"Balyoz kumpasçısı" hakim ve savcılara FETÖ'den iddianame
"Balyoz Planı" davasının soruşturma ve kovuşturması sırasında görev yapan eski 50 hakim ve savcı hakkında hazırlanan iddianamede, "mahkeme heyetinin kararlarında delillerin komplo ürünü olduğunu kabul etmeme gerekçesinin gerçekleri yansıtmadığı, 2003 yılında hazırlandığı söylenen dijitallerin, oluşturulma tarihlerinin neden 2007 olarak göründüğünü açıklarken, akla ve bilime aykırı beyanlarda bulundukları" belirtildi.
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 56 sayfalık iddianamede, davanın görüldüğü eski İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ömer Diken, üyeler Ali Efendi Peksak ve Murat Üründü'nün yaptıkları eylemler anlatıldı.
Bu sanıkların maddi gerçeğin ortaya çıkartılması için gerekli araştırmaları yapmadığı gibi bu yöndeki taleplere de duyarsız kaldığı, davanın sanıkları lehine delilleri toplamadığı, delilleri dikkate almadığı, savunmanın tüm taleplerini reddederek iddia makamının tüm taleplerini kabul ettiği vurgulanan iddianamede Diken, Peksak ve Üründü hakkında şu tespitlere yer verildi: "İsnatlara dayanarak dijital dokümanlarda manipülasyon yapıldığı tespitini içeren 6 askeri bilirkişi raporu ile 12 hukuki mütalaanın dosyaya sunulduğu halde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için ısrarla yapılan taleplere rağmen bilirkişi incelemesi yaptırmadıkları, iddianamede askeri darbeyi önlediği iddia edilen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ile dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün dinlenilmesi yönündeki talepleri haksız yere reddettikleri, tüm sanık müdafilerinin duruşmada hazır bulunmadıkları tarihlerde duruşmalarda uzman bilirkişi dinledikleri, uzman bilirkişi ve tanıklarını hazır eden sanık avukatlarının duruşmada bulunmasına rağmen tanık dinletme talebini önceki uygulamayla çelişecek şekilde CMK’ye aykırı olarak reddettikleri anlaşılmıştır."
''Sanıkların yapmadıkları şeyleri yapmış gibi göstermişler''
Yargılamada sanık Diken, Peksak ve Üründü'nün taraflı davrandığı belirtilen iddianamede, avukatlar Celal Ülgen ve Hüseyin Ersöz'ün müvekkillerinin savunmaları alınmadan önce dosyada bulunan ve savunma hakkını etkileyebilecek 11, 16 ve 17 No'lu CD'lerın imajlarının kendilerine verilmesi yönündeki taleplerini haksız yere reddettikleri, gerekçeli kararda gerçeğe aykırı hususlara ve varsayımlara yer verdikleri, Bilvanis Çiftliği konulu ve Şubat 2007 tarihli yazının tamamen sahte ve imzasız olduğu halde, bu belgeyi ıslak imzalı belgeler arasında gösterdikleri, bu yazı ekinde 6 fotoğraf bulunmadığı halde 6 fotoğraf bulunduğunu yazdıkları, sanık Bilgin Balanlı’nın sorguda söylemediği beyanlarını söylemiş gibi gerekçeli karara yazdıkları, sanıkların yapmadıkları ve söylemedikleri şeyleri yapmış gibi gösterdikleri anlatıldı.
Sanıkların davanın sanıkları lehine olan delilleri dikkate almama gerekçesini gerekçeli kararda yazmadığı gibi, sanıkların lehine olan delilleri de dikkate almadıkları belirtilen iddianamede, Diken, Peksak ve Üründü'nün, ''delillerin komplo ürünü olduğunu kabul etmeme gerekçesinin gerçekleri yansıtmadığı, 2003 yılında hazırlandığı söylenen dijitallerin, oluşturulma tarihlerinin neden 2007 olarak göründüğünü açıklarken, akla ve bilime aykırı beyanlarda bulundukları'' kaydedildi.
Sahte delilin hükme esas alınamayacağı kuralına rağmen, sanık avukatları tarafından dosyaya sunulan ODTÜ, Yıldız Teknik Üniversite ve İTÜ gibi üniversitelerin bilirkişiliği onaylanmış uzmanlar ve dünyanın sayılı adli bilişim kurumları tarafından hazırlanan dijital dokümanlar hakkındaki bilimsel mütalaaları, 5 numaralı harddisk ile ilgili olarak Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığının aldığı bilirkişi raporunu sanıkların gerekçeli kararda haksız yere dikkate almadıkları iddianamede aktarıldı.
Sanıkların kamu kurum ve kuruluşlarından gelen yazı cevaplarını dikkate almadıkları veya gerçeğin aksine değerlendirdikleri belirtilen iddianamede, şu değerlendirmelere yer verildi: "Sanıklar, davanın 102 sanığı için tensip ile birlikte yakalama kararı alarak yasal takdir hakkı dışına çıkmışlardır. İddianameyle sunulan CD, DVD, harddisk gibi dijital veri kütüklerindeki "çok gizli" ve "gizli" gizlilik dereceli bilgileri ayırım yapmadan suç delili kabulü ile Türk Ceza Kanunu'na göre gizli kalması gereken 'devlet sırrı' niteliğindeki bilgilerin aleniyet kazanmasına sebep olmuşlardır. 'Balyoz Planı' davası bilinen davanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında, kararların gerekçeli olması gerektiği halde, AİHM kriterlerine aykırı olarak yasa maddesini gerekçe yazarak, sanıklar hakkında hukuki ve fiili hiçbir olgu ortaya koymadan, soyut, basmakalıp cümlelerle, toptancı bir anlayışla, tutuklama ve tutukluluk hallerinin devamına karar vermişlerdir."
