Gazete Vatan Logo

Baykal, VATAN’a konuştu

CHP lideri Baykal: Arkadaşlarımızla birlikte aynı partiymiş gibi hükümet sorumluluğunu göğüsleyebileceğimize inanıyoruz

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’le birlikte ittifak konusunda anlaştıklarını açıkladıktan hemen sonra Genel Yayın Müdürü Tayfun Devecioğlu, Başyazar Güngör Mengi, Ankara Temsilcisi Bilal Çetin, yazar Mehmet Tezkan ve CHP muhabiri Hale Gönültaş’tan oluşan VATAN ekibi ile görüştü. Baykal, ittifakın ayrıntıları hakkında bilgi verirken, seçime dönük olarak açıklanacak seçim bildirgesi konusunda ortak bir çalışma yürütüleceğini söyledi. CHP lideri, seçim ittifakını da şöyle değerlendirdi: “Arkadaşlarımızla birlikte sanki aynı partiymiş gibi bir hükümet sorumluluğunu göğüsleyebileceğimizi düşünüyoruz, o güven içindeyiz.” Baykal’ın değerlendirmeleri şöyle:

Ortak bildirge hazırlayacağız
Onların da hazırlıkları var, bizim de parti olarak hazırlığımız var. İstişare edeceğiz. Bunları ayrıntılı konuşmadık ama daha acil konular etrafında, kamuoyu baskısı altında çözüm üretmeye çalıştık. Bu konuda anlayışım birlikte seçim bildirgesine yönelik bir çalışma oluşturmak ve ileriki günlerde kamuoyuna sunmak. Arkadaşlarımızla birlikte sanki aynı partiymiş gibi bir hükümet sorumluluğunu göğüsleyebileceğimizi düşünüyoruz, o güven içindeyiz. Bir sosyal demokrat program ilan ederken bu program konusunda onların düşüncelerini alma ihtiyacı hissederiz. Ortaya bir siyasi belge koyacağız. Buna böyle bakıyoruz, öncelik anlayışımız bu. DSP yönetimiyle de yakın işbirliği içinde olalım, onlarla birlikte geliştirelim yaklaşımı içindeyim, bunu deneriz yani bir ortak seçim bildirgesi hepimizin düşüncesini yansıtan seçim bildirgesini ortaya koyarız. Yani program bakımından bir problem olmaz.

DSP’ye kaç sandalye?
Seçimin sonucunu görmeden hiçbir siyasi partinin herhangi bir milletvekili hesabı yapması mümkün değildir. Ne biz şu kadar milletvekili çıkaracağız diye bir hesap yapabiliriz ne bir başka parti. Neye bağlıdır bu, partinin alacağı oya bağlıdır. Sadece ona bağlı olsa keşke, başka neye bağlı, başka hangi partilerin barajı geçeceğine bağlı. Başka hangi partilerin nereden nekadar oy alacağına bağlı. Bunlar ayrı ayrı her birimizin çıkaracağı milletvekili sayısını doğrudan belirliyor. Şimdi bir şey söyleyeyim size, biz bu parlementoya 180’e yakın milletvekili soktuk ve ana muhalefet olarak kaldık. Ama bir önceki dönemde 130 küsur milletvekiliyle Ecevit 4 yıl başbakanlık yaptı. Bizden az milletvekiliyle başbakanlık yaptı yıllarca.

Sinerji ne olur?
Dağılım çok önemli, çok belirleyici. Biz pekala geçen parlementodaki oyu alırdık ama öyle bir dağılım olurdu ki, orada o milletvekili sayısı ile biz Türkiye’de iktidar yüzü göremezdik. Şimdi ne olur bilemiyoruz. Gerçekten belli değil, 3 parti mi girer, 4 parti mi girer, 2 parti mi girer... Buçuk denilen bağımsızlar hangi ölçüde gelecek? Bunlara bağlı olarak bizim çıkaracağımız milletvekili sayısı farklılaşabilir. Bunun yaratacağı sinerji ne olur? Yani geçen seçimdeki oy oranlarına bakarak dağılım da kabul edilebilir ama bir de yeni ortaya çıkacak oy dağılımına göre oy büyümesine göre bir dağılım düşünülebilir. Bütün bunları görmeden bir şey söylemek mümkün değil.

Her seçimde bir sürpriz saklıdır. Türkiye’de son dönemde çok çarpıcı olaylar yaşanmaya başlamıştır, geçmişte de böyle olmuştur ve daima böyle şaşırtıcı sürpriz sonuçlar ortaya çıkmıştır. Son 6 aylık, 1 yıllık süreç dikkatle izlenirse, çok önemli köklü bir siyaset ikliminde değişim yaşanmakta olduğu gözüküyor. Bazı notlara bakarsan hiçbir şey değişmiyor, statüko aynen gidiyor gibi algılanabilir, bu yanılgı daima varolmuştur. Özellikle iktidara sahip çıkan, iktidarla bütünleşmiş bir etkili güç ortamı varsa -iş dünyası, medya- yanılma payı daha yüksek olur. Kaçırırlar toplumun reel dinamiklerindeki değişikliği...

