Devlet Bahçeli: Bu teröristin Türkiye’de gömüleceği bir toprak yoktur
Milliyetçi Hareket Partisi lideri devlet Bahçeli, partisinin haftalık grup toplantısında önemli açıklamalarda bulundu. Bahçeli, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in ölümü hakkında 'Bu teröristin Türkiye’de gömüleceği bir toprak yoktur' dedi.
MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin konuşmasından satırbaşları:
Haftalık olağan Meclis grup toplantımızın başında yüksek heyetinizi en kalbi duygularımla birlikte, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından bugünkü toplantımızı takip eden bütün vatandaşlarımızı, gönül ve kültür coğrafyalarımızda pek çok zorluğa göğüs gererek var oluş mücadelesi veren bütün kardeşlerimizi hasretle selamlıyor, hepsini birden hürmet ve muhabbetle bağrıma basıyorum.
Tarihin, dönüm noktaları, keskin virajları, kritik eşikleri, geleceğe eklemlenmesi beklenen kırılgan bağlantı hatları vardır. Anlaşılan odur ki, Türkiye ve dünya olarak böyle bir işlekliğin, böylesine aktif ve aktüel bir işleyişin tam ortasındayız. Bahsetmeye çalıştığım bu durumu farklı bir yaklaşımla Merhum Ahmet Hamdi kelimesiz düşünce olmaz, ancak duyguların kelimeye pek fazla ihtiyacı yoktur. Bazen hisli bir bakış, bazen hevesli bir dokunuş, bazen de sessiz ve hesapsız bir kucaklayış sayfalar dolusu anlatımın yerine geçebilecektir. Merhum Cengiz Aytmatov’un dediği üzere; “Bütün duyguları anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur. Buna gerek de yoktur.”
Biz yine de samimi niyetlerle işlediğimiz ve işaretlediğimiz temiz duygularımızı akıl ve mantık terazinde tartmanın, inanç ve ilke temelinde tarif ve tebliğ etmenin çabasındayız. 20’inci yüzyılın meşhur ve meşale gibi yanan bir ilim insanı şöyle demişti: “Zaman göründüğü gibi değildir. Sadece tek bir yöne doğru akmaz ve geçmiş gelecekle aynı anda gerçekleşir.”
BELKİ BUGÜNDEN SONRA TARİHİN AKIŞI DAHA FARKLI OLACAKTIR
Tarihi ve milli mirasımıza sarılarak, bin yıllık kardeşliğimiz üzerinde titreyerek, devlet-ebed müddet, millet-ebed müddet kararlılığımızı gözeterek, geçmişle geleceği yeniden inşa, yeni baştan ihya sorumluluğu tarihin bugünkü mühim sahnesinde sanıyorum omuzlarımıza binmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ve kurtuluş fikri olan Türk milliyetçiliğinin, tarihin kaygan ve kaypak zemininde sağlam ve sağduyulu duruşun adresi olarak varlığını güçlü şekilde ibra ve ibraz etmesi artık kaçınılmaz aşamaya gelmiştir.
Belki bugünden sonra tarihin akışı daha farklı olacaktır. Belki bugünden sonra ülkemin şafağı bir başka sökecektir. Belki bugünden sonra Türkiye’nin prangaları tamamıyla kırılacaktır. Akıl ile duygumuzun mutabakat çemberinde, şuur ile heyecanımızın muhassala ekseninde Türk ve Türkiye Yüzyılı yürüyüşüne hız vermenin zamanıdır. Aziz Atatürk’ün ifadesiyle, Türkiye Cumhuriyeti, mesut, muvaffak ve muzaffer olacaksa, ki bu amaç mutlaka gerçekleşecektir, o zaman tarihin Milliyetçi Hareket Partisi’ne yüklediği misyonu göz ardı etmek mümkün değildir.
BUGÜN KİTABIN ORTASINDAN KONUŞACAĞIM
Bugün kitabın ortasından ve hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmayacak netlikte konuşacağım. Bugün milli birlik ve kardeşlik duygumuzun üzerine gerilmek istenen yabancı menşeli örtüyü kaldıracağım. Alışıldık söylem kalıplarından az da olsa taşmanın vakti geldiyse, o vakit bu vakittir. Mevcut ve muayyen gerçeklere dayanarak muazzez milletimizin ayak bağlarını kalıcı olarak çözmenin kim bilir belki de ilk adımını atmış olacağım. Bu sıcak gündem konumuza geçmeden evvel diğer bazı düşüncelerimi huzurlarınızda paylaşmak arzusundayım.
