlardır. Türkiye’nin kıta sahanlığı Rum Yönetimi’nin sözde 1, 4, 5, 6 ve 7'nci parselleriyle çakışmakta, uluslararası toplumsa Türk tarafının anlaşmalardan ve özel coğrafi koşullardan doğan hakkaniyet esaslı taleplerini yok sayarak GKRY’nin tek yanlı hamlelerine açık destek vermektedir.
Doğu Akdeniz enerji denkleminde ittifakların rolü
Bu konjonktüre bakıldığında, Doğu Akdeniz’de egemenlik iddiasında bulunan güç odaklarının kalıcı ve uzun vadeli ittifaklardan ziyade asimetrik avantaj sağlamaya dönük, konu-bazlı geçici koalisyonlar kurma yoluna girdiği izlenmektedir. Nitekim Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF) bir gecece ortaya çıkmamıştır. 2016 yılından itibaren GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır, üçlü itilaflar neticesinde oluşturdukları siyasi alt yapı, mutabakat ve iş birliği mekanizmaları ile Türkiye’yi enerji denklemi dışına itmek istemiş, bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirmeye başlamıştır. DAGF, bu minvalde, İsrail’in önderlik ettiği ve ABD’nin desteklediği bölgedeki kıyıdaş devletlerin ortak pozisyon belirleme, koordinasyonu artırma, ortak bir hedef oluşturma yönünde çaba göstermesi neticesinde doğmuş bölgesel bir enerji birliğidir. 2019 yılı temmuz ayında Kahire’de kurulan forum İsrail, Yunanistan, GKRY, Mısır, Filistin Yönetimi, Ürdün ve İtalya olmak üzere yedi üyeden oluşmaktadır.
DAGF’de kilit ülke konumunda olan İsrail, Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’deki başat ülke konumunu pekiştirmek için 2017 yılından itibaren yeni bir dış politika atağına geçmiştir. Doğu Akdeniz’deki ana gayesi Mısır’la ve Ürdün’le siyasi olduğu kadar ticari olarak da "barış" yapmaktır. İsrail’in 2020 yılında aktive etmeyi hedeflediği Leviathan sahasından çıkarılacak gazın DAGF bünyesindeki Mısır’a ve Ürdün’e satışına yönelik anlaşmalar bu ülkelerde “halka rağmen” yapılmış, rasyonel ekonomik çıkarlardan ziyade İsrail’in bölgedeki gücünü konsolide etme gayesi ön planda tutulmuştur. İsrail, enerji güvenliği bazında alternatif, güvenli nakil güzergahları oluşturmak, OPEC tipi bir kartel yaratarak Orta Doğu’da doğalgaz ticaretini tekel altına almak istemektedir. Özellikle Mısır bu konuda İsrail’le tarihi bir yakınlık içeresinde görülmekte, bölgenin ana doğalgaz dağıtım merkezi olma hedefinde İsrail’in etkisi ve desteğini kazanma hedefi gütmektedir. Ancak bölgedeki en büyük gaz üreticisi ülkeler olan Katar, İran ve Rusya olmadan OPEC tipi bir yapının yürüyemeyeceği ortadadır. Petrol üreticisi ülkeler için sıkça kullanılan ve Rusya’yı da içeren OPEC gibi bir grup düşünülebilse de içinde İsrail’in olduğu bir yapıya Rusya ve İran’ın kendi pazar paylarını kaybetme pahasına ne kadar destek verecekleri tartışma konusudur.
Doğu Akdeniz enerji jeopolitiği
Öte yandan DAGF, belirtilenin aksine sadece bir enerji birliği olmaktan öte ilgili üst düzey yetkililerin demeçlerinden de anlaşılacağı üzere Türkiye’yi çevreleme, Rusya’yı oyun dışına itme ve İsrail’in bölgedeki başat güç olma gayesini desteklemeye yönelik bir projedir. Çevre ülkeler bu amaçlara hizmet ettikleri ölçüde İsrail tarafından kabul görüp korunmakta ve Türk tarafına karşı birer koz olarak öne sürülmektedir.
Bu bağlamda, GKRY gördüğü uluslararası yakın ilgiden memnun olarak aşırı bir özgüven içinde hareket etmekte, bölge gerçeklerini göz ardı etmektedir. Nitekim, Rum ve İsrail havzalarında keşfedilen üretilebilir gaz miktarı, Avrupa’ya deniz altından uzanması planlanan ve “East Med” olarak isimlendirilen boru hattını inşa etmek için yeterli değildir. Bu projenin finansman, teknik zorluklar, pazar payı ve teslim fiyatı gibi çetrefilli mevzular sebebiyle hayata geçirilmesi zor görünmektedir. Birincisi, dünya artık arz fazlasından dolayı yüksek maliyetli, riskli boru hatlarından ziyade LNG projelerine yönelmiş durumda. İkinci önemli husus, önümüzdeki dönemde doğalgaza talep artışının olması beklenen bölge Avrupa değil Asya-Çin bölgesidir. Kaya gazı üretimindeki artış, ABD’den gelen LNG, Türkiye üzerinden geçen Azeri ve Rus gazının “East Med”e rakip olması sebepleriyle Güney ve Doğu Avrupa’da Kıbrıs ve İsrail gazının alıcısı yoktur. Keza, Mısır yıllık 27 milyar metreküplük üretimiyle kendine yetebilen bir ülke konumuna gelmiştir. Akdeniz sahilindeki LNG sıvılaştırma tesislerini yılda 20 milyar metreküp gaz ihraç etmek maksadıyla kendi başına kullanmayı planlayan Mısır’ın İsrail ve GKRY’den boru hatları ile ithal edeceği yıllık 10 milyar metreküplük gazı hangi âtıl kapasite üzerinden, nasıl ihraç edeceği bir soru işareti olarak durmaktadır.