Erdoğan’ı uyarmıştım...
Erdoğan’ı 3 Kasım’dan sonra ziyaret edip uyarmıştım, “Türkiye’nin ana rotasıyla oynama, üçüncü yıldan itibaren hava değişir” dedim. Çünkü iktidar yıpranmaya başlar ve marjinal yönlere doğru kayar. Nitekim tahmin ettiğim gibi de oldu. 2005 Temmuz’unda halka “Cumhuriyet’e sahip çıkın” mesajını verdim. 2006 Nisanı’nda Meclis Başkanı o konuşmasını (laikliği yeniden tarif etmek gerek) yaptı. Başbakan o konuşmayı, haklısın destekliyorum ama aman acele etme diye destekledi. Görüldü ki ellerine fırsat geçtiği zaman bunu kendi anlayışları doğrultusunda yönlendirecekler. Bunun sağlam teorik temelleri var. Onu biz çözdük. Cumhurbaşkanlığı seçimine sıra geldiğinde halk tepkisini ortaya koymaya başladı.

Milyonlar meydana aktı
Dünyada görülmedik bir olay oldu. 1 ay içinde 3 ayrı yerde milyonların katıldığı mitingler yapıldı. Bunun eşi benzeri yoktur. Meydanlara dökülen o insanlar görevlerinin bitmediğinin bilincinde. Bu hareketin sandığa yansıması gerekir. Ben AKP’ye tepki gösteren, Cumhuriyet’e sahip çıkan bu milyonların hepsinin CHP’li olması gerektiği gibi bir şey söyleyemem. Ama, eğer bir şeyden endişe ediliyorsa, o endişeleri giderecek, o endişeyi yaratanların karşısında durabilecek en güçlü en organize yapıda birleşilmesi gerekir diye düşünüyorum.

İzmir’i de seveceksin...
Topluma husumet yönelterek, bunu düşman sayarak bunlara kızarak ülke yönetilmez. Bunları anlayacaksın, saygı duyacaksın. Onun dışındaki çevreleri anlayacaksın, saygı duyacaksın. Erzurum’u da seveceksin İzmir’i’de seveceksin. Seveceksin kardeşim, anlayacak iftihar edeceksin. “Bu da Türkiye’nin bir parçası, bu da Türkiye’ye güç katıyor işte, Türkiye bu. Bizi buyuz kardeşim” diyeceksin. Bunu böyle göreceksin. Eğer ülkeyi yönetenler bunu bir olumsuzluk gibi algılamaya kalkarlarsa çok tehlikeli olur.

Türkiye’de ilk defa böyle bir tablo ortaya çıktı. Bu tablo, seçim sonucuyla ilgili somut bir anlam ifade ediyor. Bütün sebepler herkesde aynı değil. Doğrudur. Ama asgari bir şey var ve oraya baktığımız zaman benim gördüğüm şudur: Eğer oraya çıkan insanlar işlerini, evlerine rutin yaşamlarını bırakarak ellerini bayrağı almış oraya çıkma ihtiyacını hissediyorsa oraya çıkarak bu işin bitmediğinin farkındadırlar. Bunu kavrayacak noktadadırlar, buna güveniyorum. Oradaki mizah düzeyi özgüven düzeyi, oradaki umut ve ittidallik düzeyi, rutin kızgın yakmaya yıkmaya yönelik birşey yok. Tam tersine. Bu düzeydeki insanların “Mitingi yaptık, geldik, işimiz bitti” demesi mümkün değil. Bu bir süreç, herkes bunun farkında ve bu öyle katlanarak bir etki yaptı ki.

Mitinglerin nihai aşaması sandık “Bir ay içinde 3 ayrı yerde milyonların katıldığı miting yapıldı. Bu hareketin sandığa yansıması gerekir” diyen CHP lideri Deniz Baykal’ın değerlendirmesi şöyle...Mİtİnglerİn nihai aşaması sandıktır. Olmak zorundadır, bu sandığa taşınmazsa çok yanlış olur. Sandığa taşıma konusunda tabii ki, “Türkiye’de bu duyarlığa sahip olan herkes CHP’li olmak zorudadır” diye bir şey söylemiyorum. Ama şu ortadadır. Siz böyle sıradışı olağanüstü bir eylem sergilemeye götüren bir tablo varsa ülkede ve bunun bir siyasal soruna bağlanması gerekiyorsa, bunun en anlamlı en etkili siyasi sonucu bu konuda en duyarlı en dikkatli siyasetin, kurumun, partinin, ki yapılan araştırmalar bunu gösterdi, yüzde 90’ın üzerinde. Tabii bu Türkiye demek değil, biliyorum ama bunun hepimizi aşan bir tarafı olduğunu biliyoruz. Ben de biliyorum. Oradaki olayın gerçekten bütün kurumları aşan bir toplumsal oluşum yansıttığını açıkca görüyorum. Herkes katkı yapmıştır. Ama kimsenin yönlendirdiği bir olay değildir.

