Yıldırım, "Parçalanmış Bir Dünyada Barış ve Güvenliği Yeniden Düşünmek" temasıyla Swiss Hotel The Bosphorus'ta düzenlenen TRT World Forum'un açılış konuşmasına İngilizce başladı.
TBMM Başkanı Binali Yıldırım, terör örgütü FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in Amerika'da bir malikanede yaşadığını belirterek, "Her şey belli. Darbenin talimatını veren bu. Her türlü belge, bilgi elde fakat dostlarımız, müttefik bildiğimiz ülke kılını kıpırdatmıyor" dedi.
BELGELER VERİLDİ AMA YANIT YOK
Açıklamalarına devam eden Yıldırım, "Madem vermiyorsun kardeşim adamın yaşamına sınırlama da mı getiremiyorsun? Hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmesine niye izin veriyorsun? Niye bir soruşturma dahi başlatmıyorsun? Yoksa arkasından başka şeyler çıkacağından mı endişe ediyorsun? Türkiye dosyalar dolusu belgeleri önlerine koydu ama çıt yok." şeklinde konuştu.
Yıldırım, forum boyunca dünyanın dört bir yanından gelen uzmanlar, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, siyasetçilerin, barışın ve güvenliğin tesis edilmesi, dünyada devamlılığının sağlanması ve halklara bunun sunulması için çaba harcayan insanların bir araya geleceğini ve harcanan çabanın gerçekten hedefe ulaşmayı destekleyeceğini söyledi.
"İngilizce bu kadar konuşmam yeterli. İngilizcem, konuşmamı daha fazla sürdürmeye yeterli değil. Benim için konuşmamı ana dilimde sürdürmek çok daha uygun olacak." diyen Yıldırım, Türkçe konuşmasına "3 kıtayı birleştiren, ortasından deniz geçen, dünyanın açık hava müzesi İstanbul'a hoşgeldiniz." sözleriyle başladı.
Yıldırım, TRT'yi konuyu dünya gündemine getirdiği için tebrik ederek, şöyle devam etti:
"Parçalanmış Bir Dünyada Barış ve Güvenlik, önemli bir konu, önemli bir başlık. 3 kıtada 600 yıldan fazla barış ve kardeşliği yaşatmış olan bu topraklarda, bu konunun görüşülmesi çok daha anlamlı. Bizde bir laf vardır, 'Damdan düşenin halini, damdan düşen anlar.' Dolayısıyla bu forum, insanlığın ortak sorunlarına ortak çözümler geliştirme noktasında büyük bir katkı sağlayacak. Sınır aşan sorunlarla karşı karşıyayız. Artık sorunlara 'yerel ya da bölgeseldir' diye bakamayız. Olaylara daha büyük bir aynadan bakma mecburiyeti var. Eğer böyle bakarsak ayrıntılarla boğulmayız, zaman kaybetmeyiz. Dünya sorunlu, yaşadığımız bölge daha da sorunlu. İbn-i Haldun, 'Coğrafya kaderdir.' demiştir. Doğrudur, her coğrafyanın kaderi vardır. Kaderiyle yaşamak, o coğrafyadaki insanların göz yaşından uzak, huzur, barış içerisinde hayatlarını sürdürmek de ülkeleri yöneten, sorumluluk alan bizlerin görevidir."
Türkiye'nin sorunlarla çevrili bir coğrafyada bulunduğunu belirten Yıldırım, "Bu sorunların doğal uzantıları, tabiatıyla bizi etkiliyor. Suriye'de 8 yılı aşan iç savaş sebebiyle en büyük bedeli ödeyen ülkelerden biriyiz. Lübnan da Ürdün de aynı bedeli ödüyor. 3,5 milyon kardeşimize kucak açtık, onların hayata tutunmalarına vesile olduk. Bazı ülkeler bunu anlamakta zorlanıyor. '30 milyar dolar para harcadınız.' diyorlar, anlamıyorlar, anlayamıyorlar çünkü mesele insan olunca, insanı yaşatmak olunca paranın değeri olmaz. Bir insanı kurtarmak, bir cihanı kurtarmak demektir. Bizim anlayışımız, bizim inancımız bunun gerektiriyor. Onun için biz bunu yapıyoruz." dedi.