TÜRKİYE'NİN ÇÖZEMEYECEĞİ HİÇBİR SORUNU YOKTUR
Türkiye’nin çözemeyeceği, altından kalkamayacağı, üstesinden gelemeyeceği hiçbir sorunu yoktur. Yeter ki isteyelim, yeter ki dileyelim, yeter ki irade gösterip sırt sırta verelim, bu suretle hiçbir engelin karşımızda duramayacağını görürüz. Özellikle değinmeyi yararlı görüyorum ki, Türk milliyetçiliğinin ve Türk milliyetçilerinin var olan her meseleye karşı söyleyecek sözü, verecek cevabı vardır ve bundan kuşku duymak ise beyhude çırpınıştır. Bunlardan birisi olan Türkiye ekonomisi çok şükür şiddetli fırtınayı atlatmış; battık, bittik, tükendik, mahvolduk diyen felaket tellallarının yüzünü kızartmış, hepsine mahcubiyet yaşatmıştır.
MİLLİ GELİRİMİZ 1,1 TRİLYON DOLAR SINIRINI AŞMIŞTIR
Milli gelirimiz 1,1 trilyon dolar sınırını aşmıştır. Cari açıkla dış ticaret açığı inişe geçmiştir. Ekonomik büyüme her yıl ortalama yüzde 5’in üzerinde gerçekleşerek Türkiye’nin dinamik ve üretken yönünü teyit etmiştir. İhracatımız 260 milyar doların üzerine çıkmıştır. Küresel ve bölgesel gerilimlere rağmen Türkiye ekonomisi eski teorik şemalara sığmayan, ezbere dayanan şablonlara hapsolmayan bir özellikle sürekli ilerleme, sürekli gelişme halindedir. KOVİD-19 salgını, jeopolitik riskler, Rusya-Ukrayna savaşı, ekonomik operasyonlar, ticaret kamplaşmaları, yoğunlaşan siyasi mücadeleler, diplomatik restleşmeler, tek yanlı yaptırımlar, spekülatif ataklar ve 6 Şubat depremlerinin neden olduğu kabarık faturalar ortada duruyorken, Türkiye’nin ekonomi alanında gösterdiği performans hakikaten anlamlı ve değerlidir. Bu yılın ilk sekiz ayında işsizlik oranının yüzde 8,5’e gerilemesi umutları tazelemiş, ekonomiye duyulan güveni tetiklemiş, stagflasyon uyarısı yapanları ters köşeye yatırmıştır.
ENFLASYONLA MÜCADELE KESİNTİSİZ SÜRMEKTEDİR VE DESTEĞİMİZ TAMDIR
İstihdam sayısı 33 milyona, istihdam oranı da yüzde 50’ye yaklaşmıştır. Dünyada sular durulmazken, Türkiye’nin akılcı, atılgan ve azimli politikalarıyla öne çıkması ve pozitif ayrışması siyasal istikrarı perçinleyecek ekonomik istikrarın bize göre müjdesi olmuştur. Ancak enflasyon ve hayat pahalılığı her insanımızı haklı olarak rahatsız etmektedir. Bu konudaki şikayet ve sızlanmaları ortadan kaldırmak başlıca görevimizdir. Bunun yanı sıra gelir dağılımı adaletsizliği canımızı sıkan bir başka olumsuzluktur. Para, maliye ve gelirler politikasının tam bir uyum halinde devrede olması, mali disipline riayet edilmesi, tasarruf eğiliminin yükselmesi ve yapısal reformların gündemde olması vatandaşlarımızın günlük hayatına, makro ekonomik görünüme zamanla çok müspet tesir edecektir.
Enflasyonla mücadele kesintisiz sürmektedir ve desteğimiz tamdır. Bu mücadelenin sonunda enflasyon rakamının tek hanelere gerileyeceğine inancım ve itimadım tartışmasızdır. Hatırlarsanız, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, “Ekonomik büyüme, sosyal gelişme ve milli bütünleşme” sacayağında “geleceğin ekonomi vizyonu”nu hazırlayıp kamuoyuyla paylaşmıştık.
Türkiye ekonomisiyle ilgili görüşlerimizi milli ve manevi perspektifle belirleyip yol haritamızı çizmiştik. Üreten ekonominin siyasi ve teorik çatısını değer yargılarımıza müzahir şekilde örmüştük. Refah uçurumlarının kapanması, gelir dağılımı adaletinin sağlanması, ekonomik kalkınma ve sosyal dengenin gerçekleşmesi, her vatandaşımızın insan olmaktan kaynaklanan asgari ve temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir parasal seviyeye kavuşması Türkiye’nin milletler mücadelesinde elini güçlendirecek, toplumsal huzursuzluğu ve memnuniyetsizliği törpüleyip zayıflatacaktır.
KABİNE'NİN YANINDAYIZ
Bu hususta parti olarak elimizden gelen her katkıyı vermeye, projelerimizi paylaşmaya, her çalışmayı yapmaya varız ve bunu da samimiyetle taahhüt ediyoruz. Bilinmelidir ki, Cumhurbaşkanlığı Kabine’mizin yanındayız. Ekonomi yönetimine güveniyoruz, doğru yolda olduklarını ve doğru politikalarla Türkiye ekonomisinin önüne koyulan takozları teker teker kaldırdıklarını müsterih bir vicdan eşliğinde görüyoruz. Döviz kuru, faiz ve enflasyon kuşatmasını güç birliği yaparak kıracağız.