GKRY-Yunanistan ikilisi bu gerçekler ışığında Türkiye karşısında kendilerini zayıf ve kuşatılmış hissettikleri için koalisyonlar yardımıyla, büyük güçlerin desteğini arkalarına alarak, taraftar toplayarak Türkiye ve KKTC’yi savaşmadan yenmeyi amaçlamaktadır; bu yönde strateji üretip haksız oldukları bir davada haklı konuma geçmeye gayret etmektedir. Bu sebepledir ki Rusya, ABD ve AB’nin, hatta artan düzeyde Çin’in bölge ülkeleri üzerindeki etkileri ve çıkarları gözetilmeden kalıcı, adil bir çözüm ortamına varılması mümkün görülmemektedir. Stratejinin babası sayılan Sun Tzu’nun ünlü sözü "yüksek harp sanatı düşmanı savaşmadan yenmektir"e atfen, öyle anlaşılmaktadır ki Doğu Akdeniz bölgesinde ittifaklar, koalisyonlar ve ortak manevralar uluslararası hukuktan daha güçlü ve caydırıcı diplomasi araçlarıdır.
Türkiye’nin bu oluşuma vereceği uzun vadeli, kalıcı cevap da aynı mukabilde olmalı; Libya, Lübnan, Ürdün, İtalya ve Suriye ile geliştireceği bölgesel iş birlikleri sayesinde kendisine rakiplerince biçilen “oyunbozan” rolünü ters-yüz ederek sadece sahada değil masada da daha güçlü bir konuma geçmelidir. Diplomatik düzlemde, en kısa sürede Libya ile yapılacak bir deniz sınırlandırma anlaşması GKRY-Yunanistan ikilisinin oyununu bozacak, Türkiye’siz Doğu Akdeniz’de bir denklem kurulamayacağını bir kez daha dünyaya hatırlatacaktır. Askeri düzlemde ise Türk Deniz Kuvvetleri’nin GKRY-Yunan-İsrail donanmalarının 2019 Kasım ayında Girit adasında icra ettikleri “Medusa 2019” tatbikatına cevaben ABD, İtalya ve Ürdün’ün de içine olduğu 15 ülkeyi kapsayan Doğu Akdeniz tatbikatını sevk ve idare etmiş olması doğru yönde atılmış bir büyük adım olarak not edilmiş ve takdir toplamıştır. Türkiye’nin kararlılığını gören İtalyan ENI ve Fransız Total firmaları 7.parselde GKRY tarafından tahsis edilen sahada doğalgaz arama faaliyeti yapmaktan vazgeçmiştir.
DAGF Türkiye ve KKTC'yi dışlayacak durumda değil
DAGF, retoriğin aksine, Türkiye ve KKTC’yi tamamen dışlayacak bir duruma sahip değildir. İsrail liderliğindeki bu enerji birliği, Doğu Akdeniz’de oyunun kurallarını tayin etme yönünde önemli bir ivme kazanmışsa da coğrafi şartlar, ekonomik durum ve güç dengeleri bölge ülkelerinin asgari müştereklerde buluşarak müzakereler yoluyla anlaşmazlıkları çözümleme yoluna girmelerini gerekli kılmaktadır. Aynı minvalde, Türkiye Kıbrıs adası çevresindeki varlığı ve gambot diplomasisiyle her ne kadar dış dünyaya güçlü bir mesaj verip kararlılık örneği göstermiş olsa da bu adım kendi başına yeterli değildir. Konuyu sadece silahlı kuvvetlerin manevra alanına havale etmekten ziyade, Türkiye’nin hızla dostlarını etrafında toplayıp kendi duruşunu, fikirlerini, tekliflerini anlatabileceği bir ortam tesis etmesi gerekmektedir. Türkiye’nin yakın komşuları ile yapacağı ikili ticari anlaşmalar ve tatbikatlar ileride enerji alanında stratejik iş birliğine giden yolun kapısını aralayacak ve bölgede yaratılmak istenen oldu-bittilere karşı masada elini güçlendirmesine olanak sağlayacaktır.
[S. Süha Çubukçuoğlu Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu Deniz Kaynaklı Enerji Danışma Kurulu üyesidir]