"KAPILARI ÇALININCA HIRSIZIN FARKINA VARIYORLAR"
TBMM Başkanı Binali Yıldırım, dünyada ve bölgede büyük karışıklıklar ve ciddi gelişmişlik farkı olduğunu, yeryüzü kaynaklarının adil bir şekilde paylaşılmadığını, teknolojileri, imkanları ileri olan ülkelerin kaynaklara önce ulaştığını, daha sonra gelenlerin bunlardan mahrum kaldığını anlattı.
Necip Fazıl Kısakürek'in dünyadaki eşitsizliği "Allah'ın 10 pulunu bekleyedursun 10 kul, bir kişiye tam 9, 9 kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa" sözleriyle anlattığını aktaran Yıldırım, "Yeryüzü kaynaklarının eşit ve adil şekilde paylaşılmaması, dünyadaki insanların huzurunu kaçıyor. Bu huzursuzluğun tek kaynağı savaş, çatışma değildir, aynı zamanda açlık, yoksulluk, susuzluk, işsizlik, ümitsizlik bu sorunların kaynaklarını oluşturuyor. Daha az gelişmiş ülkelerde sorunun daha da derinleştiğini görüyoruz. Yapılan araştırmalara göre, dünyada serveti en yüksek 8 kişinin elinde tuttuğu servet miktarı, dünya nüfusunun yarısının servetine denk geliyor. Bu kişilerin sahip oldukları 420 milyar doları aşkın servet, dünya genelinde 3 milyar 600 bin kişinin ihtiyacı olan paraya denk. Bu durum, küresel eşitsizliğe çok çarpıcı ve küçük bir örnek. Benzer durum, ülkelerin kendi içinde de geçerli. Tabii ulusal, uluslararası çelişkilerin derinleşmesi, çatışma risklerini de artıran diğer bir sebep." diye konuştu.
Yıldırım, herkesin barış, huzur, güven içinde yaşadığı bir dünya hedefine ulaşmanın, "güçlü ülkeler"in adil davranma ve iyi niyete dayalı işbirliği yapmalarıyla mümkün olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi:
"İşbirliği yapmayı gerektiren meselelerin başında terörle mücadele geliyor. Terör ve terörizm, ülkeye, dine, etnik kimliğe bakmadan kayıtsız ve şartsız reddedilmeli. Terör, hiçbir şekilde finanse edilmemeli, silah ve para desteği sağlanmamalı. Kişinin neresi ağrıyorsa, canı oradadır. Terör sebebiyle Türkiye'nin uzun yıllar canı yanmıştır. Türkiye, 30 yılı aşkın bir süredir bölücü, etnik PKK terör örgütüyle mücadele ediyor. Yaylaları boşalttıran, tarımı, hayvancılığı öldüren, madencilik yapılmasına engel olan, masum insanlara, bebeklere varıncaya kadar gözünü kırpmadan katleden teröristlere karşı verdiğimiz mücadeleden ne yazık ki pek çok dost bildiğimiz ülkeden destek göremedik, göremiyoruz. 'Testi kırılınca yol gösteren çok olur.' misali, terörle mücadelede beklediğimiz desteği vermeyen ülkeler, ancak mesele El Kaide olunca, mesele DEAŞ olunca, onların vahşeti gündeme gelince, avaz avaz bağırıyorlar. Yani kapıları çalınınca, hırsızın farkına varıyorlar. 35 bin masum insanı katleden bu örgüt, PKK, bugün de PYD/YPG adıyla ne yazık ki Suriye topraklarında faaliyetini sürdürüyor. Acı olan, onların bu faaliyetini sürdürebilmesi de dost bildiğimiz, NATO'dan müttefik bildiğimiz Amerika'nın açık, aleni, doğrudan desteğiyle oluyor. Binlerce tır silah, füze, her türlü mühimmat, bu terör örgütüne aktarılıyor."