Ekmeği büyüteceğiz, sofralarımızı dolduracağız, dar ve orta gelirli insanlarımızı asla yalnız bırakmayacağız. Türkiye’nin güçlü alt yapısı, Allah’ın lütfu olan insan varlığı ve muazzam coğrafi imkanları, üretim kabiliyeti ve sivrilen ülke markası ekonomide yeni çığırların açılacağının habercisi ve güvencesidir. Türk ve Türkiye Yüzyılı, aynı zamanda sosyal, ekonomik, hukuki ve siyasal reformlarla pekişecektir. Her vatandaşımızdan bir bahaneyle 750 lira almak yerine, tüm vatandaşlarımıza artan zenginlikten hakkaniyetli pay veren bir Türkiye’ye ulaşmak hayal değil, ulaşılacak bir hedeftir.
YAPACAĞIZ, BAŞARACAĞIZ!
Türk milleti hak ettiği medeniyet, muassır ve müreffeh seviyelere inşallah tırmanacaktır. Emek ve alın teri bizim vazgeçilmez değerimizdir. Her insanımız emeğinin karşılığını alacak, evini huzur içinde geçindirecek, çocuklarını sevindirecek, borç kıskacına düşmeyecek, zorunlu harcamalarını endişesiz karşılayacaktır. Aziz milletimin ve tarihin huzurunda diyorum ki, bu hedefleri gerçekleştirmek sadece boynumuzun borcu değil, siyasi ve insani şeref konumuzdur. Yapacağız, başaracağız; Cumhur İttifakı olarak hayat pahalılığını bitireceğiz, kayıt dışılığa neşter vuracağız, enflasyon canavarının boğazına urganı geçireceğiz. Yapacağız, başaracağız; dik baş, tok karın ve mutlu yarın amacından asla geri dönmeyeceğiz. Yapacağız, başaracağız; muhalefetin çizdiği asılsız ve karamsar tabloları başlarına külah diye geçireceğiz. Yapacağız, başaracağız; zengin, gelişmiş, güçlü, güvenli, huzurlu, umutlu, yüreklerin toplu vurduğu, kişi başına düşen milli geliri 25 bin dolara çıkmış Lider Ülke Türkiye’ye hep birlikte ulaşacağız. Çılgın Türklerin neleri yapacağını dünyaya göstereceğiz.
Diyarbakır’da Narin, Tekirdağ Malkara’da Sıla, İstanbul Fatih ve Eyüpsultan’da İkbal ve Ayşenur evlatlarımız en ağır saldırılara maruz kalmış ve hepimizin yüreklerini kavurarak hayata veda etmişlerdi. Yavrularımız gadre uğramışlar, şiddete bulanmışlar, tüyleri diken diken eden caniliklerin sırayla kurbanı olmuşlardı. Doğru sözlü, düzgün fikirli, temiz vicdanlı, yüce gönüllü, yumuşak huylu, ağır başlı, merhamet ve muhabbet ehli milletimizden barbarların çıkması çelişki gibi algılansa da, böylesi defolar, böylesi sapıklar maalesef her toplumun ortak sancısı, ortak şikayetidir.
Siyasal ve toplumsal tarih, insan doğasını esas alan iki düşüncenin cepheleşmesini, daha yerinde bir tabirle uzlaşmaz karşıtlığını deşifre etmiştir. Bunlardan birisi, insanın doğuştan kötü olduğunu iddia etmekle birlikte, diğeri insanın iyi veya kötü olmasını içinde bulunduğu şartlara bağlayan düşüncedir. Bizim inancımıza göre insan eşref-i mahlukattır. Buradan anlaşılacağı gibi, insan varlıkların ve yaratılmışların en şereflisidir. Bir de esfeli safilin vardır ki, bu kategoriye girenler cehennemin en aşağı tabakasında olanların sıfatıdır.
İNSANLIĞIN YÜZ KARALARI
Bebeklere, çocuklara, kadınlara, masum ve mazlum her insana kast edenler esfeli safilindir. Yeni doğan bebekleri, SGK’dan günlük 8 bin lira alabilmek için yoğun bakımda tutup ölümlerine neden olan, pasif ötenaziye başvuran, insanın aklına getiremeyeceği, havsalasının alamayacağı, kalbinin kaldıramayacağı yöntemleri kullanarak cinayet işleyen yaratıklar emin olunuz sadece sağlık çalışanlarımızın değil insanlığın yüz karalarıdır.
Yeni doğan çetesi denilerek dünyaya gelen her bebeğe aslında haksızlık yapılıyor, bunlar olsa olsa tıbbi artık, ölüm ve soygun çetesi, kana susamış katiller güruhudur. Bu ölüm çetesinin failleri arasında geçen konuşmaların gün yüzüne çıkmasından sonra, şöyle düşündüm; bir insan daha fazla nasıl alçalabilir, nasıl bu kadar yerin dibine geçebilir!
