'Bari kurşuna dizsinler'
Suriye'de kaçırılan Milliyet Gazetesi foto muhabiri Bünyamin Aygün başından geçenleri anlattı.
12.01.2014 - 10:40 |
Milliyet yazarı Kadri Gürsel, 40 gün boyunca Suriye'de rehin tutulan meslektaşı Bünayamin Aygün ile röportaj yaptı.
"Ödül almak, evi değiştirmek gibi dünyevi isteklerim vardı, hepsi çok gereksizmiş" diyen Aygün, çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İşte o röportaj:
Kadri Gürsel: Geçmiş olsun. Kaç kilo verdin?
Bünyamin Aygün: 14 ya da 15 kilo.
Kadri G.: 40 günde 14-15 kilo. Elleri gözleri bağlı, hareketsiz dururken nasıl kilo verir insan?
Bünyamin A.: Üstelik yemek yiyordum da yani. İnfaz kararından sonra bir 10 gün iştahım kesildi. Ondan sonra normal devam ettim.
Kadri G.: Ama yürümüyordun, hareketsizdin...
Bünyamin A.: Evet. Kaslarım hâlâ normale dönmüş değil, yürüyemiyorum.
Kadri G.: Ben 26 gün geçirdim dağda. Çoğunlukla hareket halindeydik. Bir günde 16 saat dağ tepe yürüdüğümü hatırlıyorum. İki saatte bir 10’ar, 15’er dakikalık molalar vererek... Ama ben 26 günde 10 kilo verdim.
Bünyamin A.: Peki orada sizi öldürecekler korkusu, hissi var mıydı?
Kadri G.: Ben PKK’lıların bizi öldüreceklerini düşünmedim ama bir keresinde hangi koşulda öldüreceklerini açıkça beyan etmişlerdi. İçlerinden biri, “Askerin operasyonuyla kurtulmayı beklemeyin. Son üç mermimden ikisini size sıkarım bir tanesini de kendime sıkarım” demişti. Askerin operasyon düzenleyerek bizi PKK’nın elinden sağ salim kurtardığı görüntüsünün ortaya çıkmasını istemiyorlardı... Şimdi en başa dönmek istiyorum; sınırdan girdin, kapıdan geçtin...
Bünyamin A.: Tel örgüden geçtim.
Kadri G.: Yasa dışı giriş yaptın yani?
Bünyamin A.: Tabii çünkü yardım haricinde kapıdan bırakmıyorlar. Lazkiye bölgesindeki Türkmen köylerinde yaşanan dramı fotoğraflayıp birkaç aileyle röportaj yapıp geri dönecektim. Çok zor durumdalar. Sadece zeytinyağı ve ekmekleri var, başka da hiçbir yiyecekleri yok. Ya Türkiye’deki kamplara gelecekler oradaki her şeylerini bırakıp ya da orada açlıktan ölecekler savaşın sonucunda.
Kadri G.: Yolda giderken karşına maskeli ve silahlı insanlar mı çıktı?
Bünyamin A.: Heysem’le (Topalca; Reyhanlı saldırısının arkasında olduğu iddia edilen kişi) bir röportaj işimiz çıkmıştı.
Kadri G.: Heysem Topalca mı seni çağırdı, haber mi ulaştırdı seni götürmek istiyorum diye?
Bünyamin A.: Benim oradaki bir bağlantım aracılığıyla bağlantı kurduk Heysem’le. Sordum bizim yönetime,
izin aldım. Benim bulunduğum yerle Heysem’in bulunduğu yer 2-2.5 saat uzaklıkta. Günübirlik o kasabaya gidip röportajı yapıp geri gelecektim. Araçla gidiyorum, yanımda Heysem’in üç tane silahlı adamı var. Beni koruyacaklar.
Kadri G.: Peki karşınıza silahlı adamların çıkması, sizi özel olarak bekledikleri izlenimi uyandırdı mı sende?
Bünyamin A.: Hayır. İlk önce gittik Heysem’i bekliyoruz çarşıda. Orada gördüler; fotoğraf makinesi çantası var, üzerimde kargo pantolonum var. Gazeteci ya da askerim; belli yani aslında. Ben İstanbul’dan çıkışta oraya kadar gitmeyeceğim için çok da böyle tebdili kıyafet yapmadım. Gündelik alan kıyafetiyle gittim oraya ve bu tabii ki
çok büyük bir hataydı.
Kadri G.: Orada görüldün...
