Gazete Vatan Logo

'Dink cinayeti çözülürse Mumcu da çözülür'

19 yıl önce aracına konulan bombanın patlamasıyla öldürülen gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun daha önce yazılmamış olan iki konuşması yayımlandı. CHP İstanbul milletvekili İlhan Cihaner, "Hrant Dink cinayeti çözülürse, Uğur Mumcu cinayeti de çözülür" derken, tutuklu gazeteci Nedim Şener de "bizden terörist olmaz" dedi.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Işık Kansu'nun yayıma hazırladığı Mumcu konuşmaları ve yazıları (24 Ocak 2012) şöyle:

Sunuş

Okuyacağınız dizi, Uğur Mumcu’nun Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin neden simgesi olduğunu bir kez daha bilinçlere kazıyacak. Uğur Mumcu’nun şimdiye değin çözümü yapılıp hiç yayımlanmamış olan iki konuşmasının (1990’da İstanbul Taksim’de yapılan Köy Enstitüleri açık oturumu ve 1986’da Dikili’de Oktay Akbal ve Ali Sirmen ile birlikte katıldığı toplantı) dökümü olan dizi, dünden, dünden de değil 20-25 yıl öncesinden bugünü aydınlatması açısından tarihsel bir içerik taşır. Uğur Mumcu, her ne kadar 1970, 80’lerden söz etse de bilgisi, birikimi ve hiç kuşkusuz araştırmaya dayalı gazetecilik sezgisi ile günümüzde yaşadıklarımızın anahtarını ta o zamandan çevirip, yaşadıklarımızın, hatta yaşayacaklarımızın kapısını açmaktadır bize. Okuyun bu diziyi, Uğur Mumcu’nun niçin birincil hedef seçildiğini bir kez daha algılayacaksınız...

Bir gün savcı olacaklar

Mumcu, “Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de sınavsız yargıç ve savcı oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda, vali ilahiyat fakültesi mezunu, emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak” diyordu.

Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmış, mutlaka yıkılmıştır. CHP iktidarı, ‘49 yılında din derslerini kabul etti. Yıkıldı, kurtaramadı bu ödün. DP, 1957’de Said-i Nursi’nin cüppesini bayrak yaptı. Ne oldu? Yıkıldı. Süleyman Demirel 1960’ların ortasında Nurcuların, tarikatların, Süleymancıların sakallarını okşadı. Ne oldu? Yıkıldı. Hac seferleri düzenleyen ANAP ne oldu, yüzde 20’ye indi. Halka güvenmek gerekiyor. Her kim ki din sömürüsünü kullanır, bir süre yararlı olur belki, ama sonunda mutlaka seçim sandığında yenilgiye uğrar. Halk affetmiyor, din sömürüsünü affetmiyor halk. Bu son derece önemli bir sonuç, olgu ve gerçektir.

Köy Enstitüleri üretim içinde eğitim, eğitim içinde üretim ilkesini benimsemişti ve köy çocuklarını Atatürk devrimlerinin ve Kemalizmin toplumsal yapısını kurmakla görevlendirmişlerdi. Ancak şimdi ne oluyor? Aynı köy çocukları kapanan Köy Enstitüleri yerine imam hatip okullarına gidiyorlar. Gidiyorlar da ne oluyor? 1983 rakamlarına göre Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 46 bin personel var. Bu 46 bin personelin 23 bini ilkokul mezunu. O zaman bu ilahiyat fakülteleri, İslam enstitüleri ne işe yarıyor? Bu imam hatip okulları ne işe yarıyor? Ne işe mi yarıyor? Bunlar imam, hatip olmuyorlar, hukuk fakültelerine gidip yargıç ve savcı oluyorlar. Siyasal bilimler fakültelerine gidip kaymakam oluyorlar. Yapılan bir araştırma, kaymakam yetiştiren bölümlerin öğrencilerinin yüzde 41’inin ilahiyat kökenli olduğunu ortaya koyuyor. Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de, sınavsız yargıç ve savcı oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda, vali ilahiyat fakültesi mezunu, Emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak.