"Duruşma ve iddianamelerden önce mütalaayı hazırlamışlar''
Eski cumhuriyet savcıları Hüseyin Kaplan ve Savaş Kırbaş'ın davanın mütalaasını 4 Ağustos 2010'da başlayan duruşmalardan ve 16 Haziran ile 11 Kasım 2011 tarihlerinde ikinci ve üçüncü iddianamelerden önce 4 Temmuz 2010'da oluşturmaya başladıkları, sanık Ergin Saygun'un 27 Mart 2012 tarihli savunmasından da önce 23 Mart 2012 tarihinde mütalaayı hazırlayıp tamamladıkları belirtildi.
Sanık Kırbaş ve Kaplan’ın sanıklar lehine delil toplanması ve haklarının korunması için hiçbir çaba sarf etmedikleri, lehe olan delilleri görmezden geldikleri, tanık ve bilirkişi dinletme talepleri karşısında kayıtsız kaldığı, savunmaları ve dosyaya sunulan delilleri, uzman mütalaaları ile bilirkişi raporlarını gözetmeksizin, hiçbir maddi gerçeği ve delili içermeyen iddianamenin birebir benzeri olacak şekilde esas hakkında mütalaa hazırlayarak mahkemeye sunduğu kaydedildi.
İddianamede, eski savcılar hakkında "Sundukları esas hakkındaki mütalaanın 241. sayfasında sanıklar aleyhine konuşmayan tanıklarla ilgili olarak, kanaatlerini ve görgülerini özgürce dile getiremediklerini belirterek, adeta tanıkları yalancı tanıklıkla itham ettikleri anlaşılmıştır." denildi.
Sanıkların, davanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgi ve belgelerin gizliliğe riayet edilmeksizin üçüncü kişilere ulaşmasının engellenmesine yönelik tedbirleri almadıklarına dikkati çekilen iddianamede, iddianameyle sunulan CD, DVD, harddisk gibi dijital veri kütüklerindeki "çok gizli" ve "gizli" gizlilik dereceli bilgileri ayırım yapmadan suç delili kabulü ile Türk Ceza Kanunu'na göre gizli kalması gereken "devlet sırrı" niteliğindeki bilgilerin aleniyet kazanmasına sebep oldukları kaydedildi.
''Detay verilmeyen ihbarda 5 numaralı harddiskin yerini Fikret Seçen bulmuş''
CMK 250. madde ile yetkili eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Fikret Seçen hakkında iddianamede, şu tespite yer verildi: "6 Aralık 2010 günü saat 11.03'te gelen bir e-posta ihbarının, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne ulaşmasından sonra, 17 Aralık 2013 sonrasında görevinden alınan Emniyet Müdürü Nazmi Ardıç tarafından arama kararı talep edilmesi üzerine, kamuoyunda 'İstanbul casusluk ve fuhuş davası' olarak bilinen soruşturma kapsamında arama izni verilmesini talep etmiştir. Seçen’in söz konusu e-posta ihbarında herhangi bir detay verilmemesine rağmen, aramayı ihbarda ismi geçmeyen bir şahsın odasından başlattığı gibi kendisinin de ilk gösterdiği yer karosunun kaldırılması ile arananların ve Balyoz davasının üçüncü iddianamesine esas olacak 5 numaralı harddiskin bulunmasını sağlamıştır." Sanık Seçen'in İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, Gölcük'te yapılan aramada ele geçirildiği ileri sürülen ve 170'ten fazla hata bulunduğu, sahte olduğu ve suç tarihinden sonra 2009-2010 yıllarında üretildiği iddia edilen birkaç CD ve taşınabilir disk ile ilgili olarak, polis tarafından düzenlenen tespit tutanaklarını 43 klasör olarak mahkemeye gönderdiği ve yem delil bulunduğu iddiasıyla 11 Şubat 2011 günü 163 sanık hakkında tutuklama kararı verilmesine neden olduğu iddianamede anlatıldı.
Birinci Ordu Komutanlığından çalındığı ileri sürülen 16 CD, 10 ses kaseti ile iki bin sayfadan fazla gizli belgenin, sahte dijital verileri ihtiva eden 3 CD ile birleştirilerek bir gazeteci tarafından sunulması ve Donanma Komutanlığında yapılan aramada dijital malzemelerin ele geçirilmesi sonrasında, ciddi bir tedbir almaksızın "çok gizli" içerikteki gerçek plan ve yazışmaların imajlarını yetkisi olmayan polislere sanık Seçen’in incelettiği belirtilen iddianamede, Seçen'in böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin en gizli harp planlarının ortaya saçılmasına seyirci kaldığı vurgulandı.
İddianamede, diğer sanıkların yaptıkları usulsüzlüklere de yer verildi.