Gazete Vatan Logo

Başbakan'ı eleştiri hakkı

Başbakan veya siyasetçiler kendileri hakkında eleştiri yazısı yazan gazeteciler veya köşe yazarları hakkında şikâyet dilekçesi vererek başvurduğunda, Savcılar, AİHM'in "Tuşalp-Türkiye Davası" kararını örnek alarak takipsizlik kararı verecekler mi?

Ankara Asliye Hukuk mahkemeleri gazeteci/yazar Erbil Tuşalp'in 24 Aralık 2005'de "İstikrar" ve 6 Mayıs 2006'da "Geçmiş olsun" başlıklı Birgün gazetesinde yayımlanan iki ayrı eleştiri yazısında Başbakan'ın kişilik hakları ihlal edildiği gerekçesiyle, gazetecinin ve gazetenin toplam onbin lira manevi tazminat ödemesine karar vermişti.

Bianet'ten Fikret İlkiz'in yazdığı habere göre, bu kararları inceleyen AİHM İkinci Dairesi, 21 Şubat 2012 tarihli "Tuşalp- Türkiye Davası"nda (32131/08 ve 41617/08), Başbakan hakkında yapılan eleştirilerin AİHS'nin Sözleşmesinin 10. maddesi içinde korunduğuna ve gazetecinin ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine karar verdi.
Mahkemeye göre; gerçeklerin varlığı ortaya konabilir ama değer yargıları kanıtlanabilir değildir. Bir değer yargısının gerçekliğini kanıtlama talebi, gerçekleştirilmesi imkânsız bir taleptir ve 10. madde tarafından garanti altına alınan hakkın temel bir parçası olan ifade özgürlüğünün ihlali anlamına gelir.
AİHM'si başvuran gazeteci yazar aleyhine iki tazminat davası açan davacının (başbakanın), üst düzey bir siyasetçi olduğunu, hakkındaki yazıların yayınlandığı dönemde ve şu anda Türkiye'nin Başbakanı olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, Mahkeme, bir siyasetçinin kabul edilebilir eleştiri sınırlarının, sıradan bir şâhısa kıyasla daha geniş olduğunun altını çizmiş ve bu nedenle de (başbakanın) daha büyük bir hoşgörü göstermiş olması gerektiğini karara bağlamıştır.

Gazetecinin değer yargıları niteliğindeki görüşlerinin ifade tarzı bakımından ise, Mahkeme, yazarın kendi siyasi görüş ve algıları ile renklendirdiği katı eleştirilerini hicivli bir stilde aktarmayı tercih ettiğini gözlemlemiştir. Bu bağlamda, Mahkeme 10. Maddenin, sadece olumlu karşılanan veya zararsız veya tarafsız görülen bilgi ve fikirleri değil, "demokratik toplumun" gereklilikleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin parçası olan ve rencide eden, şoke eden ve rahatsız eden bilgi ve fikirleri de koruma altına aldığının altını çizmektedir.
Mahkeme, saldırgan ifadenin tek amacının aşağılamak olduğu durumlarda, ifade özgürlüğü korunması altına giremeyebileceğini ancak; kaba ifadelerin kullanımının, kendi başına saldırgan ifade değerlendirmesi yapmaya yetmeyeceğini, çünkü bu tarz ifadelerin stil (stylistic purposes/ üslup)amaçları için de kullanılabileceğini belirtmiştir. Mahkeme için, iletişimin bir parçası olarak (üslup) stil, bir ifade şeklidir ve ifadenin içeriği ile birlikte koruma altındadır. Ancak, bu davada, yerel mahkemeler davayı incelerken, dava konusu ifadeleri kendi bağlamı ve ifade ediliş şekilleri içerisinde değerlendirmemiştir.

Bunun sonucunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), makalelerde bulunan çeşitli katı ifadelerin ve özellikle de yerel mahkemelerin gerekçeli kararlarında makalelerde altı çizilen bölümlerin, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a karşı haksız bir kişisel saldırı olmadığı kanaatindedir.
Buna ek olarak, Mahkeme tarafından, dava dosyasında, başvuru sahibinin makalelerinin, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi kariyeri veya profesyonel veya özel hayatı üzerinde bir etkisi olduğu yolunda hiçbir bulguya rastlanmamıştır.

AİHM, yerel mahkeme kararlarının gerekçelerinde; Başbakan'ın kişisel hakları korunurken, başvuru sahibi gazetecinin haklarının neden korunmadığı ve Başbakan'ın kişilik haklarının halkı ilgilendiren konularda neden basın özgürlüğünden daha çok korunduğu hakkında ikna edici acil bir toplumsal ihtiyaç ortaya koyamadığı sonucuna varmıştır.
Dolayısıyla, AİHM, yerel mahkemelerin, karar verirken takdir yetkilerini aştıkları ve başvuru sahibi aleyhine aldıkları kararların güdülen meşru amaç ile orantısız olduğu kanaatindedir.

Hükümet'in itirazlarında yer aldığı üzere; davaların ceza davası değil hukuk davası olması durumunda dahi; AİHM tarafından ortaya konan yukarıdaki düşünceler etkilenmeyecektir ve değişmeyecektir.

Her durumda, AİHM, başvuru sahibinin, yayıncı şirket ile birlikte çarptırılmış olduğu tazminat cezasının miktarının kayda değer olduğuna dikkat çekmiş ve bu gibi miktarların, başkalarını, kamu görevlilerini eleştirmekten caydırabileceğinin ve bilgi ve fikirlerin serbest dolaşımını kısıtlayabileceğinin altını çizmiştir. Başvuru sahibinin ifade özgürlüğü haklarını kullanmasına müdahale, demokratik bir toplumda, başkalarının itibar ve haklarını korumak için gerekli görülemez.

AİHM, benzer davalarda "Tuşalp-Türkiye" kararını emsal olarak dikkate alacaktır.

Acaba, bizim iç hukukumuzda; AİHM'sinin bu kararı örnek alınacak mıdır?

Mahkemeler, siyasetçiler veya Başbakan tarafından açılmış veya açılacak manevi tazminat davalarında bu kararı örnek alarak "davanın reddi" kararına gerekçe olarak kullanacaklar mıdır?

Başbakan veya siyasetçiler kendileri hakkında eleştiri yazısı yazan gazeteciler veya köşe yazarları hakkında şikâyet dilekçesi vererek başvurduğunda, Savcılar, bu AİHM kararını örnek alarak takipsizlik kararı verecekler midir?
Başbakan'ın şikâyetçi olduğu bir ceza davasında Mahkemenin yargıcı; bu kararı örnek alarak sanık hakkında beraat kararı verir mi?

Hangi yargı kararında, ne zaman ve hangi koşullarda, "Tuşalp-Türkiye" kararı emsal alınacak acaba?

Haberin Devamı