Yurttaşın oyuyla bu iktidarı değiştirmek ve devleti tepeden tırnağa ilerici düşüncelerle donatmak, ancak o koşulla Köy Enstitüleri de kurulabilir. Bugün çeşitli siyasal rejimler depremler yaşıyor. Bu depremler düşünceleri, inançları yeniden değiştiriyor. Ama biz şu 21. yüzyıla girerken görüyoruz ki, Türkiye’de bugüne kadar sonuç almış en güçlü örgüt Kuvayı Milliye örgütüdür, Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır. Kuvayı Milliye, toplumun en önemli sivil örgütlenme modelidir. İkincisi 40’lı yıllara rastlayan Köy Enstitüleridir. İkisi de sivil toplumun vazgeçilmez kurumlarıdır. İdeolojide Kuvayı Milliye tam bağımsızlık ilkesi, eğitimde Köy Enstitüleri. İki hedef bu.

İnsanlar niçin hapis yatar?

İnsanlar niçin hapis yatar, niçin acı çeker? Niçin Ziverbey Köşklerinden, Otağ-ı Hümayun denen işkence karargâhlarından geçer. Niçin? Bunun bir nedeni var. Daha iyi dünya, daha iyi demokrasi, daha iyi sosyal adalet, ekmek ve özgürlük için. Birtakım insanlara niçin işkence yapılıyor? Birtakım insanlar 5 yıldan 15 yıla kadar niçin hapsedilirler? İşte bugünkü düzen gibi bir düzen sürsün diye. Bugün Türkiye’de bazı sözcükler yasaktır ve sakıncalı çağrışımlara yol açarlar. Bir tanesi ‘barış’, bir tanesi ‘örgüt’, bir tanesi “sınıf”. Şimdi biliyorsunuz ‘derslik’ deniyor okullarda sınıf yerine. Dikkat ediyor musunuz? Derslik! Ne olur, sınıftan sınıf mücadelesi çıkar, sınıf mücadelesinden proletarya diktatörlüğü, sınıf tahakkümü çıkar. Peki, bu sınıf tahakkümü ne biçim şeydir işadamları, sanayi odaları, ticaret odaları kurmaz? Onların sınıfları yok mu? Onlar sınıf egemenlikleri kurmazlar mı? Kurmazlar efendim. Aile terbiyeleri müsaade etmez. Nasıl kurmaz? Bugün aslında kurulu olan düzen, işadamlarının, toprak sahiplerinin, komprador burjuvazinin egemenliğindeki düzendir. Nedir bir sosyal sınıfın öteki üzerindeki tahakkümü? Küçükken hatırlarsınız, bir tekerleme vardır. “Bir berber bir berbere gel beraber bir berber dükkânı açalım demiş” diye. Bir sosyal sınıf öteki sosyal sınıfa nasıl tahakküm kurar? Örneğin Ankara’nın Dikmen semtinde bir küçücük dernek sınıf tahakkümü kurmak suçundan mahkûm oluyor. Üç beş kişilik dernek sınıf tahakkümünü nasıl kurar? Ceza hukukunun temel kuralı vardır, tahakkümü kursa kursa egemen sınıflar kurar, ticaret odası kurar, Sakıp Sabancı kurar, Vehbi Koç kurar. Sakıncalı sözcüklerden biri bu; Sınıf, sınıf tahakkümü.

Ya laiklik ya İslamcılık

Biliyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devrimi yaptı. İtalya’dan ceza yasası aldık, Fransa’dan idare hukuku ilkeleri aldık, İsviçre’den medeni hukuku aldık, Almanya’dan ceza yargılaması hukukunu aldık. Bir gülmece dergisindeki şu tanım olayları yeterince sergiliyor: Türk vatandaşı tanımı. Diyor ki, “Türk ne demektir? Türk kimdir? Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulüne göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.”