Para için bebekleri ölüme mahkum eden, üstelik bunu güle oynaya, karşılıklı mavralarla yapan namussuzlara verilecek hangi ceza vicdanların fırın gibi sıcaklığını soğutabilir? Hangi ceza adaletin tecellisini sağlayabilir? Hangi ceza yüreklere su serpebilir? 27 Mart 2023 tarihinde, CİMER’e yapılan bir şikayetle başlayan adli soruşturma sürecinin bugünlerde patlak verip ülke gündemine oturması, birbiriyle bağlantılı diğer vahim olayların sırayla gün yüzüne çıkması geçiştirilecek bir konu değildir. Adeta düğmeye basılmışçasına kadınlara, bebeklere, çocuklara yönelik saldırı ve cinayetler furyasının seriye bağlanması, ardından eşzamanlı olarak toplumsal infialin kışkırtılıp bunun da siyasi propaganda aparatı olarak kullanılması başka bir tertibin ihtimalini ister istemez akla getirmektedir.
Elbette suçun önlenmesi ve suçluların yakasından tutulması milletimizin en haklı talebidir. Fakat toplumsal dokumuzu sarsacak, devlet-millet uyumunu sakatlayacak, insan hak ve onurunu ayağa düşürecek kahredici olayların zincirleme halinde sosyal ve ulusal medyadan ifşa edilmesi ve bunların da provokasyon iklimini canlı tutması son derece kuşku vericidir.
Sağlık Bakanımızın da temas ettiği üzere, ölüm ve soygun çetesinin işlediği suç ve cinayetler aylar öncesinde tespit edilmiş, fakat bugünkü gibi konuşulmamış ve gündeme gelmemiştir. Nitekim 26 Nisan 2024 tarihinde bebek ticareti yapan soysuz çeteye operasyon yapılmıştır. 47 kişi gözaltına alınmış ve 22 kişi tutuklanmıştır. 10 özel hastanenin faaliyeti durdurulmuş, çalışma ruhsatları iptal edilmiştir. Sağlık Bakanlığı vaziyete zamanında müdahil olmuştur. Görevi suiistimal, savsaklama, kötüye kullanma diye bir şey de söz konusu değildir. Teftiş mekanizması gecikmeksizin çalıştırılmıştır.
Adli süreç zamanında işletilmiş, polis ve jandarmamız eşgüdüm halinde suçluların peşine düşmüştür. Peki Sağlık Bakanımızın istifasını istemek hangi akla hizmettir? Sağlık alanındaki parlak gelişmeleri karalamak nasıl bir politik angajmanın ürünü, neyin hazırlığı, kimlerin talimat veya tembihidir? Yargıya taşınmış ağır ve vahim bir olayı anında istismar etmek, siyasete pervasızca malzeme yapmak, önüne gelene çamur sıçratmak art niyetlilik, hatta ahlaksızlık değil midir? Sağlık Bakanımızın istifasını isteyenlerin, orada burada şov yapanların bebeklerin hakkını savunmak veya insan hayatına sahip çıkmak gibi bir dertleri yoktur.
SAVCIMIZI ALNINDAN ÖPÜYORUM
Bunların işleri güçleri yalandır, nifaktır, kaldı ki başka bildikleri hiçbir şeyin bulunmadığı da ortadadır. Sağlık Bakanımızı, İstanbul İl Müdürlüğü görevinden itibaren konuyla ilgili sergilemiş olduğu dürüst, ilkeli, tavizsiz ve sağlam duruşundan dolayı tebrik ediyorum. Bebek katillerinin en ağır şekilde cezalandırılmalarını bekliyor; MHP’yi karalayan, Ülkücüleri kötüleyen şerefsiz bir suçlunun tehditleri karşısında üstlendiği görevin itibarını sabır, sebat ve cesaretle koruyan Cumhuriyet Savcımız Yavuz Engin’i gönülden kutluyor, tertemiz alnından öpüyor, Allah sayılarını artırsın diyorum. Unutulmasın ki, kurt inine giren çakalın akıbeti parçalanmaktır. Önsözü çakal söylese de, son söz her zaman bozkurdun olacaktır.
Türkiye’nin içine çekilmek istendiği, günbegün tahrik edilen sosyal, ekonomik ve manevi girdaplara karşı azami dikkat ve uyanıklık şarttır. Kalemizi içten düşürme hesapları sertleşmektedir. Zalim ve zillet bir akıl işbaşındadır. Özgüvenimizi yaralamak, öz değerlerimizi yağmalamak, milli ve manevi dengemizi yıkmak maksadıyla organize ve çok aktörlü bir operasyon süreci derinden derine faaliyet halindedir. Yaşadığımız hiçbir şey tesadüfi değildir. Devletin güvenirliği, hükümetin meşruiyeti, milli ve toplumsal dayanışmanın temeli saldırı altındadır.