Yıldırım sözlerine şöyle devam etti: "Bu soruyu sorduğumuzda, müttefikimiz ve dostumuz olan ülkenin verdiği cevap çok enteresan, 'Biz onlarla stratejik bir işbirliği yapmıyoruz, taktik bir işbirliği yapıyoruz.' Ne demek? Zırva. Terör örgütüyle işbirliğinin hiçbir şekilde mazur görülecek yanı yoktur. Eğer bölgesel ve küresel terörü yok etmek istiyorsak, bir terör örgütünü yok etmek için başka terör örgütünü kullanamayız. Neymiş? 'DEAŞ'ı yok edeceğiz, onun için PKK'ya ihtiyacımız var.' Böyle bir anlayış, bölgede, dünyada barış ve huzur getirebilir mi? Bakın Afganistan'a, ne oldu? Terörü yok etmek için gelenler ne yaptılar? Yıllar sonra itiraf ettiler, trilyonlarca dolar gitti, binlerce insan öldü. Dönüp bakıyoruz, Afganistan onların gelmediği yıllarda mı daha iyiydi şimdi mi daha iyi? Bakın Irak... 'Nükleer silah var, dünyanın başına bela olacak.' bir yaygarayla geldiler, Irak daha belini doğrultamadı. Libya'da, Suriye'de, Yemen'de aynı şey. Myanmar'daki etnik temizlik, 3 dinin mukaddes bildiği Kudüs'te hortlatılmaya çalışılan yeni karışıklıklar, yeni din savaşları... Bunların hepsi bölgelere, ülkelere barış getirme adına sözde yapılan, ancak sorunları daha da derinleştirmekten başka işe yaramayan girişimlerdir."
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'E MESAJLARI
BM Güvenlik Konseyi'nin yapısının, gözden geçirilmesi ve 'ipe un serme politikası'nın terk edilmesi gerektiğini, aksi takdirde konuşulanların hepsinin boş olduğunu söyledi.
Hiçbir devletin tek başına veto yetkisi olmaması gerektiğini dile getiren Yıldırım, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan acı tecrübelere göre kurulmuş veto yetkisi, tekrar savaş çıkmasını, küresel istikrarsızlığı önlemek için getirildi, ama bugün veto savaş önleme değil savaşları körükleme amacına hizmet etmektedir. Günümüzde BM üyesi 194 ülke var. İslam İşbirliği Örgütü'nün üye sayısı 57. BM Güvenlik Konseyi'nde de mutlaka bir İslam ülkesinin olması lazım çünkü yeryüzü nüfusunun 1 milyar 800 milyonu Müslüman ve bugünkü bütün kargaşanın, bütün iç savaşların, bütün terörün olduğu yer Müslüman ülkeler. Bu bir tesadüf mü? Bu soru üzerinde düşünmemiz lazım. BM üyesi her 4 ülkeden biri nüfus çoğunluğu Müslüman olan ülkedir ve dünya nüfusunun 4'te birine eşit. Bu bir dini ayrımcılık değil, bu bir etnik ayrımcılık değil, küresel sorunlara çözüm üretmek için farklılıkların işin içine daha çok katılması lazım. 10. ve 11. yüzyılda bunun acısını Haçlı Savaşları'yla bu topraklar çok yaşadı. Kudüs, hepimizin mukaddes evi, Hristiyanlığın da Müslümanlığın da Museviliğin de . Peki bu yapılanlar ne? Nasıl izah edeceğiz? Barıştan ve diyalogtan ne kadar söz edersek edelim, bazı ülkeler ilişkileri sorunlar üzerinden yürütmeyi bir araç haline dönüştürmüştür. Ülkeler arasındaki ilişkilerin sorunlar üzerinden yürütülmesi çatışmayı daha da derinleştirmektedir. O sebeple uluslararası ilişkilerde caydırıcılık gücü önemlidir. 'Sorun yoksa, işbirliği yok' gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Oysa dünya hepimizin ortak evidir, birlikte bu evi temiz tutmak hepimizin sorumluluğudur. Kaynaklarımız sınırlıdır, birlikte korumalıyız. İlişkilerimizi, imkanlarımızı hor bir şekilde kullanmaya devam edersek, bu sorunlar havuzunda boğulmaya mahkumuz, bundan kaçış yoktur."
Yıldırım, 28 ülkeden oluşan Avrupa Birliği'nin bölgesel sorunlarda ortada görünmediğini belirterek, "Avrupa Birliği, uluslararası sorunların çözümünde yeterince aktif değil. Günümüzde daha çok içine kapanan Avrupa'yı görüyoruz, sorunlarla yüzleşmemeye çalışan ve sınır duvarlarını alabildiğince yükselten, 'Bana değmeyen yılan bin yaşasın' anlayışıyla hareket eden bir Avrupa Birliği var. AB'nin dünyadaki mevcut sorunlara yaklaşımı, çözüm üretmekten uzaktır. Ekonomik ve sosyal sebeplere bağlı uluslararası pek çok sorun, AB'nin yeterince ağırlığını hissettirmemesi nedeniyle olumsuz şekilde gelişmektedir." diye konuştu.