O dönemde böyle yasaların alınması zorunluydu, çünkü toplum bir yol ağzındaydı. Ya Batılı laik sistem, ya şeri hukuk. Mustafa Kemal ve düşün arkadaşları Batılı ve laik sistemi benimsediler. 1928 yılında anayasadan devletin İslamcı devlet olduğunu belirten madde kaldırıldı, 1930 yılında da okullardan din dersleri. 1939 yılında da köy okullarından din dersleri kaldırıldı. Bunlar ne için yapıldı? Laiklik için yapıldı. Çünkü, dünyada ya olayları teokratik açıdan göreceksiniz, böyle bir eğitim anlayışınız olacak ya da laik anlayışınız olacak. Karma ekonomi gibi hem İslamcı hem laik anlayış olmaz. Ya laiklik ya İslamcılık. Eğitim bu. Mustafa Kemal ve düşün arkadaşları, laisizmi benimsediler. Köy Enstitüleri olayını bu süreç içinde değerlendirmek gerekir. Köy Enstitüleri 40’lı yılların başında çıktı, ortalarına ve sonlarına doğru yıkıldı. Niçin? Çünkü Türkiye 40’lı yıllarda da bir yol ayrımındaydı. Dünyada büyük bir savaş yaşanmaktaydı. Nasyonal sosyalist rejimlerle Marksist rejimler ve burjuva demokrasileri arasında, bunların orduları arasında sıcak savaş yaşanıyordu. Türkiye bu sıcak savaşta, bu savaşa katılmama siyaseti gütmekteydi. Bir çeşit duyarlı siyasetle iki tarafın gelişimini de izlemekteydi ve bir denge politikası izliyordu. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Köy Enstitülerini destekledi. Köy Enstitüleri fikri bugün önemi daha çok anlaşılan Tonguç Baba’nın çalışma, düşünce ve ideolojisiyle ortaya çıkmıştı. Saffet Arıkan’ın bakanlığı döneminde genel müdürlüğe getirilen Hakkı Tonguç, daha sonra Hasan Âli Yücel’le birlikte çalıştı. Hasan Âli Yücel, bugün bakıyoruz, yeniden değerlendiriyoruz, oğlu Can Yücel’in şiirinde yazdığı gibi “çağın en güzel gözlü maarif müfettişi”, gerçekten bu toplumun özlediği, hümanist ilerici bir aydın.

CHP milletvekili Cihaner: Dink cinayeti çözülürse Mumcu da çözülür

CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner, “Uğur Mumcu davasının aydınlanabilmesi için Hrant Dink davasını pilot olarak görebiliriz. Bu davada her şey aydınlatılabilirse Uğur Mumcu ve üstü örtülen cinayetler de aydınlığa kavuşur” dedi.

Cihaner, katledilişinin 19. yılında gazeteci-yazar Uğur Mumcu’yu anmak amacıyla Aliağa Belediyesi’nin düzenlediği “Demokrasi İçin Adalet” konulu söyleşiye katıldı. “Ülkemiz aydınlar mezarlığına döndü ve hiçbiri net bir şekilde ortaya çıkarılmadı” diyen Cihaner, “Sivas ve Maraş olayları da aynı şekilde, üzerlerinde hep bir fluluk var” dedi. Uğur Mumcu’nun “Rabıta skandalı”nı ortaya çıkardığını anımsatan Cihaner, “İstihbarat örgütlerini, gerici örgütlenmeleri soruşturuyordu. Kürt sorununu araştırıyordu. 12 Eylül’deki hak ihlallerini araştırıyordu. Çok geniş bir yelpazenin hedefindeydi” dedi.

İstihbarat birimleri nerede?

“Uğur Mumcu davasının aydınlanabilmesi için Hrant Dink davasını pilot olarak görebiliriz” diyen Cihaner, “Bu davada her şey aydınlatılabilirse Uğur Mumcu ve üstü örtülen cinayetler de aydınlığa kavuşur” diye konuştu. Yaşanan olaylarda istihbarat örgütlerinin rolünün hiç tartışılmamış olmasını çok önemsediğini belirten Cihaner, şöyle devam etti:

“Devletin birçok istihbarat örgütü var. Örneğin şimdi içinde işadamı, askeri, gazetecisi, bilim adamı çok geniş kitleyi kapsayan bir yapılamadan, sözde illegal bir durumdan Ergenekon’dan bahsediyorlar. Madem bu kadar büyük ve geniş kapsamlı bir oluşum var, o zaman devletin istihbarat birimleri nerededir? Görevi nedir, diye sormak lazım...”

