Büyük zaferin 98. yıl dönümü!
'Kurtuluş’ ile ‘Kuruluş’ sürecinin en önemli aşamalarından birini oluşturan Büyük Taarruz, 30 Ağustos 1922’de zaferle sonuçlandı; yeni devletin tapusu olan Lozan’ın imzalanması ve Cumhuriyet’in ilanı mazlum milletin bu zaferini taçlandırdı...
Bugün 30 Ağustos, 1922’de kazanılan Büyük Zafer’in yani Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin yıl dönümü. Bu sıradan bir zafer değildi. Anadolu’dan Türk varlığını söküp atma planının sıradan bir kâğıt hükmüne indirgenip yırtılıp atılmasıydı. Mustafa Kemal Atatürk’ün dehası ve milletin bağımsız yaşama imanı sayesinde topyekun mücadele ve kanla kazanıldı. Zafere götüren Büyük Taarruz, 26 Ağustos 1922 gününün erken saatlerinde Afyon Ovası’na hakim Kocatepe’den verilen emirle başladı. 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Yunan kuvvetleri imha edildi.
Yunan taarruzu
Zaferi kazanan çeteler değil düzenli orduydu. 30 Ağustos’ta zafer ile sonuçlanacak önemli adımlardan biri Mustafa Kemal Paşa’nın 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelişi ile atılmıştı. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Ankara’da açıldı. Meclis ordusu kuruldu. Yeni ordu, Yunan işgaline karşı direnişe geçti. İzmir’i başkent ilan eden Yunan yönetimi, Küçük Asya olarak tabir ettikleri Ege bölgesinde bir Rum Devleti kurma hayali içindeydi. Bunun için Ankara’da örgütlenen yeni devleti ortadan kaldırmaları, Türk ordusunu imha etmeleri gerekiyordu. Bu hedef doğrultusunda Yunan Büyük Taarruzu, 23 Ağustos 1921’de başlatıldı. Sakarya’nın gerisinde tertiplenen Türk ordusu, üstün düşman güçlerine karşı efsanevi bir direniş gösterdi. Sakarya Savaşı ile Yunan Büyük Taarruzu geri püskürtüldü. Yunan kolorduları, Afyon-Eskişehir çizgisinde savunma hattı oluşturdu. Afyon çevresindeki savunma hatlarını teftiş eden İngiliz generali, “Türkler, bu savunma hattını 6 ayda ele geçirirlerse, 6 günde aldık diye övünebilirler” diyecekti.
Ankara’daki Meclis hükümetinin başka alternatifi kalmamıştı. Ya büyük bir taarruz ile Yunan ordusu imha edilecek ya da vatan kaybedilecekti. Sınırlı bir savaş verilmesi de yeterli değildi. Çünkü bu kez İzmir ve Trakya bölgesinin işgal altında olduğu şartlarda, barış masasına oturmak yeterli olmayacaktı. Meclis’te taarruz için sesler yükseliyordu. Ancak Mustafa Kemal, gerçekçi ve sabırlıydı. Yaklaşık bir yıl süreyle orduyu güçlendirmek için çalıştı. Sovyetlerden silah yardımı sağlandı. İstanbul’dan kaçırılan silah ve mühimmat, denizyoluyla İnebolu’ya ordan da Ankara’ya getirildi. İnebolu-Ankara arasındaki dağ yollarında, düzlüklerde günlerce kağnı gıcırtıları duyuldu. Erkekler cephede, kadınlar cephe gerisinde kağnıların başındaydı.
Yıldırım baskın
Ordu, 186 bin kişilik bir kuvvete çıkarıldı. Yunan kuvvetleri 220 bin civarındaydı ve motorize güç bakımından üstündü. Mustafa Kemal, 17 Ağustos 1922’de Ankara’dan gizlice ayrıldı. Başkomutanın Ankara’dan ayrıldığı anlaşılmasın diye Anadolu Ajansı’nda 21 Ağustos’ta Çankaya’da bir çay daveti vereceği haberi yapıldı. Önce Konya’ya burdan da Akşehir’e geçti. Son hazırlıkları yaptıktan sonra Şuhut üzerinden gece yarısı Kocatepe’ye geldi. 26 Ağustos 1922’de sabahın erken saatlerinde Kocatepe’de Mustafa Kemal’in yanında Hoca Paşa dediği Fevzi Paşa ile İsmet Paşa vardı. Kocatepe’nin tam karşısında Yunan ordusunun merkez kuvvetleri bulunuyordu. Yunan ordusuna merkezinden güçlü bir saldırı ile yarma harekâtı yapılacaktı. Yani kuvvetin merkezine yıldırım baskın. Saat sabahın 04.30’unu gösterdiğinde Afyon Ovası, Türk topçusunun seri atışlarıyla sarsıldı. Savaş 4 gün boyunca çok çetin geçti. 30 Ağustos’ta Başkomutan Meydan Muharebesi kazanıldı. Anadolu’ya işgale gelen güçler, çemberin içinde sıkışmıştı. Çemberden çıkan Yunan kuvvetleri ise, İzmir’e çekilmenin yollarını arıyordu. Zaferden sonra 2 Eylül 1922’de Yunan Ordusu’nun Başkomutanı Nikolaos Trikopis, esir alındı.
Lozan yolu açıldı
İzmir’e kadar kovalanan Yunan ordusu imha edildi. Kurtulanlar da, deniz yoluyla Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldı. Ancak zafere rağmen İstanbul ve Çanakkale Boğazı hâlâ İtilaf Devletleri’nin elindeydi.