Kanaatim odur ki, Türk-İslam medeniyetinin madde-ruh dengesini yeniden ele alması, kendine dönmesi, iç aleminin hazinelerini keşfetmesi, milli ve manevi güvenlik duvarlarını güçlendirmesi acil ve elzem bir ihtiyaçtır.
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, bugün doğru sayılan yarın yanlış ilan ediliyor. Bugün güzel diye övülen yarın çirkin diye sövülüyor. Beşeriyet sonsuz dalgalanmalarla sallanıyor, anlam kargaşasıyla sancılanıyor, buna bağlı olarak huzursuzluk ve umutsuzluk salgın hastalık gibi yayılıyor. Bizim yapmamız gereken, bağımsız bir zihniyete sahip olarak aklımızı ve inancımızı devamlı surette alarmda tutmak, kesintisiz ve kontrolsüz esen değişim rüzgarlarını değişmez değerlerimize sarılarak engellemektir. Hep aynı yollardan geçerek, hep aynı şeyleri yaparak farklı bir sonuca ulaşamayız.
Evvela düşünmemiz, fedakarlıkla kilitlenmemiz, çevresinde kenetlenmemiz gereken yüksek değerler; Türk milleti, Türk vatanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin beka ve egemenlik haklarıdır. Bu yüksek değerlerimizden en küçük ödün vermeden, hiçbir pazarlığın ara veya ana konusu haline getirmeden tarihi yolculuğumuzu şevkle sürdürmeliyiz. Sönmüş bir medeniyetin fosili değiliz. Bitmiş bir maçın yorumcusu değiliz. Toprak altına itilmiş ve arkeolojik kazıların insafına terk edilmiş sessiz ve nefessiz bir milli varlığın varisleri de değiliz. Bilakis binlerce yıllık tarihimizin engin tecrübesine dayanarak, bundan ilham alarak, dahası Ötüken’de demir dağları hürriyet hedefiyle eriten ecdadımız kadar diriyiz, dirençliyiz ve heyecanlıyız.
Var oluşumuzun derin sırrı karşısında hayret ve huşu duyarak, geleceği akıl, vicdan, emniyet ve kardeşlik mihverinde okumanın ve oluşturmanın arzusuyla dolup taşıyoruz. Etrafımızın yangın yerine döndüğünü hepiniz görüyorsunuz. İsrail, Hamas Lideri İsmail Haniye’den sonra yerine geçen Yahya Sinvar’ı da katletti. Siyonist barbarlık, suikast halkalarına bir yenisini daha ekledi. İki gün önce, İsrail vandallığı, Gazze’nin Meşru Beyt Lahiya bölgesinde aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 87 kişiyi öldürdü. Lübnan havadan ve karadan abluka altında can çekişirken, yine bedel ödeyen, can veren, kanı dökülen masum sivil halktan başkası değildir.
TÜRK, TÜRK'E YARDIR
Sayın Cumhurbaşkanımızın Lübnan’da yaşayan Türkmen kardeşlerimize kapılarımızın açık olduğunu duyurması, bu kapsamda irade göstermesi soydaşlık hukukunun takdir edilecek bir tezahürüdür. Bundan rahatsız olanların, eleştiri çıtasını yükseltenlerin, yeni göç dalgası geliyor diyerek yaygara koparanların Türk’ün Türk’ten başka dostunun ve sığınacağı bir sıcak kucağın olmayacağını bilmelerini elbette beklemiyoruz. Ancak asgari seviyede insan olmalarını, saygı göstermelerini, empati yapmalarını, hoşgörülü ve vicdanlı davranmalarını beklemenin de en doğal hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Türk, Türk’e yardır, candır, kandır, gardaştır, yurttur, yuvadır, sonuna kadar emanettir. Bir zamanlar hakimiyetimiz altındaki mücavir topraklara kafileler halinde gidip yerleşen, oraları Türklük ve İslamlıkla ilmik ilmik dokuyan ecdadımızın bugünkü torunlarına ihtiyaç olduğunda kapılarımızı açmak, gönlümüzü açmak, sofralarımızı açmak milli ve tarihi bir vefanın şaşmaz gereğidir.
GÜNEYİMİZ YANARKEN, KUZEYİMİZ TOZ DUMAN İÇİNDEDİR
Türk milleti; hem bekleyen, hem beklenen, hem de belaları def eden kudret timsalidir. Kaos ve krizlerin giderek kökleştiği, savaş ve çatışmaların sürekli ilerleyiş kaydettiği bir dönemde Anadolu; güven, barış, istikrar ve huzur coğrafyası olmalıdır. Gerçekten sonsuza kadar var olmanın çaresi ve çözümü de ancak böyle sağlanacaktır. Güneyimiz yanarken, kuzeyimiz toz duman içindedir. Doğumuz sıkıntılarla yoğrulmuşken, batımızda karanlık oyunlar planlanmaktadır. İç ve dış işgal cephesi gemi azıya almıştır. Objektif ve ahlaki yorumları kendisinden duymak istediğimiz, ne var ki, hep aksi istikamete kürek çeken ve şuuru kapanmış halde bulunan bir siyaset bilimci, güven bunalımının yavaş yavaş kök saldığını, bunun tek çözümünün hızlı bir erken seçim olduğunu, güvenilecek bir iktidarın kurulması gerektiğini zırvalayarak bunca sorunun ortasında iç işgal cephesine hizmetkarlık yapmaktan kaçınmamış ve utanmamıştır.