Bünyamin A.: Orada gördüler. Gören birisi de bunlara haber verdi; bunların işi o çünkü. O bölgede yabancı olan kim varsa onları sorgulayıp, eğer casussa bir şekilde cezasını verip infaz ediyorlar ya da bırakıyorlar. Çünkü onların amacı “Burayı biz ülke olarak kurtarıyoruz. Bir şeriat ülkesi kuracağız, kimse bizden izinsiz giremez”. Ben Heysem’le buluştum, Heysem “Benim arabaya gel” dedi, o sırada silahlı ekip arkada. Sohbet ediyoruz Heysem’le, “Bu röportajı haftaya verir misin? Çünkü benim Türkiye’de yakalandığımı düşünüyorlar” dedi. Heysem Türkiye’de aranıyor bu arada. Adana’da havan mermisi yakalattı biliyorsunuz; röportajımın konusu da o.
Kadri G.: Şimdi gidiyorsun, yolda karşına çıktılar. Sekiz kişi değil mi?
Bünyamin A.: Evet, iki arabada. Biri önden birisi arkadan geldi.
Kadri G.: Heysem’in adamları direnmedi mi?
Bünyamin A.: Heysem’in adamları orada yok. Bizi röportaj yapacağımız evin orada bekliyorlar. Biz yiyecek almaya inince onları bıraktık orada başka arabayla. “Siz gidin, biz geleceğiz” dedik. Heysem’le arabada sohbet ederek indik aşağıya. Biraz şehrin dışındayız bu arada.
“Bütün namazlarda gözlerimi açtılar”
Kadri G.: Sizi izliyorlar mıymış
bu arada?
Bünyamin A.: Evet.
Kadri G.: Kendilerini ne olarak tanıttılar?
Bünyamin A.: Hiçbir şey.
Kadri G.: Hangi dili konuşuyorlardı?
Bünyamin A.: Arapça ama hiçbir şey söylemediler. Geldiler, böyle dört silahlı çembere aldı bizi.
Kadri G.: Ne düşündün o an?
Bünyamin A.: İki şey düşündüm. Eğer bunlar Şebbiha’ysa ben bittim ama hayatta kalırım dedim. Çünkü bunlar Esad’a bağlı Şebbiha birimi ve onların işkence yaptıklarını biliyorum. Eğer bunlar dini bir örgütse -ki öyle-, o zaman bu infaza kadar gider. Gözüme ilk kar maskesini taktılar, üzerinden de gözlerimi bağladılar. Ellerimi arkadan kelepçelediklerinde “Kurtulmam mümkün değil” diyordum. Kim nerede olduğumu nasıl bilecek ki? Heysem’in alındığını da bilmiyorum o arada çünkü her şey kapalı. Attılar beni arabanın içine, 20-25 dakikalık bir yolculuktan sonra demir kapısı olan bir yere attılar. Gözlerim de çok sıkı bir şekilde bağlı.
Kadri G.: Ne kadar kaldın böyle?
Bünyamin A.: Üç saat kaldım. Sonra duvara yüzümü değdirerek açmaya çalıştım ve açtım.
Kadri G.: Nasıl bir şey böyle gözleri, elleri bağlı uzun süre tutulmak? Hiçbir şey yapmadan, karanlıkta...
Bünyamin A.: Dünyanın en kötü şeyi. Çok klasik olacak ama insan öyle bir varlık ki her şeye, her duruma alışıyor. Çok zor. Anbean ölümü düşünüyorsunuz. Her an her şey olabilir diyorsunuz.
Kadri G.: 40 günün hep gözlerin bağlı mı geçti?
Bünyamin A.: Hayır, bütün namazlarda açıyorlardı. Her namazdan önce abdest aldırıyorlar, hep açıyorduk.
Kadri G.: Hangi dilde konuşuyorlardı seninle?
Bünyamin A.: Arapça.
Kadri G: Sen Arapça biliyor musun? Nasıl anlıyorsun?
Bünyamin A.: “Hudu” abdest, “salat” ezan, “salli” namaz; “Sallitu” dedin mi namazı kıldım demekti. Onlara bunları söylüyordum, anlıyorlardı.
Kadri G.: Yani onlarla olan ilişkilerin hep ibadet üzerine miydi?
Bünyamin A.: Hep ibadet, evet.
Kadri G.: Gözün bağlıyken en çok neleri düşündün?
Bünyamin A.: Hayatın bir film şeridi gibi gözünün önüne geliyor ve diyorsun ki 43 yaşındayım ve bu 43 yıldır ben ne yaptım? Çok muhasebe yapıyorsun elinde olmadan. Hep geriye gidiyorsun. İyilik yaptığın insanlardan ziyade daha çok yaptığın olumsuz şeyler; “Şununla da kavga etmiştim acaba haksızlık mı ettim? Şuradan kurtulsam da gidip konuşsam” gibi iç hesaplaşmalar yaşıyorsun.