Hepimizi aşan bir süreç
73’te biz Türkiye’nin birinci partisi olduk, 12 Mart’tan sonra yani o zaman hiç kimse böyle bir öngürü içinde değildi. Tersine bütün ağır toplar partiden ayrılmış, İnönü partisinden istifa etmiş, partinin büyük isimleri çıkmış, sadece Ecevit önde arkasında da bizler vardık. Parti olarak hepimizi aşan bir süreç, kendimizi Türkiye’nin 1. partisi olarak gördük. Kimi Meclis başkanı yapacağız diye o dönem ciddi bir arayışa girdik. Çünkü kimsenin hazırlığı yok, kimsenin böyle bir düşüncesi yok. Siyaset böyle şekilleniyor. Bakın bu AKP’de de böyle oldu. AKP’de hiçbir zaman milletvekili olamaz diye bilmem kaçıncı sıraya konan insanlar birden bire kendilerini milletvekili olarak buldular. Onları da aşan bir süreç işledi.

Böyle bir şey görmedim
Bu dönem nasıl işler bilemeyiz, şimdiden hiçbirimiz söyleyemeyiz. Ama yaşadığımız sürecin olağanüstü bir tarafı olduğu açık. Ben dünyada bir aylık bir süre içinde her birisi 1 milyonun üzerinde üç tane böyle sivil toplum mitingini, ortada ekonomik kriz, savaş gibi heyecan yaratıcı somut olay yokken günlük güneşlik bir ortamda gerçekleştirmiş ülke bilemiyorum. Bunun bir anlamı olması gerekir.

Miting meydanlarında gerçekleştirilen istekler yolunda ilk adımı attık. Bu sürece CHP-DSP bütünleşmesi çok büyük bir katkı vermiştir. O meydana çıkan insanlar boşuna çıkmamıştır. Önemsemek durumunda olduğumuzu biliyoruz. Bunun önemini değerini biliyoruz, bunun gereğini yapmaya çalıştık. Biz de, DSP’deki arkadaşlar da. Ben mesela inanmadığım bir modele girdim. Nedir inanmadığım model. Birleşme lugattaki tarifiye, “birleşmedir.” Siyasi bilgim, gözlemim, anlayışım bu. Türkiye’deki örnek öyle. İtalya’da zeytin dalı artık rahatsızlık yaratmaya başladı. İki önemli parti zeytin dalının birisi, demokratik sol parti iktidardaki Prodi’yi çıkaran parti diğeri Margarita diye daha liberal bir merkez sol parti. O ikisi “Bir araya gelelim artık böyle zeytin dalı falan değil adam gibi parti olalım” dediler ve kapattılar. Tek bir çatı kurdular birleştiler. Heyacan verici bir olay. Şimdi italya’da bu yaşanıyor. Benim de anlayışım bu. Gördüm ki, bu anlayışı sonuçlandırmam mümkün değil.

Parti bağlılıkları var...
Arkadaşların partiye müthiş bağlılığı var. Partilerini daima ayakta tutma anlayışı içindeler. Hâlâ doğruluğuna inanmıyorum. Ama halka topluma o milyonlara saygı anlayışının gereği “peki” dedim. “Seçim işbirliğini yapalım” dedim.

Bilinçli yapıyoruz
Bu imha değil. İmha yoluyla bütünleşme değil. Bilinçli olarak yapıyoruz. Bunun bütünleşme doğrultusunda bir adım olduğunu Zeki Bey de ifade ediyor ben de. Bu önemli. O bunu söyledi. Ben de o zaman dedim ki, “DSP’li kalarak arkadaşlarımız gelebilirler, bizim için önemli” değil. Bu olacaksa birbirimize tuzak kurarak, birbirimizi ikna ederek yapamayız. Anlaşarak, böylesinin daha iyi olduğunu yaşayıp görerek, ileri adım atarız. Şimdi bunu göstermemiz lazım. Bu konuda iyi niyetli anlayışla biz yola çıkıyoruz. Arkadaşlar gelecekler, DSP’li olduğunu bileceğiz. Ama benim gözümde o arkadaşlar CHP grubuna istediği zaman girer, CHP’deki bütün komisyonlarda yer alırlar. Yani bu onların tercihi.