Türkiye’de güven bunalımı yoktur, buna karşılık bunayan ve Türkiye’ye cephe alan bulaşık tipler vardır, alayının hüviyetleri ise bellidir, bilinmektedir. Seçimler zamanında yapılacaktır ve herkes siyasi hesabını buna muvafık yapmak durumundadır. 20 Ekim 2024 tarihinde İstanbul 1 Nolu Baro Başkanlığı seçimlerinde İstiklal Marşımızı hazmedemeyenlerin ortalıkta cirit atması, KHK ile ihraç edilmiş, ne idüğü belirsiz eski bir CHP Milletvekilinin başkan seçilmesi, yaptığı konuşmasında Anayasanın ilk dört maddesine olumlu manada dokunmayı telaffuz etmesi skandal olmasının ötesinde, yeni bir tuzağın kurulduğunu göstermektedir. İçi dışı fitne-fesat kumkumasına dönen bu zatın, Anayasanın ilk dört maddesine olumlu veya olumsuz nasıl dokunulacağını açıklaması, böyle bir teşebbüs halinde nelerin yaşanıp yaşanmayacağını akıl, izan ve kokuşmuş ideolojik süzgecinden geçirmesi hassaten ikaz ve tavsiyemizdir.
TÜRKİYE'DE GÖMÜLECEĞİ TOPRAK YOK
Uyarıyorum, baş olan ayaklar tek dursun, akıllı olsun, ayranımızı kabartmasın, ashabımızı bozmasın, milletin sabrını yanlışa yormasın, bayramlık ağzımızı da daha fazla açtırmasın. Yapılan hiçbir ihanet, hiçbir kötülük kimsenin yanına kalmaz, yarına da bırakılmaz. FETÖ elebaşına bile dünya kalmadı, kendi topraklarında, casusluk eğitim aldığı ülkesinde Allah’a hesap vermek üzere öldü gitti. Dileğim Allah’ın azabıyla kahrolması, hıyanetini, müşrik ve münafık emellere hizmetinin bedellerini tek tek ödemesi, cehennemde ebediyyen yanmasıdır.
Bu teröristin Türkiye’de gömüleceği bir toprak yoktur. Nerede Türkiye düşmanlığı yapmışsa orada çürüyüp gitmelidir. Kulun hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır. O hesabı soracak Türkiye sevdalısı yüreklerdir. Allah ihmal etmez, sadece imhal eder, yani mühlet tanır. Merhum Cahit Zarifoğlu’ndan mülhem diyeceğim şudur: “Farzet körsün, olabilir, el ele tut, taş al ve at, haini mutlaka bulur.”
DEM’E UZATTIĞIM EL GÜNLERDİR KONUŞULUYOR, GÜNLERDİR TARTIŞILIYOR
DEM’e uzattığım el günlerdir konuşuluyor, günlerdir tartışılıyor. Dedikodu borsası rekorlar kırıyor. Önüne gelen kendi mizaç ve meşrebine göre değerlendirme yapıyor. Son iki haftadır görüş ve düşüncelerimi berrak ölçüde açıklayıp samimi niyetimi paylaşmış olsam da, birileri yine rahat durmuyor, ısrarla samanlıkta iğne arayışına, karanlıktan aydınlığa taş fırlatmaya kalkışıyor. Sözlerimin altı doldurulmalıdır diyenlerden tutun da, yeni bir çözüm sürecinin pişirildiğini iddia edenlere kadar pek çok iddia ve ifade malumlarınız olacağı üzere gündeme gelmiştir. Bir eski Meclis Başkanı işgüzarlık ve işportacılık mantığını siyaset zannederek kafasının içinde ne kadar kir pas varsa ortaya dökmüştür.
TÜRKİYE’NİN SORUNU KÜRTLER DEĞİL, BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜDÜR
“Adına isterseniz kuşkonmaz deyin, yeni bir sürece ihtiyacımız” var sözleriyle boşa sallayıp nasıl dolu tutarım hevesine kapılmıştır. Türkiye’nin yeni bir çözüm sürecine değil, ortak aklı çalıştırmaya, dürüst ve samimi adımlara, dış dayatmalara kapalı durmaya, bin yıllık kardeşliği daha da kuvvetlendirmeye ihtiyacı vardır ve olmalıdır. Türkiye’nin sorunu Kürtler değil, bölücü terör örgütüdür. Tek tek Kürt kardeşlerimin sorununu çözmek elbette mecburidir, ama kolektif kimlik ve etnik temelde bir çözüme atıf yapmak vahim bir tehlikedir. Bu ülkede yaşayan hiçbir Kürt kardeşim sorun olarak gösterilemez. Kürt sorunu var demek, Kürtleri sorun gören sahte yüzlerin, yalan sözlerin, yıkım bekleyenlerin, küresel emperyalizme piyonluk yapanların ortak propagandasıdır.
