Davutoğlu'nun masasında iki seçenek var!
Cumhur-başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” açıklamasıyla çözüm sürecinin müzakere aşamasının önemli enstrü-manlarından biri olan İzleme Kurulu’na karşı olduğunu söylemesi peşi sıra geldi.
Milliyet yazarı Serpil Çevikcan, Erdoğan'ın 'İzleme Kurulu' çıkışını bugün köşesine taşıdı. Çevikcan'a göre Başbakan'ın önünde iki seçenek var. İzleme Kurulu için ya Erdoğan ikna edilecek ya da İmralı...
İşte o yazı:
Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” ifadesiyle İzleme Kurulu’na karşı olduğunu açıkça beyan etmesi; her ikisi de çözümle ilgili olmasına karşın, bağlamı ve sonuçları itibarıyla aynı ağırlıkta değil.
Cumhurbaşkanı’nın, “Kürt sorunu yoktur” derken, “O zaman çözüm sürecine ne gerek var?” diye sorulmasına neden olacak bir içerikle konuşmadığı kesin.
Erdoğan’ın Kürt kökenli vatandaşların bundan 10 yıl önceki sorunlarının büyük ölçüde izole edildiğini kastettiği anlaşılıyor.
Aslında, Erdoğan’ın, “Kürt sorunu yoktur” derken de İzleme Kurulu’nu doğru bulmadığını açıklarken de, büyük resimde çözüm sürecine karşıtlık içeren bir yaklaşımın taşlarını döşediğini söylemek yanlış olur.
Cumhurbaşkanı’nın, büyük bir risk alarak bizzat başlattığı, lideri olduğu ve paralel yapıyla mücadelenin de önüne koyarak devlet aygıtının bir numaralı işi olarak ilan ettiği çözüm sürecini baltalamak için uğraşması ne kadar gerçekçidir?
Kaldı ki Erdoğan’ın Akil Adamlar Heyeti’nin oluşturulması aşamasında da bu heyete olduğundan fazla anlam yüklenmemesi konusunda uyarılarda bulunduğunu biliyoruz.
Keza Akil Adamlar Heyeti’yle yaptığı son toplantıda İzleme Kurulu gündeme geldiğinde, kurula çok mesafeli baktığı hatırlatılıyor.
Ancak Erdoğan’ın devlet ile İmralı arasında mutabık kalınan 10 maddeden biri olan İzleme Kurulu’na karşı olduğunu, “Samimi düşüncelerim böyle” diyerek ilan etmesi sonuçları itibarıyla çok ciddi bir duruma işaret ediyor.
Milli Güvenlik Kurulu’nun başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın, İmralı’nın ve Kandil’in müzakere aşamasının olmazsa olmazlarından biri olarak şart koştuğu, düne kadar hükümetle bu konuda bir anlaşmazlık yansımayan İzleme Kurulu’na karşı olması nedeniyle eğer kurul oluşturulmayacaksa bu önemli bir sorun demek.
Bu sorun, bugün Diyarbakır meydanından okunacak olan Öcalan’ın ikinci tarihi mektubunda çizilecek istikameti değiştirmeyecek olsa da müzakere yöntemi ve içeriği konusunda MGK’nın başı ile sürecin karşı tarafı arasında ciddi bir farklılığı ortaya koyuyor.
Erdoğan’ın açıklamasının, süreci yürüten ana aktör konumundaki hükümet açısından değerlen-dirildiğinde de iç açıcı bir manzara yaratmadığı kesin.
Dolmabahçe’de, “ayrı ayrı ortak açıklama” diye niteleyebileceğimiz, HDP’lilerle hükümet üyelerini yan yana getiren deklarasyonun ardından Erdoğan’ın “Bakalım sözlerini tutacaklar mı?” ifadesi hâlâ kulaklarda.
Üzerine “Kürt sorunu yoktur” açıklaması ve dün patlayan İzleme Kurulu bombasının ardından, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve süreci yürüten yetkililerin işi zor.
Erdoğan’ın açıklamasının, kurul üyelerinin isimlerinin günlerdir hararetle tartışıldıktan sonra nihayet dün medyaya sızdığı bir zamanlamada yapılması da büyük bir sorunun kanıtı.
Bugüne kadar, “Ben de medyadan öğrendim” lafını ağzından hemen hiç duymadığımız Erdoğan’ın, “Böyle bir şeyden haberim yok. Ben de gazetelerden okuyorum” ifadesi, hükümet açısından yenilir yutulur cinsten değil.
İzleme Kurulu’nun oluşumuna ilişkin olarak Erdoğan’ın doğrudan bilgilendirilmemesi mümkün görünmüyor. Anlaşılıyor ki bilgilendirmeme değil, “onay almama” söz konusu. Kurulun kimlerden oluştuğunun bir türlü açıklanamaması da bunu gösteriyor.
Eğer İzleme Kurulu, sürecin selameti açısından olmazsa olmazlardan biriyse Davutoğlu’nun masasında iki seçenek var demektir.
Ya Erdoğan, kurulun oluşumu ve Öcalan’ın bugünkü çağrısıyla başlayacak süreci izlemesi konusunda ikna edilecektir ya da İzleme Kurulu diye bir kurul olmayacak, bu konuda İmralı-Kandil ikna edilecektir.
“Hangisi olur” diye sorarsanız Hakan Fidan tecrübesine bakın derim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, çözüm sürecinin, genelde devlet, özelde görevlendirilmiş istihbarat ve devlet yetkilileri eliyle yürütülmesi konusundaki yaklaşımının siyasi nedenleri ise daha geniş bir çerçevede değerlendirilmeli.
Ancak, 7 Haziran seçimlerine gün sayarken, Erdoğan’ın çözüm sürecini “müzakerenin” dibine vurmuş bir manzarada yürütmek istemediği ortada.