Diplomatik temasların ardından 3 Ekim 1922’de Mudanya Konferansı toplandı. Mudanya’da uzlaşma sağlanmasıyla yeni bir savaşa girilmeden barış konferansına gidilmesinin yolu açıldı. Lozan Konferansı, 21 Kasım 1922’de İsviçre’nin Lozan Kenti’nde göl kenarındaki Şato Oteli’nde başladı. Türk heyetinin başdelegesi Dışişleri Bakanı İsmet İnönü idi. Çetin müzakerelere sahne olan konferansın ardından antlaşma, ancak 24 Temmuz 1923’te imzalanabildi. Antlaşma, TBMM’de 23 Ağustos 1923’te onaylandı. İtilaf Devletleri’ne İstanbul’dan askeri güçlerini çekmeleri için ültimatom verildi. İtilaf güçlerinin son askerleri, 2 Ekim 1923’te İstanbul’dan ayrıldı. Türk askeri, 6 Ekim 1923’te İstanbul’a törenle girdi.
Esir kumandanı ayakta karşıladı
Atatürk’ün Yaveri ve yakın arkadaşı Salih Bozok, hatıralarında Yunan Ordusu’nun Başkomutanı Trikopis’in esaretiyle ilgili şunları anlatır:
“Uşak’ta karargâha iltihak ettiğim zaman Yunan başkumandanı general Trikopis’le General Diyonis’in esir edilmiş olduklarını öğrendim. Esir başkumandanla general arkadaşı o gün Mustafa Kemal Paşa’nın nezdine getirdiler. Gazi Paşa esir generalleri ayakta karşıladı. Kendilerine yer gösterdi, birer çay ısmarladı,
sonra Trikopis’e sordu:
- Bu iş nasıl oldu?
Trikopis, iki ellerini yanlarına doğru açarken başını önüne eğdi. Vaziyetinden bu âkıbeti mukadderattan ziyade aciz ve zaafa hamletmek istediği anlaşılıyordu.
Gazi kendisini teselli etti:
- Üzerinize düşen vazifeyi ifa ettiğinize kailseniz müsterih olunuz. En büyük kumandanlar için de esaret mukadder olabilir. Trikopis, verdiği cevapta bazı kusurları Diyonis’e atfettikten sonra topçularımızın mükemmeliyetinden, iki telsizleri olduğu halde birinin evvelce bozulup İzmir’e gönderildiğinden, diğerinin topçu ateşimizle tahrip edildiğinden bahsetti ve çaresizlikler içinde kaldığını ve hatta bir gün evvel kendi yaverinin dahi yanından ayrıldığını söyledi. Trikopis yapacak yalnız bir şey kaldığını fakat yapamadığını ilâve etti. Esir başkumandan intihar arzusunda olduğunu imâ ediyordu!”
İzmir yolunda kader yazıldı
25 Ağustos 1922: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Başbakan Rauf Bey’e orduların taarruza başlayacağını bildirdi.
26 Ağustos 1922: Büyük Taarruz başladı. İznik kurtuldu.
27 Ağustos 1922: Afyon kurtuldu.
30 Ağustos 1922: Dumlupınar’da Başkomutan Meydan Muharebesi kazanıldı.
31 Ağustos 1922: Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşa ile son durumu değerlendirdi. Başkomutan, düşmanın takibi emrini verdi.
1 Eylül 1922: Başkomutanlık emri: “Ordular! İlk Hedefimiz Akdenizdir. İleri!”
2 Eylül 1922: Yunan Başkomutanı Trikopis, esir alındı. Eskişehir kurtarıldı.
3 Eylül 1922: Gazi Mustafa Kemal, Dumlupınar’dan Uşak’a geldi.
4 Eylül 1922: Dağılan Yunan ordusunun kalıntıları Akşehir’i yaktı. Söğüt ve Kula kurtarıldı.
5 Eylül 1922: Bilecik kurtarıldı.
6 Eylül 1922: Bursa’nın Yunanlılarca işgal edilmesi üzerine Meclis kürsüsüne örtülmüş olan kara örtü kaldırıldı. Yunanistan’ın Anadolu ordularına Başkomutan olarak atadığı Polyemekalis İzmir’e geldi.
7 Eylül 1922: İtilaf devletleri, Ankara Hükümeti’ne başvurarak mütareke istedi. Yunanistan’ın Anadolu’yu boşaltmasını koşul olarak ileri sürdüler.
Yunanistan’da hükümet istifa etti. Yeni kabineyi Kalogeropulus kurdu. Aydın kurtuldu.
8 Eylül 1922: Manisa kurtuldu.
9 Eylül 1922: İzmir kurtuldu.
10 Eylül 1922: Mustafa Kemal Paşa, İzmir’e girdi. Bursa kurtuldu
Bir milletin ahıdır!
1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştı.
29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edildi. Peki cumhuriyet neden 29 Ekim’de ilan edildi. Ankara 13 Ekim’de başkent ilan edilmişti. Düşman askerinin 2 Ekim’de İstanbul’dan ayrılmasından sonra Ekim ayının herhangi bir günü veya başkentin Ankara ilan edildiği gün Cumhuriyet ilan edilebilirdi. Taylan Sorgun’un, “Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü” kitabında yer alan bilgiye göre; Atatürk, Fahrettin Altay’a 1925’teki sohbetleri sırasında bunun nedenini şöyle anlatmıştı: “Mütarekenin ilk günlerini hatırlarsın. Saray ve hükümet teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın, saray da itilaf devletlerinin elinin altına girmişti. Saray bu halinden memnundu. Fakat ben bunu kabul edemezdim. Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek, ortadan kaldırmak isteyenlere karşı harekete geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımıza idik, fakat benim inandığım ideale benimle beraber olanlar da bağlandılar ve netice hâsıl oldu. Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı. Peki, 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti? Dört yıl.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettik. İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılâp, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde var? Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükâfatı işte budur. Bütün dünya bunu görmüştür. Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir.
Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın. Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.”