Bünyamin Aygün 40 günlük esaretten sonra ülkesine döndüğünde en çok Boğaz’ı ve Ortaköy’ü özlediğini söylemişti.
“Kılıçla infaz edilecektim. Bari kurşuna dizsinler dedim, kılıçtan çok korkuyordum”
Kadri G.: Sorgulandın ve daha sonra hakkında infaz kararı verildi. Seni öldüreceklerini sana açıkça söylediler mi?
Bünyamin A.: Aynen.
Kadri G.: Nasıl tebliğ ettiler?
Bünyamin A.: Simsiyah giyinmiş, maskeli dört kişi geldi karşıma. Gözlerimi açtılar. Gecenin bir yarısı ellerinde el fenerleriyle geldiler. Önüme bir tane çikolata koyup “Tatlı ye, ağzın tatlansın” dedi bir Türk. Ellerindeki fenerleri yere koydular, ışık tavana vuruyordu. Çok dramatik bir ortam vardı. Sanki artık öldüm, öbür dünyada sorgulanıyorum gibi.
Kadri G.: Bir kabus yaşatıyorlar...
“Bana ‘Tövbe etme fırsatın var’ dediler”
Bünyamin A.: Müthiş bir kabus hem de. Korkunçtu. Gözlerim görmüyor. Sadece bakıyorlar, ben de onların gözlerine bakıyorum. Saat 2 ya da 3’tü herhalde. Uykudan uyanmış, dizlerimin üstünde öyle onlara bakıyorum. Bir yandan da inanılmaz soğuk ve titriyorum. Bir şey demiyorlar, sormaya da korkuyorum. Yanlış bir şey yapmak istemiyorum. Çikolatayı aldım ve o an ellerimin titrediğini fark ettim. Bu arada kadıdan karar bekledik üç gün.
Kadri G.: Kadı kim?
Bünyamin A.: Kadı oradaki her şey. Yöneticinin de üstünde, dini çok iyi bilen, bütün kararları veren hakim. “Kadıdan haber geldi, maalesef infazına karar verdi. Türk olduğun için biz çok istedik sağ kalmanı ama olmadı. Tövbe et. Allah sana bunu bir lütuf olarak sundu. Tövbe etme fırsatın var” dediler. Üstelik ben şerefli bir şekilde, kılıçla kesilerek infaz edilecektim.
Kadri G.: Kafanın kılıçla uçurulacağını öğrendiğinde ne hissettin? Tepki gösterdin mi onlara?
Bünyamin A.: O anda kabullenemiyorsun, böyle bir şey olamaz diyorsun. Nefes alıp veremiyorum, öyle kaldım. Konuşmak istiyorum, kelimeler çıkmıyor. Bir süre sonra “Neden?” diyebildim.
Kadri G.: Ne dediler?
Bünyamin A.: “Bak sana ölmeden önce tövbe fırsatı verildi, tövbe et. Ne güzel bak çoğu insanın buna vakti olmaz. Sen Allah’ın sevdiği kulusun, sana bu fırsatı veriyor” dediler.
Kadri G.: Peki ne zaman yapacaklardı bu kılıçla infazı?
Bünyamin A.: Süre vermediler. Birkaç gün içinde ya da sabah yapacaklardı.
Kadri G.: Sonra öyle bıraktılar mı?
Bünyamin A.: Bir süre bıraktılar beni. Sonra biri “Sana ışık ve kitap getirelim. Tövbenin nasıl olacağını oku, öğren. Tövbeni et, sabaha kadar namaz kıl” dedi.
Kadri G.: Kitap neydi? Kuran mı?
Bünyamin A.: Yok bir Müslüman nasıl tövbe etmeli, onun şartlarının yazılı olduğu bir kitaptı.
Kadri G.: Türkçe miydi?
Bünyamin A.: Türkçe tabii.
Kadri G.: Ne yaptın o gece?