TERÖR BAŞKA SİYASET BAŞKADIR
Türkiye Cumhuriyeti devleti asimilasyon politikasına hiçbir zaman teşne olmamış, tenezzül etmemiş, prim vermemiştir. Bölücü terör sorunu elbette ülkemize pek çok zaman, kaynak, insan ve enerji kaybettirmiştir. Terörle mücadeleye harcanan devasa kaynaklar, doğu ve güneydoğunun sosyal ve ekonomik kalkınmasına ayrılmış olsaydı, bölgenin nasıl yıldız gibi parlayacağını; işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımı adaletsizliğinin nasıl ortadan kalkacağını vatansever her insanımız tasdik edecektir. Terörün bitmesi halinde Diyarbakır’ın, Şırnak’ın, Hakkari’nin, Mardin’in, Batman’ın, Ağrı’nın, Van’ın ve diğer vilayetlerimizin başına talih kuşunun konması, bölge insanımızın derin bir nefes alması mutlak bir akıbettir. Terör başka siyaset başkadır. İkisi arasına kalın bir çizgi çekilmeden, duvar örülmeden, silah dışlanmadan, en başta Kürt kardeşlerimiz olmak üzere, Türk vatandaşları layık olduğu insani gelişmişlik düzeyine, refah, huzur ve güvenlik mertebesine çok zor ulaşacaktır.
TERÖR SALDIRILARINDA PSİKOLOJİK SONUÇLAR DAHA ÖNEMLİ
Terörizm hesaplı ve sistemli şiddet demektir. Terör saldırılarında psikolojik sonuçlar fiziksel hedeflerden daha önemlidir. Terörist için şiddet bir amaç değil, araçtır; toplumu ve mücadele ruhunu yıldırmak, korkutmak, dehşete düşürmek yegane önceliktir. Bugüne kadar terör ve terörizmle mücadelede elde edilen ortak tecrübeleri şu şekilde sıralamamız mümkündür:
1- Tek başına silahlı mücadelenin hemen hiçbir zaman terörü sona erdiremeyeceği gibi, terörün silahsız çözümü de asla yoktur.
Esasen hiçbir taviz, hiçbir geri adım teröristi doyurmayacak, tatmin etmeyecektir.
2- Gerçek dünya ile teröristin kanlı hayatı arasında çok ciddi farklar vardır.
Teröristin yaşadıkları ve kabulleriyle gerçek olaylar ve olgular arasındaki çelişkiler somutlaştıkça teröristin direnci kırılacak ve silahtan uzaklaşacaktır.
3- Terör örgütünün inancını değiştirme çabası boşunadır.
Ancak tek tek teröristler üzerinde tesirli olmak, ihanetin sonunun olmadığını meşru vasıtalarla anlatmak ve açıklamak örgütteki çözülmeyi hızlandıracaktır.
Meselenin can alıcı noktası şudur: Terör örgütünün taleplerini kabul etmek tehdide boyun eğmek demektir. Üstelik yeni saldırıları kışkırtmaktan başka bir netice de vermeyecektir. Ancak silah ve şiddet karşısında toplumun boyun eğdiğini göstermek ne kadar yanlış ise, terörü yaratan ortamın iyileştirilmesi amacıyla demokratik adımları atmaktan imtina edilmesi o ölçüde hatalıdır.
Medyanın tavrı ve tutumu da çok önemlidir. Terör eylemlerinin teröristlerin bir başarısı ya da toplum açısından bir panik havası şeklinde sunulması bölücü örgütün değirmenine su taşımakla eş anlamlıdır. Teröristin moralini bozan ve direncini azaltan iki faktörden birisi, temel iddialarına yönelik kuşkular duymaya başlaması, diğeri de silahlı eylemlerin başarısızlığa mahkum olduğuna ikna edilmesidir.
TERÖRLE BİR YERE VARILAMAZ
Bölücü terör örgütü PKK’nın silahlı eylemleri başarısızlığa mahkumdur. Terörle hiçbir yere varılmaz, varılamaz, varılamayacaktır. Türkiye bölücü teröre asla rıza göstermeyecek, müzakere ve mütareke dayatmaları işe yaramayacaktır. Bir yanda terörle amansız mücadele ederken, diğer yanda demokratik reformların, sosyal ve ekonomik düzenlemelerin yapılması akla en yatkın seçenektir. Kürt kardeşlerimizle terör örgütü arasında hiçbir ortak taraf yoktur. 6 Haziran 2011 tarihinde yaptığımız Diyarbakır Mitinginde demiştim ki; “Vashingtondakiler sizi benden daha fazla sevemez. Brükseldekiler sizi benden daha çok anlayamaz. Erbildeki peşmerge sizi benden daha çok sahiplenemez.”