Bakan da yaparım
Beraber çalışacağız, iktidar olursak hiç kuşku yok, ben kendi partimden bakan yapar gibi o arkadaşları da bakan yaparım. Elbette bir iktidar sorumluluğu söz konusu olursa. Muhalefet sorumluluğu olursa da onun gerektirdiği işbirliğini yaparız. Bunu deneyeceğiz. Mükemmel modelin bu olmadığı kanaatimi koruyorum. Ama Türkiye bizi buraya yönlendirdi. Ben de girdim. Meydanların anlamı çok ciddi bunu kavramak lazım. Bu nereye götürür Türkiye’de ne yapar bunu yaşayacağız göreceğiz.

Sezer’in kararı
Gereksİz olarak kendisiyle ilgili bir karar aldı. Belki o içerdeki sorunları aşmasına katkı vermiş olabilir, bilemiyorum. Kendi partisini toparlama bakımından bunun bir yararı olacaksa benim başka bir talebim olamaz.

İZLENİM

Güngör Mengi yazıyor

En büyük mutluluk ne zaman gelecek
Deniz Baykal’la görüşmek üzere Ankara’ya uçmadan önce telefonda son konuştuğum kişi kızımdı.

Seyahat nedenimi öğrendiği zaman milyonlarca cumhuriyetçinin toplandığı meydanların özlemi olan çağrıyı bana “özel sipariş” gibi tekrarladı:

“Birleştir onları baba!”

CHP’nin görkemli genel merkezine ulaştığımızda, dışardan bir yardıma gerek kalmadan kızımın ve onun gibi cumhuriyet mitinglerine bizzat veya gönülleri ile katılan yığınların isteği gerçekleşmişti.

Deniz Baykal, bütünleşme hedefine de ilerleme imkânına açık CHP-DSP iş birliğinin yaşamının en mutlu olaylarından biri olduğunu söyledi.

Mutluluğu, laik cumhuriyetin geleceğinden kaygı duyan yığınların özlemini cevaplayabilmiş olmaktan geliyordu. İki partinin işbirliği onun gözünde “olabilecek en iyi çözüm” değildi belki ama halkın isteği, demokrasinin gereği idi.

CHP lideri, iş birliğine yönelik beklentileri konusundaki sorularımıza net bir cevap vermedi. Seçimlerin Türkiye’de her defasında sürpriz sonuçlar getirdiğini hatırlattıktan sonra yükselen toplumsal duyarlılığın genel olarak laik rejimi savunanları, özelde de CHP’yi memnun edeceğini beklediğini gizlemedi.

Partiler seçimde bir yandan kendilerini anlatırlar, bir yandan da yerine talip oldukları iktidarın yanlışlarını sayar dökerler.

Baykal özellikle ekonomik ve sosyal politikalar alanındaki hazırlıklarını anlattı ve açıklandığında toplumu cezbedeceğini beklediklerini belirtti.

Peki CHP bu seçim kampanyası sırasında iktidarın yolsuzluklarını hedef alan bir kampanya yürütecek mi?

Galiba propaganda dönemini fazlasıyla gerecek suçlamalara CHP pek başvurmayacak. Bunu Baykal’ın iki soruya verdiği cevaptan çıkarıyorum.

Bundan dört yıl önce “Muhtar bile olamaz” denilen Tayyip Erdoğan’ı Başbakan yapan yolların açılmasını Baykal sağlamıştı.

“Bunu yaptığınıza pişman mısınız?” sorumuza “Hayır” dedi.

Erdoğan, Cumhurbaşkanı olmaya kalkarsa onu oradan indirecek suç dosyalarını yargıya vermekten söz etmişti. Yeni meclisin kompozisyonu elverirse aynı şeyi Yüce Divan yoluyla denemeye çalışacak mı?

Deniz Baykal ona da “Hayır” dedi. Neden?

Ortada yığınla suç dosyası var. Baykal bunları siyasi kazançlar için kullanarak Türkiye’nin temizlenemeyeceğini, bu işlerle bağımsız yargının uğraşması gerektiğine inandığını söyledi.

Yani hayal ettiği gücü Meclis’te ele geçirirse bunu devri sabık yaratmak için değil, suç dosyalarının siyaset yerine yargı yoluyla sonuçlandırılacağı bir düzen için kullanacak.

Bu nasıl mı olacak?

Milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılarak.

Baykal “Bugün çok mutluyum. Ama en büyük mutluluğu dokunulmazlıkların kaldırıldığı gün yaşayacağım” dedi.

Haberin Devamı