“El üstünde tutmaya başladıklarında daha çok korkmaya başladım”
Bünyamin A : Sabaha kadar uyumadım. “Silahla değil de neden kılıçla?”, “Bunu nasıl çevirebilirim? Bari kurşuna dizsinler” diye düşünüyordum. Kılıçtan çok korkuyordum çünkü. Sonra aklıma söyledikleri geldi. Kurşun ikinci öldürme şekli; en adi gördükleri Müslümanı da iple asarak infaz ediyorlar. Hatta suçu çok ağırsa o ipte dört gün bekletip sergiliyorlar. Kılıçta ise hemen öldürüp o an toprağa veriyorlar. Benim tek düşüncem “Bunu nasıl kurşuna çevirebilirim”di. Mesela bunlar beni kaçarken kurşunla vursunlar diyorum. Ama kaçamayacağımı da biliyorum çünkü ellerim kelepçeli, kolumda sürekli adam var. İki kişi sabah namazına geldiler. Çok kibarlardı artık, çok iyi davranıyorlardı. Kafam bir şeyin kenarına çarptı, “Bismillah! Aman dikkat et” dedi biri. O sorgu süresinde falan hiç böyle kibar değillerdi. Tabii daha çok korkmaya başladım. Çok el üstünde tutmaya başladılar. Yemeklerin kalitesi de arttı.
“Sınırı geçince gördüğüm ilk Türk askerine sarıldım”
Kadri G.: İnfaz edileceğini öğrendikten sonraki günlerin nasıl geçti?
Bünyamin A.: Ölümü hiç kabul etmedim. Beni öldüreceklerini söylediklerinin ertesi günü sabah namazına geldiklerinde infaz edeceklerini düşündüm. Sabah namazını atlatınca “Tamam, bugün yapmayacaklar” dedim ve rahatladım. Cuma günleri ve sabah namazları hep kabus günlerimdi. Onlara “Ben ölümü hak etmedim. Ben size bir kötülük yapmadım ki. Sizin savaşınızda değilim ben. Ben size Allah’ın bir misafiriyim” dedim. Çok da inanarak söyledim bunları. “Biz seni araştırdık, doğru söylüyorsun. Senin İslamiyet aleyhine bir yazın, bir fotoğrafın yok. Geçmişin iyi ama kime hizmet ettiğin önemli.O yüzden katlin vacip” dediler.
“Serbest bırakılmadım, kurtarıldım ben”
Kadri G.: Peki sonra başının kesilmeyeceğini nasıl öğrendin?
Bünyamin A.: Bunu hiçbir zaman söylemediler ki bana...
Kadri G.: Serbest bırakılma anına kadar hep ölümü mü bekledin?
Bünyamin A.: Hep ölümü bekledim de serbest bırakılmadım, kurtarıldım ben.
Kadri G.: Muhalifler arasındaki bir çatışma neticesinde mi?
Bünyamin A.: Benim orada olduğum son 5-6 gün içinde, kendi içerisinde bölünmüş olan Özgür Suriye Ordusu bir olaydan dolayı bir araya geliyor ve hem onları Suriye’nin kuzeyinden çıkartmak için hem de Suriye içindeki El Kaide unsurlarına karşı toplu bir savaş başlatıyor. Benim olduğum yeri bulan İHH (İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı) ve MİT de Ahrar-uş Şam komutanlarına benim fotoğraflarımı veriyor ve “Biz bunu arıyoruz. Noktası da şurası, alabilir miyiz?” diyorlar. Kaldığım evi de belirliyorlar. O evin etrafında üç-dört gün çatışma devam etti ve kim kimle çatışıyor anlayamadım. Son gün 10 metre kadar yakında bir çatışma oldu.
Kadri G.: Sizi tutan grup sizi yanına almadan çekildi değil mi?
Bünyamin A.: Terk etmediler. Yarım saat sonra kapı açıldı, içeriye biri girdi. Arkasından yaklaşık 15 kişi daha odaya daldı. Hiçbirinin maskesi yok. “Bunların infaz timleri geldi, eyvah bizi kurşuna dizecekler” dedim ve ilk soruları da şu oldu: “Türki sahafi?” (Türk gazeteci hanginiz?) “Halas, halas, sen İstanbul” dedi. “Dalga geçiyor benimle; hani seni öldüreceğim, ruhun İstanbul’a gidecek gibi bir şey diyor” sandım. Yanımdaki iki-üç Şebbiha da secdeye vardı; ağlıyorlar, kurtulduk diye. “Deli misiniz siz, bunlar infaz timi” dedim, onlar ise “Ahrar-uş Şam, kurtulduk” dediler.
“Bahçede 3 dakika yürüdüm, başım döndü”
Kadri G.: Kurtulman nasıl oldu?