Terörün belini kırmak her şart ve durumda görevimizdir. Terör eylemlerine önşartsız derhal son verilmesi, bütün teröristlerin silahlarıyla dağdan inip Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim olması Türk adaletinin vereceği hükme razı olarak cezalarını çekmeleri terör örgütü için tek çıkıştır. Ne ABD, ne AB, ne Irak, ne Suriye, ne de bir başka ülkeyle birlikte içimizdeki bazı mihrakların Kürt kardeşlerimizin sözcüsü ve vasisi olması asla, kata imkansızdır.
GÖVDEMİZİ KOYMAYA VARIZ
Birinci hüküm cümlem şudur: TBMM’de her meselenin ele alınıp milli ve müşterek akılla çözümü mümkün ve hatta mecburidir. Eğer terörsüz bir siyaset, terörsüz bir ülke, terörsüz bir gelecek hususunda herkes ittifak halindeyse o halde değil elimizi taşın altına koymaya, gövdemizi koymaya varız ve buradayız.
Geçen haftaki grup konuşmamda demiştim ki; “Türkiye’ye getirilirken, “her türlü hizmete hazırım” diyen teröristbaşı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin. Bu çağrımın içyüzünü henüz anlamayan, anlasa bile işine gelmediğinden saptırmaya çalışanlar çok sayıdadır.
TERÖRİSTBAŞI DEM GRUP TOPLANTISINDA SİLAH BIRAKILDIĞINI İLAN ETSİN
Türk ve Türkiye Yüzyılında terörü sıfırlamak, milli birlik ve beraberliği çelikleştirmek amacına matuf ikinci hüküm cümlem şöyledir: Teröristbaşı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere de sesleniyorum; şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, “Umut Hakkı”nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.
NE KANDİL, NE DE EDİRNE; ADRES İMRALI’DAN DEM’E UZANSIN
Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın. Hodri meydan, buna varız; vatan, millet, devlet, bayrak, ortak gelecek ve tam bağımsızlık için bunu dahi sineye çekmeye sonuna kadar hazırız. Türkiye ve Türk milleti için her fedakârlığı yapmaya, her çileye katlanmaya, lazım gelen her adımı atmaya kararlıyız, inançlıyız, tarih huzurunda diyorum ki, yeminliyiz. “Yeni Yüzyıl, Yeni Hayat, Yeni Türkiye” temelinde bagajları boşaltalım ve milli ülküleri hep birlikte yakalayalım.
Üçüncü hüküm cümlem de şu şekildedir: Diyarbakır annelerinin sessiz çığlığı duyulmalı, evlatlarıyla buluşmaları sağlanmalı, hepsinin yüzü güldürülmeli, sorunun kaynağı olanlar harekete geçmelidir. Bilinmelidir ki, uzattığım elin bir mesajı da budur. Terör yöntemleriyle herhangi bir yakın veya uzak hedefe ulaşıldığı bugüne kadar görülmüş, duyulmuş şey değildir. Barışçıl yollar varken teröre müracaat melanettir, ihanettir, cinayettir, canavarlıktır. Türk milleti bölücü terörle yaşamaya mecbur değildir.
KÖKÜNÜ KURUTAMAYACAĞIMIZ BİR SORUN YOKTUR
Türkiye Cumhuriyeti devleti, bölücü terör örgütünü emelleriyle birlikte imha etmeye muktedirdir. Kürt kardeşlerim, gelin bir olalım, beraber olalım, aramıza girmek isteyenleri, bozgunculuk yapanları tarihin çöplüğüne gönderelim. İmanımız bir, kıblemiz bir, irademiz bir, bayrağımız bir, milletimiz bir, devletimiz bir, anımız bir, acımız bir, geleceğimiz bir, biz hep birlikte Türk milletiyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin 101’inci yıl dönümünde milli kucaklaşmayla yeni yüzyılın destanını el ele yazalım; ayrılmamızı, bölünmemizi, parçalanmamızı bekleyenleri mahvı perişan edelim.
Kökünü kurutamayacağımız bir sorun yoktur. Çaresizlik içinde kıvranacağımız bir konu da yoktur. Dünya siyasetini Filistin davasında bir araya getirme mücadelesi veren Türkiye’nin 154 partiyle kutuplaşması, kendi içinde yarılması, birbirine girmek için pozisyon alması doğru değildir, ahlaki değildir, makul değildir, makus talihimiz Allah’ın izniyle ters dönecektir. CHP Genel Başkanı istediği kadar sağa sola gitsin, orayı burayı ziyaret etsin, gömleğinin ilk düğmesini yanlış iliklemesinden, bastığı ve baktığı siyasi zemin kırık olduğundan dolayı yanlışa düşmesi ve hayal kırıklığı yaşaması kaçınılmazdır. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.