Nedim Şener: Bizden terörist olmaz

Nedim Şener, Dink davasına ilişkin “Ben 5 yıl önce bunları yazdım, şimdi kendileri ‘örgüt’ diyor” değerlendirmesinde bulundu. Duruşmada savunmasını yapan Şener, bazı gazetecileri ifade vermeye çağırdı. Hanefi Avcı ise suç unsuru olarak gösterilen dosyaların Odatv bilgisayarlarında oluşturulmadığını söyledi.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink davasına ilişkin değerlendirmede bulunan Nedim Şener kararın kendisini haklı çıkardığına dikkat çekti. Gazetemiz Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’e Odatv davasının duruşması sırasında açıklama yapan Şener, “Karar iyi ki ben tutuklu iken çıktı. Herkes gördü. 11 aydır beni susturdular ama yine de gerçeği hapsedemediler. Ben 5 yıl önce bunları yazdım, şimdi kendileri ‘örgüt’ diyor” diye konuştu.

Gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener, Soner Yalçın ile eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ve Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün tutuklu yargılandığı Odatv davasının dokuzuncu oturumu ise dün yapıldı. İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada, davanın tek müştekisi olan gazeteci yazar Nazlı Ilıcak’ın, celse arasında mahkemeye ifade verdiği ve şikâyetinden vazgeçtiği de açıklandı. Tutuklu sanık Doğan Yurdakul, “Anjiyo olmam gerekiyor” deyince, Başkan Mehmet Ekinci “Rapor geldiğinde gerekli değerlendirmeyi yaparız” diye konuştu.

Örgüt üyesi olduğunu ileri süren gazetecilerin duruşmaya çağrılmasını isteyen gazeteci Nedim Şener, “Bizden eş olur, baba olur ancak terörist olmaz sayın başkan. Vereceğiniz karar çocuklarımızın geleceği için çok önemli” dedi. Şener’in, eşi Vecide Şener’e kızının karnesini sorması ise izleyenlere duygulu anlar yaşattı.

‘Cellatlığa devam ediyor’

Şener, kendisini örgüt üyesi gibi gösteren yazılar kaleme alan gazeteciler Rasim Ozan Kütahyalı, Şamil Tayyar, Yiğit Bulut, Önder Aytaç’ın mahkemede bilgilerinin alınmasını isteyerek, “Gelip yazdıklarını savunsunlar. Nazlı Ilıcak şikâyetinden vazgeçti ancak savcılığa, hâkimliğe, cellatlığa dışarıda devam ediyor” dedi. Şener, mahkemeye, Kaşif Kozinoğlu hakkında dinleme kararı talebini reddeden savcılık yazısını sundu. Şener, şöyle konuştu:

“‘Savcılık, daha önceki 5 dinleme kararının sonucunda suçla bağlantılı konuşmaya rastlanmadığını’ belirtmiş. Bu yazı dosyada yok. Kozinoğlu’nu bir satırlık yazı ile Ergenekoncu yaptılar, öyle öldü. Kozinoğlu’nun durumu bu iken, Dink’i valilikte tehdit eden, Bedrettin Dalan’a kaç diyen Özel Yılmaz, şu anda MİT İzmir Bölge Müdürü. Savcı Zekeriya Öz, Yılmaz’ın ifadesini bile almadı.” Savcı Öz’ün, Ergenekon soruşturmasıyla Dink cinayetini birleştirme yoluna gitmediğine dikkat çeken Şener, “Sorgum sırasında bu konuyu onunla tartıştım. Bizi tutukladığıyla kaldı” dedi. Şener, “Burada olmamın tek sebebi Dink cinayetinin bir yerlere varıyor olması” diye konuştu.

Haberin Devamı