GELECEK MESAJLARI
TBMM Başkanı Binali Yıldırım, dünyada yükselme eğilimi gösteren ırkçılık ve İslam düşmanlığı konusuna değinirken, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Irkçılık ve İslamofobi, halklar arasında nefret tohumlarını beslemektedir. Irkçılık bazı gruplar arasında moda gibi hızla yayılıyor; sloganlar, semboller, aşırılıklar, özendiriliyor. Özellikle gençler arasında taraftar bulan bu tehlikeye karşı behemehal önlem alınmalıdır. Günümüz şartları 1990 öncesinin dehşet dengesinden çok farklıdır. Bu sefer bloklar arası geçişler açık olduğundan daha yerel alanlarda örtülü bir mücadele maalesef söz konusu. Bir yandan sevgi, barış temaları işlenirken, diğer yandan nefret söylemleri ve tohumları ekilmekte, saldırganlık dürtüleri harekete geçirilmektedir. Myanmar, Arakan, Rohingya Müslümanları sadece inançları yüzünden etnik temizliğe tabi tutulmaktadır. Maalesef onların sesini dünyada duyan yoktur. Onların sesini de imkanları nisbetinde dünyanın gündemine getiren yine Türkiyedir. Bu tür davranışlar asla müsamaha görmemeli. İslam barış dini, Müslüman barış insanıdır. Birilerinin İslam ya da Müslüman adını kullanarak şiddete başvurması, Müslümanları da töhmet altında bırakmaktadır. Batı dünyasının, Hristiyan dünyasının artık 'İslamist terörist' söyleminden vazgeçmesi gerek. Bu, ayrımcılıktır, terörü teşvik etmektir. Terörün dini, imanı, ırkı, mezhebi, hiçbir şeyi yoktur. Bütün semavi dinler insan öldürmeyi yasaklamıştır, haksız yere. Hal böyleyken sanki 'bütün teröristler Müslümanlar arasından çıkıyormuş' gibi küresel bir algı oluşturmak terörle mücadeleye katkı sağlamaz, küresel barışa, kardeşliğe, katkı sağlamaz, bölgeler, dinler arası çatışmayı daha da körükler. İslamı bir korku olarak işleyenler, inanç adalarını kullanarak insanlar arasında çatışma çıkarma gayretinde olanlar iyi niyetli değildir. Tesadüf olmayan bu olaylara karşı bütün dünya, bütün insanlık duyarlı davranmak mecburiyetindedir."
Yıldırım, insanlar arasında nefret tohumları ekenlerin bir gün o nefretin hedefi haline geleceğini hatırlatmak istediğini belirtti.
Artık yerel veya bölgesel kalkınmadan söz edilemeyeceğini ifade eden Yıldırım, insanlığın ortak gelişimini hedefleyen kalkınma modelinin, küresel ölçekte ele alınması gerektiğini vurguladı.
Kaynakların akılcı ve planlı bir değerlendirme ile ele alınması gerektiğini dile getiren Yıldırım, "Zira böyle giderse devletler, 100 yıllık bir geleceği bile yönetmekten aciz kalacaklar. Kalkınmanın sürdürülebilir olması, güvenliğin sağlanması, kaynakların korunmasına ihtiyaç vardır. Bu durum, dünyanın ortak gündemi olmak mecburiyetindedir. Biz de gelecek hafta Antalya'da 40'tan fazla ülke, 26'sı parlamento başkanı olmak üzere, bir araya geleceğiz ve bu toplantıda benzer konuları ele alacağız. Ele alacağımız konular nedir? Ticari savaşlar, paraların silah gibi kullanılması ve bölgesel kalkınmışlık farklarının değerlendirilmesi. Tüm bunlar,
Gündem 2030 başlığıyla değerlendirilecek ve bir deklarasyon yayınlanacaktır." diye konuştu.
"TÜRKİYE'NİN BÖLGEDE ÖNEMLİ SORUMLULUKLARI VAR"
Türkiye'nin bölgede önemli sorumlulukları olduğunu belirten Yıldırım, "Bölgesel karışıklıkların, küresel istikrarsızlığa dönüşmemesi için biz olması gerekenden daha fazla gayret gösteriyoruz." dedi.