Bünyamin A.: İçlerinde Türkçe bilen Heysem Topalca geldi. “Abi dua et, kurtuldun” dedi: “Ama senin üzerine pazarlıklar devam ediyor çünkü seni muhaberat diye öldürtmek istiyorlar.” Beni esir tutanlar onlara benim için “muhaberat” diyorlar ki bu İsrail ajanı demek. Kesin öldürülürüm. 1 saat sonra geldiler, “Haydi gidiyorsun, İstanbul İstanbul” dediler. Kapıdan çıkıp da arabaya binene kadar hep rüya zannediyorum, “bakalım ne zaman uyanacağım” diyorum. Ahrar-uş Şam üyeleri beni başka bir kasabaya götürdüler ifademi almak için. “Bahçede dolaşabilirsin” dediler. Bahçede 3 dakika yürüdüm ve başım dönmeye başladı. O kadar aralıksız ve öyle geniş bir alanda yürümemiştim 40 gündür. Bir yandan da korkuyordum, bu gelip beni alanların hoşuna gitmeyecek bir hareket yapar mıyım diye kafamı yerde tutuyordum. Ama sırtımı sıvazlayıp, “İstanbul İstanbul,
Tayyip Erdoğan” dediler.
“Ancak Davutoğlu arayınca kesinlikle kurtulduğumu anladım”
Kadri G.: Niye bekletiyorlar seni?
Bünyamin A.: Beni kendi mahkemelerine çıkardılar. Karşımda kadıları var. Beni esir tutan adamları işaret ederek “Bunlardan hangisi sana kötü davrandı? Yemek verdi mi? İşkence yaptı mı?” gibi sorular sordular. Ve beraat ettim. Sonra beni bir yere yerleştirdiler o kurtulduğum pazar günü, “Seni yarın ya da salı günü götüreceğiz” dediler. Ama sanıyorum Türkiye’de benim için yürüyüş olunca işler hızlandı ve o gün beni bir noktaya kadar götürdüler, oradan da Türk heyeti beni aldı.
Kadri G.: Türk heyetini görünce ne yaptın, ne hisettin?
Bünyamin A.: Türk heyetini görünce sarılmak istedim ama çok ciddiydiler. Ben de arabaya binince şaka yaptım. Göz bağım hâlâ boynumdaydı, gözüme taktım “Böyle devam edeceğiz değil mi?” dedim. Hemen “Rica ederiz efendim” deyip elleriyle bağımı çıkardılar. Yolda, daha sınırı geçmeden ara bir noktada Sayın Davutoğlu aradı, “Artık özgürsün” dedi. İşte o zaman kurtulduğuma inanabildim. Sınırdan geçtiğim anda ise gördüğüm ilk askere sarıldım. Tanıdık olarak ilk gördüklerim ise çalışma arkadaşlarım Yurttaş Tümer (Milliyet Fotoğraf Servisi eski şefi) ve Pınar Aktaş (Milliyet İstihbarat şefi) oldu. İşte bir tek o zaman
biraz gevşedim.
“O kadar sert olmadıklarını gördüm”
Kadri G.: Farklı bir insan mı oldun bu süreçten sonra?
Dünyaya bakışın, algıların değişti mi? Nasıl hissediyorsun?
Bünyamin A.: Kendimi şu an sanki 20 yıl daha olgunlaşmış gibi hissediyorum. Meslekten dolayı çok sabırsız bir insandım. Her yere hemen gitmek isterdim ama şimdi trafik de trafikteki o korna sesi de rahatsız etmiyor. Beklemeyi artık öğrendim. Çok tez canlı bir insandım, artık bu yok. Daha hırslıydım ama
o hırsların hepsinin boşa olduğunu gördüm. Ödül almak, arabamın daha lüks olması, evi değiştirmek gibi dünyevi isteklerim vardı, hepsi çok gereksizmiş. Hatta arabamın modelini şimdi düşürmeyi düşünüyorum.
Kadri G.: Ben mesela kurtulup döndüğümde bana “PKK hakkında görüşleriniz değişti mi?” şeklinde çok soru gelmişti. Ben de görüşlerimin değişmediğini ve zaten onların kim olduklarını bildiğimi söylemiştim. Senin açından durum ne? Yani senin bu kökten dinci İslamcılara neticede bakışın değişti mi?
Bünyamin A.: Ben bunlar kesinlikle çok kaba, kökten dinci, var oluş amaçları insan öldürmek üzerine kurulu bir örgüt şeklinde düşünürken en azından tabanda aktif görev alan insanların başka boyutlarda olduklarını gördüm. İnançları uğruna orada olduklarını düşünüyorlar. Mesela o ürkütücü görünüşlerinin arkasında aslında o kadar sert olmadıklarını gördüm.
Kadri G.: Peki onların vicdanları çok rahat bir şekilde insanların başlarını kesmeleri, öldürmeleri... Bunun düşüncesi seni rahatsız etmiyor mu?
Bünyamin A.: Ama kendilerini buna inandırmışlar. Herhalde 40 günde garip bir şekilde alıştım buna.
Haberin Devamı