SURİYE'DEKİ İDLİB OLAYI
"Nerede dünya? Nerede BM? Orada milyonlarca insan ölümle yüz yüze geldi. Türkiye inisiyatifi aldı, Rusya'yı ikna etti ve orada akan kan durduruldu ama bu sürdürülebilir bir şey değildir. Bütün ülkelerin sorumluluk alması, elini taşın altına koyması lazım. Bir ülkenin başkanı çıkıyor, asırlık komşumuz İran'a 'ben bu nükleer anlaşmasını beğenmedim, iptal et' diyor. Bu kadar keyfilik, bu kadar öngörülemez kararlarla küresel barış sağlanamaz. Aklına estiği kararı alan, aklına estiği gibi hareket eden ülkeler, dünyanın barışından, istikrarından sorumlu olan ülkeler gibi adlandırılamaz. Güç, sorumluluk ister. Sadece kendinizin değil, bütün dünyanın huzuru, barışı için daha sorumlu davranmanızı gerektirir.
En son olarak biz de karşı karşıya geldik. Bir gün kaktılar bizim bakanlarımız hakkında 'mal varlığına el koyduk, Amerika'ya gidemezler, gelemezler' gibi kararlar alındı. Türkiye'nin ihraç ürünlerine ilave vergiler koydular. Türkiye'nin hakkı olan bazı savunma araç ve gereçlerine kısıtlama getirmeye kalktılar. Böyle bir şey olabilir mi? Hangi gün ne şekilde davranacağı belli olmayan bir anlayışla dünyaya barış ve huzur getirilebilir mi?"
ÇÖZÜM İÇİN YENİ YOLLAR
Binali Yıldırım, 194 BM üyesi ülkenin bu konuları daha aklıselim değerlendirmesi ve yine BM çatısı altında çözüm üretmenin yollarını zorlaması gerektiğini belirtti.
Yıldırım, hiç bir dini ve etnik ayrım gözetmeksizin, bölgesel farklılıklar ve dünya gerçekleri dikkate alınarak politika üretilmesi gerektiğini ifade etti.
Türkiye'nin İslam İşbirliği Teşkilatı'nın dönem başkanı olduğunu hatırlatan Yıldırım, "Tam o sırada Kudüs'te elçilik açma kararı aldılar. Dönem başkanı olarak Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımız önce İslam ülkelerini çağırdı, olağanüstü toplantıda kararlar alındı. Arkasından BM toplantıya çağrıldı. Bu teşebbüsü yapan ABD yönetiminin orada ne kadar yalnız kaldığını hep beraber gördük. Ama bütün bunları yok sayarak, yanlışta ısrar edildi. Peki bundan sonrası ne olacak? Hangi sorunu çözdünüz? Hiçbir şey çözülmedi." dedi.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'E GÜVEN KAZANDIRILMALI
BM'ye süratle güven ve itibar kazandıracak adımların atılması gerektiğini vurgulayan Yıldırım, şunları kaydetti:
"Bunu, bu statükoyu kuranlardan beklemek, yılbaşında hindilerden ziyafet çekmek isteyenlerle farkı yok. Böyle bir şey olmaz. Bunu diğer ülkeler zorlayacak. Sorunların bedelini ödeyen ülkeler zorlayacak. Böylece bu mesele hallolacak. Biz Türkiye olarak bölgemizde bir yandan ülkemizde yaşayan 81 milyonun huzurunu, kardeşliğini, refahını temin ederken, bir yandan da bölgemizde yaşanan iç karışıklıklarına, teröre, insanlık trajedilerine karşı büyük mücadele veriyoruz. Onların hayata tutunmaları için elimizden geleni yapıyoruz. Yıllardan beri Afganistan'da, Libya'da aynı şeyi yapıyoruz.
Lübnan'da Barış Gücü'nde askerlerimiz var, Afrika'da aynı şekilde. Katar'da, Körfez'deki krizde yine aktif rol oynadık. Ama tabii ki burada sadece bir veya bir kaç ülkenin bu inisiyatifi alması yetmez. Bütün ülkelerin, çıkar hesaplarını bir kenara bırakarak uzun vadeli küresel barış ve kardeşliği tesis edecek her türlü menfaati ikinci plana atarak 'insanlık yaşasın' diyerek karar verecek bir anlayışa ihtiyaç var."